KÜÇÜKTÜ ÖNEMSEMEDİM, BÜYÜDÜ HALLEDEMEDİM
Herbir günah, insan bünyesini tehdit eden, zehirleyen ve zamanla öldüren bir akrep ve bir yılan gibidir. Şu kadar ki, akrep ve yılan insanın maddi bünyesini, günahlar ise insanın mahiyet ve hüviyetini yani aklını, ruhunu ve kalbini öldürmekte ve ebediyyen mahvetmektedir.
Öyle ise insan akrep ve yılandan, küçük büyük demeden sakınmasından ziyade, günah ve hatalardan küçük büyük demeden kaçınmalı ve onlardan uzak durmalıdır.
Ebu Hureyre şu hadimseyi naklediyor:
Muaz bin Cebel hıçkırıklar içinde Rasullah'ın (sav) huzuruna girdi.
Rasullullah (sav):
-Ya Muaz niçin ağlıyorsun? diye sorduğunda, muaz bin Cebel (r.a.) şöyle dedi.
-Ya Rasullallah kapıda cesedi ter-ü taze, rengi pırıl pırıl, elbisesi tertemiz, şemaili gayet güzel bir delikanlı var, çocuğunu kaybeden lbir annenin ağlayışı gibi gençliğine ve gençlik yüzünden başına gelenlere ağlıyor. Ve yanınıza girmek istiyor.
Rasulullah (sav) şöyle buyurdular:
-Ey Muaz, delikanlıyı içeriye al. Onu kapıda bekletme.
Hazreti Muaz delikanlıyı içeriye alınca Rasulullah o delikanlıya:
-Ey delikanlı niçin ağlıyorsun? Seni böyle ağlatan nedir? diye sorduğunda, delikanlı şöyle cevap verdi.
-Ya Rasulallah nasıl ağlamayayım. Ben öylesine günahlar irtikap ettim ki, onların birisi yüzünden bile hesaba çekilecek olsam o tek günah dahi beni cehennemde uzun bir müddet bırakır. Hem de öyle zannediyor ve korkuyorum ki herhalde ben hesaba çekilecek ve muaheze edileceğim...
Bu cevaptan sonra delikanlının başka bir şey demeye mecali kalmadmı. Oradan ağlayarak çıktı. Medine dağlarından birine gitti. Gözden kayboldu, eski bir yün elbisesi giyip elini boynuna demir kelepçeyle bağladı ve niyaza ve yalvarmaya başladı:
-Ey benim ilahım, Seyyidim ve Mevlam olan Allah'ım, işte şu boynu tasmalı, eli kelepçeli ve ayağı prangalı olan yani bir esir ve yakalanan bir kaçak gibi demirler içinde huzurunda bulunan BEHLÜL BİN ZEEYB, günahlarını itiraf etmektedir.
Hiç mümkün müdür ki, kul, Mevlasına böylesine samimi ve ibret verici mahiyetle günahını itiraf etsin, afv ve merhamet dilensin de, Yüce Mevla kuluna merhamet etmesin.
Kanaat ve imanımız, Yüce Mevlanın böylesine ciddi ve samimi itiraf ve itirazları baışlayacağı merkezindedir.
Fitne ve fesadın, küfür ve isyanın her tarafta gayet yaygın olduğu zamanımızda, pek çok müslüman genç kardeşlerimiz, elinde olmadan, nefsine veya hissiyatına mağlup olarak irtikab ettiği bir kusur ve isyanın ağırlığı ve sorumluluğunu vicdanında hissetmekte ve iki büklüm olmaktadır. Bilhassa islam ve itaatten ibaret nurani, sade ve safi bir hayata ve çevreye alışmış şuur ve idraki yerinde olan bazı kardeşlerimiz, ellerinde olmadan göz, kulak, hayal ve zihinlerine takılan bazı nahoş manzaralarlar safiyetlerinin bozulduğu zannına ve telaşına kapılıp günlerce Yüce Mevladan ve ruhanilerden hicab duymakta ve vicdan azabı çekmektedirler.
ZATEN BÖYLE OLMAK LAZIM DA...
Zira insan büyük günahları, küçük günahlara ehemmiyet vermeyip onlara alışmakla irtikab etmeye başlar.
Öyle ise yılanın başını küçükken ezmek lazım. Yoksa insanın hali küçükken önemsemedim, büyüdü halledemedim diyenlerin haline benzemiş olur.
İnsanın kurbiyeti ve marifeti nisbetinde mesuliyyeti artar. Başkasının attığı taşları gülerek karşılayan kimse, eziyyet maksadıyla dostu tarafından atılan bir gül karşısında, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar.
Afva gelince, hiçbir teminata sahip değliz.
Bütün bunlarla beraber, şimdi farkında olamadığımız, fakat yarın karşımıza çıkıp yüzümüzü yere baktıracak o kadar çok durumlarla karşılaşırız ki, ne yapacağmızı şaşırıp kalırız.
Herbir günah, insan bünyesini tehdit eden, zehirleyen ve zamanla öldüren bir akrep ve bir yılan gibidir. Şu kadar ki, akrep ve yılan insanın maddi bünyesini, günahlar ise insanın mahiyet ve hüviyetini yani aklını, ruhunu ve kalbini öldürmekte ve ebediyyen mahvetmektedir.
Öyle ise insan akrep ve yılandan, küçük büyük demeden sakınmasından ziyade, günah ve hatalardan küçük büyük demeden kaçınmalı ve onlardan uzak durmalıdır.
Ebu Hureyre şu hadimseyi naklediyor:
Muaz bin Cebel hıçkırıklar içinde Rasullah'ın (sav) huzuruna girdi.
Rasullullah (sav):
-Ya Muaz niçin ağlıyorsun? diye sorduğunda, muaz bin Cebel (r.a.) şöyle dedi.
-Ya Rasullallah kapıda cesedi ter-ü taze, rengi pırıl pırıl, elbisesi tertemiz, şemaili gayet güzel bir delikanlı var, çocuğunu kaybeden lbir annenin ağlayışı gibi gençliğine ve gençlik yüzünden başına gelenlere ağlıyor. Ve yanınıza girmek istiyor.
Rasulullah (sav) şöyle buyurdular:
-Ey Muaz, delikanlıyı içeriye al. Onu kapıda bekletme.
Hazreti Muaz delikanlıyı içeriye alınca Rasulullah o delikanlıya:
-Ey delikanlı niçin ağlıyorsun? Seni böyle ağlatan nedir? diye sorduğunda, delikanlı şöyle cevap verdi.
-Ya Rasulallah nasıl ağlamayayım. Ben öylesine günahlar irtikap ettim ki, onların birisi yüzünden bile hesaba çekilecek olsam o tek günah dahi beni cehennemde uzun bir müddet bırakır. Hem de öyle zannediyor ve korkuyorum ki herhalde ben hesaba çekilecek ve muaheze edileceğim...
Bu cevaptan sonra delikanlının başka bir şey demeye mecali kalmadmı. Oradan ağlayarak çıktı. Medine dağlarından birine gitti. Gözden kayboldu, eski bir yün elbisesi giyip elini boynuna demir kelepçeyle bağladı ve niyaza ve yalvarmaya başladı:
-Ey benim ilahım, Seyyidim ve Mevlam olan Allah'ım, işte şu boynu tasmalı, eli kelepçeli ve ayağı prangalı olan yani bir esir ve yakalanan bir kaçak gibi demirler içinde huzurunda bulunan BEHLÜL BİN ZEEYB, günahlarını itiraf etmektedir.
Hiç mümkün müdür ki, kul, Mevlasına böylesine samimi ve ibret verici mahiyetle günahını itiraf etsin, afv ve merhamet dilensin de, Yüce Mevla kuluna merhamet etmesin.
Kanaat ve imanımız, Yüce Mevlanın böylesine ciddi ve samimi itiraf ve itirazları baışlayacağı merkezindedir.
Fitne ve fesadın, küfür ve isyanın her tarafta gayet yaygın olduğu zamanımızda, pek çok müslüman genç kardeşlerimiz, elinde olmadan, nefsine veya hissiyatına mağlup olarak irtikab ettiği bir kusur ve isyanın ağırlığı ve sorumluluğunu vicdanında hissetmekte ve iki büklüm olmaktadır. Bilhassa islam ve itaatten ibaret nurani, sade ve safi bir hayata ve çevreye alışmış şuur ve idraki yerinde olan bazı kardeşlerimiz, ellerinde olmadan göz, kulak, hayal ve zihinlerine takılan bazı nahoş manzaralarlar safiyetlerinin bozulduğu zannına ve telaşına kapılıp günlerce Yüce Mevladan ve ruhanilerden hicab duymakta ve vicdan azabı çekmektedirler.
ZATEN BÖYLE OLMAK LAZIM DA...
Zira insan büyük günahları, küçük günahlara ehemmiyet vermeyip onlara alışmakla irtikab etmeye başlar.
Öyle ise yılanın başını küçükken ezmek lazım. Yoksa insanın hali küçükken önemsemedim, büyüdü halledemedim diyenlerin haline benzemiş olur.
İnsanın kurbiyeti ve marifeti nisbetinde mesuliyyeti artar. Başkasının attığı taşları gülerek karşılayan kimse, eziyyet maksadıyla dostu tarafından atılan bir gül karşısında, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar.
Afva gelince, hiçbir teminata sahip değliz.
Bütün bunlarla beraber, şimdi farkında olamadığımız, fakat yarın karşımıza çıkıp yüzümüzü yere baktıracak o kadar çok durumlarla karşılaşırız ki, ne yapacağmızı şaşırıp kalırız.