Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Maksad Allah (C.C)'ın Rızası (1 Kullanıcı)

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA

Allah-u Zülcelal ayet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur:
"De ki: "Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma; 11)
"Oysa ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (A'lâ; 17)
"…Dünya hayatı sizi aldatmasın…" (Lokman; 31)
Her şeyin bir hakikati vardır. Toprak topraktır, gümüş gümüştür, altın da altın... Aklı başında olmayan bir insanın gözünde altın ve toprak birdir, ikisini bir birinden ayırt edemez. İnsan Allah'ı hakkıyla tanımadığı, nefsinin, dünyanın ve ahiretin hakikatini bilmediği zaman, toprakla altını ayırt edemeyen, aklı başında olmayan o insan gibidir. Her ne kadar, biz çok akıllıyız desek de hareket ve davranışlarımız, bu sözümüzde yalancı olduğumuzu ortaya çıkarıyor.
İnsanın nefsinin, Allah-u Zülcelal'e karşı ne kadar zayıf olduğu şöyle bir misalle açıklanabilir. Bir insan, bir sivri sineğe istediği her şeyi yapabilir. Çünkü sivri sinek, insan karşısında çok zayıftır. İşte aynen bu şekilde, insan da Allah-u Zülcelal'e karşı, o sivri sinekten çok çok daha zayıftır. O'nun karşısında kibirlenmek de çok çirkin, çok kötü bir şeydir.
Ebu Hureyre (R.A)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Bir insan, üzerindeki elbisenin kenarındaki nakışlara baktı ve dünyada kendisinden başka kimse yokmuşcasına kibirlendi, ucuplandı. Allah-u Zülcelal de onu yerin dibine batırdı. O şimdi, hala yerin dibine doğru inmektedir. Kıyamete kadar da inecektir." (Buhari, Müslim)
Kibir; Allah katında o kadar kötü bir şeydir. İnsan daima, sadece zahiri olarak değil, içten, gönülden, kalpten de Allah'a yalvaracak, kendini aşağı görecek ki, Allah'ın yanında makbul olsun. Hz. Peygamber (S.A.V) başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Yaratılmış bir kul iken, kibirlenip yaratıcısını unutan insan ne kötü insandır. Ölümlü iken kendisini ebedi sanan kimse ne kötü kimsedir. Dünyada yolcu iken, nereden geldiğini ve nereye gideceğini unutan kul ne kötü kuldur." (Tirmizi)
Kendilerini diğer insanlardan üstün görenler, vaktiyle şeytanın yapmış olduğu hatayı tekrarlamış olurlar. Malum olduğu üzere, Allah-u Zülcelal Adem (A.S)'i yaratıp ona secde edilmesini emrettiği zaman, şeytan kibirlenmiş ve: "Nasıl olur? Ben ondan üstünüm. Beni ateşten, onu topraktan yarattın." demiştir. Allah-u Zülcelal'in buna verdiği cevap ise çok sert olmuştur: "Gökten in, sen artık kovuldun! Ve kıyamet gününe kadar da üstünde lânetim olacaktır." (Sa'd; 76-78)
Bir müslümanın yapması gereken şey; müslüman kardeşlerini Allah için sevmek, imanları için takdir etmek, ibadetleri için hürmet etmek, kendi şahsı için tanımadığı kolaylığı onlar için tanımak, kendisi için beslemediği ümidi onlar için beslemektir. Fakat kibir sahibi olan insan bunların aksini yapar. O kendi şahsını yükseltirken din kardeşlerini alçaltır. Kendi ibadetlerini yeterli bulurken onların ibadetini az bulur, kendi fikir ve görüşlerinin doğru olduğuna inanırken, onların fikir ve görüşlerinin yanlış olduğunu düşünür. Kendisini kurtuluş ehli sayarken onların cehalet ve felaket içinde olduklarını söyler. Kibir sahibi insan bu kadar insafsız davranınca, Allah-u Zülcelal ona kızar ve çoğu zaman ahiret cezasından evvel kendisine bu dünyada ceza verir.
Bu dünya, bu insanlar, yer yüzünde ne varsa hepsi Allah'ın mülküdür. Biz de Allah'ın mülküyüz, sahibimiz Allah'tır. Baktığımız zaman, gözlerimize Allah-u Zülcelal nur veriyor. Konuştuğumuz zaman, dilimizi O döndürüyor. Ne yaparsak hep O'nun kuvvet vermesiyle oluyor. Kişi yaptığı güzel amellerle ucuplanmakta, mesela: "Güzel konuştum." demektedir. Ama şunu unutmamak gerektir ki; eğer Allah-u Zülcelal seni konuşturmasaydı, konuşamazdın. İslam ahlakı, bizden daima iyilik, yumuşaklık ve güler yüzlü olmamızı istiyor. Peki! İnsan iyi ya da kötü bir insan olduğunu nasıl bilebilir?
