Aşk-ı Hicab
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 15 Şub 2009
- Mesajlar
- 12,148
- Tepki puanı
- 25
- Puanları
- 38
- Yaş
- 40
KULLUKTAN HÜRRİYETE
En yüksek velilik mertebesi olan Allah'a kulluğun diğer bir boyutu “hürriyet”tir. Bu kavra*mın, hakikatte insan olmak ve gerçek manada tevhid (Allah'ı birlemek) ile yakın alakası vardır. Dolayısıyla bir ahtapot gibi ruhu kıskacına alan nefsin esaret zincirle*rini kır*madan, insan ve tevhidin hakikatine ulaşan kâmil bir mümin olabilmenin imkanı yoktur.
Nefse kulluk
Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, “Arzuları benim getirdiğim (İslâm)'a uymadıkça, hiç biriniz (kâmil) mümin olamaz.” buyurmaktadır. ( Nevevî , Kırk Hadis)
Hadis-i şerifte “arzu” diye tercüme edilen “ hevâ ” kelimesi, Allah ve Rasulü'nün emirlerine aykırı olan nefsin hazlarıdır. Diğer bir ifadeyle, vahye ters düşen her türlü duygu, düşünce, kalbî yöneli ş, sevgi ve davranış biçimidir.
Fert, hayatının merkezine bedenini ve hazlarını koyduğu sürece, onların kaynaklarını temin etmekle uğraşır. Ne var ki şehvetler herhangi bir noktada durup mevcut hazlarla yetinmezler. Zira nefsin tatmin olabileceği bir sınır yoktur. Onun hazzı hep yeni olandadır. Bunun için derhal akıl devreye girerek şehvetleri tatmin edecek yeni plânları hazırlar. Aldatma ve hile yollarına başvurur. Bu konuda her türlü ahlâk ölçülerini rahatlıkla feda eder. Hatta hazların tatminine engel olacak şeylere düşman kesilir. Nefsi ne isterse onu yapar, emrine âmâde olur. Başı boş, serbest, kayıtlardan uzak davranmayı öngörür. Bağlılık, disiplin, düzen, ölçü ve murakabeden hoşlanmaz. Böylece, bir hükümdar gibi bedenin kuvvetlerini Allah'ın emirlerine göre yönetmekle görevlendirilen akıl, Hz. Mevlâna'nın buyurduğu gibi, nefse mağlup olarak nefs haline dönüşür.
Şeytana kulluk
Elbette ki nefsin hevâ ve hevesini tahrik eden unsurların başında insan ve cin şeytanlar gelmektedir. Zira Hakk'a giden yolda şeytanın her türlüsü engeldir. İlk insan Hz. Adem'e secde etmemesi yüzünden ilâhi rahmetten uzaklaştırılan şeytan, kıyamete kadar Ademoğullarını saptırmaya çalışacaktır. Halbuki Cenab -ı Hak: “Ey Ademoğulları, şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır diye ben sizinle ahitleşme*dim mi?” (Yâsin, 60) ikazında buyurulduğu üzere insanlardan ahit almıştır.
Şeytanın bir dediğini iki etmeyen, her dediğini yapan kimselerin nefsin yanı sıra şeytana da köle oldukları su götürmez bir gerçektir. Şeytanın, bütün duygu ve düşüncelerini esareti altına aldığı nice insanlar vardır ki, teni batmanlar geldiği halde, kalp ve kafası tartıya giremeyecek kadar değersizdir.
Kula ve maddeye kulluk
Tabii ki, iç dünyasında esir olan ferdin dış dünyada meşgul olacağı şeyler zenginlik, yeme-içme, cinsellik, güç, şöhret, mevki, güzellik gibi hususlar olacaktır. Çünkü bunların her biri beden hazlarının tatmin aracıdır. Güç, şöhret ve mevki, istekleri yerine getirme ve insanların sırtından zengin olma hususunda çok tesirli araçlardır. Zengin ve mevki sahibi insanlara yaltaklanarak köpeklerin katlanabileceği bir mürailikle menfaat elde etmek de böyledir.
Demek ki, hürriyetini kaybeden kimseler, paranın, şöhretin, şehvetin, makam- mevkinin yanı sıra kulların kulu da olabilmektedirler. “Allah'ı bırakıp da bazılarınız bazılarınızı Rab edinmesin!” ( Âl -i İmran, 64) ayet-i kerimesi bu hakikate işaret etmektedir.
Sebeplere kulluk
Kişi, nefsinin hevâ ve arzularına uyduğu sürece gafletten kurtulamaz. Rabbi'nin fiillerini gösteren deliller karşısında ince bir duyuş, feraset ve basiret nurundan mahrum kalır. Hz. Ali r.a .: “Heveslere uymak hakkı görmeyi, hakka uymayı engeller.” buyurmaktadır. O yüzden kâmil bir mürşidden eğitim görse bile, hevâ ve arzularına uymak müridin yolunu keser. Allah'ın fiillerinde fani olmayı engeller. Ruh, nefse tamamen galebe edinceye kadar hayat ve hadiselerin hakikatine bakamaz.
Karagöz oyununda kuklaların hareketine bakan kimsenin perdenin ardındaki gerçek fiil sahibini göremediği gibi, o da alemdeki fiillerin hakiki sahibini göremez. Bütün oluş ve yok oluşları yaratanın Allah olduğuna iman etse de, hadiselerin zuhuru anında bundan gaflet eder. Hal böyle olunca sebepleri hakiki bir fail gibi görmeye başlar. Tarlasını güzelce çapalayıp, ekip suladıktan sonra bunları yeterli görür ve oradan kaldıracağı mahsullerin üzerine onlarca hesap yapar. Orada mahsulü verecek ya da vermeyecek olan Allah Tealâ Hazretleri'ni pek hesaba katmaz. O'na itimat edip dayanmaz. Rabbi'nin fazlından istemez. Ya da rızk hakkında endişeye düşer. Elindeki veya gelmesi muhtemel olan paraya itimat eder.
Halbuki varlıklarda, insan ve bütün yaratıklarda Allah'ın dışında hakiki bir kuvvet ve kudret tevehhüm etmek tevhidde şirktir. Bu, bir nevi sebepleri ilâh yerine koymaktır.
Özgürlük beratı: Allah'a kulluk
İmam-ı Gazalî , İmam Kuşeyrî ve Gavs -ı Bilvanisî Hazretleri'nin tariflerinden çıkan ortak sonuca göre hürriyet: “ Mâsivanın (Allah'tan gayrısının ) esaretinden kurtularak Allah'a kul olmaktır.” Mevzumuzun başında ele alınan hadis-i şerifte istenen de budur. Yani, Hz. Peygamber'in getirdiklerine uymayı his ve heveslere kabul ettirmektir. Allah Tealâ'ya itaat ve ibadet de böylece gerçekleşmiş, hürriyet ve kâmil iman elde edilmiş olur.
Kişi ancak Allah'a kulluk etmekle kendisi gibi olabilir. Hürriyet, insanın olduğu gibi davranması, fıtratını zorlamamasıdır. Zira insanın bütün duygu ve fıtratı buna göre yaratılmıştır. İnsan bir cihaz satın aldığı zaman yanında o cihazın ne için imal edildiğini, nasıl kullanılacağını açıklayan el kitabı verilir. Orada yazılı olan şartlara riayet edilirse cihaz bozulmaz ve ondan verim alınır. Aksi halde arıza yapar ve bir işe yaramaz.
Şayet insan, “Ben Allah'a kulluk etmeyeceğim, hür yaşayacağım!” derse, yine de kul olmaktan kurtu*lamaz. Fakat bu sefer nefsine veya bütünüyle mâsivaya kulluk eder. Kendisi (fıtratının gereği) gibi olamadığı, onu ters çevirdiği için hürriyetini kaybederek tam bir esaret boyunduruğu altına girer
Netice itibarıyla, insanın hakiki hürriyeti sadece ve sadece Cenab -ı Hakk'a kulluktadır. O'na hakiki manada kul olanlar, nefs kafesinden, maddi alemin kayıt ve şartlarından kurtularak hürriyete kavuşurlar. Bu kulluğu nefsine kabul ettiremeyenler ise kendi fani varlığına tutsaklık başta olmak üzere bu alemin binbir kayd ü şartı altında esaret zincirlerine mahkum kalırlar.
En yüksek velilik mertebesi olan Allah'a kulluğun diğer bir boyutu “hürriyet”tir. Bu kavra*mın, hakikatte insan olmak ve gerçek manada tevhid (Allah'ı birlemek) ile yakın alakası vardır. Dolayısıyla bir ahtapot gibi ruhu kıskacına alan nefsin esaret zincirle*rini kır*madan, insan ve tevhidin hakikatine ulaşan kâmil bir mümin olabilmenin imkanı yoktur.
Nefse kulluk
Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, “Arzuları benim getirdiğim (İslâm)'a uymadıkça, hiç biriniz (kâmil) mümin olamaz.” buyurmaktadır. ( Nevevî , Kırk Hadis)
Hadis-i şerifte “arzu” diye tercüme edilen “ hevâ ” kelimesi, Allah ve Rasulü'nün emirlerine aykırı olan nefsin hazlarıdır. Diğer bir ifadeyle, vahye ters düşen her türlü duygu, düşünce, kalbî yöneli ş, sevgi ve davranış biçimidir.
Fert, hayatının merkezine bedenini ve hazlarını koyduğu sürece, onların kaynaklarını temin etmekle uğraşır. Ne var ki şehvetler herhangi bir noktada durup mevcut hazlarla yetinmezler. Zira nefsin tatmin olabileceği bir sınır yoktur. Onun hazzı hep yeni olandadır. Bunun için derhal akıl devreye girerek şehvetleri tatmin edecek yeni plânları hazırlar. Aldatma ve hile yollarına başvurur. Bu konuda her türlü ahlâk ölçülerini rahatlıkla feda eder. Hatta hazların tatminine engel olacak şeylere düşman kesilir. Nefsi ne isterse onu yapar, emrine âmâde olur. Başı boş, serbest, kayıtlardan uzak davranmayı öngörür. Bağlılık, disiplin, düzen, ölçü ve murakabeden hoşlanmaz. Böylece, bir hükümdar gibi bedenin kuvvetlerini Allah'ın emirlerine göre yönetmekle görevlendirilen akıl, Hz. Mevlâna'nın buyurduğu gibi, nefse mağlup olarak nefs haline dönüşür.
Şeytana kulluk
Elbette ki nefsin hevâ ve hevesini tahrik eden unsurların başında insan ve cin şeytanlar gelmektedir. Zira Hakk'a giden yolda şeytanın her türlüsü engeldir. İlk insan Hz. Adem'e secde etmemesi yüzünden ilâhi rahmetten uzaklaştırılan şeytan, kıyamete kadar Ademoğullarını saptırmaya çalışacaktır. Halbuki Cenab -ı Hak: “Ey Ademoğulları, şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır diye ben sizinle ahitleşme*dim mi?” (Yâsin, 60) ikazında buyurulduğu üzere insanlardan ahit almıştır.
Şeytanın bir dediğini iki etmeyen, her dediğini yapan kimselerin nefsin yanı sıra şeytana da köle oldukları su götürmez bir gerçektir. Şeytanın, bütün duygu ve düşüncelerini esareti altına aldığı nice insanlar vardır ki, teni batmanlar geldiği halde, kalp ve kafası tartıya giremeyecek kadar değersizdir.
Kula ve maddeye kulluk
Tabii ki, iç dünyasında esir olan ferdin dış dünyada meşgul olacağı şeyler zenginlik, yeme-içme, cinsellik, güç, şöhret, mevki, güzellik gibi hususlar olacaktır. Çünkü bunların her biri beden hazlarının tatmin aracıdır. Güç, şöhret ve mevki, istekleri yerine getirme ve insanların sırtından zengin olma hususunda çok tesirli araçlardır. Zengin ve mevki sahibi insanlara yaltaklanarak köpeklerin katlanabileceği bir mürailikle menfaat elde etmek de böyledir.
Demek ki, hürriyetini kaybeden kimseler, paranın, şöhretin, şehvetin, makam- mevkinin yanı sıra kulların kulu da olabilmektedirler. “Allah'ı bırakıp da bazılarınız bazılarınızı Rab edinmesin!” ( Âl -i İmran, 64) ayet-i kerimesi bu hakikate işaret etmektedir.
Sebeplere kulluk
Kişi, nefsinin hevâ ve arzularına uyduğu sürece gafletten kurtulamaz. Rabbi'nin fiillerini gösteren deliller karşısında ince bir duyuş, feraset ve basiret nurundan mahrum kalır. Hz. Ali r.a .: “Heveslere uymak hakkı görmeyi, hakka uymayı engeller.” buyurmaktadır. O yüzden kâmil bir mürşidden eğitim görse bile, hevâ ve arzularına uymak müridin yolunu keser. Allah'ın fiillerinde fani olmayı engeller. Ruh, nefse tamamen galebe edinceye kadar hayat ve hadiselerin hakikatine bakamaz.
Karagöz oyununda kuklaların hareketine bakan kimsenin perdenin ardındaki gerçek fiil sahibini göremediği gibi, o da alemdeki fiillerin hakiki sahibini göremez. Bütün oluş ve yok oluşları yaratanın Allah olduğuna iman etse de, hadiselerin zuhuru anında bundan gaflet eder. Hal böyle olunca sebepleri hakiki bir fail gibi görmeye başlar. Tarlasını güzelce çapalayıp, ekip suladıktan sonra bunları yeterli görür ve oradan kaldıracağı mahsullerin üzerine onlarca hesap yapar. Orada mahsulü verecek ya da vermeyecek olan Allah Tealâ Hazretleri'ni pek hesaba katmaz. O'na itimat edip dayanmaz. Rabbi'nin fazlından istemez. Ya da rızk hakkında endişeye düşer. Elindeki veya gelmesi muhtemel olan paraya itimat eder.
Halbuki varlıklarda, insan ve bütün yaratıklarda Allah'ın dışında hakiki bir kuvvet ve kudret tevehhüm etmek tevhidde şirktir. Bu, bir nevi sebepleri ilâh yerine koymaktır.
Özgürlük beratı: Allah'a kulluk
İmam-ı Gazalî , İmam Kuşeyrî ve Gavs -ı Bilvanisî Hazretleri'nin tariflerinden çıkan ortak sonuca göre hürriyet: “ Mâsivanın (Allah'tan gayrısının ) esaretinden kurtularak Allah'a kul olmaktır.” Mevzumuzun başında ele alınan hadis-i şerifte istenen de budur. Yani, Hz. Peygamber'in getirdiklerine uymayı his ve heveslere kabul ettirmektir. Allah Tealâ'ya itaat ve ibadet de böylece gerçekleşmiş, hürriyet ve kâmil iman elde edilmiş olur.
Kişi ancak Allah'a kulluk etmekle kendisi gibi olabilir. Hürriyet, insanın olduğu gibi davranması, fıtratını zorlamamasıdır. Zira insanın bütün duygu ve fıtratı buna göre yaratılmıştır. İnsan bir cihaz satın aldığı zaman yanında o cihazın ne için imal edildiğini, nasıl kullanılacağını açıklayan el kitabı verilir. Orada yazılı olan şartlara riayet edilirse cihaz bozulmaz ve ondan verim alınır. Aksi halde arıza yapar ve bir işe yaramaz.
Şayet insan, “Ben Allah'a kulluk etmeyeceğim, hür yaşayacağım!” derse, yine de kul olmaktan kurtu*lamaz. Fakat bu sefer nefsine veya bütünüyle mâsivaya kulluk eder. Kendisi (fıtratının gereği) gibi olamadığı, onu ters çevirdiği için hürriyetini kaybederek tam bir esaret boyunduruğu altına girer
Netice itibarıyla, insanın hakiki hürriyeti sadece ve sadece Cenab -ı Hakk'a kulluktadır. O'na hakiki manada kul olanlar, nefs kafesinden, maddi alemin kayıt ve şartlarından kurtularak hürriyete kavuşurlar. Bu kulluğu nefsine kabul ettiremeyenler ise kendi fani varlığına tutsaklık başta olmak üzere bu alemin binbir kayd ü şartı altında esaret zincirlerine mahkum kalırlar.