"Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir." (Maide:44)
Gelelim alimlerin bu ayeti celile hakkındaki tefsirlerine:
İmam Kurtubi El-Camiu li-Ahkami'l-Kuran:
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ ken*dileridir." Diğer âyetlerde de "zalimlerin, fasıkların ta kendileridir" dîye buyurulmaktadır. Bu âyetlerin hepsi kâfirler hakkında nazil olmuştur. Bu da Müslim'in Sahih'inde el-Berâ yoluyla gelen hadiste sabit olmuştur ki, bu ha*dis daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Büyük çoğunluk da bu görüş*tedir. Müslüman ise, büyük günah işleyecek olsa dahi kâfir olmaz.
Âyet-i kerimede hazf edilmiş ifadelerin bulunduğu da söylenmiştir. Yani, kim Kur'ânı reddetmek suretiyle Hz. Rasulün de sözünü inkâr yoluyla Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyecek olursa, o kişi kâfirdir. Bunu, İbn Abbas ve Mü-cahid söylemiştir. Bu açıklamaya göre âyet umumidir.
İbn Mes'ud ve el-Hasen der ki: Bu âyet-i kerime ister Müslüman, ister yahudi, ister katır olsun Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen herkes hakkında umumidir. Yani, bunun doğruluğuna inanarak ve bu şekilde hüküm ver*menin helal olduğuna kanaat getirerek...
Ancak, kendisinin haram işlediğine inanarak böyle bir iş yapan ise, Müslümanların fasıkları arasında yer alır. İşi de Allalı'a kalmıştır. Allah dilerse onu azaplandırır, dilerse de ona mağfiret eder.
İbn Abbas da kendisinden nakledilen bir rivayete göre şöyle demektedir: Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa o, kâfirlerin işine benze*yen bir iş yapmıştır.
Şöyle de denilmiştir: Yani, kim Allah'ın bütün indirdikleriyle hükmet*mezse, o kimse kâfirdir Ancak, tevhid İle hükmetmekle birlikte, şer'î bazı hü*kümler gereğince hükmetmeyen kimse, bu âyetin kapsamına girmez. Doğru olan birinci görüştür. (İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil'l-Kur'an, Buruc Yayınları: 6/243-245.)
İbn-i Kesir Tefsiri :
Abdullah İbn Abbas'dan : Bu ayette küfür, sizin anladığınız manada küfür değildir, dediği rivayet edilmiştir. Tavus da: Buradaki küfür, dinden çıkaran küfür değildir, demişti. (İbn- Kesir Tefsiri c.2 s.24 Sağlam Yayınevi)
Ebu Cafer Muhammmed b. Cerir et Taberi Tefsiri:
Tavus diyor ki: Bir kişi, Abdullah b. Abbas'tan, ‘Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler..' ayetlerini sordu ve dedi ki: ‘ Bir kimse bunu yaparsa kafir mi olur? ‘ Abudullah b. Abbas da dedi ki : ‘Onun bunu yapması kafirliktir. Fakat o kimse Allah'ı ahiret gününü, şunu vu şunu inkar eden kimse gibi değildir.
Abdullah b. Mesud nakledilen diğer bir görüşe göre ‘ Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendisidir.' Ayetindeki ‘Kafirler'den maksat, Allah'ın indirdiğini inkar ederek onun dışındaki şeylerle hüküm verenlerdir. Allah'ın indirdiğini, Allah tarafından olduğunu kabul ederek onun dışındaki şeylerle hüküm verenler ise zalimler ve fasıklardır. (Taberi Tefsiri c.3 s.308-309 Hisar Yayınevi)
İşte tüm bu açıklamalardan sonra kişi inkar etmedikçe, ki inkar'ın içerisine tercih ve hafife almada girer, dinden irtidat etmediği neredeyse alimlerin tamamının ittifaken kabul etmiş olduğu bir gerçektir.
Gelelim özellikle Hariciye görüşünü savunan mezheplerin ki günümüzde bu görüşü savunun Vahhabi mezhebi taraftarları da mevcut, çokça ileri sürdükleri tağut ile alakalı ayetlere. Örneğin;
"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor." (Nisa:60)
"Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip (inkar edip) Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir." (Bakara:256)
Bu ayetlerde geçen tağut nedir ve bir müminin tağuta karşı tutumu ne olmalıdır bunu kısaca ele alalım.
"Ta-ğa-ye", kökünden mübalağa tipiyle bir cins isimdir. ‘Sınırı aşmak, isyanda ve karşı çıkışta fazla ileri gitmek, hadde tecavüz etmek' manalarına gelir, mastarı ‘tuğyan'dır. Suyun yatağını aşıp taşması manasında Kuran'da Nuh tufanının anlatıldığı kıssada bu kelime şöyle kullanılır;
"Su tuğyan ettiğinde sizi akıp giden(gemi)de biz taşıdık." (Hakka:11)
Yine aynı surede, sanılandan, beklenilenden çok daha korkunç olan soğuk fırtınayla beraber gelen zelzele için de ‘tağiye' kelimesi kullanılmıştır;
"Semud'a gelince; onlar, şiddetli bir sarsıntıyla yok edildi." (Hakka:5)
Ayrıca "Sakın tartıda ölçüden şaşmayın" (Rahman:8) ayetinde de aynı kökten türeme fiil kullanılmıştır. Peygamberle alakalı olarak;
"Gözü kaymadı ve şaşmadı, and olsun, o Rabb'in en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü." (Necm:17-18) ayetinde aynı kökten ‘şaşmak, çevrilmek' manalarında kullanılmıştır. Kavramın bu manalarıyla o toplumun insanlarınca kullanıldığı ve herhangi bir şekilde haddi aşmayı içerdiği açıktır.
Bu şekli, İbnü Cerir et-Taberi şöyle tarif ediyor;
"Allah'a karşı isyankar olup, zorlama ile veya gönül rızasıyla kendisine tapılıp mabut tutulan, gerek insan, gerek şeytan, gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer herhangi bir şeydir." Başka bir ifade ile "Başkaları üzerinde rabbleşip başkalarının dünya hayatını yönlendirip yeryüzünün rabbi kesilmeye çalışan ‘şey'lerdir."
Ve yine Bakara suresinin 256 ayetinin tefsirinde İmam Taberi tağut için şunları söylemektedir:
Ayette zikredilen ‘Tağut' kelimesinden maksat. Ömer b. el- Hattap, Mücahid, Şa'bi, Dehhak, Katade ve Süddiye göre Şeytan demektir ve Muhammede göre sihirbaz demektir ve Cabir b. Abdullaha göre Kahin demektir. Taberi, Tağut hakkında söylenecek en doğru görüşün, onun, Allaha karşı azgınlaşan ve Allahın dışında kendisine tapınılan şeydir, diyen görüş olduğunu söylemiştir. İsterse tağut, kendisine tapanları zorla taptırmış olsun, isterse onun zoru olmadan insanlar kendilerinden ona tapmış olsunlar. Bu nedenle, kendisine tapılan bu varlık Şeytan da olabilir Heykel de, put da yahut başka herhangi bir şeyde. ((Taberi Tefsiri c.2 s.115 Hisar Yayınevi)
Yine İbn-i Kesir ise bu ayet ve tağut hakkında şunları söylemektedir:
"Tağut'u inkar edip Allah'a inanan kimse" Yani kim, putlardan, eş ve ortak koşulanlardan, şeytanın çağırmış olduğu, Allah'tan başka tapılan her şeyden kendini sıyırıp uzaklaştırır, Allah'ın bir olduğuna inanıp sadece O'na ibadet eder ve O'ndan başka ilah bulunmadığına şehadet ederse "kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmılştır." Yani işini yoluna koymuştur, en güzel ve doğru yola girmiştir. Bu, sıkıca rabtedilme, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa benzetilmiştir. Sağlam Kulp: İmandır veya İslam'dır. ((İbn- Kesir Tefsiri c.1 s.213 Sağlam Yayınevi)
Tüm bu tefsirler ve bunun gibi onlarcası hep tağutun İslam karşıtı yani küfrü temsil eden her şeyin kapsadığını çok net bir şekilde dile getirmektedir. Özellikle Bakara suresinin 256 ayeti celilesinde geçen şu ibare "Tağut'u inkar edip Allah'a inanan kimse" yani tağut'un iman'ın, İslam'ın tam karşısında duran küfür olduğunu çok net bir şekilde ifade etmektedir. Dolayısıyla inkar edilmesi gerekir. Kimde onu inkar etmez ise küfürü inkar etmemiş olur ki, bu Allah muhafaza kişiyi dinden çıkarır. Şu durumda örneğin küfrü temsil eden demokrasi'yi, laikliği ve cumhuriyeti, yani tüm tağuti sistemleri, inkar etmediği müddetçe veya onlara iman ediği sürece irtidat söz konusudur. İşte bu gerçeği alim Abdulkadim Zellum yazmış olduğu şu eserinin başlığında da ne kadar net ifade edilmektedir: Demokrasi Küfür nizamıdır, onu almak, tatbik etmek ve ona davet etmek haramdır. Yani kim tağutu (tüm İslam dışı olan her şeyi) inkar ederde onunla amel ederse yapmış olduğumuz tüm mezkur delilerden ötürü halen Müslüman'dır, lakin çok büyük günah işlemiştir.
Son olarak ta tekfir hastalığının ne kadar kötü bir haslet olduğunu ele alarak yazımıza son vermek istiyorum:
Tekfir ıstılahta, bir Müslüman veya Müslüman kabul edilen bir kimseyi küfre nispet etmek; küfre girdiğini söylemektir. Küfür içerisinde olan bir kişi bu durumdan kurtulup Müslüman olabileceği gibi; Müslüman olan bir kişi de dinden dönerek küfre girebilir. Ancak Müslüman olan bir kimsenin hangi durumlarda küfre girebileceği; küfür ile iman arasındaki sınırın tayini tarih boyunca mezhepler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Hatta bir mezhebe bağlı âlimler bile bazen farklı görüşler ileri sürebilmektedir. Bu konudaki tartışma, Haricîlerin ortaya çıkışıyla, yani Hz. Ali'nin döneminden günümüze kadar devam ede gelmektedir.
Hz. Ali ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığın çözüme kavuşturulması için hakeme gidilmesini isteyen, sonra hakem olayının arzu edilen şekilde sonuçlanmaması üzerine daha önce Hz. Ali ordusunda bulunan, hatta hakemi kabul etmesi için ısrarda bulunanlardan bir gurup başkaldırmış ve Hz. Ali'yi, Allah'ın hükmünü bırakarak beşerin hükmüne başvurmakla itham etmiş ve Hz. Ali ile hâlâ ona taraftarlık yapanların küfre girdiklerini ileri sürmüşlerdi. Haricî olarak adlandırılan bu gurubun bu davranışlarıyla İslâm tarihinde tekfir meselesi gündeme gelmiş, bilahare çeşitli nedenlerle bazen haklı ve bazen haksız olarak tekfir daima Müslümanların gündemini işgal etmeye devam etmiştir.
İşte, bu tekfir olgusunu Müslümanların gündemine koymaya çalışan tüm cemaat ve bu cemaatlere bağlı olan fertlerin, bilmeleri gereken şu gerçeği söyleyerek sözlerime son vermek istiyorum. Allah (c.c.)'hu hiç bir mümine çıkıp kişilerin hallerini araştırıp onları tekfir etmemizi istememiş, bilakis ümmetin hatta insanlığın kurtuluşu olacak olan Raşidi Hilafet Devletini kurup onunla insanlığa ilahi nur saçmamızı istemektedir. Bu ilahi görevi bizlere gösteren Allah'ın Resulü Muhammed (s.a.v.)'dir ve onu en güzel bir şekilde örnek kabul edip Halifeliğini yapmış olan Raşidi Halifelerdir. Yoksa bazıların örnek aldığı, dördüncü Raşidi Halife olan Ali (r.a.)'na karşı gelip hatta onu tekfir edip canına kast eden Hariceye mezhebi ve onun fitne yayan günümüzün modern uzantısı değil.
Allah'ım bizleri bu dava üzere şehit olmayı nasip eyle ve aramıza fitne sokmak isteyen hiç bir kimseye fırsat verme... Amin.
Gelelim alimlerin bu ayeti celile hakkındaki tefsirlerine:
İmam Kurtubi El-Camiu li-Ahkami'l-Kuran:
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ ken*dileridir." Diğer âyetlerde de "zalimlerin, fasıkların ta kendileridir" dîye buyurulmaktadır. Bu âyetlerin hepsi kâfirler hakkında nazil olmuştur. Bu da Müslim'in Sahih'inde el-Berâ yoluyla gelen hadiste sabit olmuştur ki, bu ha*dis daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Büyük çoğunluk da bu görüş*tedir. Müslüman ise, büyük günah işleyecek olsa dahi kâfir olmaz.
Âyet-i kerimede hazf edilmiş ifadelerin bulunduğu da söylenmiştir. Yani, kim Kur'ânı reddetmek suretiyle Hz. Rasulün de sözünü inkâr yoluyla Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyecek olursa, o kişi kâfirdir. Bunu, İbn Abbas ve Mü-cahid söylemiştir. Bu açıklamaya göre âyet umumidir.
İbn Mes'ud ve el-Hasen der ki: Bu âyet-i kerime ister Müslüman, ister yahudi, ister katır olsun Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen herkes hakkında umumidir. Yani, bunun doğruluğuna inanarak ve bu şekilde hüküm ver*menin helal olduğuna kanaat getirerek...
Ancak, kendisinin haram işlediğine inanarak böyle bir iş yapan ise, Müslümanların fasıkları arasında yer alır. İşi de Allalı'a kalmıştır. Allah dilerse onu azaplandırır, dilerse de ona mağfiret eder.
İbn Abbas da kendisinden nakledilen bir rivayete göre şöyle demektedir: Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa o, kâfirlerin işine benze*yen bir iş yapmıştır.
Şöyle de denilmiştir: Yani, kim Allah'ın bütün indirdikleriyle hükmet*mezse, o kimse kâfirdir Ancak, tevhid İle hükmetmekle birlikte, şer'î bazı hü*kümler gereğince hükmetmeyen kimse, bu âyetin kapsamına girmez. Doğru olan birinci görüştür. (İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil'l-Kur'an, Buruc Yayınları: 6/243-245.)
İbn-i Kesir Tefsiri :
Abdullah İbn Abbas'dan : Bu ayette küfür, sizin anladığınız manada küfür değildir, dediği rivayet edilmiştir. Tavus da: Buradaki küfür, dinden çıkaran küfür değildir, demişti. (İbn- Kesir Tefsiri c.2 s.24 Sağlam Yayınevi)
Ebu Cafer Muhammmed b. Cerir et Taberi Tefsiri:
Tavus diyor ki: Bir kişi, Abdullah b. Abbas'tan, ‘Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler..' ayetlerini sordu ve dedi ki: ‘ Bir kimse bunu yaparsa kafir mi olur? ‘ Abudullah b. Abbas da dedi ki : ‘Onun bunu yapması kafirliktir. Fakat o kimse Allah'ı ahiret gününü, şunu vu şunu inkar eden kimse gibi değildir.
Abdullah b. Mesud nakledilen diğer bir görüşe göre ‘ Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendisidir.' Ayetindeki ‘Kafirler'den maksat, Allah'ın indirdiğini inkar ederek onun dışındaki şeylerle hüküm verenlerdir. Allah'ın indirdiğini, Allah tarafından olduğunu kabul ederek onun dışındaki şeylerle hüküm verenler ise zalimler ve fasıklardır. (Taberi Tefsiri c.3 s.308-309 Hisar Yayınevi)
İşte tüm bu açıklamalardan sonra kişi inkar etmedikçe, ki inkar'ın içerisine tercih ve hafife almada girer, dinden irtidat etmediği neredeyse alimlerin tamamının ittifaken kabul etmiş olduğu bir gerçektir.
Gelelim özellikle Hariciye görüşünü savunan mezheplerin ki günümüzde bu görüşü savunun Vahhabi mezhebi taraftarları da mevcut, çokça ileri sürdükleri tağut ile alakalı ayetlere. Örneğin;
"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor." (Nisa:60)
"Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip (inkar edip) Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir." (Bakara:256)
Bu ayetlerde geçen tağut nedir ve bir müminin tağuta karşı tutumu ne olmalıdır bunu kısaca ele alalım.
"Ta-ğa-ye", kökünden mübalağa tipiyle bir cins isimdir. ‘Sınırı aşmak, isyanda ve karşı çıkışta fazla ileri gitmek, hadde tecavüz etmek' manalarına gelir, mastarı ‘tuğyan'dır. Suyun yatağını aşıp taşması manasında Kuran'da Nuh tufanının anlatıldığı kıssada bu kelime şöyle kullanılır;
"Su tuğyan ettiğinde sizi akıp giden(gemi)de biz taşıdık." (Hakka:11)
Yine aynı surede, sanılandan, beklenilenden çok daha korkunç olan soğuk fırtınayla beraber gelen zelzele için de ‘tağiye' kelimesi kullanılmıştır;
"Semud'a gelince; onlar, şiddetli bir sarsıntıyla yok edildi." (Hakka:5)
Ayrıca "Sakın tartıda ölçüden şaşmayın" (Rahman:8) ayetinde de aynı kökten türeme fiil kullanılmıştır. Peygamberle alakalı olarak;
"Gözü kaymadı ve şaşmadı, and olsun, o Rabb'in en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü." (Necm:17-18) ayetinde aynı kökten ‘şaşmak, çevrilmek' manalarında kullanılmıştır. Kavramın bu manalarıyla o toplumun insanlarınca kullanıldığı ve herhangi bir şekilde haddi aşmayı içerdiği açıktır.
Bu şekli, İbnü Cerir et-Taberi şöyle tarif ediyor;
"Allah'a karşı isyankar olup, zorlama ile veya gönül rızasıyla kendisine tapılıp mabut tutulan, gerek insan, gerek şeytan, gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer herhangi bir şeydir." Başka bir ifade ile "Başkaları üzerinde rabbleşip başkalarının dünya hayatını yönlendirip yeryüzünün rabbi kesilmeye çalışan ‘şey'lerdir."
Ve yine Bakara suresinin 256 ayetinin tefsirinde İmam Taberi tağut için şunları söylemektedir:
Ayette zikredilen ‘Tağut' kelimesinden maksat. Ömer b. el- Hattap, Mücahid, Şa'bi, Dehhak, Katade ve Süddiye göre Şeytan demektir ve Muhammede göre sihirbaz demektir ve Cabir b. Abdullaha göre Kahin demektir. Taberi, Tağut hakkında söylenecek en doğru görüşün, onun, Allaha karşı azgınlaşan ve Allahın dışında kendisine tapınılan şeydir, diyen görüş olduğunu söylemiştir. İsterse tağut, kendisine tapanları zorla taptırmış olsun, isterse onun zoru olmadan insanlar kendilerinden ona tapmış olsunlar. Bu nedenle, kendisine tapılan bu varlık Şeytan da olabilir Heykel de, put da yahut başka herhangi bir şeyde. ((Taberi Tefsiri c.2 s.115 Hisar Yayınevi)
Yine İbn-i Kesir ise bu ayet ve tağut hakkında şunları söylemektedir:
"Tağut'u inkar edip Allah'a inanan kimse" Yani kim, putlardan, eş ve ortak koşulanlardan, şeytanın çağırmış olduğu, Allah'tan başka tapılan her şeyden kendini sıyırıp uzaklaştırır, Allah'ın bir olduğuna inanıp sadece O'na ibadet eder ve O'ndan başka ilah bulunmadığına şehadet ederse "kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmılştır." Yani işini yoluna koymuştur, en güzel ve doğru yola girmiştir. Bu, sıkıca rabtedilme, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa benzetilmiştir. Sağlam Kulp: İmandır veya İslam'dır. ((İbn- Kesir Tefsiri c.1 s.213 Sağlam Yayınevi)
Tüm bu tefsirler ve bunun gibi onlarcası hep tağutun İslam karşıtı yani küfrü temsil eden her şeyin kapsadığını çok net bir şekilde dile getirmektedir. Özellikle Bakara suresinin 256 ayeti celilesinde geçen şu ibare "Tağut'u inkar edip Allah'a inanan kimse" yani tağut'un iman'ın, İslam'ın tam karşısında duran küfür olduğunu çok net bir şekilde ifade etmektedir. Dolayısıyla inkar edilmesi gerekir. Kimde onu inkar etmez ise küfürü inkar etmemiş olur ki, bu Allah muhafaza kişiyi dinden çıkarır. Şu durumda örneğin küfrü temsil eden demokrasi'yi, laikliği ve cumhuriyeti, yani tüm tağuti sistemleri, inkar etmediği müddetçe veya onlara iman ediği sürece irtidat söz konusudur. İşte bu gerçeği alim Abdulkadim Zellum yazmış olduğu şu eserinin başlığında da ne kadar net ifade edilmektedir: Demokrasi Küfür nizamıdır, onu almak, tatbik etmek ve ona davet etmek haramdır. Yani kim tağutu (tüm İslam dışı olan her şeyi) inkar ederde onunla amel ederse yapmış olduğumuz tüm mezkur delilerden ötürü halen Müslüman'dır, lakin çok büyük günah işlemiştir.
Son olarak ta tekfir hastalığının ne kadar kötü bir haslet olduğunu ele alarak yazımıza son vermek istiyorum:
Tekfir ıstılahta, bir Müslüman veya Müslüman kabul edilen bir kimseyi küfre nispet etmek; küfre girdiğini söylemektir. Küfür içerisinde olan bir kişi bu durumdan kurtulup Müslüman olabileceği gibi; Müslüman olan bir kişi de dinden dönerek küfre girebilir. Ancak Müslüman olan bir kimsenin hangi durumlarda küfre girebileceği; küfür ile iman arasındaki sınırın tayini tarih boyunca mezhepler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Hatta bir mezhebe bağlı âlimler bile bazen farklı görüşler ileri sürebilmektedir. Bu konudaki tartışma, Haricîlerin ortaya çıkışıyla, yani Hz. Ali'nin döneminden günümüze kadar devam ede gelmektedir.
Hz. Ali ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığın çözüme kavuşturulması için hakeme gidilmesini isteyen, sonra hakem olayının arzu edilen şekilde sonuçlanmaması üzerine daha önce Hz. Ali ordusunda bulunan, hatta hakemi kabul etmesi için ısrarda bulunanlardan bir gurup başkaldırmış ve Hz. Ali'yi, Allah'ın hükmünü bırakarak beşerin hükmüne başvurmakla itham etmiş ve Hz. Ali ile hâlâ ona taraftarlık yapanların küfre girdiklerini ileri sürmüşlerdi. Haricî olarak adlandırılan bu gurubun bu davranışlarıyla İslâm tarihinde tekfir meselesi gündeme gelmiş, bilahare çeşitli nedenlerle bazen haklı ve bazen haksız olarak tekfir daima Müslümanların gündemini işgal etmeye devam etmiştir.
İşte, bu tekfir olgusunu Müslümanların gündemine koymaya çalışan tüm cemaat ve bu cemaatlere bağlı olan fertlerin, bilmeleri gereken şu gerçeği söyleyerek sözlerime son vermek istiyorum. Allah (c.c.)'hu hiç bir mümine çıkıp kişilerin hallerini araştırıp onları tekfir etmemizi istememiş, bilakis ümmetin hatta insanlığın kurtuluşu olacak olan Raşidi Hilafet Devletini kurup onunla insanlığa ilahi nur saçmamızı istemektedir. Bu ilahi görevi bizlere gösteren Allah'ın Resulü Muhammed (s.a.v.)'dir ve onu en güzel bir şekilde örnek kabul edip Halifeliğini yapmış olan Raşidi Halifelerdir. Yoksa bazıların örnek aldığı, dördüncü Raşidi Halife olan Ali (r.a.)'na karşı gelip hatta onu tekfir edip canına kast eden Hariceye mezhebi ve onun fitne yayan günümüzün modern uzantısı değil.
Allah'ım bizleri bu dava üzere şehit olmayı nasip eyle ve aramıza fitne sokmak isteyen hiç bir kimseye fırsat verme... Amin.