Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Levh-i Mahfuz ve Berisi (1 Kullanıcı)

guzelim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2006
Mesajlar
46
Tepki puanı
0
Puanları
0
Levh-i Mahfuz ve Berisi


Levh; yassı, düz, üzerine yazı yazılabilecek bir cisim. "Levh-i Mahfuz"; Allah tarafından üzerine maddî-mânevî, canlı-cansız her şeyin kayıt ve tesbit edildiği mânevî bir levha veya bütün bu hususlara bakan ilm-i ilâhînin bir unvanı kabul edilegelmiştir. Onun için herhangi bir tebeddül, tagayyür söz konusu olmadığından ötürü ona "Levh-i Mahfuz" denmiştir. Bu mânevî âlem, Burûc sûre-i celilesinde de ifade edildiği gibi, Kur'ân-ı Kerim'in "Beyt-i Ma'mûr"dan önce taayyün buyurulduğu levha demektir ki; bu, aynı zamanda bu dünya ve ondaki mevcudatın, ukbâ ve ötesindekilerin de bütün vasıflarıyla içinde bulundukları mânevî bir defter-i muhîttir.

Orada eksik bırakılan hiçbir şey yoktur. 1 O levhada bir bir her şey kayıt altına alınmıştır. 2 O, olmuş, olacak her şeye ait bilginin mündemiç bulunduğu bir kütüktür. 3 O, her varlığın maruz kaldığı, kalacağı bütün hâdiseleri ve sonuçları muhtevi bulunan bir defter-i kebirdir. 4

Evet, Levh-i Mahfuz, bildiğimiz, bilemediğimiz, bütün kâinatların, bu kâinatlar içindeki eşyâ ve hâdiselerin mukayyet bulunduğu ana kitaptır. Fizikî ve metafizikî dünyalarla alâkalı her nesne, haricî vücut açısından ortaya çıkmadan evvel, Levh-i Mahfuz'da bir taayyün görmüş, belirlenmiş ve mevsimi gelince de, oradaki programa uygunluk içinde ortaya çıkmış/konulmuştur. Her varlığın bu şekilde önceden takdir ve tesbit edilip sonra da ona göre infaz edilmesi cebrîliğe açık gibi görülse de hiç de öyle değildir; zira "İlim mâlûma tâbidir." fehvasınca, Allah, olacağı da olmuş gibi bildiğinden, insanların "ef'âl-i ihtiyariye"leriyle alâkalı takdirlerini şart-ı âdî plânında onların temâyül ve tercihlerine bağlamıştır.

Bazı âlimler, Levh-i Mahfuz'u "Kitap", "Kitab-ı Mübîn", "İmam-ı Mübîn", "Kitab-ı Meknûn", "Ümmü'l-Kitap"... gibi unvanlarla da yâd ederler ki, bu tabirlerin hepsi de Kur'ân ve Sünnet-i sahîhadan alınmadır, bunlara kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur. Ancak, bu yaklaşımın Levh-i Mahfuz hakikatini aksettirdiği de söylenemez. Bildiğimiz bir şey varsa şudur ki; o, diğer ulvî âlemler gibi mâhiyeti tam ihata edilemeyen ilm-i ilâhînin tecellî alanı diyeceğimiz bir yüce ve nuranî mir'âtın unvanıdır. Levh-i Mahfuz'a, içinde teferruatına kadar her şeyin yazılı bulunduğu künhü nâkabil-i idrak bir âlem diyenler olduğu gibi, onu felekler üstü "Nefs-i Küllî"nin bir unvanı kabul edenler de az değildir. Ne var ki, böyle hassas bir konuda meseleyi Kur'ân ve sahih Sünnet çizgisi dışına taşıyarak bir kısım fikirler serdetmek de uygun olmasa gerek…

Aslında, her mevzuda olduğu gibi bu konuda da, gaybın lisan-ı belîği olan Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'dan (aleyhi ekmelüttehâyâ) tavzih edici bir beyana ulaşılacağı âna kadar sükût hem bir esas hem de Allah'a karşı saygı ve edebin ifadesidir. İnsan bu hususlarla alâkalı bildiklerini seslendirirken temkinli olmalı ve "Allahu a'lem" demeyi ihmal etmemeli; bilmediği/bilemeyeceği konularda da ya bir bilene işarette bulunmalı veya "bilmiyorum" deyip işin içinden sıyrılmalıdır...

Ulema, Levh-i Mahfuz'un yanında, " يَمْحُوا اللهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ - Allah dilediğini mahv u isbat eder ve ana kitap (Ümmü'l-Kitap) O'nun nezdindedir." 5 âyetinin delâletiyle, bir de "Levh-i Mahv u İsbat"tan bahsederler ki, burada o hususa temas etmek de yararlı olacaktır:

Evet, Allah, gerek tekvînî emirlerde, gerek teşriî disiplinlerde, "hikmet-i bâliğa"sı gereğince dilediği şeyleri siler, değiştirir, farklı kalıplara ifrağ eder; hem sistemler arasında hem de arz üzerinde bir kısım tebdil ve tağyirlerde bulunur; içtimaî coğrafyada değişiklikler yapar; bazı milletleri yerle bir eder, onların yerlerine başkalarını getirir; istediğini aziz, istediğini zelil kılar; istediğini güldürür, istediğini ağlatır ve o kuvvet-i kâhiresiyle bütün kâinatları, umum yeryüzünü cemalî ve celâlî tecellîleriyle Levh-i Mahv u İsbat'ın mecâlîsi olarak müşahitlerin müşahedesine arz eder. O, tekvînî emirlerdeki bu tür tasarrufu gibi, teşriî ahkâm-ı sübhânîyesinde de, dünkü bazı hükümleri kaldırır (nesh), onların yerine yenilerini ikame buyurur; suhuf-u Âdem'in yerine Hazreti Nuh'a inen sayfalarla mesajlarını âleme duyurur. Gün gelir murad-ı sübhânîsini Hazreti İbrahim'e gönderdiği vahiyle dillendirir. Eski sayfalardan aldığını alır, onu yeni ilâvelerle değiştirir, bir kitap hâline getirir ve Hazreti Musa'ya sunar. Daha sonra onda da Zebur'la ayrı bir derinlik ortaya koyar ve Hazreti Davud'un sesiyle makasıdını bir kere daha cihana ilân eder. İncil'le, büyük ölçüde Tevrat'ta bulunmayan, tamamen ledünnî bir farklılığı seslendirir ve Hazreti Mesih'in lisanıyla o büyük değişikliğin mümessili Hazreti Ahmed'i müjdeler; müjdeler ve O'nunla o güne kadar cereyan eden tebeddülleri, tagayyürleri sona erdireceği işaretini verir; mevsimi gelince de: "Ben bugün sizin dininizi kemale erdirdim. Size olan nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak da İslâm'dan hoşnut oldum." 6 beyan-ı sübhânîsiyle o güzeller güzeli Zât'ı muştuların en anlamlısıyla sevindirir.

Değişe değişe, yenilene yenilene hâlihazırdaki tamamiyet ve mükemmeliyete erişmiştir teşriî emirler mecmuası olan din ve diyanet; asırlar ve asırlar boyu devam edegelen tebeddül ve tagayyürlerle günümüzdeki şekle ve desene ulaştığı gibi tekvînî esaslar ve ekosistem. Bütün bunlar ne şekilde ve hangi esbabın perdedarlığı çerçevesinde cereyan ederse etsin, her nesnenin ve her hâdisenin çehresinde bir mahv ve isbatın nümâyan olduğu açıktır. Öyle ki, varlık ve hâdiseler haricî vücutla tanıştığı andan itibaren sürekli bir mahv ve isbat devr-i dâimi içinde olmuşlardır: Varoluşları ölümler, bir bir gelmeleri peşi peşine gitmeler, rengârenk tüllenmeleri sararıp solmalar; şâd u hurrem olmaları âh u efgan etmeler ve yazılıp çizilmeleri de silip değiştirmeler takip etmiş; kanunlar ve kurallar izafî gerçeklikleriyle devam edip dursalar da, zamanın arkasındaki hakikat de diyeceğimiz "mahv u isbat" hiç mi hiç durmamıştır.

Evet, ne yeryüzü, ne de tabiattaki canlı-cansız hiçbir nesne, hiçbir kimse bu umumî gel-gitten, bu mütemâdî ifnâ ve isbattan vâreste kalamamıştır. Dünkü masmavi renkler bugün sapsarı kesilmiş, dünkü türlerin yerine bugün daha farklı nevi'ler gelip oturmuş, dünkü hâkim milletlerin yerini bugün başka milletler almış, dünkü kültürlerin yerinde bugün başkaları boy atıp gelişmiş, dünkü diyanetler bugün farklı bir dinî hayatla yer değiştirmiştir. Ferdî, içtimaî, iktisadî ve kültürel hayattaki değişim ve dönüşümleri, farklılaşıp başkalaşmaları da aynı şekilde mütalâa edebiliriz.

