HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
KÜFÜR İLE YÖNETMEK
Din kemale erdi ve İslâm nimeti tamamlandı. Artık Allah’ın sözlerinde değişme olmaz. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Senin Rabbinin sözleri doğru ve güvenilir şekilde tamamlandı. Artık Allah’ın sözlerinde bir değiştirme olmaz. (Allah) işiten ve her şeyi bilendir.”
Allah’ın kullarına verdiği en büyük nimet, kendileri için dinlerini kemale erdirmesi, İslâm’ı tamamlaması, onlar adına her türlü değişikliğe karşı Kur'an'ı korumasıdır. Şöyle buyurmuştur:
“Bu Kur’an’ı biz indirdik ve biz koruyacağız.”
İnsanların lehine veya aleyhine delil olması için Kıyamet gününe kadar Allahu Teâla Kur'an'ı korumuştur.
Gökten yere gelen en son risaleti alarak insanlara ulaştıran hayrın kulağı olan Rasulullah (s.a.v.)'in risaletinin mirasçısı müslümanlar; Kur’an’a hakkıyla bağlanarak, emredildikleri gibi Sünnete dişleriyle sarılıp koruyarak, Rasulullah (s.a.v.) ve sahabelerin (r.a.) üzerine bulundukları hali tekrar canlandırarak. bu görevi en hayırlı bir şekilde yerine getirmeleri gerekir. Bununla ilgili deliller birbirlerini izlemektedir.
Müslümanlar daveti yüklenirken diğer ümmetlerle temas edince; akla ve fıtrata uygun olan hanif dinlerini diğerlerine gösterince, diğer ümmetler de kendilerini savunma açısından olsa da kendi dinlerini müslümanlara arz ediyorlardı. Netice olarak, bazı müslümanlar hissetmeden diğerlerinden etkileniyorlardı. Bu durumun ise davette ve İslâm’ı anlamada olumsuz etki bırakıyordu. Ancak bir müddet geçer geçmez, müslüman alimler bu durumun farkına vardılar ve dinden olmayıp da dine karışan şeyleri araştırıp atmaya başladılar. Tahrifi ve tağyiri önlediler, sahte konuları çürüttüler ve böylece dini tekrar aydınlığına döndürdüler. Müslümanların hayır ve şer arasında gidip gelişleri bugün yaşadığımız şerre gelinceye kadar devam etti. Peki bu şerden kurtuluş nasıl olacak?
Bugünkü durumumuz, İslâm’ın ilk seyrine dönebilmemiz için ilk dönemlerde yaşanan salah sebeplerine dönmemizi gerektirmektedir.
İslâm’ı her şaibeden ve kendisinden olmayandan arındırmak, her tahrifatı üzerinden uzaklaştırmak ve her sahte fikirden temizlemek için, Batının bize kazandırdığı "bozuk zihniyetten" kurtulmalıyız. Bu zihniyet yüzünden davanın işlerini menfaata, heva ve hevese göre kıyas ediyor, menfaata, heva ve hevese uygun olanı alıp ve ters geleni terk ediyoruz. Ardından da görüşlerimize uyması için şeriatın nasslarını te’vil ediyoruz. Kafamıza göre salih gördüğümüz görüşlere şer’i deliller arayıp uydurmaya çalışıyoruz. Halbuki doğru İslâmî zihniyet, emrin yalnız Allah’a ait olduğunu kabul etme esasına dayanır. Sahih İslâmi zihniyete göre, Allah’ın hükmünü anlamaya çalışırken eğilimlerimizi, zevklerimizi ve arzularımızı buna katamayız. Heva ve heveslerimizi hakem kılamayız. Düşmanlardan korkmayı, insanların bizden uzaklaşmasına dair endişeyi, yöneticilerinin dine rağbet göstermemelerinin, şartların ve durumların anlayışımızı etkilemesine izin veremeyiz. Menfaatı ve maslahatı kesinlikle ölçü alamayız. Bütün bunlar, davanın yükünü hafifletmek ve müslümanlara kolaylık getirmek amacıyla, davayı yüklenenler için birer bahane olamaz. Allahu Teâla, her şeyi bilen ve duyandır. İnsanların fıtratını, muhtaç oldukları şeyleri, yapabileceklerini, içerisinde yaşadıkları şartları, düşmanlarının kimler olduğunu, düşmanlarına karşı nasıl tavır takınmaları gerektiği gibi daha birçok şeyi en iyi bilen yalnız Allah’tır.
Daha önce gösterdiğimiz, içtihadın tek sahih yolu; önce tedavi edilecek olayı derin şekilde kavramak ve ondan sonra buna delâlet eden şer’i nassları ve delâletleri incelemektir. Bu şekilde hareket etmek bizi, karşılaşılan problem hakkında Allah’ın hükmünü öğrenmeye götürür. Bu metodu takip ettiğimiz zaman şöyle demiş gibi oluruz: “Bizim yaşadığımız vakıa ve olay, durumlar ve şartlar, çektiğimiz meşakkat ve zorluklar ve bunlarla ilgili gördüğümüz maslahat, Allah’ın hükmüdür.” Böylece Allah ve Rasulünün önüne geçmiş oluruz. Oysa Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasulü’nün önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah işiten ve bilendir.”
“Allah ve Rasulü bir hüküm verirse, erkek olsun kadın olsun mü’min için başka seçenek yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse, apaçık sapıklığa düşmüş olur.”
Şüphesiz ki bu iki zihniyet arasındaki fark, müslümanların içinde yaşadıkları ortamları tedavi edecek hükümleri anlamada birbirinden uzaklaşmalarına yol açmıştır.
Üstelik Batı fikirlerinden etkilenen zihniyet, bazı kesin delilleri iptale uğratmıştır. Şartlar, durumlar, maslahat ve zararı önlemek bahanesiyle başka yasalara müracaat edip bu yasalar İslâm hükümlerine tercih edilmiştir. Örneğin Ribanın (faizin) hükmü kesin olarak haramdır. Bununla ilgili ayetler ve sözlerin tevili mümkün değildir ve illetten uzaktır. Buna rağmen sözünü ettiğimiz zihniyet, durumları ve şartları dikkate almak, menfaatı celbetmek ve mefsedeti (zararı) def etmek bahanesi ile faizi helâl kılmıştır.
Islm'a Davet - KFR LE YNETMEK
Din kemale erdi ve İslâm nimeti tamamlandı. Artık Allah’ın sözlerinde değişme olmaz. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Senin Rabbinin sözleri doğru ve güvenilir şekilde tamamlandı. Artık Allah’ın sözlerinde bir değiştirme olmaz. (Allah) işiten ve her şeyi bilendir.”
Allah’ın kullarına verdiği en büyük nimet, kendileri için dinlerini kemale erdirmesi, İslâm’ı tamamlaması, onlar adına her türlü değişikliğe karşı Kur'an'ı korumasıdır. Şöyle buyurmuştur:
“Bu Kur’an’ı biz indirdik ve biz koruyacağız.”
İnsanların lehine veya aleyhine delil olması için Kıyamet gününe kadar Allahu Teâla Kur'an'ı korumuştur.
Gökten yere gelen en son risaleti alarak insanlara ulaştıran hayrın kulağı olan Rasulullah (s.a.v.)'in risaletinin mirasçısı müslümanlar; Kur’an’a hakkıyla bağlanarak, emredildikleri gibi Sünnete dişleriyle sarılıp koruyarak, Rasulullah (s.a.v.) ve sahabelerin (r.a.) üzerine bulundukları hali tekrar canlandırarak. bu görevi en hayırlı bir şekilde yerine getirmeleri gerekir. Bununla ilgili deliller birbirlerini izlemektedir.
Müslümanlar daveti yüklenirken diğer ümmetlerle temas edince; akla ve fıtrata uygun olan hanif dinlerini diğerlerine gösterince, diğer ümmetler de kendilerini savunma açısından olsa da kendi dinlerini müslümanlara arz ediyorlardı. Netice olarak, bazı müslümanlar hissetmeden diğerlerinden etkileniyorlardı. Bu durumun ise davette ve İslâm’ı anlamada olumsuz etki bırakıyordu. Ancak bir müddet geçer geçmez, müslüman alimler bu durumun farkına vardılar ve dinden olmayıp da dine karışan şeyleri araştırıp atmaya başladılar. Tahrifi ve tağyiri önlediler, sahte konuları çürüttüler ve böylece dini tekrar aydınlığına döndürdüler. Müslümanların hayır ve şer arasında gidip gelişleri bugün yaşadığımız şerre gelinceye kadar devam etti. Peki bu şerden kurtuluş nasıl olacak?
Bugünkü durumumuz, İslâm’ın ilk seyrine dönebilmemiz için ilk dönemlerde yaşanan salah sebeplerine dönmemizi gerektirmektedir.
İslâm’ı her şaibeden ve kendisinden olmayandan arındırmak, her tahrifatı üzerinden uzaklaştırmak ve her sahte fikirden temizlemek için, Batının bize kazandırdığı "bozuk zihniyetten" kurtulmalıyız. Bu zihniyet yüzünden davanın işlerini menfaata, heva ve hevese göre kıyas ediyor, menfaata, heva ve hevese uygun olanı alıp ve ters geleni terk ediyoruz. Ardından da görüşlerimize uyması için şeriatın nasslarını te’vil ediyoruz. Kafamıza göre salih gördüğümüz görüşlere şer’i deliller arayıp uydurmaya çalışıyoruz. Halbuki doğru İslâmî zihniyet, emrin yalnız Allah’a ait olduğunu kabul etme esasına dayanır. Sahih İslâmi zihniyete göre, Allah’ın hükmünü anlamaya çalışırken eğilimlerimizi, zevklerimizi ve arzularımızı buna katamayız. Heva ve heveslerimizi hakem kılamayız. Düşmanlardan korkmayı, insanların bizden uzaklaşmasına dair endişeyi, yöneticilerinin dine rağbet göstermemelerinin, şartların ve durumların anlayışımızı etkilemesine izin veremeyiz. Menfaatı ve maslahatı kesinlikle ölçü alamayız. Bütün bunlar, davanın yükünü hafifletmek ve müslümanlara kolaylık getirmek amacıyla, davayı yüklenenler için birer bahane olamaz. Allahu Teâla, her şeyi bilen ve duyandır. İnsanların fıtratını, muhtaç oldukları şeyleri, yapabileceklerini, içerisinde yaşadıkları şartları, düşmanlarının kimler olduğunu, düşmanlarına karşı nasıl tavır takınmaları gerektiği gibi daha birçok şeyi en iyi bilen yalnız Allah’tır.
Daha önce gösterdiğimiz, içtihadın tek sahih yolu; önce tedavi edilecek olayı derin şekilde kavramak ve ondan sonra buna delâlet eden şer’i nassları ve delâletleri incelemektir. Bu şekilde hareket etmek bizi, karşılaşılan problem hakkında Allah’ın hükmünü öğrenmeye götürür. Bu metodu takip ettiğimiz zaman şöyle demiş gibi oluruz: “Bizim yaşadığımız vakıa ve olay, durumlar ve şartlar, çektiğimiz meşakkat ve zorluklar ve bunlarla ilgili gördüğümüz maslahat, Allah’ın hükmüdür.” Böylece Allah ve Rasulünün önüne geçmiş oluruz. Oysa Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasulü’nün önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah işiten ve bilendir.”
“Allah ve Rasulü bir hüküm verirse, erkek olsun kadın olsun mü’min için başka seçenek yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse, apaçık sapıklığa düşmüş olur.”
Şüphesiz ki bu iki zihniyet arasındaki fark, müslümanların içinde yaşadıkları ortamları tedavi edecek hükümleri anlamada birbirinden uzaklaşmalarına yol açmıştır.
Üstelik Batı fikirlerinden etkilenen zihniyet, bazı kesin delilleri iptale uğratmıştır. Şartlar, durumlar, maslahat ve zararı önlemek bahanesiyle başka yasalara müracaat edip bu yasalar İslâm hükümlerine tercih edilmiştir. Örneğin Ribanın (faizin) hükmü kesin olarak haramdır. Bununla ilgili ayetler ve sözlerin tevili mümkün değildir ve illetten uzaktır. Buna rağmen sözünü ettiğimiz zihniyet, durumları ve şartları dikkate almak, menfaatı celbetmek ve mefsedeti (zararı) def etmek bahanesi ile faizi helâl kılmıştır.
Islm'a Davet - KFR LE YNETMEK