selamun aleyküm
selamun aleyküm
burçak sen gerçek müslmüna olamazsın aklın yerindemi senin allah aşkına zikir ziiikiiir sence bu dinde yokmu var mı bakırköyden kaçan sen olmalısın yav video su bile insanın gönlünü alıp başka diyarlara götürüyo arkadaşlar sinirlendim siz kusura bakmayın bakırköy lafından bu sö züm sadeceeee bbbuurrccaakkk a
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ وَلاَ تَكُن مِّنَ الْغَافِلِينَ "
Sabah akşam demeden, kendi içinden, korkarak ve yalvararak, alçak sesle Rabbini an ve gafillerden olma...(Araf: 205) ayet ..
Allah c.c Ayetinde kerimesinde buyurduğu gibi ap açık bize açıklıyor zikir şeklini ..
tevsiri;
İbn-i Kesir tefsirinde diyor ki; "Yüce Allah gündüzün başında ve sonunda kendisini çokca anmayı emredïyor. Nitekim "Gün doğmadan önce ve gün batmadan önce Rabbine hamd ve tesbit et" (Taha Suresi: 130) ayetinde de bu iki vakitte kendisine ibadet edilmesini emretmiştir. "Bu ayet Mekke'de inmiştir ve bu Peygamberimizin Miraç gecesinde namazın farz kılınmasından önce meydana gelmiştir. Buradaki ayette günün ilk saatleri anlamında "Guduv" kavramı kullanılmıştır. "Asal" kelimesi ise asilin (günün son saatleri) çoğuludur. Eyman kelimesinin yemin sözcüğünün çoğulu olduğu gibi... "Yalvararak ve korkarak" sözüne gelince, bu Rabbini korku ve ümit arasında bir duygu ile içinden hafif bir sesle zikret, apaçık olarak değil demektir. Bu nedenle "yüksek olmayan bir sesle" demiştir. Zikrin böyle olması bağırma ve aşırı yüksek sesle olmasından güzel olur. Bunun içindir ki, Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- bizim Rabbimiz yakın mıdır? Yoksa uzak mıdır? O'na gizlice mi söyleyelim yoksa kendisine çağıralım mı? diye sorulduğunda yüce Allah bu ayeti göndermişti: "Eğer kullarım sana benden sorarlarsa onlara de ki, "Ben kendilerine yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin duasını kabul ederim." (Bakara Suresi: 186) Buhari ve Müslim'de Ebu Musa EI Aş'ari'den gelen rivayette deniyor ki, bir yolculukta insanlar yüksek sesle dua etmeye başladılar. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-: "Ey insanlar, kendinize bakim olun, siz uzakta olan ve sağır birisine çağırmıyorsunuz. Kendisini çağırdığınız Allah her şeyi işiten size en yakın olandır. O herbirinize binek hayvanının boynundan daha yakındır." Burada İbn-i Kesir, İbn-i Cerir'in ve ondan önceki Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in şu görüşünü kabul etmemiştir. "Bu ayetten maksat, Kur'an-ı dinleyicilerinin Kur'an-ı bu ayette belirtildiği şekilde onu dinlemeleridir. "İbn-i Kesir devamla şöyle demektedir. "İbn-i Cerir ve Abdurrahman'ın bu görüşleri başkaları tarafından kabul edilmemiştir. Aksine burada ayet kulların sabah ve akşam çok zikretmelerini teşvik etmekte, gafillerden olmamalarını telkin dikkat etmektedir. Bu nedenledir ki, bıkmadan gece gündüz Allah'ı zikreden melekler övülmüştür: Rabbinin yanındakiler burun kıvırıp O'na kulluk etmekten geri durmazlar.
Meleklerin burada gündeme getirilmesi itaat ve ibadet konularındaki çok gayretlerinin örnek almalarını sağlamak içindir."
İbn- Kesir'in bu vesileyle aktardığı rivayetlere ve peygamberin hadislerine bakarak bu Kur'an'ın ve peygamber eğitiminin Araplar'ın ruhlarında ilâhlarının gerçeğini ve etraflarını kuşatan kâinat gerçeğini kavratmada nedenli büyük bir iş başardığını görebiliyoruz. Onların sorularından ve bu soruya verilen cevapta bu dinin Kur'an-ı Kerim ve peygamber aracılığıyla büyük bir değişim gerçekleştirdiğini kavrayabiliyoruz. Gerçekten onlar bu dinle büyük bir mesafe katetmişlerdir. Eğer insanlar bilmiş olsalar, burada Allah'ın nimetinin ve rahmetinin tecelli ettiğini görebileceklerdir.
Hem burada ayetlerin kendisine doğru yönlendirmede bulunduğu Allah'ın zikri sırf dudak ve dil ile yapılan zikir değildir. Burada asıl üzerinde durulan, kalp ve gönülden gerçekleştirilen zikirdir. Şayet Allah'ı zikrederken vicdanda bir ürperti meydana gelmiyor, kalp titremiyor, ruh harekete geçmiyorsa, eğer onunla birlikte korku, endişe, alçakgönüllülük ve niyaz gibi duygular ve tepkiler bulunmuyorsa bu zikir asla zikir olamaz. Tam tersine yüce Allah'a karşı edepsizlik olur. Çünkü zikir, korku ve takva ile ürperti ve niyaz ile Allah'a yönelmektir. Allah'ın yüceliğini ve büyüklüğünü gözlerin önüne getirmektir. Onun gazabından ve cezasından çekinmeyi gönlüne yerleştirmektir. Sürekli olarak ona sığınmak ve umudunu ona bağlamaktır. Ancak böylece insan ruhunun cevherini arındırabilir. Ancak bununla, insanın, özü şeffaf ve aydınlatıcı ledünni, kaynağıyla temasa geçebilir.
Dil, kalp ile beraber hareket ettiğinde, dudak ruha eşlik ettiğinde zikir huşu havasını bozmayacak ve niyazla çelişmeyecek bir şekle bürünür. Alkışlarla çığlıklarla, bağırma ve çağırmakla musiki ve teganni ile değil, alçak bir sesle meydana gelir.
"Rabbinin adını yalvararak, korkarak ve yüksek olmayan bir sesle an." "Sabah, akşam.'
Gün doğarken ve batarken... Böylece kalp günün her iki tarafında Allah'a bağlı kalacaktır. Elbette ki Allah'ı anmak sadece bu anlarla sınırlı değildir. Allah'ın zikrinin her an kalpte bulunması gerekir. Allah'ın her şeyi kontrol ettiği, sürekli olarak kalbe yerleştirilmelidir. Fakat özellikle bu iki zaman diliminde insan evren sayfasında apaçık bir değişiklik görür... Geceden gündüze... Gündüzden geceye... Bu sırada insanın kalbi varlıklarla temasa geçer. Bu esnada insan yüce Allah'ın geceyi gündüze çeviren olayları ve durumları değiştiren elini görür. Yüce Allah beşer kalbinin özellikle bu iki zaman diliminde daha fazla etkilendiğini ve kabullenmeye daha müsait olduğunu çok iyi bilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de özellikle bazı zaman dilimlerinde Allah'ı anmaya ve onu kutsamaya yönelik pek çok direktifler vardır. Şimdi bu direktiflerle insanın kalbinde etkili olmak, onu inceltmek, yumuşatmak ve Allah'la temasa geçirmeye teşvik etmek amacıyla bütün evrenin harekete geçtiği zamanlardaki zikre dikkat çekilmektedir: "Söylediklerine sabret, gün doğmadan önce ve batmadan önce Rabbine hamd ile tesbit et. Geceleyin de ona tesbih et. Secdelerin ardından da." (Ka'f Suresi: 39-40) "Gecenin ardından ve gündüzün başında ve sonunda onu tesbih eyle ki, senden razı olsun." (Taha Suresi: 130) "Sabah akşam Rabbinin adını an. Gecenin bir kısmında O'na secde et. Uzun gece boyunca onu tesbih et." (İnsan Suresi: 25-26)
Zikrin bu zaman dilimlerinde emredilmesi beş vakit namazın daha farz olmadığı zamanlarla ilgilidir diye bir iddiada bulunmaya da gerek yoktur. Zira böyle bir yaklaşım farz namazların bu anlardaki zikirden gereksiz kıldığı imajını verebilir. Halbuki burada sözkonusu edilen zikir namazdan daha geniş kapsamlıdır. Bu zikrin vakitleri de farz namazların vakitleriyle sınırlı değildir. Ayrıca bu zikir farz ve nafile namazların şekillerinden başka bir şekilde de yapılabilir. Kalp ile zikir, kalp ve dil ile zikir şeklinde, namazın diğer hareketlerine başvurulmadan da bu zikir şekli gerçekleşebilir. Hatta zikrin kapsamı bundan da geniştir. Burada sözkonusu edilen zikir sürekli olarak yüce Allah'ın büyüklüğünü hatırlamak, sürekli halde uyanık bulunmak, gizli açık, büyük küçük her işte kendisini kontrol alımda tuttuğunu hesaplamak, hareketinde, duruşunda, eyleminde ve niyetinde Allah'ın kendisini gözetlediği bilinciyle hareket etmektedir. Burada özellikle sabah-akşam ve gece zikrine dikkat çekilmesi yüce Allah'ın bu zamanların insanın kalbi üzerindeki özel etkilerini bilmesindendir. Çünkü Allah insanın yaratıcısı ve fıtratını, oluşumunun tabiatını en iyi bilendir.
"Ve gafillerden olma."
Allah'ın zikrinden gafil olmak, dil ve dudak ile değil, kalp ve vicdan ile on:ı anmaktan habersiz olmaktır. İnsanın kalbini ürperten ve Allah ile karşılaştığında mahcup düşecek bir yola sahibini girmekten alıkoyar zikirden... Büyük küçük her hareketinde Allah'ın kendisini gözettiği bilinci veren ve yaptığı her harekette Allah'ın onu görmesinden sakındıracak bir zikirden... İşte burada yapılması istenen zikir budur. Yoksa insanı itaata, amele, yürüyüşe ve bağlılığa götürmeyecek bir şekilde Allah'ı anmak değildir.
Rabbini an ve onu anmaktan gafil olma. Kalbin de onun kontrolünden habersiz olmasın. İnsan, şeytanın dürtmelerine karşı direnebilmesi için sürekli olarak Allah ile ilişki halinde olmaya muhtaçtır
kendi yorumum ;
Resullulah s.a.v Efendimiz yapmış olsaydı bize ümmetine yapılış şeklini kesin ve kesin hadisleriyle yaşantısıyla anlatırdı ,biz onun yapmadığı birşeyi sonradan çıkartıp yapamyız bu bidat olur ,HZ. Muhammed mustafa s.a.v efendimiz den daha iyi kimse bu dini bilemez anlatamaz yaşıyamaz ,o yüzedn onun gerçekten sevmeliyiz ,nasıl peki hayatını gerçek bir şekilde okyup araştırarark ,,
Selamun aleyküm,,