Senin arkadaşlığın, seninle arkadaş olanların hoşuna gidiyor ve onlara sorduğun zaman, devamlı seninle arkadaşlık yapmak istiyorlarsa, demek ki sen güzel ahlak sahibisin. İslam ahlakı bize, Hz. Peygamber (S.A.V)'den miras kalmıştır. Ona deryadan bir damla, hatta bir zerre kadar dahi olsa sahip çıkalım.
Enes bin Malik (R.A) şöyle demiştir:
"Resulullah, ahlak olarak insanların en güzeliydi. Onun on yıl hizmetinde bulundum. Bana bir defa bile öf demedi. Yaptığım bir iş için; "Neden böyle yaptın" yapmadığım bir işten dolayı da; "Şöyle yapsaydın ne olurdu." dememiştir." (Buhari, Tirmizi)
Birbirimizi sevmek için sebeplere başvurmamız, teşebbüs etmemiz lazımdır. Nitekim Ebu Hureyre (R.A) anlatıldığına göre, Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Mü'min olmadıkça sizler cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de mü'min olamazsınız. Birbirinizi sevdirecek şeyi size haber vereyim. Selamı aranızda yayınız." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace)
Demek ki mü'min olabilmek için insanların birbirini sevmesi lazımdır. Birbirimizi sevmeliyiz. Çünkü mü'min kardeşimizin ruhunda, kalbinde iman vardır. Onun imanını sevmek lazımdır. İnsan Allah için olduğunda, onun her şeyi çok kolay olur. Biz kardeşimizi Allah için seversek, Allah'ın da bizi ne kadar seveceğini, ancak O bilir. Mü'minler arasında, sevgi oluşturacak sebeplere başvurmamız lazımdır.
Mesela selamlaşmak!.. Hz. Peygamber (S.A.V)'in ashabı yolda giderlerken aralarına bir ağaç dahi girse tekrar birleşince birbirlerine selam verirlerdi. Yine, Ashab-ı Liram bir odadan başka bir odaya girince birbirlerine selam verirlerdi. Selam, onların yanında o kadar kıymetliydi.
Bilindiği gibi, Allah-u Zülcelal yeryüzündeki ruhların kimini zengin, kimini fakir, kimini de orta halli yapıyor. Allah-u Zülcelal taksimatı nasıl böyle yapıyorsa, hidayet de tevbe de bu şekilde Allah'ın taksimatıdır. Şuradan buradan, bir yerlerden, herkes Allah için buraya geliyor. Çoğu da gelmiyor, gelemiyor.
İmam Kuşeyri şöyle anlatmıştır: "Bir gün, bazı Evliyalar yanıma geldiler. Onlardan bir tanesi dedi ki: "Bir gün uyumuştum. Rüyamda Hz. Peygamber (S.A.V)'i bir cemaatle beraber gördüm. Ben de onların arasında oturuyorken, iki tane melek geldi. Birisinin elinde bir leğen, diğerinin elinde ise bir ibrik vardı. Melek leğeni, Hz. Peygamber (S.A.V) in önüne koydu. Diğeri de ibrikten döktü.
Hz. Peygamber (S.A.V) elini açtı, elini yıkadılar. Sonra sırasıyla, oradaki herkesin elini de yıkadılar. Sıra bana gelince, melek leğeni sonradan önüme koydu. Diğeri ise: "Bu onlardan değildir, elini yıkama!" dedi. Böyle dediği zaman ben, Hz. Peygamber (S.A.V)'e: "Ya Rasulallah! Sen hadis-i şerifinde: "Kişi sevdiğiyle beraberdir." (Buhari, Müslim) buyurmadın mı?" dedim. Hz. Peygamber (S.A.V): "Evet ben böyle söyledim." dedi. O zaman ben: "Allah'ı, seni ve bu cemaati seviyorum." dedim. Hz. Peygamber (S.A.V) meleğe şöyle buyurdu: "O da bizdendir ona da dök!"
İşte biz Allah'ı, Peygamberi, Sadat-ı Kiram'ı, Allah'ın dostlarını seversek, inşallah onlarla beraber olacağız. Onlarla beraber olduğumuz zaman da onlara ne nasip olursa, bize de o nasip olacaktır. Rüya gören o kimse, o cemaatin derecesine erememiş olmasına rağmen, onları sevdiği için Hz. Peygamber (S.A.V): "O da bizdendir, ona da dök!" buyurdu.
Kişi, insanların içinde amel yaptığı zaman, olabilir ki ona nefis gelir, diğer insanlar beni görsün, diye amel yapabilir, nefis daima insanla meşgul olabilir, fakat insan yalnız kaldığı zaman, yanında kimse olmadığı zaman, o amel Allah'ın yanında daha kıymetli olur. Gizli olan amel, Allah'ın yanında daha kıymetlidir. Nitekim Cüneyd-i Bağdadi şöyle anlatmıştır: "Ben bir gün rüyamda, bir cemaate konuştuğumu gördüm. Yanıma bir melek geldi ve bana: Sen böyle insanlara konuşuyorsun, peki bana Allah'ın yanında en sevgili en kıymetli olan amel nedir söyler misin?" dedi. Ben de ona: "Gizli olan, hiç kimsenin görmediği amel, Allah'ın yanında en sevgili ameldir." dedim. Melek şöyle dedi:
"Senin söylediğin tam muvaffaktır."
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Eğer siz, yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız, diğer kusurlarınızı örter, sizi güzel bir makama koyarız." (Nisa; 31)
Büyük günahlar; zina etmek, içki içmek, başka insanların malını elinden almak gibi günahlardır. Bunun yanında, Allah-u Zülcelal'in bizim üzerimize farz kıldığı namazı, orucu ve zekatı terk etmek de büyük günahlardandır. Eğer biz kendimizi büyük günahlardan muhafaza edersek, Allah-u Zülcelal bizim küçük günahlarımızı af ve mağfiret edecektir.
Bazı hadislerde şöyle geçmektedir:
"İnsan, kendini büyük günahlardan muhafaza etmek şartıyla, Cuma namazını kılarsa, gelecek cumaya kadar; Ramazan orucunu tutarsa, gelecek Ramazana kadar; bir farz namazı kıldığında, gelecek farz namaza kadar, Allah-u Zülcelal o aradaki küçük günahları affeder." (Müslim, Tirmizi)
Elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal'in üzerimize farz kıldığı şeylere çok dikkat etmeliyiz.
Davud aleyhisselam'a indirilen Zebur'da şöyle yazılı olduğu rivayet edilmiştir: "Allah'ın halis kulları, O'ndan bir şey bekleyerek değil, Rabb olduğu için O'na kulluk edenlerdir. Allah cennet ve cehennemi yaratmasaydı bile, O'na karşı aynı şekilde kulluk ederlerdi."
Allah'ın nimetleri karşılığında ibadet yapmak, yine de iyidir ama hakikate bakılırsa, ibadet tek O'nun Zat'ı için yapılmalıdır. Biz, Allah-u Zülcelal'i tanımadığımız için ya cennet nimeti için ya da cehennem korkusundan ibadet yapıyoruz. Eğer tamamen, hakkıyla Allah'ın azametini, O'nun bizim üzerimizdeki nimetlerini, iyiliğini bilseydik, sadece O'nun rızası için daima ibadet edecektik.
Allah-u Zülcelal kulunun, tek kendi Zat'ı için kendi aşkı ve muhabbeti için ibadet etmesini cennet ve cehennem için ibadet etmesinden daha makbul tutmuş ve onu daha çok sevmiştir.
İnsan ibadeti cennet istediğinden yada cehennem korkusundan değil sırf Allah rızası için yapmalıdır. İnsan ibadeti sırf Allah-u Zülcelal'in rızası ve zatı için yaptığı zaman ona, Allah-u Zülcelal'in azametinin miktarı kadar sevap, feyz, rahmet ve nisbet gelecektir.
Ama ibadeti kendi nefsi için, cennete girmek, cehennemden kurtulmak için yaparsa ibadetten kendi nefsi kadar lezzet duyar, sevap kazanır. İbadet ederken Allah rızasından başka cennet umudu, cehennem korkusu gibi şeyler aklımıza geldiği zaman hemen: "İlahi ente maksudi ve ridaike matlubi" (Ya Rabbi! Maksadım sensin, senin rızanı istiyorum.) dememiz ve kendimizi Allah-u Zülcelal'in razı olacağı şekilde düzeltmeye çalışmamız lazımdır. Allah ibadeti rızasına sebep kılmıştır.
Kendi kendimize düşünürsek, secdeye gittiğimiz zaman, Allah secdeyi sevdiği için secdeden kalkmamaya dair bir istek bulunması lazımdır. Secdeye gittiğimiz, namaz kıldığımız zaman nefsimiz bize acele et, namazı çabuk kıl, der. O zaman nefsimizi şöyle azarlamalıyız:
"Ey nefsim!
Sen ne kadar âdisin. Bu secdeyle, sen de benimle beraber cennete gireceksin, Allah'ın rızasına müstahak olacaksın, öyleyse niçin yapmak istemiyorsun?"
Rükûya gittiğimiz, zikir yaptığımız, Allah için konuştuğumuz zaman, nefsimizi böyle azarlamalıyız ve daima Allah'ın razı olacağı sebeplere el atmamız ve Allah'ın gazabını taşıyan günahlardan da kaçınmamız lazımdır.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin.
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Selamünaleyküm hayırlı sabahlar
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt