Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

-----mahalle baskisi----- (1 Kullanıcı)

-Yalancı_Dünya-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Kas 2007
Mesajlar
1,470
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36

Zeki Bey ne zamandan beri aradığı boş zamanı bulmuşken arabasını yıkamak için sitenin bahçesine inmişti. Ortalığa Pazar sabahına mahsus bir sessizlik hâkimdi. Öyle ki, sitenin otoparkında durmakta olan otomobilinin bagajını açtığında çıkan ses, sanki büyük bir gürültü gibi duyulmuştu.

Zeki Bey, bagajdan fırça ve silecek bezlerini henüz almıştı ki, Yavuz Bey’in kendisine seslendiğini duydu:
— Zeki Bey! Zeki Bey!

Zeki Bey, alt katlarında oturan Yavuz Bey’in kendisine seslenmesinden huzursuz olmuştu. Çünkü bu apartmandaki sekiz yıllık komşulukları boyunca pek de iyi geçinmemişlerdi.

Kısa bir tereddütten sonra başını kaldırıp Yavuz Bey’e baktı. Yavuz Bey, elindeki pipoyu temizlemeyi bile bırakmadan oturduğu yerden ona gel diye işaret yapıyordu.

Zeki Bey “bu da nereden çıktı!” diye öfkelenmeden edemedi. Ancak Yavuz Bey emri vakîsini kabul ettirdiğinden gayet emin bir şekilde arkasını dönmüş, ona daire kapısını açmak üzere içeri girmişti. Zeki Bey bu otoriter tavır karşısında isteksizce apartman kapısına doğru yürümek zorunda kaldı.

Zeki Bey, birkaç dakika sonra Yavuz Bey’in dairesine girerken hafifçe ürkekti. Bunca seneden beridir komşu oldukları hâlde ilk kez bu kapıdan içeri adımını atıyordu.

Hoş, apartmandaki otuz altı daireden, site yöneticisinin evi hâriç hiçbirisine girmiş değildi ya! Yalnız o değil, sitede kimsenin kimseyle merhabası yoktu zaten, apartman toplantıları hâricinde…

Dairenin büyükçe salonuna girdiğinde Zeki Bey’in gözü ister istemez piyanoya takıldı. İçinden, “demek meşhur piyano bu” diye geçirmeden edemedi. Yıllardır sesini duyuyorlardı ama görmek ilk kez nasip olmuştu. Yavuz Bey sabaha kadar piyano çalıyor, Zeki Bey başta olmak üzere sesten şikâyet eden herkesi “klâsik müzikten zevk almayan banal insanlar” diye aşağılıyordu. Zeki Bey uzun zaman bu tavra alışamamıştı, bu adamı da pek sevememişti.

Zeki Bey, fazla yerleşmeye niyeti olmadığını belli eder bir şekilde ilk gördüğü koltuğa ilişti. Yavuz Bey de hemen masanın kenarında duran sandalyelerden birini çevirip, onun tam karşısına oturdu.

Zeki Bey, Yavuz Bey’in böyle neredeyse dizleri birbirine değecek kadar yakın bir şekilde karşısına oturmasından ürkerek gözlerini kaçırdı. Ancak Yavuz Bey onu hipnotize etmek istercesine gözlerini tam gözlerine dikerek hâkim bir ses tonuyla konuşmaya başladı:

— Zeki Bey! Ne olacak bu apartmanın hâli? Baksana gidişat çok kötü!
Zeki Bey, Yavuz Bey’in yine apartman meselelerinden birini mevzu edeceğini düşündü. Yavuz Bey her yıl yöneticiliğe aday olur, seçim öncesi bir meseleyi diline dolayarak kulis yapardı. Yine böyle bir meseleyi konuşacaklarını sanırken, Yavuz Bey’in açtığı mevzu Zeki Bey’i biraz şaşırttı.
— Şu yeni taşınanları diyorum canım! Hani şu… diyerek eliyle başının çevresinde bir daire çizecek şekilde işaret yaptı. Ardından hâlâ anlayamadığını görüp biraz kızgınlıkla, ekledi, “hani şu karısı ve kızı türbanlı olanlar!”

Zeki Bey,

— Ha, evet, dedikten sonra “eee, ne olmuş onlara” mânâsında bakınca Yavuz Bey sesini iyice yükselterek bağırırcasına konuşmaya devam etti:

— İnanamıyorum! Buraya da girdiler! Ben bu siteden daire alırken, çağdaş ve ileri insanlarla komşu olacağım diye düşünmüştüm, ama şu hâle bak!
Zeki Bey’in sesi içine kaçmış bir şekilde:



— Evet… diyebildi.
Sonra bir an için kendi anne-babasının yaşadığı mağduriyetler gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti. Onlar da yıllarca gerici, örümcek kafalı gibi hakaretlere maruz kalmışlardı. Okuluna veli toplantılarına geldiği zaman annesinin nasıl aşağılandığını düşününce…

Belki de onun inancını hep kalbine hapsetmek zorunda kalmasının sebebi bu hakaretler ve dışlanmaydı. Zeki Bey evlilik seçimini bile, “eşi başörtülü” damgası yeme kaygısı ile inançlarına aykırı bir şekilde yapmıştı. Okulda, işte, yaşadığı çevrede, sonunda evinde bile inancını yaşayamamış, hep ertelemişti. İşte bu baskılar yüzünden…
Zeki Bey, her zaman yaptığı gibi ürkekçe sustu. Yavuz Bey de onun sükûnetini tasdik manasına yorumlayarak iyice coştu:
— Zeki Bey, bak açık söylüyorum! Ben bunlarla uğraşacağım, bu konuda senin de desteğini bekliyorum. Bütün daire sahipleriyle de konuşacağım! Yoksa çok kötü olacak!
Zeki Bey belki hayatında ilk kez cesaretini toplayarak konuştu:
— Ama buna hakkımız var mı?

Yavuz Bey sanki Zeki Bey’in düşüncelerini bile bastırmak istercesine biraz daha yükseltti sesini ve azarlar edayla konuşmaya devam etti:

— Ne hakkından söz ediyorsun! Asıl onların burada olmaya hakkı yok! Gitsinler İran’da yaşasınlar!
Zeki Bey, Yavuz’un kırmızı gözlerini kocaman kocaman açarak bakışından hayli ürkmüştü. Kaçmak istercesine geriye doğru çekildi. Yavuz Bey ise onu ikna etmek için mantıklı sebepler arıyordu:
— Bak Zeki Bey! Eğer onları buraya kabul edersek kısa zamanda mahalle baskısı yapmaya başlarlar. Bu sebeple cesaretlerini kırmalıyız, burada kalacaklarsa bile ezik ve çekingen olmalılar. Bize telkinde bulunmaya cesaret edememeliler!
Zeki Bey yeni komşuları Mehmet Bey’le Ayşegül Hanım’ı birkaç kere görmüştü. Zaten çekingen görünüşlü, güler yüzlü insanlardı. Ayırt etmeden herkese selâm veriyorlardı. Ama Yavuz Bey bu selâmlaşmaya da çok bozulmuştu:
— Görmüyor musun adam Arapça selâm veriyor! Biliyorum bunu ibadet niyetine yapıyor ve ben de inadına selâmını almıyorum. İçinden beni kınadığına eminim. Bilmiyor muyum ben sanki onun gibiler daima benim günahkâr olduğumu düşünürler!

Zeki Bey sesini şöyle bir kontrol edip:

— Pek öyle gibi görünmüyorlar aslında. Bize kandil diye helva getirmişler, sanırım size de getirmişlerdir, diyebildi. En azından bu kadarını yapabildiğine seviniyordu için için…
Zeki Bey ise bu helvaya da kızmıştı:

— Evet getirdiler! İşte bak mahalle baskısını görüyor musun? Bugün kandil, senin haberin yok demek istiyorlar. Onların gözünde biz, geleneklerini ve öz değerlerini unutmuş kişileriz. Bize aslımızı hatırlatmaya çalışıyorlar, akıllarınca!
Zeki Bey, bu kadar ön yargı karşısında hiç konuşmamanın daha doğru olacağına kanaat getirmişti ki, Yavuz Bey hararetle devam etti:

— Bunun devamı da gelecek! Ramazan’da iftara davet edecekler, belki giriş kattaki kiracılara zekât ve fitre verecekler. Sonra da kurbanda kavurma! Böylece komşulara sokulup, sempati toplayacaklar. Ardından gelsin ev sohbetleri, iyi komşuluk havaları… Ardından başlayacak haydi namaz kılalım, yarın Eyüp Camisi’ne ziyarete gidelim muhabbetleri! Bunun sonunu sana söyleyeyim mi; çok geçmez bu apartmanın yöneticisi bile seçilirler!
Yavuz Bey bunu söyledikten sonra âkıbetin korkunçluğundan dolayı kendisi de ürkmüş olmalı ki bir müddet içini çekip sustu.
Zeki Bey, Yavuz Bey’in korkularının pek de yersiz olmadığını biliyordu aslında. Nitekim, şu andaki yöneticileri de, “beş vakit namaza giden” bir memur emeklisiydi. Apartman sakinleri onun dürüstlüğüne güvenmişti. Bunca yıldır sabırlı ve hoşgörülü karakterinden memnun kalmışlardı. Yavuz Bey’in ise bunca ihtirasla yanıp tutuşması sanki onları korkutmuştu, bir türlü güvenip seçmemişlerdi.

Zeki Bey, Yavuz Bey’in asıl derdini öğrenince bıyık altından gülerek:

— Evet, anlıyorum, diye mırıldandı. Yavuz Bey sesine ikna edici bir ton vermeye çalışarak Zeki Bey’in yüzüne eğildi:
— Baksana, gelir gelmez Suat Hanım’a çengel atmışlar! Geçtiğimiz hafta komşuları evine toplayıp, Kur’ân okutmuş, ilâhiler söyletmiş. Bu türbanlı kadın da başköşedeymiş!
— O, rahmetli kocasının ölüm yıl dönümü mevlidi değil miydi?
— Evet, ama Suat Hanım bu yıl daha dinî bir havada kutlamış. Üstelik bu sıkma başlı kadına övgüler düzüp, “bana da böyle güzel Kur’ân okumayı öğretir misiniz?” demiş.





Zeki Bey, Yavuz Bey’i rahatlatmak istercesine yumuşak bir sesle:

— Galiba kocasının genç yaşta âniden ölümü Suat Hanım’a çok dokunmuş. Son zamanlarda zaten çok değişmişti. Belki de bunun yeni komşularla ilgisi yoktur, dedi. Ancak Yavuz Bey’in gürlemesi üzerine dediğine diyeceğine pişman oldu:
— Yok canım! Ölüm doğal bir hâdisedir, neden etkilensin! Onun gibi mantıklı bir kadın ölüm korkusuyla değişecek değil ya! Eğer bu yeni komşuların mânevî baskısı olmasa hiç de etkilenmezdi inan bana! Ben bile bunlara rastlayınca ölümü hatırlıyorum.

Adamlar sürekli unutmaya çalıştığım şeyleri hatırlatıyor! Her hâlleriyle “bak biz ölüme hazırlanıyoruz, sen ne yapıyorsun?” der gibiler. Resmen bizi itham ediyorlar… şeyle… dinsizlikle…
Yani anlarsın işte, “bizim Tanrıyla aramız iyi, seninki kötü” der gibiler!
İnan bana balkonda ağız tadıyla soframı kurup içemiyorum! Sanki yukardan bakacaklar ve «Yazık yazık!» diyecekler gibime geliyor!

Ne zaman bu türbanlı kadınla karşılaşsam büyükannemle babam geliyor aklıma. Sanki büyükbabam mezardan çıktı, üst katıma yerleşti, beni izliyor!
Bildiğin gibi değil, dayanılmaz bir azap bu!
Gitsinler buradan, mahallelerine dönsünler! Her yerde karşıma çıkıyorlar, her yerde onlar! Sanki Tanrının casusları gibi bizi gözetliyorlar! Boğuluyorum yahu! Kurtuluş yok mu?

Gürlemesi kesilip, ortalığı derin bir sükût bürüdüğünde Zeki, artık Yavuz Bey’den korkmuyordu, aksine ona acıyordu.
Öte yandan kendisine de! Çünkü Yavuz ona ayna tutmuş, kendi gerçeğini de göstermişti. O da ne zamandır inancını cesaret ve özgüvenle yaşayanları gördükçe suçluluk kompleksi duyar olmuştu.
Daha önce, okulda, işte, günlük hayattaki mânevî baskıları kendisine hep bahane saymıştı. Ama işte onlar başardığına göre, pek de geçerli bir mazeret değildi demek ki. Onların Allah’tan başka kimseden korkmayıp, her türlü zorluğa rağmen inançlarını yaşamaları, onun da tüm mazeretlerini silip atıyordu.

Zeki Bey müsaade isteyip kalktığında Yavuz yeniden tembihledi:

— Bak Zeki Bey! Baştan söyleyeyim, ben bunlarla uğraşacağım. Senden de destek bekliyorum, çağdaş bir insan olarak!

Zeki Bey, biraz tereddütten sonra sadece:

— Ben herkesin özgür olmasından yanayım. Bu konuda tarafsız kalacağım, diyebildi.
Her ne kadar Yavuz Bey bu cevaptan hoşnut kalmadıysa da başka bir şey söylemeden çekip gitti Zeki bey. Anlaşılan hayat onu ya Yavuz, ya Mehmet Bey gibi olmayı seçmesi için yol ayrımına sürüklüyordu. Galiba artık bir karar vermesi gerekiyordu.

H. KÜBRA ERGİN
 

nuri sezer

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Ağu 2008
Mesajlar
191
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
geneldee mahalleye BASKI KURMAK isteyenler kurdu hatta üniversiteler dahi bu baskı ve rejim altında ezildi............
türbanlı kızlar bende okumak isityorum deyince kuyruğuna basılmış tilki gibi feryada başlandı. mahalle baskısı mahalle baskısııııııııı.
ne ilginçtir türk milletinin ekserisi de yuttu....
 

-Yalancı_Dünya-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Kas 2007
Mesajlar
1,470
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
geneldee mahalleye BASKI KURMAK isteyenler kurdu hatta üniversiteler dahi bu baskı ve rejim altında ezildi............
türbanlı kızlar bende okumak isityorum deyince kuyruğuna basılmış tilki gibi feryada başlandı. mahalle baskısı mahalle baskısııııııııı.
ne ilginçtir türk milletinin ekserisi de yuttu....

Selamun aleyküm ...evet haklısınız başörtülü kızlar şartları zorlayıp mücadele ettikçe , şartlar zorlandı ve mücedeleler başladı...isteyen kendi tezini savundu ve insanlara kabul ettirdi...Allah sonumuzu hayır eylesin ( Amin! )
Selam ve dua ile...
Hayırlı ve bereketli ramazanlar...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt