paradise_angel
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 15 Şub 2007
- Mesajlar
- 300
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
Kullanma Kılavuzumuz
Bir cihaz, ancak onu imal edenin hazırladığı kullanma kılavuzuna göre kullanıldığında sağlıklı çalışır ve ondan en yüksek verim alınır. Eğer kullanma talimatına riayet edilmezse kısa sürede alet bozulur, hem hiçbir netice vermez hale gelir.
İnsan bedeni ne kadar harika ve san’atlı yaratılmış ki, tıp ilmi asırlardır –binlerce tıp uzmanının ortak çabasıyla- ilerlediği halde hala bir çok organın ne işe yaradığı bile tam olarak bilinemiyor, daha bir çok hastalığa da çare bulunamamış. İşte Cenabı Hakk’ın kudretinin bir mu’cizesi ki, Allah’ın yarattığı insanın, değil bir benzerini yaratmak, belki yaratmış olduğunu tedavi etmekten bile aciz kalıyor insanlık.
Fakat insanın bedenden başka bir de manevi, ruhi yönü vardır ki, maddi yönünden çok daha yüksek bir ilim ve san’atın eseri. İnsanda akıl, kalp, ruh gibi manevi unsurlar yanında; inat etmek, hırs ve geleceğini endişe etmek gibi çok sayıda hissiyat mevcuttur. Her birisi mükemmel birer cihaz olan bu hissiyatlar da insanın manevi bedeninin organları hükmündedirler.
Peki insan Allah’ın kendi bedenine taktığı o cihazları nasıl kullanmalı ki, onlar sağlıklı bir şekilde iş görsünler ve onlardan en yüksek netice alınsın? İşte “Nasıl kullanmalı” sorusuna her akıllı insanın vereceği cevap elbette, “kullanma kılavuzuna göre” olmalıdır.
İnsanı yaratan kim ise, onun hayat kanunu, yarattığı bedenin çalışma programını, nasıl kullanılırsa o cihazlardan en yüksek netice alınacağını bilen de elbette O’dur. Onun ortaya koyduğu hayat kanunları da insanın maddi -manevi hayatının sağlıklı ve huzurlu çalışmasının yolunu gösterir. Madem insanı yaratan Allah’tır. O halde insanı her yönüyle tanıyan, onun sağlıklı ve huzurlu yaşamasının kurallarını da en iyi bilen elbette Allah’tır. Öyleyse insanın sağlık ve huzurunu temin edecek kanunlar, ancak Yaratanın kanunları, yani Onun emir ve yasaklarından oluşan İslamiyet’tir.
İnsana verilen her bir cihaz birer sermaye olarak verilmiştir ki, insan onu meşru dairede kullanarak ahiretini kazansın. Bunun için de Cenabı Hak bizlere emir ve yasaklarını bildirerek bu cihazlarımızı (hissiyatımızı) nasıl kullanacağımızı gösteriyor. Bize her alanda istikameti (hayatımızın kullanma talimatını) gösteren İslamiyet bu alanda da hissiyatımızı meşru mecralarına sevk ediyor. Böylece, kullanma kılavuzundaki talimatlara uygun olarak kulllanıp, onların bu dünyada sağlıklı çalışmalarını, yine ahirette de en yüksek neticeyi vermesini sağlıyor. Dünyada beden ve ruh sağlığı beraberinde tam bir kalbi huzur, ahirette de ebedi bir saadet, hissiyatı talimatına göre kullanmak sayesinde elde ediliyor.
Mesela, inat etmek hissi her insanda az veya çok vardır. Eğer nefis adına lüzumsuz işlerde veya haram işlerde kullanılsa ne kadar çirkin bir davranıştır. İnsana çok şey kaybettirir. Fakat inat etmek hissi Allah namına hayırlı ve lüzumlu işlerde kullanılsa o zaman bunun adı hak’da kuvvetli sebat etmek olur ki, büyük bir fazilettir. Mü’minlerle olan münasebetlerde, düşmanlıkta ısrar etmek çirkin bir inat iken, kardeşlikte, muhabbette ısrar etmek ise fazilettir.
Hırs eğer nefis namına, fani ve fuzuli şeylere karşı olsa insana hiçbir şey kazandırmaz. Tilki gibi her tarafa koşar ama eline hiçbir şey geçmez. Fakat aynı his, hayırlı işlere sarf edilirse, yorulmaz, sarsılmaz bir gayreti insana kazandırır. Bu gayret insanı cennete kadar götürür. Kulluk vazifesini ihmal ederek çok çalışan insan hırslıdır. Fakat hem dini vazifelerini aksatmayan hem dünyasını ihmal etmeyen ama tembelliğe de hiç tamamül edemeyen insan, gayretli bir insandır, bu ise bir fazilettir.
Her insanda “gelecek endişesi” yani, “yarın ne olacağım, nasıl geçineceğim” düşüncesi vardır. Halbuki, yarına çıkmaya hiçbir garanti yok, hem Allah her canlının ölmeyecek kadar olan rızkını vermeyi garanti etmiştir. Şu halde dünyevi istikbal için çok da fazla endişeye gerek yok, tevekkül ve Allah’ın va’dine itimat etmek yeterlidir. Fakat, gelecek endişesi, ahiretini düşünsün de ona göre hazırlansın diye insana verilmiştir. Çünkü ebedi saadet, garanti altına alınmış değildir. Her insan için, ölüm, kabir, mahşer, sırat, mahkeme-i kübra birer istikbaldir. Bu his, insan ebedi istikbalini düşünsün, acaba ölüme hazır mıyım? kabirde halim ne olacak? mahşerde peygamberimizi bulabilecek miyim? sıratı geçebilecek ve mahkemede hesabı düzgün verebilecek miyim? diye düşünmesi için verilmiştir. Yani ahiret yarınını düşünüp, ebedi saadeti kazanmak için verilmiştir.
İşte bunlar gibi her insana çok sayıda hissiyat verilmiştir ki, insan onları doğru kullanıp, onlarla karlı bir ticaret yaparak hem dünya saadetini hem de ebedi saadetini kazansın. Onların doğru kullanma kılavuzu ve onlarla en güzel bir ticaret yapmanın yolu ise, İslamiyet olduğu için, ahiret saadetinin olduğu gibi, dünya saadetinin de biricik vesilesi İslamiyet’tir. Çünkü İslamiyet, Allah’ın kendi yarattığı insan için düsturlarını koyduğu bir tek kullanma kılavuzudur. Demek İslamiyet haricinde hiçbir bir hayat nizamında saadet yoktur.
SELAMETLE ALLAH A EMANET OLUN...
Bir cihaz, ancak onu imal edenin hazırladığı kullanma kılavuzuna göre kullanıldığında sağlıklı çalışır ve ondan en yüksek verim alınır. Eğer kullanma talimatına riayet edilmezse kısa sürede alet bozulur, hem hiçbir netice vermez hale gelir.
İnsan bedeni ne kadar harika ve san’atlı yaratılmış ki, tıp ilmi asırlardır –binlerce tıp uzmanının ortak çabasıyla- ilerlediği halde hala bir çok organın ne işe yaradığı bile tam olarak bilinemiyor, daha bir çok hastalığa da çare bulunamamış. İşte Cenabı Hakk’ın kudretinin bir mu’cizesi ki, Allah’ın yarattığı insanın, değil bir benzerini yaratmak, belki yaratmış olduğunu tedavi etmekten bile aciz kalıyor insanlık.
Fakat insanın bedenden başka bir de manevi, ruhi yönü vardır ki, maddi yönünden çok daha yüksek bir ilim ve san’atın eseri. İnsanda akıl, kalp, ruh gibi manevi unsurlar yanında; inat etmek, hırs ve geleceğini endişe etmek gibi çok sayıda hissiyat mevcuttur. Her birisi mükemmel birer cihaz olan bu hissiyatlar da insanın manevi bedeninin organları hükmündedirler.
Peki insan Allah’ın kendi bedenine taktığı o cihazları nasıl kullanmalı ki, onlar sağlıklı bir şekilde iş görsünler ve onlardan en yüksek netice alınsın? İşte “Nasıl kullanmalı” sorusuna her akıllı insanın vereceği cevap elbette, “kullanma kılavuzuna göre” olmalıdır.
İnsanı yaratan kim ise, onun hayat kanunu, yarattığı bedenin çalışma programını, nasıl kullanılırsa o cihazlardan en yüksek netice alınacağını bilen de elbette O’dur. Onun ortaya koyduğu hayat kanunları da insanın maddi -manevi hayatının sağlıklı ve huzurlu çalışmasının yolunu gösterir. Madem insanı yaratan Allah’tır. O halde insanı her yönüyle tanıyan, onun sağlıklı ve huzurlu yaşamasının kurallarını da en iyi bilen elbette Allah’tır. Öyleyse insanın sağlık ve huzurunu temin edecek kanunlar, ancak Yaratanın kanunları, yani Onun emir ve yasaklarından oluşan İslamiyet’tir.
İnsana verilen her bir cihaz birer sermaye olarak verilmiştir ki, insan onu meşru dairede kullanarak ahiretini kazansın. Bunun için de Cenabı Hak bizlere emir ve yasaklarını bildirerek bu cihazlarımızı (hissiyatımızı) nasıl kullanacağımızı gösteriyor. Bize her alanda istikameti (hayatımızın kullanma talimatını) gösteren İslamiyet bu alanda da hissiyatımızı meşru mecralarına sevk ediyor. Böylece, kullanma kılavuzundaki talimatlara uygun olarak kulllanıp, onların bu dünyada sağlıklı çalışmalarını, yine ahirette de en yüksek neticeyi vermesini sağlıyor. Dünyada beden ve ruh sağlığı beraberinde tam bir kalbi huzur, ahirette de ebedi bir saadet, hissiyatı talimatına göre kullanmak sayesinde elde ediliyor.
Mesela, inat etmek hissi her insanda az veya çok vardır. Eğer nefis adına lüzumsuz işlerde veya haram işlerde kullanılsa ne kadar çirkin bir davranıştır. İnsana çok şey kaybettirir. Fakat inat etmek hissi Allah namına hayırlı ve lüzumlu işlerde kullanılsa o zaman bunun adı hak’da kuvvetli sebat etmek olur ki, büyük bir fazilettir. Mü’minlerle olan münasebetlerde, düşmanlıkta ısrar etmek çirkin bir inat iken, kardeşlikte, muhabbette ısrar etmek ise fazilettir.
Hırs eğer nefis namına, fani ve fuzuli şeylere karşı olsa insana hiçbir şey kazandırmaz. Tilki gibi her tarafa koşar ama eline hiçbir şey geçmez. Fakat aynı his, hayırlı işlere sarf edilirse, yorulmaz, sarsılmaz bir gayreti insana kazandırır. Bu gayret insanı cennete kadar götürür. Kulluk vazifesini ihmal ederek çok çalışan insan hırslıdır. Fakat hem dini vazifelerini aksatmayan hem dünyasını ihmal etmeyen ama tembelliğe de hiç tamamül edemeyen insan, gayretli bir insandır, bu ise bir fazilettir.
Her insanda “gelecek endişesi” yani, “yarın ne olacağım, nasıl geçineceğim” düşüncesi vardır. Halbuki, yarına çıkmaya hiçbir garanti yok, hem Allah her canlının ölmeyecek kadar olan rızkını vermeyi garanti etmiştir. Şu halde dünyevi istikbal için çok da fazla endişeye gerek yok, tevekkül ve Allah’ın va’dine itimat etmek yeterlidir. Fakat, gelecek endişesi, ahiretini düşünsün de ona göre hazırlansın diye insana verilmiştir. Çünkü ebedi saadet, garanti altına alınmış değildir. Her insan için, ölüm, kabir, mahşer, sırat, mahkeme-i kübra birer istikbaldir. Bu his, insan ebedi istikbalini düşünsün, acaba ölüme hazır mıyım? kabirde halim ne olacak? mahşerde peygamberimizi bulabilecek miyim? sıratı geçebilecek ve mahkemede hesabı düzgün verebilecek miyim? diye düşünmesi için verilmiştir. Yani ahiret yarınını düşünüp, ebedi saadeti kazanmak için verilmiştir.
İşte bunlar gibi her insana çok sayıda hissiyat verilmiştir ki, insan onları doğru kullanıp, onlarla karlı bir ticaret yaparak hem dünya saadetini hem de ebedi saadetini kazansın. Onların doğru kullanma kılavuzu ve onlarla en güzel bir ticaret yapmanın yolu ise, İslamiyet olduğu için, ahiret saadetinin olduğu gibi, dünya saadetinin de biricik vesilesi İslamiyet’tir. Çünkü İslamiyet, Allah’ın kendi yarattığı insan için düsturlarını koyduğu bir tek kullanma kılavuzudur. Demek İslamiyet haricinde hiçbir bir hayat nizamında saadet yoktur.
SELAMETLE ALLAH A EMANET OLUN...