Hatta bizlerin, şahsî hayatımız itibarıyla bazen canlı-kanlı, bazen hareketsiz ve durgun, bazen kararlı ve azimli, bazen mütereddit ve gel-gitlere açık, bazen kirli ve ruh sefaleti içinde, bazen de tevbe ve nedametle Hak kapısında; yerinde imanla dünyalara meydan okuyacak ölçüde dipdiri, yerinde her hâdise karşısında tir tir titreyecek kadar dermansız bulunduğumuz zamanlar hiç de az değildir. Az değildir cihanlara sığmadığımız dakikalar ve damlada boğulduğumuz meş'um anlar, Hak yolunda küheylanlar gibi koştuğumuz günler ve yorgun, bitkin yığılıp kaldığımız haftalar, aylar.. her hâlimiz Levh-i Kaza ve Kader'den farklı şeyleri canlandırmakta, her tavrımız mahv u isbattan çok değişik kareler ihtiva etmektedir.

İşte bütün bu farklılaşmalar, dönüşmeler ve değişmeler, "İmam-ı Mübîn" de dediğimiz/diyeceğimiz "Levh-i Mahfuz" hakikatinin istinsahından ibaret sayılan, tebeddül ve tagayyür edalı, hemen her zaman ayrı renk ve desenlerle tüllenen Levh-i Mahv u İsbat'tan başka bir şey değildir.

Diğer bir yaklaşımla, "Ümmü'l-Kitap" veya "İmam-ı Mübîn" de diyeceğimiz "Levh-i Mahfuz" her şeyin ilmî mebdei, temeli, esası, hendesesi; asla değişmeyen ama bütün değişip dönüşmelere birden bakan; evveli-âhiri aynı anda gören, illeti mâlûlle, sebebi müsebbeple beraber kuşatan lâyetebeddel ve lâyetegayyer bir ana kitap, nezd-i ulûhiyetçe bir ta'yîn-i has, bütün taayyünlerin onun satırlarında yer aldığı bir defter-i kebîr ve mânevî bir tibyândır; şeriat-ı fıtriyenin dünü-bugünü, kavâid-i şer'iyenin geçmişi-geleceği, her nesne ve her hâdisenin ilk şekli ve son durumu (min haysü hüve hüve) bu levhada münderiç ve mündemiç bulunmaktadır. İşte "Levh-i Mahfuz" böyle bir levhadır ve onun keyfiyet ve mâhiyeti konusunda bir şey söylememiz mümkün değildir; söyleyemeyiz de…


_______________

Dipnotlar
1. En'âm sûresi, 6/59
2. Yâsîn sûresi, 36/12
3. Kaf sûresi, 50/4
4. Hadîd sûresi, 57/22
5. Ra'd sûresi, 13/39
6. Mâide sûresi, 5/3
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Rahman ve Rahiym olan ALLAH'ın adıyla,
Paylaşım için ALLAH cc razı kardeşim. İzninizle bu konuda bir kaç şey eklemek istiyorum;

Levh-i mahfuz,olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve mekandaki bütün varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu bir İlâhî muhafaza levhası; İlahi ilmin aynası, kaderin defteri, kâinatın programıdır.

Levh-i mahfuzun insandaki küçük örneği, “hafıza”dır. Hafıza, başımızdan geçen olayları, gördüğümüz yerleri, tanıdığımız insanları, duyduğumuz sesleri, tattığımız tatları, hayatımız boyunca edindiğimiz bütün intibaları, öğrendiğimiz bütün bilgileri içine alır, ama yine de dolmaz.

Hafıza, zekanın hazinesi, tefekkürün sermayesi, benliğimizin tarihidir. Ruhumuza takılan en değerli cihazlardan biridir. Hafızasız bir zeka işimize yaramaz. Çünkü biz, eskiden öğrendiklerimize dayanarak düşünürüz.

Hafızanın bir de ebedi hayatımıza bakan yönü vardır. Hafıza, bir senet, bir vesika, bir belgedir. Ahiretteki muhasebe vaktinde, dünyada işlediğimiz sevapları ve günahları göstererek bize şahitlik eder.

Nasıl insanın başından geçen bütün olaylar hafızasında yazılıyorsa, kâinattaki bütün olmuş, olan ve olacak olaylar da o büyük hafızada yazılıdır. Her iki “levha”da da Rabbimizin “Hafîz” (koruyan, muhafaza eden) ismi tecelli eder.

Her şeyin levh-i mahfuzda yazılmış olduğu gerçeğini bazı kimseler akıllarına sığıştıramazlar. “Yazılma” denilince “harf harf kaleme alınmayı” anlamak eksik olur. Genlerin dizilişi yazı yazmadan çok farklı. Hafızanın bir şeyi kaydetmesi de daktiloyla yazmaya benzemiyor. Bir teyp bandında yahut video kasetinde de sözler ve olaylar kalemle kaydedilmiyorlar.

İşte her şeyin ve her hadisenin, levh-i mahfuzun defterleri olan imam-ı mübîn ve kitab-ı mübînde yazılması bunların çok ötesinde bir keyfiyetledir. Bu kaydın da harflerle, kelimelerle alakası yoktur.

Selam ve dua ile...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt