yun_us25
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 21 Mar 2007
- Mesajlar
- 1,454
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 41
- Konum
- KOCAELİ
- Web Sitesi
- cid-be16d7dad725ce0d.spaces.live.com
İnsan bilmediğinin düşmanıdır.[marq]B)B)B)B)B)[/marq]
Bu sözü ne zaman hatırlasam, aklıma hep Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz gelir. Ne alâkası var derseniz, yakın çevremdeki, uzak çevremdeki, daha uzaktaki insanlara bakıyorum, büyük çoğunluk Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu söylüyor, “Saygıda kusur etmem” diyor fakat onun emirlerine ve yasaklarına uyulması söz konusu olunca, hemen konjonktürel havayı solumaya başlıyorlar.
Kur’an ne diyor, ne istiyor, nelerden söz ediyor bunlar hiç sorgulanmıyor. Sadece üzüntü, sıkıntı, ölüm kalım, hastalık gibi durumlar söz konusu olunca Kur’an okumak ve okutmak akla geliyor, böyle hallerde bir hocaefendi davet ediliyor, formel birtakım işlemler yerini getirilip, ardından da dua edildi mi “çağdaş müslüman oluş”un gerekleri yerine getirilmiş oluyor. Kur’an’ın hayatımıza karışması bu kadar...
Kur’an’ı bizzat yaşayıp ete kemiğe büründüren Hz. Peygamber, “Onlar benim kim olduğumu bilmiyor!” buyuruyor.
Kur’an’ın yaşanılan hayatla ilgili söyledikleri bir kenara bırakılıyor. Bu şekilde Kur’an’ın terkedilmesi, Allah ile iletişimsizliğin bir başka yönü oluşturuyor. “Evet, o bizim kutsal kitabımızdır”, ama… Nedir bu ama dendiğinde de, bugün farklı bir noktada bulunulduğu ifade ediliyor. Ne ise bu farklı nokta, farklı konum? Kur’an’ın bu şekilde bir tarafa itilmesi, onun tebliğcisi olan peygamberin de örnekliğinin bir tarafa itilmesi anlamına gelir. Böyle bir durumun ne kadar “müslümanca” bir tavır olduğunu varın siz hesap edin.
İman konusunda dil ve gönül birlikteliği sağlanamıyorsa, yaşanılanlar ile söylenilenler arasındaki uçurum ne kadar insanîdir, ne kadar İslâmî’dir? Günümüzde Kur’an’ı öğrenme konusunda geçmişe oranla gerilere düştük. Okuyup anladığını söyleyenlerimiz de kendilerini hayatın akışına kaptırmış durumda... Bugünkü haliyle Kur’an’ı öğrenme ve anlama biçimimizi değiştirmek zorundayız. Kur’an’ı anlamanın merkezinde Hz. Peygamber yer almalıdır. Peygamber aleyhisselâmın hayatında aradığımız her örnekliği bulmak mümkündür, yeter ki iyi niyet içinde olunsun.
Kur’an’ın bir âyeti, peygamberin bir buyruğu insanı kurtarmaya yeter. Ne buyuruyor kutlu peygamber: “Müslüman elinden ve dilinden herkesin emin olduğu kimsedir.” Alın size bir insanı hem dünyada hem de âhirette ebedî olarak kurtaracak kutlu bir söz… Bu hadis bağlamında kendimizi müslüman olarak sorgulayalım.
Yakın ve uzak çevremizi düşünerek, elimizden ve dilimizden emin olma konusunda iyi bir sınav verdiğimizi söyleyebilir miyiz? Eşyayı, hayvanatı, nebatatı geçiyorum, insanat konusunda kendimizi sorgulayalım. Çevremize baktığımızda “Müminler kardeştir” Kur’an buyruğu gönül ve zihin dünyamızda ne kadar işlevsellik kazanmış durumdadır?
Söz gelimi Allah’ın en sevmediği, Hz. Peygamber’in şakasının dahi yapılmasını istemediği boşanma konusunda müslümanların, müslüman gençlerin iyi bir sınav verdiğini söyleyebilir miyiz? Bir ay, iki ay, bilemediniz altı ay içinde kendilerini mahkeme kapılarında buluyorlar. Gerekçesi de ilginç: Bu evlilikte aradığımı bulamadım. Ne arıyordun ki?
Müslümanlar birbirini yiyorlar, birbirlerini itip kakıyorlar. Birbirlerine müsamaha ile bakamıyorlar. Birbirlerini affedemiyorlar; ama başkalarını affedebiliyorlar, başkalarına karşı daha müsamahakâr bir tavır içinde olabiliyorlar. Bu yüzden de basitlikler içinde debelenip duruyorlar.
Müslümanın, elinden ve dilinden müslüman emin değil ki başkaları emin olsun. Hani Abdülhakim Arvâsî hazretlerine sormuşlar: “Ey ulu kişi! İslâm ümmetine dua edin de kurtulsun!” Verdiği cevap müthiş: “Siz bana Muhammed ümmetini gösterin ki, ben onların kurtulmuş olduğunu hemen söyleyeyim.” Ne yazık ki durum bu!
Su, kaynağından içilir. Başkalarının ağzından su içilmez. Öyleyse suyu kaynağından içmez lâzım. Kur’an’ı kaynağından öğrenmek, Hz. Peygamber’ı kendi sözlerinden tanımak lâzım. Onun hayatını bize hep savaş şeklinde öğrettiler. Oysa mecbur kalıp yapmak zorunda olduğu savaşların sayısı bir elin parmaklarını geçmediği gibi, gün olarak toplasanız üç beş günü aşmaz.
Hz. Peygamber’in hayatının öğrenilmesi gerektiğinde, her seferinde önümüze peygamber aktivitesi olarak savaşlar çıkartıldı; çünkü diğer hususlar uğraşıp didinmeyi, araştırıp incelemeyi, zihin yorup anlamayı, muhâkeme edip alâka kurmayı, aklı kullanıp yorum getirmeyi zorunlu kılıyordu. Oysa bunlar zor şeylerdi, hemen gerekçe de hazırdır: Hz. Peygamber “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!” buyuruyor!
Elbette umutsuzluk yok, çünkü umutsuzluk imansızlıktır. Fakat yepyeni bir dirilişe, yeniden dirilişe ihtiyaç var.
Dr. İhsan Alperen
[marq] B)B)B)B)B)[/marq]
Bu sözü ne zaman hatırlasam, aklıma hep Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz gelir. Ne alâkası var derseniz, yakın çevremdeki, uzak çevremdeki, daha uzaktaki insanlara bakıyorum, büyük çoğunluk Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu söylüyor, “Saygıda kusur etmem” diyor fakat onun emirlerine ve yasaklarına uyulması söz konusu olunca, hemen konjonktürel havayı solumaya başlıyorlar.
Kur’an ne diyor, ne istiyor, nelerden söz ediyor bunlar hiç sorgulanmıyor. Sadece üzüntü, sıkıntı, ölüm kalım, hastalık gibi durumlar söz konusu olunca Kur’an okumak ve okutmak akla geliyor, böyle hallerde bir hocaefendi davet ediliyor, formel birtakım işlemler yerini getirilip, ardından da dua edildi mi “çağdaş müslüman oluş”un gerekleri yerine getirilmiş oluyor. Kur’an’ın hayatımıza karışması bu kadar...
Kur’an’ı bizzat yaşayıp ete kemiğe büründüren Hz. Peygamber, “Onlar benim kim olduğumu bilmiyor!” buyuruyor.
Kur’an’ın yaşanılan hayatla ilgili söyledikleri bir kenara bırakılıyor. Bu şekilde Kur’an’ın terkedilmesi, Allah ile iletişimsizliğin bir başka yönü oluşturuyor. “Evet, o bizim kutsal kitabımızdır”, ama… Nedir bu ama dendiğinde de, bugün farklı bir noktada bulunulduğu ifade ediliyor. Ne ise bu farklı nokta, farklı konum? Kur’an’ın bu şekilde bir tarafa itilmesi, onun tebliğcisi olan peygamberin de örnekliğinin bir tarafa itilmesi anlamına gelir. Böyle bir durumun ne kadar “müslümanca” bir tavır olduğunu varın siz hesap edin.
İman konusunda dil ve gönül birlikteliği sağlanamıyorsa, yaşanılanlar ile söylenilenler arasındaki uçurum ne kadar insanîdir, ne kadar İslâmî’dir? Günümüzde Kur’an’ı öğrenme konusunda geçmişe oranla gerilere düştük. Okuyup anladığını söyleyenlerimiz de kendilerini hayatın akışına kaptırmış durumda... Bugünkü haliyle Kur’an’ı öğrenme ve anlama biçimimizi değiştirmek zorundayız. Kur’an’ı anlamanın merkezinde Hz. Peygamber yer almalıdır. Peygamber aleyhisselâmın hayatında aradığımız her örnekliği bulmak mümkündür, yeter ki iyi niyet içinde olunsun.
Kur’an’ın bir âyeti, peygamberin bir buyruğu insanı kurtarmaya yeter. Ne buyuruyor kutlu peygamber: “Müslüman elinden ve dilinden herkesin emin olduğu kimsedir.” Alın size bir insanı hem dünyada hem de âhirette ebedî olarak kurtaracak kutlu bir söz… Bu hadis bağlamında kendimizi müslüman olarak sorgulayalım.
Yakın ve uzak çevremizi düşünerek, elimizden ve dilimizden emin olma konusunda iyi bir sınav verdiğimizi söyleyebilir miyiz? Eşyayı, hayvanatı, nebatatı geçiyorum, insanat konusunda kendimizi sorgulayalım. Çevremize baktığımızda “Müminler kardeştir” Kur’an buyruğu gönül ve zihin dünyamızda ne kadar işlevsellik kazanmış durumdadır?
Söz gelimi Allah’ın en sevmediği, Hz. Peygamber’in şakasının dahi yapılmasını istemediği boşanma konusunda müslümanların, müslüman gençlerin iyi bir sınav verdiğini söyleyebilir miyiz? Bir ay, iki ay, bilemediniz altı ay içinde kendilerini mahkeme kapılarında buluyorlar. Gerekçesi de ilginç: Bu evlilikte aradığımı bulamadım. Ne arıyordun ki?
Müslümanlar birbirini yiyorlar, birbirlerini itip kakıyorlar. Birbirlerine müsamaha ile bakamıyorlar. Birbirlerini affedemiyorlar; ama başkalarını affedebiliyorlar, başkalarına karşı daha müsamahakâr bir tavır içinde olabiliyorlar. Bu yüzden de basitlikler içinde debelenip duruyorlar.
Müslümanın, elinden ve dilinden müslüman emin değil ki başkaları emin olsun. Hani Abdülhakim Arvâsî hazretlerine sormuşlar: “Ey ulu kişi! İslâm ümmetine dua edin de kurtulsun!” Verdiği cevap müthiş: “Siz bana Muhammed ümmetini gösterin ki, ben onların kurtulmuş olduğunu hemen söyleyeyim.” Ne yazık ki durum bu!
Su, kaynağından içilir. Başkalarının ağzından su içilmez. Öyleyse suyu kaynağından içmez lâzım. Kur’an’ı kaynağından öğrenmek, Hz. Peygamber’ı kendi sözlerinden tanımak lâzım. Onun hayatını bize hep savaş şeklinde öğrettiler. Oysa mecbur kalıp yapmak zorunda olduğu savaşların sayısı bir elin parmaklarını geçmediği gibi, gün olarak toplasanız üç beş günü aşmaz.
Hz. Peygamber’in hayatının öğrenilmesi gerektiğinde, her seferinde önümüze peygamber aktivitesi olarak savaşlar çıkartıldı; çünkü diğer hususlar uğraşıp didinmeyi, araştırıp incelemeyi, zihin yorup anlamayı, muhâkeme edip alâka kurmayı, aklı kullanıp yorum getirmeyi zorunlu kılıyordu. Oysa bunlar zor şeylerdi, hemen gerekçe de hazırdır: Hz. Peygamber “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!” buyuruyor!
Elbette umutsuzluk yok, çünkü umutsuzluk imansızlıktır. Fakat yepyeni bir dirilişe, yeniden dirilişe ihtiyaç var.
Dr. İhsan Alperen
[marq] B)B)B)B)B)[/marq]