Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Lanet ve beddua etmek (1 Kullanıcı)

@ebruli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2006
Mesajlar
811
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Konum
belcika /bursa
Bazı hadis-i şeriflerde lanet olsun deniyor. Lanet etmek ne demektir? Kötü anne babanın iyi olan çocuğuna yaptığı beddua kabul olur mu?

CEVAP

Lanet olsun demek, Allah’ın rahmetinden uzak olsun demektir. Lanet etmek, beddua etmek iyi değildir. Çünkü hadis-i şerifte, (Bir kimse lanet edince, lanet edilen buna müstehak değilse, kendine döner) buyurulmuştur. İbni Mübarek hazretleri, çocuğunu şikayet edene, (Çocuğa beddua ettin mi?) dedi. O da, evet deyince, (Çocuğun ahlakını sen bozdun) buyurdu. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Bir babanın duası, ilahi hicaba erişir ve bu hicabı da aşar.) [İbni Mace]

(Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, red olmaz.) [Tirmizi]

(Kendinize, malınıza ve çoluk çocuğunuza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.) [Müslim]



Kötü ana-babanın, suçsuz ve iyi olan çocuğuna yaptığı beddua kabul olmaz. Haksız olarak yapılan beddualar kabul olmaz.



Diğer peygamberler, kavimlerine lanet ettikleri halde, Peygamber efendimiz lanet etmemiştir. Peygamber efendimiz, genel bir beddua, lanet etmemiştir. Fakat bazı gruplar, sınıflar için beddua etmiştir.



Rahmet Peygamberi

Bir savaşta, kâfirlerin yok olması için dua etmesini istediklerinde (Ben lanet etmek için, insanların azap çekmesi için gönderilmedim. Ben, herkese iyilik etmek için, insanların huzura kavuşması için gönderildim) buyurdu. Nitekim Kur'an-ı kerimde, (Seni âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik) buyuruluyor. (Enbiya 107)



Lanete müstehak olanlara lanet etmiştir. Hadis-i şeriflerde (Allah lanet etsin) denilen zümrelerden bazıları şunlardır:

(Fitne çıkarana ...) [İ.Rafii]

(Rüşvet alıp verenlere...) [İ. Mace]

(Eshabıma söğenlere...) [Hakim]

(Zekat vermeyenlere...) [Nesai]

(Ana-babasına lanet edene...) [Müslim]

(Hanımını anasından üstün tutana...) [Şir’a]

(Lutilik yapana...) [Beyheki]

(Erkek kılığına giren kadına, kadın kılığına giren erkeğe...) [Buhari]



Allah’ın lanet etmesi

Daha bunlar gibi kimselere lanet edildiğini bildiren hadis-i şerifler çoktur. Kur'an-ı kerimde de Allahü teâlâ, bazılarına lanet etmiştir: Mesela,

(Allah’ın laneti kâfirlerin üzerine olsun.) [Bekara 89]

(Âyetlerimizi inkar edip kâfir olarak ölenler var ya, işte Allah’ın, meleklerin, insanların hepsinin laneti onlaradır.) [Bekara 161]

Yahudiler lanetleniyor. [Maide 64]



Yine bir hadis-i şerifte, (Üç kimseye lanet olsun ki, bunlar, zalim emir, açıkça günah işleyen fasık ve sünnetimi yıkan bid’at ehli kimsedir) buyurulmuştur. (Deylemi)



Kur’an-ı kerimde Allahü teâlâ Ebu Leheb için, (Onun eli kurusun) buyurduğu gibi, Ebu Lehebin oğlu Uteybe, (Tebbet yeda) suresi gelince, Peygamber efendimize çeşitli hakaretlerde bulundu. Peygamber efendimiz çok üzülüp, (Ya Rabbi! Buna bir canavar musallat eyle!) dedi. Ebu Lehebin oğlu Uteybe Şama ticaret için giderken, bir gece arkadaşlarının arasında yatarken, bir aslan gelip arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybeye gelince onu parçaladı.



Bir kimse, sol eliyle yemek yiyordu. (Sağ elin ile ye) buyurdu. (Sağ kolum hareket etmiyor) diye yalan söyledi. Resulullah efendimiz, (Sağ elin artık hareket etmesin) buyurdu. Ölünceye kadar sağ elini ağzına götüremedi. Yalan söylemek çok büyük günahtır. Hele Peygamber efendimize karşı yalan söylemek çok daha büyük günahtır. Dünyada elin felç olması küçük bir cezadır. Ahirette verilecek cezalar çok büyüktür.



Peygamber efendimizin buna benzer bedduaları vardır. Diğer insanların ibret almaları ve hidayete kavuşmaları için böyle mucizeler vâki olmuştur.



Haksız olarak yapılan beddua

(Ana-baba, mazlum ve misafirin duası kabul olur) buyuruluyor. Bu insanlar haksız olarak beddua ederlerse yine mi kabul olur?

CEVAP

(Ana-baba, mazlum ve misafirin duası kabul olur) demek, (Ana-babanın çocuğuna yaptığı hayır dua, mazlumun [kâfir bile olsa] kendine zulmeden zalime yaptığı beddua, misafirin ev sahibine yaptığı hayır dua kabul olur) demektir. Yoksa misafirin, suçsuz olan ev sahibine yaptığı beddua kabul olmaz.

Mazlumun, kendine zulmetmeyen birine yaptığı beddua kabul olmaz. Ana-babanın, evladına yaptığı hayır dua kabul olur. Kötü ana-babanın, suçsuz ve iyi olan çocuğuna yaptığı beddua kabul olmaz.

Kısacası haksız olarak yapılan beddua kabul olmaz. Beddua etmeye alışmamalıdır!
Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kendinize, çocuklarınıza ve mallarınıza beddua etmeyiniz! Duaların kabul olduğu bir vakte rastlar da, bedduanız kabul olur.) [Müslim]



Anam, babamdan boşandı. Babam anamı, anam da babamı kastedip (Eğer onunla görüşürsen hakkımı helal etmem, beddua ederim) dediler. Haksız olarak ettikleri beddua geçer mi?

CEVAP

Geçmez. Gizli görüşmek lazımdır.



Babam beddua etti. Sonra öldü. İşim rast gitmiyor, bunun çaresi nedir?

CEVAP

Tevbe istiğfara devam etmeli, ölü için hayırlı işler yapmalıdır!



Bir gencin evlenme teklifini kabul etmedim. Bunun üzerine bana, “Allah belanı versin” dedi. Şimdi sağlığım bozuktur. Acaba, sağlığımın bozulması, gencin bedduasından mıdır? Onunla helalleşmem mi gerekiyor?

CEVAP

Evlenme teklifini kabul etmemekle hak geçmez. Haksız olarak yapılan beddualar da geçmez. Helalleşmek gerekmez.
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Lanet ve beddua etmek

SelamünAleyküm
Paylaşımlarınız çok güzel Allah razı olsun...B)
 

@ebruli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2006
Mesajlar
811
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Konum
belcika /bursa
RE: Lanet ve beddua etmek

A.S.ALLAH TA sizden razi ve memnun olsun insaallahB)
 
K

kerrar11

en büyük fitneyi kimler çıkardı acaba , fitne çıkaranlara lanet okunur demişsiniz değilmi.sıffında, cemelde, beni saide sakifesinde, perşembe faciasında( vasiyet olayı) ,usamenin ordusuna katılmayanalar, vb. birçok olayda fitneyi kimler çıkardı acaba
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
toplumun maddi-manevi kültürünü, değer yargılarını, inançlarını yansıtan, kısa ve derin anlamlı kalıplaşmış sözlerdir.

Bu söz kalıpları genellikle özgün (orijinal), etkileyici ve duygu yüklüdür. Çünkü bir sevinci, bir teşekkürü (alkışta) veya bir acıyı, bir öfkeyi, bir nefreti (kargışta) dile getirmek için söylenirler.

Günlük konuşma dilimizde yer alan yalın ve etkili alkışlar, hem söyleyeni hem de söyleneni mutlu ederek bu ikili arasında (veya birey-topluluk arasında) olumlu bir iletişim sağlar.

Örnek: "Allah utandırmasın", "Allah nâmerde muhtaç etmesin", "Allah analı-babalı büyütsün" gibi, kalıplaşmış alkışlardaki gönül alıcı içtenlik ve yoğunluk, uzun uzun söylenecek sözlerden çok daha etkilidir. Yeni doğan bir bebek için "analı babalı" büyümekten daha önemli ne olabilir ki... Bu hayırdua aynı zamanda, insan ruh sağlığı için temel bir "psikolojik gereksinim" olan karşılıksız, içten sevginin birincil derecede önemli olduğunu vurgulayan önemli bir söz kalıbıdır. Öyle, "laf olsun" diye söylenmemiştir.

Yılların deneyimleri ve görüp geçirmişlikleri sonucu ortaya çıkmış bir "sonuç bildirgesi"dir. Evliliğin ömür boyu sürmesi gereken bir birliktelik olduğunu, dolayısıyla da önemli ve ciddi bir olgu olduğunu, yeni evliler için söylenen şu hayırduadan daha derin ve yalın hangi söz kalıbı anlatabilir ki... "Allah bir yastıkta kocatsın".

Bir iç yangınını, bir acıyı, öfkeyi, nefreti, yansıtan kargışlar da en az alkışlar kadar özgün ve belki de onlardan çok daha etkileyicidir. Çünkü çoğu zaman acımasız, kıyıcı, yok edici anlamlarla yüklenen söz kalıplarından oluşurlar. Örneğin; çocuk sahibi olmanın, çocuk doğurmanın yaşamsal önem taşıdığı, çocuk olmadığı zaman ailelerin yıkılabildiği veya "kuma" gerçeğinin yaşandığı bir toplumun kadınına, şundan daha ağır, daha yıkıcı bir kargış, bir ilenç bir beddua edilebilir mi?... "Beşik dibinde oturmayasın", "Karnında görüp de kucağında görmeyesin", "Beşikte gör de eşikte görme".
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
1. Asıl Alkış ve Kargışlar

Kısa, kalıp sözlerden oluşan ve konuşmayı renklendiren, güçlendiren bu türler çok tanınır ve kullanılırlar.

Alkışa örnek: "Allah muradını versin", "Tuttuğun altın olsun".
Kargışa örnek: "Gidişin olsun da gelişin olmasın", "Allah belanı versin".

2. Alkış-Kargış Değerinde Deyimler

Bu türde daha özenilmiş bir söyleyiş biçimi, daha derin bir imge, düşünce ve çağrışım zenginliği görülür. Bu alkış ve kargışlar çok daha özel durumlarda kullanılırlar ve derin anlamlar içerirler. Örneğin sağlık sorunlarının çok güç çözüldüğü (zaman zaman da çözülemediği), insanların ihtiyarlık dönemlerinde ekonomik güvencelerinin bulunmadığı toplumlarda, bir insana edilebilecek en güzel hayırdualardan birisi şu olmalı sanırım: "Allah dipte yatırıp kapıya bakıtmasın" (Yatalak hasta olup kapıdan girecek bir ziyaretçiyi, bir yardımcıyı bekletmesin).

Ses taklidi bir sözcükten yararlanılarak uyaklı bir şekilde, malını çalan bir hırsız için söylenen şu beddua da ahengi, etkisi, imgelem gücü bakımından ilgiye değer "Haram olsun hart olsun, kara ciğerine dert olsun".
Alkışların daha gelişmişleri, insanların Tanrıdan bir şeyler istemek için bir yakarış aracı olarak yarattıkları "dinsel yakarış duaları"nı oluşturur. Bu dualar, Tanrıdan istenen dileğin türüne göre değişmekle birlikte, genellikle daha kapsamlı ve acındırıcı yakarışlardır.

Örnek 1: Ya Rabbi... Kabrimi dar eyleme, işimi zor eyleme, kabirde beni şaşırtma, zebanileri başıma üşürtme".
Örnek 2: "Malımız, canımız sana emanet, sen geri yolla Allahım sağ selamet" (Yola giden bir yakının ardından edilen dua).

Alkışların, sözlü Türk halk edebiyatında önemli bir yeri olduğunu eski destanlarda ve hikayelerde de görüyoruz. Örneğin, Dede Korkut Hikayeleri'nin sonu hep "Dedem Korkut"un gelip bir hayırdua etmesiyle biter.
Örnek: "Dedem Korkut gelip soylamış, görelim hanım ne soylamış: Ak bürçekli anan yeri Bihişt olsun. Ak sakallı baban yeri uçmak olsun. Hak yandıran çırağın yana dursun. Kadir Tanrı seni namerde muhtaç eylemesin Hanım hey...".
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Dua, Beddua, Gerçek Dua, Fiili Dua, Dua Almak (Gönül Almak)
Dua, Allah’a (c.c.) sunulan bir dilekçedir. Yöntemine ve kurallarına uygun olarak yapılırsa kabul edilir.

Kul Allah’a (c.c.) dua yolu ile müracaat ettiğinde Allah (c.c.) onun duasını işitir ve ona karşılık verir. Sıkıntısını ve ihtiyaçlarını giderir.

İnsanın Allah’a (c.c.) dua etmeden önce aczini, zayıflığını göstermesi gerekir ki bu da en güzel biçimde namazda bulunmaktadır. Namazda rükû ve secde gibi rükünler, insanın Allah (c.c.) karşısında aczini ve zayıflığını gösteren en ideal hareketlerdir. Kulluk makamı en güzel biçimde namazda yaşanır.

Eskiden padişahların huzuruna girmeden önce bazı merasimler yapılırdı. Bu merasimler padişahtan padişaha değişirdi. Kimisi azgınlıklarından insanlardan secde isterdi, kimisi de tahtlarının altındaki örtünün öpülmesini yeterli görürdü… Tabii en azından eller önde bağlanmak suretiyle makama saygı gösterilmesini beklerlerdi. Kuşkusuz şimdi de kimsenin elini kolunu sallayarak, rahat bir biçimde devletin en yüksek makamında bulunan birinin odasına girebileceğini düşünemeyiz.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkıp dua etmeden önce de böyle bir kulluk merasimi gereklidir. İşte namaz bize bu yolu hazırlamaktadır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Kuşkusuz dua başlı başına bir ibadettir. Namazdan bağımsızdır. Tek başına da yapılabilir. Ama dua özel bir andır. Yaratıcıya isteğin sunulduğu bir zaman dilimidir. Bir insanın diğer bir insanla bile görüşmeden önce kendisine çeki düzen vermeye çalıştığını düşünecek olursak dua öncesinin de namaz, oruç, sadaka… gibi bir ibadetle tamamlanmasının edebe, usule ve duanın kabul kurallarına daha uygun düşeceği anlaşılır. Ayrıca duaya başlamadan önce Allah’a (c.c.) hamd u senâda bulunmak ve peygamberimize salât ve selâm getirmek de gerekir.

Sözlü duanın yanında bir de fiili dua vardır. Örneğin sigara içen birisi kanser vb. hastalıklara yakalanmak için fiili dua etmektedir. Derslerine günü gününe çalışan, sınavlarına hazırlık yapan birisi de sınıfını geçmek için fiili duada bulunmaktadır. Bu açıdan fiilli dua ile sözlü dua arasında bir uyum bulunursa bu duanın kabul şartlarından olan samimiyeti ve ihlâsı gösterir. Buna göre dualarında Allah’tan (c.c.) kabir ve cehennem azabından korunup cenneti isteyenlerin de fiili duaları Allah’ın emir ve yasaklarına gösterdiği itinadır.

Dualarımızda Allah’tan (c.c.) her şeyi isteyebiliriz. Bu dünyalık bir şey de olabilir. Ama istediğimiz dünyalık ile ahiret hayatımız ve Allah’ın (c.c.) rızası da gözetilmelidir: “Kim ahiret mahsulü isterse onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama ahirette onun hiç nasibi olmaz (Şûrâ suresi, ayet 20).”

Pek çok kişi dualarının kabul olunmadıklarından söz ederler. Duanın kabulünde aranan birtakım şartlar vardır. Bunlar dua eden kişi ile ilgili olabildiği gibi duanın konusu ile de ilgili olabilir. Ayrıca duanın kabul edilip edilmediği ilk anda anlaşılmaz. Belki duada istenilen şeyler daha makbul bir biçimde başka dünya ve ahiret nimetlerine dönüşecektir. Bunun yer ve zamanını kısıtlamak doğru olmadığı gibi kabul edilmediğini de varsaymak doğru değildir. Yüce yaratıcı aşağıdaki ayet-i kerimelerde duanın kabul edileceğine dair adeta teminat vermekte ve bizleri dua etmeye teşvik etmektedir: “Kullarım Beni sana soracak olurlarsa bilsinler ki Ben onlara pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse onlar da Benim çağrıma cevap versinler, Bana iman etsinler (Bakara suresi, ayet 186).”

Allah’ın El-Mucîbu (Duaları kabul eden) güzel ismi ile kula düşen görev, duanın kabul şartlarından olan Allah’a (c.c.) karşı samimiyeti ve ihlâsı elde etmeye çalışmaktır. Bu da ibadetlerle gerçekleşir. Ayrıca şu ayet-i kerimedeki tehdidi de ciddiye almalıdır: “Rabb’iniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin ki size karşılık vereyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler rezil ve zelil bir biçimde cehenneme gireceklerdir (Mü’min suresi, ayet 60).’”

Hadislerden anlaşılmaktadır ki Allah duanın çokça tekrar edilmesinden, hatta bir ömür boyu tekrar edilen dualardan çok hoşlanır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Dua insana kulluğunu hatırlatan güzel ve yararlı bir ibadettir.

Allah’a (c.c.) dua etmek yanında başkalarından dua almaya da önem vermek gerekir. Peygamberimiz hadislerinde müminin mümin kardeşinin arkasından yaptığı duanın kabul olduğunu belirtmiştir. Başkasından dua illa sözle alınmaz. Gönülle de alınır. Gönül almak o kişinin duasını almak demektir. Bu ancak o kişiyi gerçekten memnun etmekle mümkündür. İş hayatımız, sosyal hayatımız bunun için pek çok fırsatları ve imkânları taşır.

Akıllı insan işini ve sosyal hayatını dua almak, gönül almak yolunda kullanır. Bu dua o kadar güçlüdür ki kişiyi hem dünyada hem de ahrette mutlu kılar. Sadece kendisini değil yedi sülalesini de ihya eder. Bu adeta bir devlettir. Onun için çok az kişiye nasip olmaktadır. İnsanlardaki nefis canavarı buna mani olmaktadır. Ben de dahil insanların çoğu maalesef nefsin esiri olarak bu devlete sahip olamamaktadırlar. Ahmak insanlar bu gerçekten habersiz olarak iş hayatlarında sadece kazanacağı parayı düşünürler. Paraya hırs gösterdikleri, hırs da mahrumiyet sebebi olduğu için arzu ettikleri zenginlikten de mahrum kalırlar. Hâlbuki iş hayatını Allah’ın rızasının tecelli ettiği insanların duasını almak, gönüllerini almak gayesi ile kuranlar ve onda bunu misyon edinenler de beklemedikleri oranda maddi ve manevi zenginliğe erişirler. Kime niyet kime kısmet, buna derler.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Allah her bir sıkıntımızın, problemimizin halli için bizi sosyal hayatta birbirimize bağlamıştır. Onun için hayatta değişik iş kolları meydana gelmiştir. Yani iş hayatında herkes birbirinin işini görmektedir. Aslında bu durum sadece aysbergin görünen tarafıdır. Bunun altında sırlar dünyasında da durum böyledir. Çocuğun mu olmuyor? Birisinin, belki bir yetimin, dulun duasına, daha doğrusu gönlünün alınmasına muhtaçsın. Kalbin zayıf mı, ömrün kısa mı olacak görünüyor? Tamam doktor, ilaç, tedavi elbette fiili dua hükmündedir. Gerçek dua yanında bunlar da ihmal edilmemelidir. Ama asıl deva başkalarının gönlünün alınmasında görülmelidir.

Allah için hiçbir konuda sıkıntı yoktur. ‘Ol!’ der, her şeyi yaratır. Olmaz olan şeyi de halk eder. Çünkü tabiat kanunlarını da O yaratmıştır. Müslüman Allah’a (c.c.) böyle inanmalıdır. Yoksa yarattığı kanunlarla Allah’ın gücünü sınırlandırmak Allah’ı inkâr etmenin bir başka yoludur. Kul yeter ki çalacağı kapıyı bilsin. Hiçbir zaman umudunu yitirmesin. Kuran-ı Kerim ayetiyle sabittir ki (Yusuf suresi, 87), Allah’tan umudunu kesenler ancak kâfirler topluluğudur. İnsanlar bir sıkıntıya düştükleri zaman genellikle sadece yaptıkları duaya sığınırlar. Gece gündüz dua ederler. Elbette bu yapılmalıdır. Asla boş verilmemelidir. Bazıları da avukat avukat, doktor doktor dolaşırlar. Tabii bu da yapılmalıdır. Çünkü fiili dua hükmündedir. Ama bunun yanında başkalarının dualarını almak da asla ihmal edilmemelidir. Başkalarının duaları derken gönüllerini almayı kastettiğimizi bir daha belirtelim. Sıkıntıya deva genellikle bu kapıdan gelir. Çünkü her insan bir esmaya, Allah’ın güzel bir ismine aynadır. Yani her insanı Hızır bilmek gerekir. Hiç tahmin etmediğimiz, basit gördüğümüz bir insan bizim sıkıntımıza çare olabilir. Allah (c.c.) nasıl hiçbir bitkiyi boşa yaratmamış her birinin tıpta bir hastalığın ilacı gibi görevi varsa insanlar da böyledir. Her bir insan ayrı bir derde devadır. Gönülleri alındığında hediyelerini manevi olarak o insana sunarlar. Kalpleri kırıldığında da zehirlerini manevi dünyamıza şırınga ederler. Yani her insan nasıl bir derde deva ise ayrıca bir derde de hastalık yapıcıdır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
İnsanların evlerinin yanması, iflaslar, işten atılmaları, hastalıklar, her türlü işinin ters gitmesi… genellikle kalp kırmaların sonucudur.

Mutasavvıflar kalbin içinde gizli olan bir şeyden daha söz ederlerdi. Buna gönül (süveyda) derlerdi. Bunu yıkmak ise Kabe’yi yıkmakla eş tutulurdu. Kalp kırmak genellikle yanlışlıkla, gafletle, bilmeyerek olur. Tabii gönül yıkmak bilerek insanlara zulmetmekle olur ki onun bu dünyadaki cezası insandaki ibadet ve iman cevherinin alınması ile sonuçlanır. Ahiretteki cezası ise ebedi cehennemliktir. Öldürme, tecavüz etme, gasp, hırsızlık, iftira atma v.b büyük günahlar gönül yıkarlar. Bu korkunç sonucu hazırlayabilirler. Tabii tövbe nasip olursa Allah bu kimselere de merhamet kapısını açabilir. Allah her günahı bağışlayabilir. Yeter ki kulları ümitsizliğe kapılmayıp tövbe-i nasuh ile ona yönelsinler. Yalnız bu büyük günahlar insanlara Allah’a dönüş nimetini pek nasip etmezler. Tabii bu büyük nasibe kavuşanlar da olabilir. Allah bizleri bu afatlardan korusun. Âmin.
 

Kaan Erdem

Yönetici
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
11,197
Tepki puanı
230
Puanları
63
Sayin behiye kardesim bu alintilarin kaynagi nedir yazabilirmisiniz.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
toplumun maddi-manevi kültürünü, değer yargılarını, inançlarını yansıtan, kısa ve derin anlamlı kalıplaşmış sözlerdir.

Bu söz kalıpları genellikle özgün (orijinal), etkileyici ve duygu yüklüdür. Çünkü bir sevinci, bir teşekkürü (alkışta) veya bir acıyı, bir öfkeyi, bir nefreti (kargışta) dile getirmek için söylenirler.

Günlük konuşma dilimizde yer alan yalın ve etkili alkışlar, hem söyleyeni hem de söyleneni mutlu ederek bu ikili arasında (veya birey-topluluk arasında) olumlu bir iletişim sağlar.

Örnek: "Allah utandırmasın", "Allah nâmerde muhtaç etmesin", "Allah analı-babalı büyütsün" gibi, kalıplaşmış alkışlardaki gönül alıcı içtenlik ve yoğunluk, uzun uzun söylenecek sözlerden çok daha etkilidir. Yeni doğan bir bebek için "analı babalı" büyümekten daha önemli ne olabilir ki... Bu hayırdua aynı zamanda, insan ruh sağlığı için temel bir "psikolojik gereksinim" olan karşılıksız, içten sevginin birincil derecede önemli olduğunu vurgulayan önemli bir söz kalıbıdır. Öyle, "laf olsun" diye söylenmemiştir.

Yılların deneyimleri ve görüp geçirmişlikleri sonucu ortaya çıkmış bir "sonuç bildirgesi"dir. Evliliğin ömür boyu sürmesi gereken bir birliktelik olduğunu, dolayısıyla da önemli ve ciddi bir olgu olduğunu, yeni evliler için söylenen şu hayırduadan daha derin ve yalın hangi söz kalıbı anlatabilir ki... "Allah bir yastıkta kocatsın".

Bir iç yangınını, bir acıyı, öfkeyi, nefreti, yansıtan kargışlar da en az alkışlar kadar özgün ve belki de onlardan çok daha etkileyicidir. Çünkü çoğu zaman acımasız, kıyıcı, yok edici anlamlarla yüklenen söz kalıplarından oluşurlar. Örneğin; çocuk sahibi olmanın, çocuk doğurmanın yaşamsal önem taşıdığı, çocuk olmadığı zaman ailelerin yıkılabildiği veya "kuma" gerçeğinin yaşandığı bir toplumun kadınına, şundan daha ağır, daha yıkıcı bir kargış, bir ilenç bir beddua edilebilir mi?... "Beşik dibinde oturmayasın", "Karnında görüp de kucağında görmeyesin", "Beşikte gör de eşikte görme".
1. Asıl Alkış ve Kargışlar

Kısa, kalıp sözlerden oluşan ve konuşmayı renklendiren, güçlendiren bu türler çok tanınır ve kullanılırlar.

Alkışa örnek: "Allah muradını versin", "Tuttuğun altın olsun".
Kargışa örnek: "Gidişin olsun da gelişin olmasın", "Allah belanı versin".

2. Alkış-Kargış Değerinde Deyimler

Bu türde daha özenilmiş bir söyleyiş biçimi, daha derin bir imge, düşünce ve çağrışım zenginliği görülür. Bu alkış ve kargışlar çok daha özel durumlarda kullanılırlar ve derin anlamlar içerirler. Örneğin sağlık sorunlarının çok güç çözüldüğü (zaman zaman da çözülemediği), insanların ihtiyarlık dönemlerinde ekonomik güvencelerinin bulunmadığı toplumlarda, bir insana edilebilecek en güzel hayırdualardan birisi şu olmalı sanırım: "Allah dipte yatırıp kapıya bakıtmasın" (Yatalak hasta olup kapıdan girecek bir ziyaretçiyi, bir yardımcıyı bekletmesin).

Ses taklidi bir sözcükten yararlanılarak uyaklı bir şekilde, malını çalan bir hırsız için söylenen şu beddua da ahengi, etkisi, imgelem gücü bakımından ilgiye değer "Haram olsun hart olsun, kara ciğerine dert olsun".
Alkışların daha gelişmişleri, insanların Tanrıdan bir şeyler istemek için bir yakarış aracı olarak yarattıkları "dinsel yakarış duaları"nı oluşturur. Bu dualar, Tanrıdan istenen dileğin türüne göre değişmekle birlikte, genellikle daha kapsamlı ve acındırıcı yakarışlardır.

Örnek 1: Ya Rabbi... Kabrimi dar eyleme, işimi zor eyleme, kabirde beni şaşırtma, zebanileri başıma üşürtme".
Örnek 2: "Malımız, canımız sana emanet, sen geri yolla Allahım sağ selamet" (Yola giden bir yakının ardından edilen dua).

Alkışların, sözlü Türk halk edebiyatında önemli bir yeri olduğunu eski destanlarda ve hikayelerde de görüyoruz. Örneğin, Dede Korkut Hikayeleri'nin sonu hep "Dedem Korkut"un gelip bir hayırdua etmesiyle biter.
Örnek: "Dedem Korkut gelip soylamış, görelim hanım ne soylamış: Ak bürçekli anan yeri Bihişt olsun. Ak sakallı baban yeri uçmak olsun. Hak yandıran çırağın yana dursun. Kadir Tanrı seni namerde muhtaç eylemesin Hanım hey...".


Dua, Beddua, Gerçek Dua, Fiili Dua, Dua Almak (Gönül Almak)
Dua, Allah’a (c.c.) sunulan bir dilekçedir. Yöntemine ve kurallarına uygun olarak yapılırsa kabul edilir.

Kul Allah’a (c.c.) dua yolu ile müracaat ettiğinde Allah (c.c.) onun duasını işitir ve ona karşılık verir. Sıkıntısını ve ihtiyaçlarını giderir.

İnsanın Allah’a (c.c.) dua etmeden önce aczini, zayıflığını göstermesi gerekir ki bu da en güzel biçimde namazda bulunmaktadır. Namazda rükû ve secde gibi rükünler, insanın Allah (c.c.) karşısında aczini ve zayıflığını gösteren en ideal hareketlerdir. Kulluk makamı en güzel biçimde namazda yaşanır.

Eskiden padişahların huzuruna girmeden önce bazı merasimler yapılırdı. Bu merasimler padişahtan padişaha değişirdi. Kimisi azgınlıklarından insanlardan secde isterdi, kimisi de tahtlarının altındaki örtünün öpülmesini yeterli görürdü… Tabii en azından eller önde bağlanmak suretiyle makama saygı gösterilmesini beklerlerdi. Kuşkusuz şimdi de kimsenin elini kolunu sallayarak, rahat bir biçimde devletin en yüksek makamında bulunan birinin odasına girebileceğini düşünemeyiz.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkıp dua etmeden önce de böyle bir kulluk merasimi gereklidir. İşte namaz bize bu yolu hazırlamaktadır

Kuşkusuz dua başlı başına bir ibadettir. Namazdan bağımsızdır. Tek başına da yapılabilir. Ama dua özel bir andır. Yaratıcıya isteğin sunulduğu bir zaman dilimidir. Bir insanın diğer bir insanla bile görüşmeden önce kendisine çeki düzen vermeye çalıştığını düşünecek olursak dua öncesinin de namaz, oruç, sadaka… gibi bir ibadetle tamamlanmasının edebe, usule ve duanın kabul kurallarına daha uygun düşeceği anlaşılır. Ayrıca duaya başlamadan önce Allah’a (c.c.) hamd u senâda bulunmak ve peygamberimize salât ve selâm getirmek de gerekir.

Sözlü duanın yanında bir de fiili dua vardır. Örneğin sigara içen birisi kanser vb. hastalıklara yakalanmak için fiili dua etmektedir. Derslerine günü gününe çalışan, sınavlarına hazırlık yapan birisi de sınıfını geçmek için fiili duada bulunmaktadır. Bu açıdan fiilli dua ile sözlü dua arasında bir uyum bulunursa bu duanın kabul şartlarından olan samimiyeti ve ihlâsı gösterir. Buna göre dualarında Allah’tan (c.c.) kabir ve cehennem azabından korunup cenneti isteyenlerin de fiili duaları Allah’ın emir ve yasaklarına gösterdiği itinadır.

Dualarımızda Allah’tan (c.c.) her şeyi isteyebiliriz. Bu dünyalık bir şey de olabilir. Ama istediğimiz dünyalık ile ahiret hayatımız ve Allah’ın (c.c.) rızası da gözetilmelidir: “Kim ahiret mahsulü isterse onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama ahirette onun hiç nasibi olmaz (Şûrâ suresi, ayet 20).”

Pek çok kişi dualarının kabul olunmadıklarından söz ederler. Duanın kabulünde aranan birtakım şartlar vardır. Bunlar dua eden kişi ile ilgili olabildiği gibi duanın konusu ile de ilgili olabilir. Ayrıca duanın kabul edilip edilmediği ilk anda anlaşılmaz. Belki duada istenilen şeyler daha makbul bir biçimde başka dünya ve ahiret nimetlerine dönüşecektir. Bunun yer ve zamanını kısıtlamak doğru olmadığı gibi kabul edilmediğini de varsaymak doğru değildir. Yüce yaratıcı aşağıdaki ayet-i kerimelerde duanın kabul edileceğine dair adeta teminat vermekte ve bizleri dua etmeye teşvik etmektedir: “Kullarım Beni sana soracak olurlarsa bilsinler ki Ben onlara pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse onlar da Benim çağrıma cevap versinler, Bana iman etsinler (Bakara suresi, ayet 186).”

Allah’ın El-Mucîbu (Duaları kabul eden) güzel ismi ile kula düşen görev, duanın kabul şartlarından olan Allah’a (c.c.) karşı samimiyeti ve ihlâsı elde etmeye çalışmaktır. Bu da ibadetlerle gerçekleşir. Ayrıca şu ayet-i kerimedeki tehdidi de ciddiye almalıdır: “Rabb’iniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin ki size karşılık vereyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler rezil ve zelil bir biçimde cehenneme gireceklerdir (Mü’min suresi, ayet 60).’”

Hadislerden anlaşılmaktadır ki Allah duanın çokça tekrar edilmesinden, hatta bir ömür boyu tekrar edilen dualardan çok hoşlanır.
Dua insana kulluğunu hatırlatan güzel ve yararlı bir ibadettir.

Allah’a (c.c.) dua etmek yanında başkalarından dua almaya da önem vermek gerekir. Peygamberimiz hadislerinde müminin mümin kardeşinin arkasından yaptığı duanın kabul olduğunu belirtmiştir. Başkasından dua illa sözle alınmaz. Gönülle de alınır. Gönül almak o kişinin duasını almak demektir. Bu ancak o kişiyi gerçekten memnun etmekle mümkündür. İş hayatımız, sosyal hayatımız bunun için pek çok fırsatları ve imkânları taşır.

Akıllı insan işini ve sosyal hayatını dua almak, gönül almak yolunda kullanır. Bu dua o kadar güçlüdür ki kişiyi hem dünyada hem de ahrette mutlu kılar. Sadece kendisini değil yedi sülalesini de ihya eder. Bu adeta bir devlettir. Onun için çok az kişiye nasip olmaktadır. İnsanlardaki nefis canavarı buna mani olmaktadır. Ben de dahil insanların çoğu maalesef nefsin esiri olarak bu devlete sahip olamamaktadırlar. Ahmak insanlar bu gerçekten habersiz olarak iş hayatlarında sadece kazanacağı parayı düşünürler. Paraya hırs gösterdikleri, hırs da mahrumiyet sebebi olduğu için arzu ettikleri zenginlikten de mahrum kalırlar. Hâlbuki iş hayatını Allah’ın rızasının tecelli ettiği insanların duasını almak, gönüllerini almak gayesi ile kuranlar ve onda bunu misyon edinenler de beklemedikleri oranda maddi ve manevi zenginliğe erişirler. Kime niyet kime kısmet, buna derler.

Allah her bir sıkıntımızın, problemimizin halli için bizi sosyal hayatta birbirimize bağlamıştır. Onun için hayatta değişik iş kolları meydana gelmiştir. Yani iş hayatında herkes birbirinin işini görmektedir. Aslında bu durum sadece aysbergin görünen tarafıdır. Bunun altında sırlar dünyasında da durum böyledir. Çocuğun mu olmuyor? Birisinin, belki bir yetimin, dulun duasına, daha doğrusu gönlünün alınmasına muhtaçsın. Kalbin zayıf mı, ömrün kısa mı olacak görünüyor? Tamam doktor, ilaç, tedavi elbette fiili dua hükmündedir. Gerçek dua yanında bunlar da ihmal edilmemelidir. Ama asıl deva başkalarının gönlünün alınmasında görülmelidir.

Allah için hiçbir konuda sıkıntı yoktur. ‘Ol!’ der, her şeyi yaratır. Olmaz olan şeyi de halk eder. Çünkü tabiat kanunlarını da O yaratmıştır. Müslüman Allah’a (c.c.) böyle inanmalıdır. Yoksa yarattığı kanunlarla Allah’ın gücünü sınırlandırmak Allah’ı inkâr etmenin bir başka yoludur. Kul yeter ki çalacağı kapıyı bilsin. Hiçbir zaman umudunu yitirmesin. Kuran-ı Kerim ayetiyle sabittir ki (Yusuf suresi, 87), Allah’tan umudunu kesenler ancak kâfirler topluluğudur. İnsanlar bir sıkıntıya düştükleri zaman genellikle sadece yaptıkları duaya sığınırlar. Gece gündüz dua ederler. Elbette bu yapılmalıdır. Asla boş verilmemelidir. Bazıları da avukat avukat, doktor doktor dolaşırlar. Tabii bu da yapılmalıdır. Çünkü fiili dua hükmündedir. Ama bunun yanında başkalarının dualarını almak da asla ihmal edilmemelidir. Başkalarının duaları derken gönüllerini almayı kastettiğimizi bir daha belirtelim. Sıkıntıya deva genellikle bu kapıdan gelir. Çünkü her insan bir esmaya, Allah’ın güzel bir ismine aynadır. Yani her insanı Hızır bilmek gerekir. Hiç tahmin etmediğimiz, basit gördüğümüz bir insan bizim sıkıntımıza çare olabilir. Allah (c.c.) nasıl hiçbir bitkiyi boşa yaratmamış her birinin tıpta bir hastalığın ilacı gibi görevi varsa insanlar da böyledir. Her bir insan ayrı bir derde devadır. Gönülleri alındığında hediyelerini manevi olarak o insana sunarlar. Kalpleri kırıldığında da zehirlerini manevi dünyamıza şırınga ederler. Yani her insan nasıl bir derde deva ise ayrıca bir derde de hastalık yapıcıdır.

İnsanların evlerinin yanması, iflaslar, işten atılmaları, hastalıklar, her türlü işinin ters gitmesi… genellikle kalp kırmaların sonucudur.

Mutasavvıflar kalbin içinde gizli olan bir şeyden daha söz ederlerdi. Buna gönül (süveyda) derlerdi. Bunu yıkmak ise Kabe’yi yıkmakla eş tutulurdu. Kalp kırmak genellikle yanlışlıkla, gafletle, bilmeyerek olur. Tabii gönül yıkmak bilerek insanlara zulmetmekle olur ki onun bu dünyadaki cezası insandaki ibadet ve iman cevherinin alınması ile sonuçlanır. Ahiretteki cezası ise ebedi cehennemliktir. Öldürme, tecavüz etme, gasp, hırsızlık, iftira atma v.b büyük günahlar gönül yıkarlar. Bu korkunç sonucu hazırlayabilirler. Tabii tövbe nasip olursa Allah bu kimselere de merhamet kapısını açabilir. Allah her günahı bağışlayabilir. Yeter ki kulları ümitsizliğe kapılmayıp tövbe-i nasuh ile ona yönelsinler. Yalnız bu büyük günahlar insanlara Allah’a dönüş nimetini pek nasip etmezler. Tabii bu büyük nasibe kavuşanlar da olabilir. Allah bizleri bu afatlardan korusun. Âmin.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt