En güzel ahlâkı biz Ondan öğrendik. İnsanlığın gözündeki perdeyi O kaldırdı ve bizleri aydınlık ufuklara O götürüp ulaştırdı. Bu şuuru vicdanının en derin yerinde duyan sahabi Minnet Allaha ve Resulünedir” diyordu ve O’na ait her şeyi mübarek ve kurtuluş vesilesi sayıyordu. Saçından, sakalından düşen her mübarek tüyü, Cennetten gelmiş gibi kabul ediyor, ipekler, kristaller içinde, evlerinin en mûtena yerinde muhafazaya çalışıyorlardı. Allah Resulü de onları böyle davranmaktan men etmiyordu. Eğer onların böyle davranmaları şirk olsaydı, şüphesiz ki yeryüzünden şirki kazıyıp atmak için gelen Allah Rasulü, onları böyle yapmaktan men ederdi. Afrikayı bir baştan bir başa fetheden büyük insan Amr b. As, büyük siyaset ustası ve dehâ çapında bir idare kabiliyetinin adamıydı. Vefat ederken dilinin altına Allah Rasulünden hâtıra kalmış mübarek bir kıl koyuyor ve bununla sorulan suallere kolay cevap vereceğine inanıyordu. Eğer sahabi de tevhidi anlayamadıysa, yeryüzünde tevhidi anlayan kim vardır? Eğer bu şekildeki tevessüller (vesile kılmalar) şirk ise ondan ilk kaçınması gerekenler Allah Rasulünün gökteki yıldızlara benzettiği ve hangisine uysanız hidayeti bulursunuz” diye yücelttiği, bu mümtaz ve müstesna insanlar olması gerekmez miydi? Halbuki görüyorsunuz ki onlar bu ma’nâda tevessülde bulunmayı mahzurlu görmüyorlar.
Başka bir misal daha verelim: Hz. Ömer devrinde bir kuraklık olmuştu. Hz. Ömer, bu musibetin kendi yüzünden ümmetin başına geldiğine inanıyordu. İki büklümdü ve yüzü bir türlü gülmüyordu. Bir gün aynı düşünceli eda ile evine gidecekti, fakat birden durdu. Geriye döndü ve koşar adımlarla bir istikamete doğru yürüdü. Geldiği ev Hz. Abbasın eviydi. Kapıyı Hz. Abbas açtı ve Onun, ne olduğunu sormasına bile fırsat bırakmadan elinden tuttu ve bir tepeye doğru götürdü. Orada Hz. Abbasın elini havaya kaldırarak şöyle dua etti Allah’ım biz hayatta iken, Resulünün aziz varlığını şefaatçi yapar ve isteyeceğimizi Onun adına isterdik. Fakat artık O aramızda değil. Ancak bu gün Senin huzuruna, Habibinin amcasıyla geldim. Şu el hürmetine bize yağmur ver! Sahabi diyor ki, daha onların elleri havadan inmemişti ki gökten sağanak sağanak yağmur boşalmaya başladı. Bu vakaları çoğaltmamız mümkündür.
Şu soruları kendi kendimize soralım ve cevaplarını düşünelim
Kuranın vesileliğini inkâr etmeye imkân var mıdır?
Kurân olmasaydı biz, ebedi hayat ümidini hangi kaynaktan alacaktık?
Dünya hayatımızı nasıl tanzim edecek ve Cennet haritasını nasıl görecektik?
Yine mirâca dahi çıktığı zaman ümmeti ümmeti diyerek geriye dönen Efendimizin vesileliğini inkâra imkân var mıdır?
O öğretmeseydi biz dinimizi kimden öğrenecektik?
Vesile konusunda ölçümüz ne olmalı?
Kendisiyle tevessül edilen şahıslar esas gaye ve maksat yerine geçirilmediği ve onların sadece bir vesile ve vasıta olmaktan öte hiçbir salahiyetlerinin bulunmadığı unutulmaz ve bütün bunlarda Cenabı Hakkın dilemesi ve yaratmasının esas olduğu nazardan kaçırılmazsa tevessül vardır ve olmuştur. Bunun şirkle herhangi bir alâka ve irtibatı da yoktur. Ancak her ma’sûm düşüncenin sûi istimali mümkün olduğu gibi, bunu da kötüye kullananlar olabilir. Fakat, onların bu art niyeti, tevessülün özünde masum bir hareket oluşuna asla zarar veremez.KAYNAK:AİLEM/ZAMAN
Başka bir misal daha verelim: Hz. Ömer devrinde bir kuraklık olmuştu. Hz. Ömer, bu musibetin kendi yüzünden ümmetin başına geldiğine inanıyordu. İki büklümdü ve yüzü bir türlü gülmüyordu. Bir gün aynı düşünceli eda ile evine gidecekti, fakat birden durdu. Geriye döndü ve koşar adımlarla bir istikamete doğru yürüdü. Geldiği ev Hz. Abbasın eviydi. Kapıyı Hz. Abbas açtı ve Onun, ne olduğunu sormasına bile fırsat bırakmadan elinden tuttu ve bir tepeye doğru götürdü. Orada Hz. Abbasın elini havaya kaldırarak şöyle dua etti Allah’ım biz hayatta iken, Resulünün aziz varlığını şefaatçi yapar ve isteyeceğimizi Onun adına isterdik. Fakat artık O aramızda değil. Ancak bu gün Senin huzuruna, Habibinin amcasıyla geldim. Şu el hürmetine bize yağmur ver! Sahabi diyor ki, daha onların elleri havadan inmemişti ki gökten sağanak sağanak yağmur boşalmaya başladı. Bu vakaları çoğaltmamız mümkündür.
Şu soruları kendi kendimize soralım ve cevaplarını düşünelim
Kuranın vesileliğini inkâr etmeye imkân var mıdır?
Kurân olmasaydı biz, ebedi hayat ümidini hangi kaynaktan alacaktık?
Dünya hayatımızı nasıl tanzim edecek ve Cennet haritasını nasıl görecektik?
Yine mirâca dahi çıktığı zaman ümmeti ümmeti diyerek geriye dönen Efendimizin vesileliğini inkâra imkân var mıdır?
O öğretmeseydi biz dinimizi kimden öğrenecektik?
Vesile konusunda ölçümüz ne olmalı?
Kendisiyle tevessül edilen şahıslar esas gaye ve maksat yerine geçirilmediği ve onların sadece bir vesile ve vasıta olmaktan öte hiçbir salahiyetlerinin bulunmadığı unutulmaz ve bütün bunlarda Cenabı Hakkın dilemesi ve yaratmasının esas olduğu nazardan kaçırılmazsa tevessül vardır ve olmuştur. Bunun şirkle herhangi bir alâka ve irtibatı da yoktur. Ancak her ma’sûm düşüncenin sûi istimali mümkün olduğu gibi, bunu da kötüye kullananlar olabilir. Fakat, onların bu art niyeti, tevessülün özünde masum bir hareket oluşuna asla zarar veremez.KAYNAK:AİLEM/ZAMAN