´´GüLiѕтaи´´
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 19 May 2009
- Mesajlar
- 1,209
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 31
Yüce Rabbimiz, insanoğlunu yaratılmışların en şereflisi kılmıştır.
Akıl, düşünme, konuşma, faydayı zararlıdan ayırabilme gibi kabili
yetler vermiş, her biri cihandeğer nimetlerle bedeni ve ruhi varlığımızı
donatmıştır. Dünyayı insana beşik kılmış, uçsuz bucaksız kainatı ve
içindekileri insanın emrine, hizmetine sunmuştur. Yeryüzü ve içindeki
bütün varlıklar insanoğluna itaat ediyor, Toprak, su, hava, hayvanlar,
bitkiler, ay, güneş, yıldızlar, gece ve gündüz... Her şey Cenab-ı Rabbü’l
-Alemin’in yarattığı gaye istikametinde insanlara hizmet veriyor.
Rabbimiz nimetlerini bunlarla da bitirmemiş, hayatın karanlık yollarında
yürürken önümüzü aydınlatmak için uyacağımız iman, ibadet ve ahlak
kurallarını da bildirmiştir. Bunca nimetleri bizlere bahşeden Yüce
Mevlamıza nasıl kulluk edeceğimizi, niçin yaratıldığımızı, nerede
ve ne diye bulunduğumuzu, yolculuğumuzun nereye doğru sürüp
gittiğini, bu dünya ötesinde nelerle karşılaşacağımızı, gönderdiği
peygamberleri ve bu peygamberleri aracılığı ile bizlere ulaştırdığı
kitapları vasıtasıyla bildirmiş, öğretmiştir.
Bildiğimiz ve iman ettiğimiz gibi, yüce ALLAH insanlara ilk vahyini,
ilk peygamber ve ilk insan olan Hz. Adem (A.S.) vasıtasıyla ulaştırmış,
ilahi vahyin son ve en mükemmel halkasını teşkil eden Kur’an-ı Kerim’i
alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed
Mustafa (A.S.) aracılığı ile bizlere iletmiştir.Rabbimizin insanlığa son
mesajı Kur’an-ı Kerim, O’nunla kulları arasındaki kopmaz ilahi bir bağdır.
Fahr-i Cihan (A.S.) Efendimizin aramızda yaşayan en büyük mucizesidir.
O hem lafzı ve hem de manası ile bir mucizedir. Rabbimiz onun bu özelliğini
İsra Suresi 88. ayette şöyle bildiriyor: “De ki insanlar ve cinler biribirlerine
yardımcı olarak bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya
gelseler, andolsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar” İnsanlığın
idrakine sunulmuş nice ilahi kaynaklı ve insan eseri kitaplar var ki,
hemen hepsi tarihin karanlık sayfaları arasında ya kaybolmuş veya
tahrif edilmiştir. Oysa yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, Rabbimizin
Hicr Suresi 9. ayetteki “O zikri (Kur’an’ı) biz indirdik ve biz onu
koruyacağız.” fermanınca bozulmaktan, kaybolmaktan bizzat İzzet-i
Celali tarafından korunmuştur. Bu sebepledir ki, 1400 küsür yıldan
beri binbir türlü haksızlıklarla Kur’an’ın irşadının önüne geçil meye
çalışılmış, fakat başarılamamıştır. Bu ilahi himaye hiç bir kitaba nasib
olmamıştır. Ondört asrı aşkın bir süredir Mukaddes kitabımız K. Kerim
zamanın, tarihin ve çağların zirvesinde bir güneş gibi parlamış, gerçek
ALLAH kelamı olduğunu ispatlamış, milyarlarca insanın gönlünü ve
ruhunu aydınlatagelmiştir. Yeryüzünde hiç bir kitap onun sunduğu
hizmeti sunmamıştır. İslam dininin bütün insanlığa sunduğu uhrevi ve
dünyevi değerlerin kaynağı odur. Bu ahkam-ı mübinin insanlar üzerindeki
ilahi tesirini hiç kimse inkar edememiştir. Onu kabul etmeyenler bile bu
gerçeği kabul etmek zorunda kalmışlardır. Habib-i Kibriya (A.S.) Efendimiz
tek başına İslam’ın tebliğiyle görevlendirildiğinde, hiç bir maddi kuvvete
dayanmıyor, elinde Kur’an-ı Kerim’den başka dayanağı bulunmuyordu.
O’nun 23 yıl gibi insan hayatında çok kısa sayılan bir süre içindeki göz
kamaştırıcı başarısının sebebini araştıran tarihçiler, bu üstün başarının sırrını
iki sebeple açıklıyor ve diyorlar ki: “Hz. Muhammed (A.S.) önce Kur’an-ı
Kerim gibi bir mucize ile desteklenmişti. Ayrıca O (A.S.) başkalarına
söylediğini, emrettiğini bizzat kendi nefsinde fazlasıyla uygulamış ve yaşamış
dürüst ve samimi bir kişi idi.” Peygamberini örnek alan müminler de, her
zaman Kur’an’la haşır-neşir oldular, okudular, ezberlediler, manasını
anlamaya çalıştılar. O’nunla ibadet ettiler, onun emir ve yasakları
doğrultusunda hayatlarını düzenleyip, öylece yaşamaya gayret gösterdiler.
İşte ALLAH’ın Kelamı, bu canlılığı ile insanların kafalarına ve gönüllerine
güçlü bir şekilde yerleşmiş, biribirlerine düşman milletlerden, ırklardan
ve kültürlerden ahenkli bir toplum meydana getirmiştir. O’nun gelişi ile
çöl insanından medeni bir toplum ortaya çıkmış ve tarihin akışı değişmiştir.
Yine tarih şahittir ki, felsefecilerin nazariyeleri, ahlakçıların asırlardır
süregelen ilmi ve felsefi tecrübeleri küçücük bir insan topluluğunu bile
ahenkli bir toplum haline getirememiş, bir amaç etrafında toplayamamıştır.
Ve en önemlisi, insanlığa adalet, mutluluk ve huzur adına bir şey verememiştir.
Yeryüzünün ilahi vahiyle beslenmeyen hiç bir kesimi, güçler dengesiyle
sağlanan sahte barşın dışında asla huzur da bulamamıştır. Oysa. asırlardır
milyarlarca insan Kur’an’ın cazibe ve aydınlığı ile yollarını bulmuşlar,
O’nun sayesinde ortak gaye etrafında birbirlerine ve ALAH’ın bütün
yarattıklarına sevgi ve saygı duymayı öğrenmişlerdir. Müslümanlar,
Kur’an’ın aydınlığından güç kazandıkça kuvvetli olmuşlar ve neredeyse
dünyanın yarısına hakim olmuşlardır. Bugün, ALLAH’ın insanlığa bu son
mesajının dikkate alınmadığı günümüz dünyasının karşı karşıya kaldığı
yıkımlar ve vahşet, aklı başında herkesi dehşete düşürmekte, sağlanan
başdöndürücü teknolojik gelişmelerin ve yüksek refah düzeyinin insanlığa
huzur getiremediği kabul ve itiraf edilmektedir. Yaradılış gayesini
anlayamamış, yeryüzüne ve içindekilere yaratıcısından dolayı sevgi
duymayı öğrenememiş ruhi tatminsizlik içindeki insanlığın elinde zenginlik
ve teknolojinin, nasıl öldürücü bir silaha dönüştüğü her gün yaşanan örneklerle
dehşetle izlenmektedir. Bu durumda biz ahir zaman müslümanları, belki her
zamankinden daha çok ALLAH’ın Kitabı’na sarılmalı ve oradaki huzur reçetelerini
yaşayışımızla örneklemeliyiz. Hiç bir olumsuz propagandaya kulak vermeden
Yüce Kur’an’ı daha çok okumalı, ehil müfessirlerin açıklamalarından faydala
narak anlamaya çalışmalıyız. Ve en önemlisi, Peygamber varisi rabbani alimler
etrafında kenetlenerek, birlik-beraberlik içinde hem kendi kurtuluşumuz adına,
hem de insanlığa canlı örnek olma adına Kur’an ahlakını yaşamalıyız.
ALLAH’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun
Akıl, düşünme, konuşma, faydayı zararlıdan ayırabilme gibi kabili
yetler vermiş, her biri cihandeğer nimetlerle bedeni ve ruhi varlığımızı
donatmıştır. Dünyayı insana beşik kılmış, uçsuz bucaksız kainatı ve
içindekileri insanın emrine, hizmetine sunmuştur. Yeryüzü ve içindeki
bütün varlıklar insanoğluna itaat ediyor, Toprak, su, hava, hayvanlar,
bitkiler, ay, güneş, yıldızlar, gece ve gündüz... Her şey Cenab-ı Rabbü’l
-Alemin’in yarattığı gaye istikametinde insanlara hizmet veriyor.
Rabbimiz nimetlerini bunlarla da bitirmemiş, hayatın karanlık yollarında
yürürken önümüzü aydınlatmak için uyacağımız iman, ibadet ve ahlak
kurallarını da bildirmiştir. Bunca nimetleri bizlere bahşeden Yüce
Mevlamıza nasıl kulluk edeceğimizi, niçin yaratıldığımızı, nerede
ve ne diye bulunduğumuzu, yolculuğumuzun nereye doğru sürüp
gittiğini, bu dünya ötesinde nelerle karşılaşacağımızı, gönderdiği
peygamberleri ve bu peygamberleri aracılığı ile bizlere ulaştırdığı
kitapları vasıtasıyla bildirmiş, öğretmiştir.
Bildiğimiz ve iman ettiğimiz gibi, yüce ALLAH insanlara ilk vahyini,
ilk peygamber ve ilk insan olan Hz. Adem (A.S.) vasıtasıyla ulaştırmış,
ilahi vahyin son ve en mükemmel halkasını teşkil eden Kur’an-ı Kerim’i
alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed
Mustafa (A.S.) aracılığı ile bizlere iletmiştir.Rabbimizin insanlığa son
mesajı Kur’an-ı Kerim, O’nunla kulları arasındaki kopmaz ilahi bir bağdır.
Fahr-i Cihan (A.S.) Efendimizin aramızda yaşayan en büyük mucizesidir.
O hem lafzı ve hem de manası ile bir mucizedir. Rabbimiz onun bu özelliğini
İsra Suresi 88. ayette şöyle bildiriyor: “De ki insanlar ve cinler biribirlerine
yardımcı olarak bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya
gelseler, andolsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar” İnsanlığın
idrakine sunulmuş nice ilahi kaynaklı ve insan eseri kitaplar var ki,
hemen hepsi tarihin karanlık sayfaları arasında ya kaybolmuş veya
tahrif edilmiştir. Oysa yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, Rabbimizin
Hicr Suresi 9. ayetteki “O zikri (Kur’an’ı) biz indirdik ve biz onu
koruyacağız.” fermanınca bozulmaktan, kaybolmaktan bizzat İzzet-i
Celali tarafından korunmuştur. Bu sebepledir ki, 1400 küsür yıldan
beri binbir türlü haksızlıklarla Kur’an’ın irşadının önüne geçil meye
çalışılmış, fakat başarılamamıştır. Bu ilahi himaye hiç bir kitaba nasib
olmamıştır. Ondört asrı aşkın bir süredir Mukaddes kitabımız K. Kerim
zamanın, tarihin ve çağların zirvesinde bir güneş gibi parlamış, gerçek
ALLAH kelamı olduğunu ispatlamış, milyarlarca insanın gönlünü ve
ruhunu aydınlatagelmiştir. Yeryüzünde hiç bir kitap onun sunduğu
hizmeti sunmamıştır. İslam dininin bütün insanlığa sunduğu uhrevi ve
dünyevi değerlerin kaynağı odur. Bu ahkam-ı mübinin insanlar üzerindeki
ilahi tesirini hiç kimse inkar edememiştir. Onu kabul etmeyenler bile bu
gerçeği kabul etmek zorunda kalmışlardır. Habib-i Kibriya (A.S.) Efendimiz
tek başına İslam’ın tebliğiyle görevlendirildiğinde, hiç bir maddi kuvvete
dayanmıyor, elinde Kur’an-ı Kerim’den başka dayanağı bulunmuyordu.
O’nun 23 yıl gibi insan hayatında çok kısa sayılan bir süre içindeki göz
kamaştırıcı başarısının sebebini araştıran tarihçiler, bu üstün başarının sırrını
iki sebeple açıklıyor ve diyorlar ki: “Hz. Muhammed (A.S.) önce Kur’an-ı
Kerim gibi bir mucize ile desteklenmişti. Ayrıca O (A.S.) başkalarına
söylediğini, emrettiğini bizzat kendi nefsinde fazlasıyla uygulamış ve yaşamış
dürüst ve samimi bir kişi idi.” Peygamberini örnek alan müminler de, her
zaman Kur’an’la haşır-neşir oldular, okudular, ezberlediler, manasını
anlamaya çalıştılar. O’nunla ibadet ettiler, onun emir ve yasakları
doğrultusunda hayatlarını düzenleyip, öylece yaşamaya gayret gösterdiler.
İşte ALLAH’ın Kelamı, bu canlılığı ile insanların kafalarına ve gönüllerine
güçlü bir şekilde yerleşmiş, biribirlerine düşman milletlerden, ırklardan
ve kültürlerden ahenkli bir toplum meydana getirmiştir. O’nun gelişi ile
çöl insanından medeni bir toplum ortaya çıkmış ve tarihin akışı değişmiştir.
Yine tarih şahittir ki, felsefecilerin nazariyeleri, ahlakçıların asırlardır
süregelen ilmi ve felsefi tecrübeleri küçücük bir insan topluluğunu bile
ahenkli bir toplum haline getirememiş, bir amaç etrafında toplayamamıştır.
Ve en önemlisi, insanlığa adalet, mutluluk ve huzur adına bir şey verememiştir.
Yeryüzünün ilahi vahiyle beslenmeyen hiç bir kesimi, güçler dengesiyle
sağlanan sahte barşın dışında asla huzur da bulamamıştır. Oysa. asırlardır
milyarlarca insan Kur’an’ın cazibe ve aydınlığı ile yollarını bulmuşlar,
O’nun sayesinde ortak gaye etrafında birbirlerine ve ALAH’ın bütün
yarattıklarına sevgi ve saygı duymayı öğrenmişlerdir. Müslümanlar,
Kur’an’ın aydınlığından güç kazandıkça kuvvetli olmuşlar ve neredeyse
dünyanın yarısına hakim olmuşlardır. Bugün, ALLAH’ın insanlığa bu son
mesajının dikkate alınmadığı günümüz dünyasının karşı karşıya kaldığı
yıkımlar ve vahşet, aklı başında herkesi dehşete düşürmekte, sağlanan
başdöndürücü teknolojik gelişmelerin ve yüksek refah düzeyinin insanlığa
huzur getiremediği kabul ve itiraf edilmektedir. Yaradılış gayesini
anlayamamış, yeryüzüne ve içindekilere yaratıcısından dolayı sevgi
duymayı öğrenememiş ruhi tatminsizlik içindeki insanlığın elinde zenginlik
ve teknolojinin, nasıl öldürücü bir silaha dönüştüğü her gün yaşanan örneklerle
dehşetle izlenmektedir. Bu durumda biz ahir zaman müslümanları, belki her
zamankinden daha çok ALLAH’ın Kitabı’na sarılmalı ve oradaki huzur reçetelerini
yaşayışımızla örneklemeliyiz. Hiç bir olumsuz propagandaya kulak vermeden
Yüce Kur’an’ı daha çok okumalı, ehil müfessirlerin açıklamalarından faydala
narak anlamaya çalışmalıyız. Ve en önemlisi, Peygamber varisi rabbani alimler
etrafında kenetlenerek, birlik-beraberlik içinde hem kendi kurtuluşumuz adına,
hem de insanlığa canlı örnek olma adına Kur’an ahlakını yaşamalıyız.
ALLAH’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun