Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
TEBLİĞE UYGUN KİŞİYİ TEŞHİS ETMEK
Tebliğ yapan bir kişinin öncelikle bilmesi gereken şey her tebliğ yaptığı kişinin ilk anda iman etmeyebileceğidir. İnsanlar gerek o ana kadar aldıkları eğitim gerekse çevrelerinin etkisi nedeniyle kendilerine yapılan bu tebliğe olumsuz tepki verebilir, hatta dinlemeyi dahi reddedebilirler. Her insanın duyduğu anda iman edeceğini düşünmek saflık olur. Bu nedenle de tebliğ yaparken ilk yapılması gereken şey fıtraten dine eğilimi olan ve vicdanlı kişileri seçmektir. Buna karşın, her türlü tavrı ile dine muhalif olan ve kendini beğenmiş, kibirli tavırlar sergileyen bir kimseye tebliğ yapmaya çalışmanın bir önceliği yoktur. Allah, kitabında şöyle buyurur:
Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte müslüman olanlar bunlardır. (Neml Suresi, 80-81)
Bir başka surede yine iman edecek ve etmeyecek olanlar arasındaki fark şöyle anlatılır:
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır. Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar. Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 7-11)
Mümin, tebliğ yapmaya karar verirken, bu kıstaslara göre düşünmek durumundadır. Eğer muhatap olduğu kişide herhangi bir vicdan ya da samimiyet işareti görmüyorsa, tebliğde ısrar etmek zaman kaybı olacaktır. Çünkü birçok ayette vurgulandığı gibi, insanların çoğu iman etmezler. Müminin görevi, bu çoğunluğun arasında yaşayan, ancak kalbi imana yatkın olan nadide kişileri bulup, onları iman etmeye davet etmektir.
KİŞİ HAKKINDA KANAAT OLUŞANA DEK TEBLİĞ YAPMAYI SÜRDÜRMEK
Üstte anlattığımız kıstasa rağmen, bir insanın imana yatkın olduğu sanılabilir, bunun üzerine tebliğe başlanabilir. Ancak tebliğ yaparken kişinin tepkilerinden, yorumlarından, verdiği karşılıklarından dine bakış açısı hemen anlaşılabilir. O nedenle, eğer bu kişinin samimiyeti hakkında bir işaret yoksa, tebliği kişi hakkında bir kanaat oluşana kadar sürdürmek gerekir. Bu noktada, eğer konuşulan kişinin dine eğilimi olmadığı anlaşılırsa, müminler değerli zamanlarını daha yararlı işlere ve yeni tebliğ faaliyetlerine harcamak üzere tebliğ yapılan kişiden ayrılırlar.
Bu noktada unutulmamalıdır ki, müminin başarısı tebliğ yapılan kişinin iman etmesi ya da etmemesiyle ölçülemez. Müminin görevi sadece dini tebliğ etmektir, hidayeti vermek ise sadece Allah’a mahsustur. Müminin başarısı ancak tebliğ faaliyetini tam anlamıyla, Allah’ın istediği gibi yerine getirmesiyle ölçülebilir. Tebliği gerektiği yerde kesip, daha yararlı bir işe yönelmek ise, yine Allah’ın rızasına uygun bir harekettir. Mümin, imana karşı direnen kişiden, Hz. Hud’un kavmine söylediği aşağıdaki söz gibi bir tavırla yüz çevirmelidir:
"Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır." (Hud Suresi, 57)
KİŞİNİN TEPKİLERİNİ, SAMİMİYETİNİ İNCELEMEK
Tebliğ yapan mümin, konuştuğu kişiyi sık sık inceleyip tartmalı, karşısındakinin anlatılanlara verdiği tepkileri dikkatle incelemelidir. Kişinin anlayış durumuna göre bazen konuyu, üslubunu ya da anlatım yoğunluğunu değiştirmesi, veya onun ruh haline, anlama kapasitesine göre belli bir ayar yapması gerekecektir. Ancak bu şekilde tebliğde bir manevra imkanı sağlanabilir ve tebliğ yapılan kişiye faydalı, en uygun tavır belirlenmiş olur. Bu yolla kişinin samimiyeti de ölçülür. Eğer dini öğrenme eğilimi varsa konuşulur, fakat menfaat elde etme gibi farklı bir düşüncesi varsa ya da samimiyetsiz olduğuna kanaat getirilmişse anlatmakla vakit kaybedilmez.
Bir konu anlattıktan ya da bir bilgi verdikten sonra karşı tarafın tepkisini gözlemlemek ve bir sonraki anlatılacak konuyu da ona göre belirlemek, Kuran’da Hz. Süleyman’ın kullandığı bir yöntem olarak bildirilir. Hz. Süleyman, ordusundaki Hüdhüd’ün aracılığı ile Sebe Melikesi’ne bir mektup yollarken Hüdhüd’e şu emri verir: "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?" (Neml Suresi, 28)
KİŞİNİN İMANI GÜÇLENMEDEN, İBADETE DAİR TEKLİFLER YAPMAMAK
Dini yeni tanıyacak insanların öncelikli olarak, Allah’a ve ahiret gününe iman etmesinin sağlanması gerekir. Çünkü dinin gereklerini yapması için, bunların mantığını kavraması, bu ibadetleri şuurlu ve istekli olarak yapması gerekir. Bu şekilde olmazsa, taklidi bir şekilde, ne yaptığının farkında olmadan yapabilir veya mantığını bilmediği için yapmak istemeyebilir. Bu nedenle kişiyi dinin ibadetlerini uygulamak isteyeceği, anlayacağı imani seviyeye getirmek önceliklidir. Bu zaman süreci içerisinde o sorana kadar veya uygulayabileceği kanaati oluşana dek, ibadete yönelik teklifler getirilmeyebilir. Zaten Allah'a samimi bir kalple iman eden ve ahiret gününe inanan bir insan da zaman içinde, Kuran'da bildirilen ibadetleri yerine getirmeyi kendiliğinden isteyecektir.
MÜMİNLERİN GÜÇ VE İHTİŞAMINI HİSSETTİRMEK
Cahiliye toplumunda, dinin yalnızca fakir insanlara hitap ettiği yönünde yaygın bir batıl inanç vardır. Bu kuşkusuz bir safsatadır, çünkü İslam, tüm insanları aynı yola, Rableri olan Allah’ın yoluna davet etmektedir. Ancak cahiliyedeki bu yanlış inancın yıkılması için, kimi zaman "fiili" örneklere ihtiyaç vardır. Dünyanın en çarpıcı nimetlerine ulaşmışken, büyük bir ihtişam ve güce sahipken, ihlaslı bir biçimde İslam’ı yaşayan ve söz konusu imkanlarını da din yolunda kullanan müslümanlar, cahiliyenin ön yargılarının kırılması için en iyi örneği oluştururlar.
Dahası, insanlarda güce, zenginliğe ve ihtişama karşı hayranlık besleme eğilimi vardır. Güzel ahlaklı, samimi, ancak maddi yönden güçlü olmayan müslümanlardan uzak durup, sırf zengin oldukları için basit ve ahlaksız insanlara rağbet etmelerinin, onlara özenip onlar gibi olmaya çalışmalarının nedeni budur. Ancak müminlerin inkar edenlerden de büyük bir zenginlik ve ihtişam içinde görünmeleri, inkarcıların elindeki bu "psikolojik" avantajı müminlerin lehine döndürecektir.
Kuran’da Hz. Süleyman’ın güç ve ihtişamını ve bunları tebliğde kullanışının özellikle vurgulanmasının nedenlerinden biri de budur. Ayette Hz. Süleyman’ın mülkünden etkilenen Sebe Melikesi’nin teslim oluşu şöyle anlatılır:
Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum." (Neml Suresi, 44)
Hz. Süleyman’ın yaptığı gibi, Allah’ın verdiği nimetlerin, Allah’ın dinini tanıtmada bir etki aracı olarak kullanılması da bir ibadettir. Hz. Süleyman yaptırdığı birçok sanat eserini bu amaç için kullanmıştır. Diğer müminler de, sahip oldukları güç ve ihtişamı, dinin tanıtılması yolunda önemli bir etki aracı olarak kullanabilirler.
ANLATILANLAR HAKKINDA DÜŞÜNDÜKLERİNİ SORMAK
Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, tebliğ yalnızca bir "anlatma" işi değildir. Karşı tarafın fikirlerinin öğrenilmesi, sorularına cevap verilmesi, aklına takılan konuların delillerle ortadan kaldırılması gerekir. Bu nedenle, anlatım sırasında sık sık karşı tarafın fikri sorulmalı, ikna olup olmadığı noktalar belirlenmeli ve ona göre yeni bir konuya ya da üsluba geçilmelidir.
Kuran’da Resullerin kullandıkları yöntemlere baktığımızda da, soru yoluyla muhatap oldukları kavmin düşüncesini öğrendiklerini görürüz. Kavmine "Ey kavmim görüşünüz nedir söyler misiniz?..." (Hud Suresi, 88) diye soran Hz. Şuayb bunun bir örneğidir. Hz. İbrahim ise ard arda gelen sorularla kavmine tebliğ yapar:
Andolsun, bundan önce İbrahim’e rüşdünü vermiştik ve biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.
Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?
"Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler.
Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz."
'Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?"
"Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim."
"Andolsun Allah’a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım."
Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye.
"Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler.
"Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler.
Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar."
Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?"
"Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin."
Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler.
Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin."
Dedi ki: "O halde, Allah’ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?”
"Yuh size ve Allah’tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?" (Enbiya Suresi, 51-67)
Tebliğ yapan mümin, anlattıklarının etkisini ölçmek, ne yönde anlatıma ağırlık vereceğini tesbit etmek ve konuştuğu kişinin düşünce seyrini takip etmek için ara ara sorular sormalıdır. Karşısındakinin ilerleme kaydedip kaydetmediğini ölçmeli, anlatılanlar hakkında ne düşündüğünü öğrenmelidir. Bunu yaparak kişinin hem samimiyetini ölçmüş , hem de neyi nasıl anlatacağını tayin etmiş olur.
KİŞİNİN KARAKTERİNE EN UYGUN VE EN ETKİLİ ANLATIM METODUNU KULLANMAK
Tebliğde etkileyicilik, anlatılanların doğruluğunun yanında, anlatım çarpıcılığı ile de gerçekleşmektedir. Nitekim Kuran’da "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır..." (Nahl Suresi, 125) hükmü verilir.
Anlatılmak istenen şeyin üzerinde önemle durup, konunun etkili örneklerle, tam kişinin ihtiyacını karşılayacak şekilde anlatılması bunun bir şeklidir. Bununla beraber, herkesin farklı karakteri ve değişik ihtiyaçları olacağından herkese aynı tarz konuşma üslubu ve hitap tarzı kullanılmaz. Bu nedenle farklı kişilere farklı üsluplar kullanılabileceği gibi aynı kişiye farklı anlatım metodları uygulamak da etkili olacaktır. Örneğin, gerektiğinde bir konuyu uzun uzun detaylarıyla anlatmak yararlı olabilir; bazen de ara ara konu açıp kısa ve vurucu anlatımlar yapılabilir. Bu metodlar, karşıdaki kişinin algılama durumu, ruh hali ve hangi şekilde daha çok etkileneceği tespit edilerek yapılır.
KİŞİYİ DÜŞÜNMEYE SEVK ETMEK
Soru sormanın amacı karşı tarafın fikrini öğrenmek olduğu gibi, onu belli bir konu üzerinde düşünmeye yöneltmek de olabilir. Bu ikincisi tebliğ yaparken son derece etkili bir yöntemdir.
Cahiliye toplumunun en önde gelen özelliği, Kuran’da kast edildiği şekilde düşünmeyi bilmemeleridir. Hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmezler de, sadece kazanacakları parayı ya da yapacakları gösterişi düşünürler. Hiçbiri, evrenin nasıl var olduğu, sahip oldukları bedenin kimin tarafından yaratıldığı, ölümle birlikte insanın nereye gittiği gibi temel imani konular hakkında düşünmezler. Düşünceleri sadece kişisel çıkarları üzerine kuruludur.
İşte bu nedenle kişiyi mutlaka düşünmeye sevk etmek gerekir. Hem içinde yaşadığı sistemin çarpıklığını görmesi, hem de temel imani konuları kavraması için hayati derecede önemlidir bu. Düşünmek insanın kendi kendine bazı sorular sormasına, eksikleri fark etmesine ve içinde bulunduğu durumdan sıkıntı duymasına neden olacaktır. Bunun sonucu ise doğruyu ve gerçeği aramak olacaktır. Nitekim Kuran'ın üslubunda da insanların düşünmeye sevk edildiği ve sorularla onları neler üzerinde düşünmeleri gerektiğinin hatırlatıldığı görülmektedir. Örneğin, bir yerde insanlara şöyle seslenilir:
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, biz nasıl ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da’ sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En’am Suresi, 46)
Başka ayetlerde de yine düşündürmeye yönelik sorular vardır:
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 31-32)
Hz. İbrahim de kavminin sapıklığını onları düşündürtmek suretiyle kendilerine buldurtur:
Onlara İbrahim’in haberini de aktar-oku:
Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.
Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz."
Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?"
"Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?"
"Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (Şuara Suresi, 69, 74)
İnanmak kişinin özgür iradesi ve isteğine bırakılacağından, mühim olan onu gerçekler üzerinde düşünmeye sevketmektir. Doğruyu görebilmek için insanın önce konu üzerinde muhakeme etmesi gerekir. Bu nedenle mümin, tebliğ yaptığı kişiyi düşünmeye sevkedici tarzda konuşmalar yapmalıdır.
Tebliğ yapan bir kişinin öncelikle bilmesi gereken şey her tebliğ yaptığı kişinin ilk anda iman etmeyebileceğidir. İnsanlar gerek o ana kadar aldıkları eğitim gerekse çevrelerinin etkisi nedeniyle kendilerine yapılan bu tebliğe olumsuz tepki verebilir, hatta dinlemeyi dahi reddedebilirler. Her insanın duyduğu anda iman edeceğini düşünmek saflık olur. Bu nedenle de tebliğ yaparken ilk yapılması gereken şey fıtraten dine eğilimi olan ve vicdanlı kişileri seçmektir. Buna karşın, her türlü tavrı ile dine muhalif olan ve kendini beğenmiş, kibirli tavırlar sergileyen bir kimseye tebliğ yapmaya çalışmanın bir önceliği yoktur. Allah, kitabında şöyle buyurur:
Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte müslüman olanlar bunlardır. (Neml Suresi, 80-81)
Bir başka surede yine iman edecek ve etmeyecek olanlar arasındaki fark şöyle anlatılır:
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır. Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar. Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 7-11)
Mümin, tebliğ yapmaya karar verirken, bu kıstaslara göre düşünmek durumundadır. Eğer muhatap olduğu kişide herhangi bir vicdan ya da samimiyet işareti görmüyorsa, tebliğde ısrar etmek zaman kaybı olacaktır. Çünkü birçok ayette vurgulandığı gibi, insanların çoğu iman etmezler. Müminin görevi, bu çoğunluğun arasında yaşayan, ancak kalbi imana yatkın olan nadide kişileri bulup, onları iman etmeye davet etmektir.
KİŞİ HAKKINDA KANAAT OLUŞANA DEK TEBLİĞ YAPMAYI SÜRDÜRMEK
Üstte anlattığımız kıstasa rağmen, bir insanın imana yatkın olduğu sanılabilir, bunun üzerine tebliğe başlanabilir. Ancak tebliğ yaparken kişinin tepkilerinden, yorumlarından, verdiği karşılıklarından dine bakış açısı hemen anlaşılabilir. O nedenle, eğer bu kişinin samimiyeti hakkında bir işaret yoksa, tebliği kişi hakkında bir kanaat oluşana kadar sürdürmek gerekir. Bu noktada, eğer konuşulan kişinin dine eğilimi olmadığı anlaşılırsa, müminler değerli zamanlarını daha yararlı işlere ve yeni tebliğ faaliyetlerine harcamak üzere tebliğ yapılan kişiden ayrılırlar.
Bu noktada unutulmamalıdır ki, müminin başarısı tebliğ yapılan kişinin iman etmesi ya da etmemesiyle ölçülemez. Müminin görevi sadece dini tebliğ etmektir, hidayeti vermek ise sadece Allah’a mahsustur. Müminin başarısı ancak tebliğ faaliyetini tam anlamıyla, Allah’ın istediği gibi yerine getirmesiyle ölçülebilir. Tebliği gerektiği yerde kesip, daha yararlı bir işe yönelmek ise, yine Allah’ın rızasına uygun bir harekettir. Mümin, imana karşı direnen kişiden, Hz. Hud’un kavmine söylediği aşağıdaki söz gibi bir tavırla yüz çevirmelidir:
"Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır." (Hud Suresi, 57)
KİŞİNİN TEPKİLERİNİ, SAMİMİYETİNİ İNCELEMEK
Tebliğ yapan mümin, konuştuğu kişiyi sık sık inceleyip tartmalı, karşısındakinin anlatılanlara verdiği tepkileri dikkatle incelemelidir. Kişinin anlayış durumuna göre bazen konuyu, üslubunu ya da anlatım yoğunluğunu değiştirmesi, veya onun ruh haline, anlama kapasitesine göre belli bir ayar yapması gerekecektir. Ancak bu şekilde tebliğde bir manevra imkanı sağlanabilir ve tebliğ yapılan kişiye faydalı, en uygun tavır belirlenmiş olur. Bu yolla kişinin samimiyeti de ölçülür. Eğer dini öğrenme eğilimi varsa konuşulur, fakat menfaat elde etme gibi farklı bir düşüncesi varsa ya da samimiyetsiz olduğuna kanaat getirilmişse anlatmakla vakit kaybedilmez.
Bir konu anlattıktan ya da bir bilgi verdikten sonra karşı tarafın tepkisini gözlemlemek ve bir sonraki anlatılacak konuyu da ona göre belirlemek, Kuran’da Hz. Süleyman’ın kullandığı bir yöntem olarak bildirilir. Hz. Süleyman, ordusundaki Hüdhüd’ün aracılığı ile Sebe Melikesi’ne bir mektup yollarken Hüdhüd’e şu emri verir: "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?" (Neml Suresi, 28)
KİŞİNİN İMANI GÜÇLENMEDEN, İBADETE DAİR TEKLİFLER YAPMAMAK
Dini yeni tanıyacak insanların öncelikli olarak, Allah’a ve ahiret gününe iman etmesinin sağlanması gerekir. Çünkü dinin gereklerini yapması için, bunların mantığını kavraması, bu ibadetleri şuurlu ve istekli olarak yapması gerekir. Bu şekilde olmazsa, taklidi bir şekilde, ne yaptığının farkında olmadan yapabilir veya mantığını bilmediği için yapmak istemeyebilir. Bu nedenle kişiyi dinin ibadetlerini uygulamak isteyeceği, anlayacağı imani seviyeye getirmek önceliklidir. Bu zaman süreci içerisinde o sorana kadar veya uygulayabileceği kanaati oluşana dek, ibadete yönelik teklifler getirilmeyebilir. Zaten Allah'a samimi bir kalple iman eden ve ahiret gününe inanan bir insan da zaman içinde, Kuran'da bildirilen ibadetleri yerine getirmeyi kendiliğinden isteyecektir.
MÜMİNLERİN GÜÇ VE İHTİŞAMINI HİSSETTİRMEK
Cahiliye toplumunda, dinin yalnızca fakir insanlara hitap ettiği yönünde yaygın bir batıl inanç vardır. Bu kuşkusuz bir safsatadır, çünkü İslam, tüm insanları aynı yola, Rableri olan Allah’ın yoluna davet etmektedir. Ancak cahiliyedeki bu yanlış inancın yıkılması için, kimi zaman "fiili" örneklere ihtiyaç vardır. Dünyanın en çarpıcı nimetlerine ulaşmışken, büyük bir ihtişam ve güce sahipken, ihlaslı bir biçimde İslam’ı yaşayan ve söz konusu imkanlarını da din yolunda kullanan müslümanlar, cahiliyenin ön yargılarının kırılması için en iyi örneği oluştururlar.
Dahası, insanlarda güce, zenginliğe ve ihtişama karşı hayranlık besleme eğilimi vardır. Güzel ahlaklı, samimi, ancak maddi yönden güçlü olmayan müslümanlardan uzak durup, sırf zengin oldukları için basit ve ahlaksız insanlara rağbet etmelerinin, onlara özenip onlar gibi olmaya çalışmalarının nedeni budur. Ancak müminlerin inkar edenlerden de büyük bir zenginlik ve ihtişam içinde görünmeleri, inkarcıların elindeki bu "psikolojik" avantajı müminlerin lehine döndürecektir.
Kuran’da Hz. Süleyman’ın güç ve ihtişamını ve bunları tebliğde kullanışının özellikle vurgulanmasının nedenlerinden biri de budur. Ayette Hz. Süleyman’ın mülkünden etkilenen Sebe Melikesi’nin teslim oluşu şöyle anlatılır:
Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum." (Neml Suresi, 44)
Hz. Süleyman’ın yaptığı gibi, Allah’ın verdiği nimetlerin, Allah’ın dinini tanıtmada bir etki aracı olarak kullanılması da bir ibadettir. Hz. Süleyman yaptırdığı birçok sanat eserini bu amaç için kullanmıştır. Diğer müminler de, sahip oldukları güç ve ihtişamı, dinin tanıtılması yolunda önemli bir etki aracı olarak kullanabilirler.
ANLATILANLAR HAKKINDA DÜŞÜNDÜKLERİNİ SORMAK
Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, tebliğ yalnızca bir "anlatma" işi değildir. Karşı tarafın fikirlerinin öğrenilmesi, sorularına cevap verilmesi, aklına takılan konuların delillerle ortadan kaldırılması gerekir. Bu nedenle, anlatım sırasında sık sık karşı tarafın fikri sorulmalı, ikna olup olmadığı noktalar belirlenmeli ve ona göre yeni bir konuya ya da üsluba geçilmelidir.
Kuran’da Resullerin kullandıkları yöntemlere baktığımızda da, soru yoluyla muhatap oldukları kavmin düşüncesini öğrendiklerini görürüz. Kavmine "Ey kavmim görüşünüz nedir söyler misiniz?..." (Hud Suresi, 88) diye soran Hz. Şuayb bunun bir örneğidir. Hz. İbrahim ise ard arda gelen sorularla kavmine tebliğ yapar:
Andolsun, bundan önce İbrahim’e rüşdünü vermiştik ve biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.
Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?
"Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler.
Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz."
'Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?"
"Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim."
"Andolsun Allah’a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım."
Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye.
"Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler.
"Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler.
Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar."
Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?"
"Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin."
Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler.
Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin."
Dedi ki: "O halde, Allah’ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?”
"Yuh size ve Allah’tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?" (Enbiya Suresi, 51-67)
Tebliğ yapan mümin, anlattıklarının etkisini ölçmek, ne yönde anlatıma ağırlık vereceğini tesbit etmek ve konuştuğu kişinin düşünce seyrini takip etmek için ara ara sorular sormalıdır. Karşısındakinin ilerleme kaydedip kaydetmediğini ölçmeli, anlatılanlar hakkında ne düşündüğünü öğrenmelidir. Bunu yaparak kişinin hem samimiyetini ölçmüş , hem de neyi nasıl anlatacağını tayin etmiş olur.
KİŞİNİN KARAKTERİNE EN UYGUN VE EN ETKİLİ ANLATIM METODUNU KULLANMAK
Tebliğde etkileyicilik, anlatılanların doğruluğunun yanında, anlatım çarpıcılığı ile de gerçekleşmektedir. Nitekim Kuran’da "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır..." (Nahl Suresi, 125) hükmü verilir.
Anlatılmak istenen şeyin üzerinde önemle durup, konunun etkili örneklerle, tam kişinin ihtiyacını karşılayacak şekilde anlatılması bunun bir şeklidir. Bununla beraber, herkesin farklı karakteri ve değişik ihtiyaçları olacağından herkese aynı tarz konuşma üslubu ve hitap tarzı kullanılmaz. Bu nedenle farklı kişilere farklı üsluplar kullanılabileceği gibi aynı kişiye farklı anlatım metodları uygulamak da etkili olacaktır. Örneğin, gerektiğinde bir konuyu uzun uzun detaylarıyla anlatmak yararlı olabilir; bazen de ara ara konu açıp kısa ve vurucu anlatımlar yapılabilir. Bu metodlar, karşıdaki kişinin algılama durumu, ruh hali ve hangi şekilde daha çok etkileneceği tespit edilerek yapılır.
KİŞİYİ DÜŞÜNMEYE SEVK ETMEK
Soru sormanın amacı karşı tarafın fikrini öğrenmek olduğu gibi, onu belli bir konu üzerinde düşünmeye yöneltmek de olabilir. Bu ikincisi tebliğ yaparken son derece etkili bir yöntemdir.
Cahiliye toplumunun en önde gelen özelliği, Kuran’da kast edildiği şekilde düşünmeyi bilmemeleridir. Hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmezler de, sadece kazanacakları parayı ya da yapacakları gösterişi düşünürler. Hiçbiri, evrenin nasıl var olduğu, sahip oldukları bedenin kimin tarafından yaratıldığı, ölümle birlikte insanın nereye gittiği gibi temel imani konular hakkında düşünmezler. Düşünceleri sadece kişisel çıkarları üzerine kuruludur.
İşte bu nedenle kişiyi mutlaka düşünmeye sevk etmek gerekir. Hem içinde yaşadığı sistemin çarpıklığını görmesi, hem de temel imani konuları kavraması için hayati derecede önemlidir bu. Düşünmek insanın kendi kendine bazı sorular sormasına, eksikleri fark etmesine ve içinde bulunduğu durumdan sıkıntı duymasına neden olacaktır. Bunun sonucu ise doğruyu ve gerçeği aramak olacaktır. Nitekim Kuran'ın üslubunda da insanların düşünmeye sevk edildiği ve sorularla onları neler üzerinde düşünmeleri gerektiğinin hatırlatıldığı görülmektedir. Örneğin, bir yerde insanlara şöyle seslenilir:
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, biz nasıl ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da’ sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En’am Suresi, 46)
Başka ayetlerde de yine düşündürmeye yönelik sorular vardır:
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 31-32)
Hz. İbrahim de kavminin sapıklığını onları düşündürtmek suretiyle kendilerine buldurtur:
Onlara İbrahim’in haberini de aktar-oku:
Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.
Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz."
Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?"
"Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?"
"Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (Şuara Suresi, 69, 74)
İnanmak kişinin özgür iradesi ve isteğine bırakılacağından, mühim olan onu gerçekler üzerinde düşünmeye sevketmektir. Doğruyu görebilmek için insanın önce konu üzerinde muhakeme etmesi gerekir. Bu nedenle mümin, tebliğ yaptığı kişiyi düşünmeye sevkedici tarzda konuşmalar yapmalıdır.