Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,637
- Tepki puanı
- 1,007
- Puanları
- 113
- Yaş
- 67
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
KULUN ALLAH'A YAKLAŞMASI
Yaklaşmanın çeşitli yorumları üzerine:
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Secde et ve yaklaş. (Alak: 96/19)
"Allah'tan korkun ve O'na yol arayın. (Maide: 5/35)
"Onların taptıkları da hangisi daha yakındır diye Rablerine (yaklaşmak için) vesile ararlar." (İsra: 17/57) "Eğer o yaklaştırılmış kimselerden ise. (Vakıa: 56/88)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Kim bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir kulaç yaklaşırım.[1]
"Kulum, üzerine farz kıldığım şeyleri eda etmek ka*dar başka hiçbir işle bana daha yakın olamaz. Ve ben onu sevinceye kadar, o, nafilelerle bana yaklaşmaya de*vam eder. [2]
"Onların her birisi birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edildi. (Maide: 5/27)
"Bize ateşin yiyip bitireceği bir kurban getirmedik*çe. (Al-i İmran: 3/183)
gibi ayetlerde geçen "kurban" ve benzeri kelimeler, kulun yapmış olduğu birtakım ilim ve amellerin, kendisinin orta*ya koyduğu bir hareketle ve bir halden bir başka hale geç*mekle meydana geldiğini göstermektedir.
Bununla birlikte ya ruhu ve zatiyla hareket etmekte, ya da etmemektedir. Eğer bunlar harekete geçecek olursa, onun bu hareketi ya Allah'ın (c.c.) zatına veya başka bir şe*fi) Buhari Tevhid: 15, 50 Tevbe: 1; Müslim Zikir: 2, 3,
ye doğrudur. Eğer bu hareket Allah'ın zatına doğru bir ha*reket ise, yüce Allah'ın o kişiye yaklaşması, gitmesi, gelme*si gibi fiiller üzerinde durmak gerekir. Çünkü Allah'ın bu ya*kınlaşması ya kulun yaklaşmasının bir mükafatıdır, ya da yü*ce Allah'ın dünya semasına inmesi gibi şekillerde ortaya çık*ması söz konusudur.
Bu konuda ilk olarak felsefe ile uğraşanların görüşleri*ni ele alalım. Onlar şöyle der: "Ruh bedenin ne içindedir, ne dışındadır. O ne hareket, ne de sükun ile nitelendirilebilir." İslam dinine bağlı olan bazı kimseler de bu konuda felsefe*cilere uymuştur.
Bunlara göre kulun yakınlaşması, nefsindeki birtakım ayıp ve kusurları gidererek, güzel sıfatlar ile onu kemale doğ*ru ulaştırıp Rabbe yaklaşacak hale getirmesi, anlam bakımın*dan ona benzerlik noktasına yaklaştırması demektir. Bunla*ra göre; felsefe, insanın gücü oranında ilaha benzemeye çalışmasıdır. Ruhun hareket etmesi ise imkansızdır.
Meleklerin yakınlığı ile ilgili olarak da aynı şeyleri söy*lerler. Nefsin kusurlarından arındırılarak, kişinin kendisini güzellikler ile donatıp nefsini kemale doğru götürmesini hak kabul etmeleri yanında, bunun ötesini reddetmeleri bir hatadır. Onlar insanın cisminin Rabbin eserlerinin zuhur et*tiği mescitler, semavat, ariflerin bulundukları yerler gibi mekanlara doğru hareket ettiğini kabul ederler.
Bunlara göre Rasulullah'ın (s.a.v.) miracı, sadece kaina*tın gerçeklerinin ona açılması anlamını taşır. Nitekim İbn Si*na ve Aynu'I- Kudat gibi onu izleyenlerle, "el-Metalibu'i-Aliye" adlı eserinde İbnu'l-Hatib gibi kimseler miracı bu şe*kilde yorumlamaktadırlar.
İkinci görüş, Allah'ın (c.c.) Arş'ın üzerinde olmadığını, O'na Arş'ı ve Kürsr yi nisbet etmenin aynı şeyler olduğunu söyleyen, "O alemin ne içinde ve ne de dışındadır." di*yen kelamcıların görüşüdür. Ancak bunlar kulun ve meleklerin hareketliliğini kabul ederek şöyle derler: "Kulun Al*lah'a (c.c.) yakın olması, kişiliğinin Allah (c.c.) katında şerefli olan mekanlara doğru hareketidir. Bu mekanlar ise Se*malar, Hamele-i Arş ve Cennet'tir." Rasulullah'ın (s.a.v.) miracını da bu şekilde açıklarlar. Bunlar ve bunlardan ön*cekiler, kulun bedeninin ibadet esnasında olduğu gibi, şeref*li mekanlara doğru hareket etmesi konusunda görüş birliğin*de olmakla beraber, nefsinin hareketi konusunda anlaşmaz*lık içindedirler.
Birinciler "Nefsin Hareketi"ni onun bir halden bir hale geçmesi anlamında kabul eder ve bir mekandan başka bir mekana geçmesi anlamında kabul etmezler. Aynı şekilde cis*min ve ruhun hareketi konusunda ittifak etmekle birlikte, diğerlerine göre bu hareket, Allah'ın (c.c.) marifetinin fark edildiği gökler, mescitler, Allah'ın (c.c.) velileri, Allah'ın (c.c.) isim ve ayetlerinin tecelli mekanları gibi yerlere doğ*ru hareket şeklindedir.
Üçüncü görüş Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in görüşüdür. Bunlar Allah'ı (c.c.) Arş üzerinde kabul ederler. Arş'ı taşıyanların kendilerinin dışında kalanlara oranla ve üst sema*daki meleklerin, ikinci semadaki meleklere göre Allah'a (c.c.) daha yakın olduğunu, Rasulullah (s.a.v.) semalara miraca çıkınca, miracında ve yükselişinde ilerledikçe daha yakın olduğunu ve Allah'a (c.c.) doğru yükseldiğini, onun sadece bir mahlukuna doğru olmadığını, namaz kılanın ru*hunun secde halinde -bedeni aşağılarda olsa bile- Allah'a (c.c.) yaklaştığını kabul ederler. İşte Kitab'ın nasslannm ifa*de ettiği de budur.
Diğer taraftan "Rabbin kuluna yaklaşması" konusuna gelince: Rabbin yakınlaşması, acaba bu yakınlığın gereklerinden midir? Mesela, haccedilen Beyt, duvar ve dam gibi yerinde hareketsiz duran herhangi bir şeye doğru gittikçe ona yaklaşmış olmak türünden midir, yoksa Rabbin de yaptığı
bir çeşit yakınlık mıdıv? Yani sen. sana doğru hareket etmek*te olan bir şeye yaklaşma halinde olduğun gibi o da sana doğ*ru hareket edip yaklaşır mı: yani sen bir iş yaparken o da baş*ka bir iş mi yapmaktadır? Bu konuda Ehl-i Sünnet'in iki ay*rı görüşü vardır ve bu görüşler bundan önce geçmiş bulunan "Sıfat-ı Fiiliye" kaidesi ile ilgili bulunmaktadır. Nüzul meselesi ve diğer meselelerde olduğu gibi. bu konuda yapıl*ması gereken açıklamalar da bundan önce geçmişti.
Rabbin has kullarına yaklaşıp kalplerine tecelli etmesiy*le ilgili rivayetler bu türdendir. Nitekim İmam Ahmed'in "Zühd" adlı eserinde şu rivayet kaydedilmiştir:
Musa (a.s.) dedi ki: "Rabbim seni nerede bulabilirim?" Rabbi şöyle buyurdu:
"Benim uğrumda kalpleri kırık olanların yanında. Her gün onlara bir karış yaklaşırım. Bu olmasaydı o kalpler yanardı."
Bu tür yakınlaşma, felsefecilerle Cehmiyye'ye göre, O'mın sadece zuhuru ve kulun kalbine tecellisidir. Bu mi*sal (ide)in yakınlaşmasıdır.
Diğer taraftan felsefeciler ruhun hareketini kabul et*mezken. Cehmiyye ruhun yüksek bir mekana doğru hareketinin caiz olduğunu kabul etmektedir. Ehl-i Sünnete göre ise, tecelli ve zuhur ile birlikte, kulun zatı Rabbinin zatına yak*laşır, Allah'ın (c.c.) zatının kula doğru yakınlaşmasının (tlünuv) cevazı konusunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bu görüşleri başka yerde geniş bir şekilde açıkladık.
Kelamcılardan bunu kabul etmeyenlerin görüşüne göre, Rabbin gelmesi ve nüzulü, ancak O'nun kuluna tecellisi ve zuhuru ile olabilir. Buda, kul ile birlikte bulunan batini, ya da zahiri müşahedeyi engelleyen perdelerin kalkması şartına bağlıdır. Nitekim kör. ya da ışıktan gözleri kamaşan bir kimse, körlüğü geçip gözleri açıldığında, güneşi veay'ı gördüğünde: "Güneş ve Ay bana göründü" der. Bu, felsefi-
cilerden, Mutezile ve Eş'ariye'den yakınlaşmayı reddeden*lerin görüşüdür. Şu katlar var ki Eş'ariler, Mutezile'nin ka*bul etmediği bazı konularda rü'yet'i kabul ederler. Araların*da kastettikleri anlamda onlara uyum gösterenler de vardır.[3]
Yaklaşmanın çeşitli yorumları üzerine:
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Secde et ve yaklaş. (Alak: 96/19)
"Allah'tan korkun ve O'na yol arayın. (Maide: 5/35)
"Onların taptıkları da hangisi daha yakındır diye Rablerine (yaklaşmak için) vesile ararlar." (İsra: 17/57) "Eğer o yaklaştırılmış kimselerden ise. (Vakıa: 56/88)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Kim bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir kulaç yaklaşırım.[1]
"Kulum, üzerine farz kıldığım şeyleri eda etmek ka*dar başka hiçbir işle bana daha yakın olamaz. Ve ben onu sevinceye kadar, o, nafilelerle bana yaklaşmaya de*vam eder. [2]
"Onların her birisi birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edildi. (Maide: 5/27)
"Bize ateşin yiyip bitireceği bir kurban getirmedik*çe. (Al-i İmran: 3/183)
gibi ayetlerde geçen "kurban" ve benzeri kelimeler, kulun yapmış olduğu birtakım ilim ve amellerin, kendisinin orta*ya koyduğu bir hareketle ve bir halden bir başka hale geç*mekle meydana geldiğini göstermektedir.
Bununla birlikte ya ruhu ve zatiyla hareket etmekte, ya da etmemektedir. Eğer bunlar harekete geçecek olursa, onun bu hareketi ya Allah'ın (c.c.) zatına veya başka bir şe*fi) Buhari Tevhid: 15, 50 Tevbe: 1; Müslim Zikir: 2, 3,
ye doğrudur. Eğer bu hareket Allah'ın zatına doğru bir ha*reket ise, yüce Allah'ın o kişiye yaklaşması, gitmesi, gelme*si gibi fiiller üzerinde durmak gerekir. Çünkü Allah'ın bu ya*kınlaşması ya kulun yaklaşmasının bir mükafatıdır, ya da yü*ce Allah'ın dünya semasına inmesi gibi şekillerde ortaya çık*ması söz konusudur.
Bu konuda ilk olarak felsefe ile uğraşanların görüşleri*ni ele alalım. Onlar şöyle der: "Ruh bedenin ne içindedir, ne dışındadır. O ne hareket, ne de sükun ile nitelendirilebilir." İslam dinine bağlı olan bazı kimseler de bu konuda felsefe*cilere uymuştur.
Bunlara göre kulun yakınlaşması, nefsindeki birtakım ayıp ve kusurları gidererek, güzel sıfatlar ile onu kemale doğ*ru ulaştırıp Rabbe yaklaşacak hale getirmesi, anlam bakımın*dan ona benzerlik noktasına yaklaştırması demektir. Bunla*ra göre; felsefe, insanın gücü oranında ilaha benzemeye çalışmasıdır. Ruhun hareket etmesi ise imkansızdır.
Meleklerin yakınlığı ile ilgili olarak da aynı şeyleri söy*lerler. Nefsin kusurlarından arındırılarak, kişinin kendisini güzellikler ile donatıp nefsini kemale doğru götürmesini hak kabul etmeleri yanında, bunun ötesini reddetmeleri bir hatadır. Onlar insanın cisminin Rabbin eserlerinin zuhur et*tiği mescitler, semavat, ariflerin bulundukları yerler gibi mekanlara doğru hareket ettiğini kabul ederler.
Bunlara göre Rasulullah'ın (s.a.v.) miracı, sadece kaina*tın gerçeklerinin ona açılması anlamını taşır. Nitekim İbn Si*na ve Aynu'I- Kudat gibi onu izleyenlerle, "el-Metalibu'i-Aliye" adlı eserinde İbnu'l-Hatib gibi kimseler miracı bu şe*kilde yorumlamaktadırlar.
İkinci görüş, Allah'ın (c.c.) Arş'ın üzerinde olmadığını, O'na Arş'ı ve Kürsr yi nisbet etmenin aynı şeyler olduğunu söyleyen, "O alemin ne içinde ve ne de dışındadır." di*yen kelamcıların görüşüdür. Ancak bunlar kulun ve meleklerin hareketliliğini kabul ederek şöyle derler: "Kulun Al*lah'a (c.c.) yakın olması, kişiliğinin Allah (c.c.) katında şerefli olan mekanlara doğru hareketidir. Bu mekanlar ise Se*malar, Hamele-i Arş ve Cennet'tir." Rasulullah'ın (s.a.v.) miracını da bu şekilde açıklarlar. Bunlar ve bunlardan ön*cekiler, kulun bedeninin ibadet esnasında olduğu gibi, şeref*li mekanlara doğru hareket etmesi konusunda görüş birliğin*de olmakla beraber, nefsinin hareketi konusunda anlaşmaz*lık içindedirler.
Birinciler "Nefsin Hareketi"ni onun bir halden bir hale geçmesi anlamında kabul eder ve bir mekandan başka bir mekana geçmesi anlamında kabul etmezler. Aynı şekilde cis*min ve ruhun hareketi konusunda ittifak etmekle birlikte, diğerlerine göre bu hareket, Allah'ın (c.c.) marifetinin fark edildiği gökler, mescitler, Allah'ın (c.c.) velileri, Allah'ın (c.c.) isim ve ayetlerinin tecelli mekanları gibi yerlere doğ*ru hareket şeklindedir.
Üçüncü görüş Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in görüşüdür. Bunlar Allah'ı (c.c.) Arş üzerinde kabul ederler. Arş'ı taşıyanların kendilerinin dışında kalanlara oranla ve üst sema*daki meleklerin, ikinci semadaki meleklere göre Allah'a (c.c.) daha yakın olduğunu, Rasulullah (s.a.v.) semalara miraca çıkınca, miracında ve yükselişinde ilerledikçe daha yakın olduğunu ve Allah'a (c.c.) doğru yükseldiğini, onun sadece bir mahlukuna doğru olmadığını, namaz kılanın ru*hunun secde halinde -bedeni aşağılarda olsa bile- Allah'a (c.c.) yaklaştığını kabul ederler. İşte Kitab'ın nasslannm ifa*de ettiği de budur.
Diğer taraftan "Rabbin kuluna yaklaşması" konusuna gelince: Rabbin yakınlaşması, acaba bu yakınlığın gereklerinden midir? Mesela, haccedilen Beyt, duvar ve dam gibi yerinde hareketsiz duran herhangi bir şeye doğru gittikçe ona yaklaşmış olmak türünden midir, yoksa Rabbin de yaptığı
bir çeşit yakınlık mıdıv? Yani sen. sana doğru hareket etmek*te olan bir şeye yaklaşma halinde olduğun gibi o da sana doğ*ru hareket edip yaklaşır mı: yani sen bir iş yaparken o da baş*ka bir iş mi yapmaktadır? Bu konuda Ehl-i Sünnet'in iki ay*rı görüşü vardır ve bu görüşler bundan önce geçmiş bulunan "Sıfat-ı Fiiliye" kaidesi ile ilgili bulunmaktadır. Nüzul meselesi ve diğer meselelerde olduğu gibi. bu konuda yapıl*ması gereken açıklamalar da bundan önce geçmişti.
Rabbin has kullarına yaklaşıp kalplerine tecelli etmesiy*le ilgili rivayetler bu türdendir. Nitekim İmam Ahmed'in "Zühd" adlı eserinde şu rivayet kaydedilmiştir:
Musa (a.s.) dedi ki: "Rabbim seni nerede bulabilirim?" Rabbi şöyle buyurdu:
"Benim uğrumda kalpleri kırık olanların yanında. Her gün onlara bir karış yaklaşırım. Bu olmasaydı o kalpler yanardı."
Bu tür yakınlaşma, felsefecilerle Cehmiyye'ye göre, O'mın sadece zuhuru ve kulun kalbine tecellisidir. Bu mi*sal (ide)in yakınlaşmasıdır.
Diğer taraftan felsefeciler ruhun hareketini kabul et*mezken. Cehmiyye ruhun yüksek bir mekana doğru hareketinin caiz olduğunu kabul etmektedir. Ehl-i Sünnete göre ise, tecelli ve zuhur ile birlikte, kulun zatı Rabbinin zatına yak*laşır, Allah'ın (c.c.) zatının kula doğru yakınlaşmasının (tlünuv) cevazı konusunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bu görüşleri başka yerde geniş bir şekilde açıkladık.
Kelamcılardan bunu kabul etmeyenlerin görüşüne göre, Rabbin gelmesi ve nüzulü, ancak O'nun kuluna tecellisi ve zuhuru ile olabilir. Buda, kul ile birlikte bulunan batini, ya da zahiri müşahedeyi engelleyen perdelerin kalkması şartına bağlıdır. Nitekim kör. ya da ışıktan gözleri kamaşan bir kimse, körlüğü geçip gözleri açıldığında, güneşi veay'ı gördüğünde: "Güneş ve Ay bana göründü" der. Bu, felsefi-
cilerden, Mutezile ve Eş'ariye'den yakınlaşmayı reddeden*lerin görüşüdür. Şu katlar var ki Eş'ariler, Mutezile'nin ka*bul etmediği bazı konularda rü'yet'i kabul ederler. Araların*da kastettikleri anlamda onlara uyum gösterenler de vardır.[3]