hayrunissa86
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 9 Nis 2007
- Mesajlar
- 612
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 38
Kardeşlerim!
Allah için söylüyorum; amellerimize güvenmeyelim, görkemli konaklara, verimli bağ ve bahçelere, satın aldığımız arsalara, ev yaptırmak için kurduğumuz planlara bakıp aldanmayalım. Kalbimizde Allah ve Resulünün muhabbetini, O’nun sevdiklerinin sevgisini artırmadıkça, amellerimizin boşa gidebileceğini unutmayalım.
Allahu Tealâ’nın emirlerini okuyup Asr-ı Saadet yıllarını hatırladıkça, Allah dostlarının hayatını görüp biraz olsun salim bir gönül ile düşündükçe, gerçekten amellerimizin ne kadar az olduğunu, kamil velilere ne kadar çok muhtaç olduğumuzu anlıyoruz.
Bir mürid, mürşidine:
- Efendim, siz dua ediyorsunuz, Allahu Tealâ’nın izniyle kabul ediliyor. Biz sizin tavsiye ettiğiniz aynı duaları okuyoruz, maksadımız hâsıl olmuyor? dedi.
Mürşidi, kendisine şu cevabı verdi:
- Evladım! Dua aynı dua; ama duayı yapan kalp farklı, zikir aynı zikir; ama dil farklı, el farklı, gönül farklı, sen benim kalbimi tak, öyle dua et!
Muhteremler!
Dua yapmakla iş bitmiyor, kalbi gönlü de almak lazım. Yoksa deva, şifa belli. Allah dostu kamil bir mürşit, bize bir asma yaprağı verse, bunu kaynat iç dese, o yaprak Allah’ın izniyle şifa olur. Şifa Allah’tan. Kimyager neyi nereye ne kadar koyacağını bilmez mi?
Bir gün Aziz Mahmut Hüdâî Hazretleri müritleri ile beraber asmanın altında oturuyorlardı. Dervişin biri. Aziz Mahmud Hüdâî Hazretlerine:
- Bana kimya ilmini öğret, dedi. Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri ona:
- Kimya ilminden maksadın ne? diye sordu. Derviş:
- Bir şeyi değiştirmeyi kast ediyorum, dedi.
- Nasıl?
- Mesela bakırı elime alınca, altın olsun istiyorum!..
O sırada Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri, asma yaprağını eline aldı, müridine şöyle dedi:
- Ne olmasını istersin?
- Altın olsun, efendim.
Mübarek, besmeleyi çekince elindeki yaprak altın oldu. Bu sefer o müridin ilgisi daha fazla arttı:
- Efendim! Bu ilmi bana öğretin, dedi. Zamanın sultanı kendisine şöyle dedi:
- Sen kalbini benim kalbim gibi yap!...
Kardeşlerim!
Niyetler Allah için olursa bütün ameller, ibadete dönüşür, ibadet ise, Allahu Tealâ’nın bizden isteğidir, bizim kulluk yapmamızdır. Rabbimiz:
“Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin.“(Ankebut. 56) buyuruyor.
İbadetin gayesi Allahu Tealâ’ya yakın olmaktır. Kalp ıslah olur, çirkin sıfatları güzel sıfatlara değişirse ibadet ederken gaflet olmaz. Kalp huzur ve selamet bulur. Namaz kılmak insana lezzet verir, mümin oruç tutmaktan zevk alır. Şehvet ve gazap sıfatları kalbe hakim olursa, kalpte güzel huylar yerine kötü sıfatlar yer edinir.
Gönül aynası kararır, ilâhi nur bulamaz, kalp mühürlenir. Nitekim Allahu Tealâ kalplerine imanın güzellikleri yerleşmeyenIere:
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için büyük bir azap vardır. “(Bakara, 7) buyurur.
Kalbin kötü sıfatları değiştirilmezse, ibadet yapılırken ameller insana zor gelir. İnsan, üzerinde bir yorgunluk hisseder. Bu halde, yapılan ibadet ve ameller ile hakiki anlamda kulluk makamı elde edilmez. Kulluk makamına erişilmediğinde, son peygamberin arkasında O’nun ümmeti olunmaz ise ameller boşa gider. Nitekim Allahu Tealâ:
“Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, peygamber’e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.“(Hucurat, 2)buyuruyor.
Mevlâna Hazretleri’nin Mesnevi’de anlattığına göre(Tahirul Mevlevi, Şerhi Mesnevi, V, 1607 (B. No: 3460)) Çinliler kendilerine çok güvenirler, Rumlara karşı övünürler ve:
- Resim sanatında, dünyada bizden daha üstün olan yoktur, derlerdi.
Buna karşılık Rumlar da:
- Hayır, bu iddianız doğru değil bizim yaptığımız resimler daha güzeldir, diye karşılık verirlerdi.
Onların aralarında böylesine iddialaşmaları, vaktiyle adil bir padişaha söylendi. Padişah:
- Ben onları imtihan edeceğim, bakalım hakiki hüner sahipleri kimmiş anlayalım, dedi.
Çin ve Rum diyarının bütün ressamlarına haber verildi. Hazırlanmaları için nelerin gerekli olduğu soruldu. Çinli ressamlar:
- Bize bir oda tahsis edin. Bir odada Rumlar’a verin. Her birimiz burada hünerlerimizi, resimlerimizi sergileyelim. Biz işimizi bitirince padişah gelip baksın. Hangi resmin daha üstün, daha güzel olduğuna karar versin, dediler.
Böylece onlara karşılıklı iki oda verildi. Çinli ressamlar padişahtan yüz çeşit boyaya ihtiyaçları olduğunu söylediler. Padişah gerekli fermanı verdi. Çinlilere her sabah hazineden istedikleri kadar boya veriliyordu. Onlar bu boyalarla güzel resimler yapıyordu. Buna karşılık Rum ressamları:
- Duvarın üzerindeki pas giderilmeden ne boya işe yarar, ne de resim, diyorlardı.
Duvarı ha bire cilalayıp duruyorlardı. Bu düşünce ile günlerce duvarı cilaladılar. Öyle ki, odanın bütün duvarları pırıl pırıl parlıyordu. Adeta gökyüzü gibi berrak idi. Nihayet Çinli ressamlar işlerini bitirdiler. Her iki taraf yaptıklarından emin olarak:
- Biz hazırız, dediler.
Padişaha haber verildi. Padişah geldi, önce Çinli ressamların resim yapıp süsledikleri odaya girdi. Resimleri gördü, bütün yapılanlar fevkalâde güzellikteydi. Çinli ressamların yaptıklarını takdir etti. Ardından Rum ressamların bulunduğu odaya girdi.
Padişah odaya girince bir Rum ressam, kendileri ile Çinliler arasını ayıran aradaki perdeyi kaldırdı. O anda Çinli ressamların yaptıkları bütün süsler ve resimler, bu odanın cilalanmış duvarlarına yansıdı. Odada bulunan bütün resimler, cilalanmış duvar üzerinde öylesine güzel görünüyordu ki...
Rum ressamların bulundukları oda, kelimelerle anlatılamayacak kadar muhteşemdi. Bu haliyle Çinli ressamların odasından binlerce defa daha güzeldi.
Böylece Rum ressamları bu imtihanı kazanmıştı.
İLİM VE AMEL
Mehmet ILDIRAR
Allah için söylüyorum; amellerimize güvenmeyelim, görkemli konaklara, verimli bağ ve bahçelere, satın aldığımız arsalara, ev yaptırmak için kurduğumuz planlara bakıp aldanmayalım. Kalbimizde Allah ve Resulünün muhabbetini, O’nun sevdiklerinin sevgisini artırmadıkça, amellerimizin boşa gidebileceğini unutmayalım.
Allahu Tealâ’nın emirlerini okuyup Asr-ı Saadet yıllarını hatırladıkça, Allah dostlarının hayatını görüp biraz olsun salim bir gönül ile düşündükçe, gerçekten amellerimizin ne kadar az olduğunu, kamil velilere ne kadar çok muhtaç olduğumuzu anlıyoruz.
Bir mürid, mürşidine:
- Efendim, siz dua ediyorsunuz, Allahu Tealâ’nın izniyle kabul ediliyor. Biz sizin tavsiye ettiğiniz aynı duaları okuyoruz, maksadımız hâsıl olmuyor? dedi.
Mürşidi, kendisine şu cevabı verdi:
- Evladım! Dua aynı dua; ama duayı yapan kalp farklı, zikir aynı zikir; ama dil farklı, el farklı, gönül farklı, sen benim kalbimi tak, öyle dua et!
Muhteremler!
Dua yapmakla iş bitmiyor, kalbi gönlü de almak lazım. Yoksa deva, şifa belli. Allah dostu kamil bir mürşit, bize bir asma yaprağı verse, bunu kaynat iç dese, o yaprak Allah’ın izniyle şifa olur. Şifa Allah’tan. Kimyager neyi nereye ne kadar koyacağını bilmez mi?
Bir gün Aziz Mahmut Hüdâî Hazretleri müritleri ile beraber asmanın altında oturuyorlardı. Dervişin biri. Aziz Mahmud Hüdâî Hazretlerine:
- Bana kimya ilmini öğret, dedi. Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri ona:
- Kimya ilminden maksadın ne? diye sordu. Derviş:
- Bir şeyi değiştirmeyi kast ediyorum, dedi.
- Nasıl?
- Mesela bakırı elime alınca, altın olsun istiyorum!..
O sırada Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri, asma yaprağını eline aldı, müridine şöyle dedi:
- Ne olmasını istersin?
- Altın olsun, efendim.
Mübarek, besmeleyi çekince elindeki yaprak altın oldu. Bu sefer o müridin ilgisi daha fazla arttı:
- Efendim! Bu ilmi bana öğretin, dedi. Zamanın sultanı kendisine şöyle dedi:
- Sen kalbini benim kalbim gibi yap!...
Kardeşlerim!
Niyetler Allah için olursa bütün ameller, ibadete dönüşür, ibadet ise, Allahu Tealâ’nın bizden isteğidir, bizim kulluk yapmamızdır. Rabbimiz:
“Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin.“(Ankebut. 56) buyuruyor.
İbadetin gayesi Allahu Tealâ’ya yakın olmaktır. Kalp ıslah olur, çirkin sıfatları güzel sıfatlara değişirse ibadet ederken gaflet olmaz. Kalp huzur ve selamet bulur. Namaz kılmak insana lezzet verir, mümin oruç tutmaktan zevk alır. Şehvet ve gazap sıfatları kalbe hakim olursa, kalpte güzel huylar yerine kötü sıfatlar yer edinir.
Gönül aynası kararır, ilâhi nur bulamaz, kalp mühürlenir. Nitekim Allahu Tealâ kalplerine imanın güzellikleri yerleşmeyenIere:
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için büyük bir azap vardır. “(Bakara, 7) buyurur.
Kalbin kötü sıfatları değiştirilmezse, ibadet yapılırken ameller insana zor gelir. İnsan, üzerinde bir yorgunluk hisseder. Bu halde, yapılan ibadet ve ameller ile hakiki anlamda kulluk makamı elde edilmez. Kulluk makamına erişilmediğinde, son peygamberin arkasında O’nun ümmeti olunmaz ise ameller boşa gider. Nitekim Allahu Tealâ:
“Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, peygamber’e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.“(Hucurat, 2)buyuruyor.
Mevlâna Hazretleri’nin Mesnevi’de anlattığına göre(Tahirul Mevlevi, Şerhi Mesnevi, V, 1607 (B. No: 3460)) Çinliler kendilerine çok güvenirler, Rumlara karşı övünürler ve:
- Resim sanatında, dünyada bizden daha üstün olan yoktur, derlerdi.
Buna karşılık Rumlar da:
- Hayır, bu iddianız doğru değil bizim yaptığımız resimler daha güzeldir, diye karşılık verirlerdi.
Onların aralarında böylesine iddialaşmaları, vaktiyle adil bir padişaha söylendi. Padişah:
- Ben onları imtihan edeceğim, bakalım hakiki hüner sahipleri kimmiş anlayalım, dedi.
Çin ve Rum diyarının bütün ressamlarına haber verildi. Hazırlanmaları için nelerin gerekli olduğu soruldu. Çinli ressamlar:
- Bize bir oda tahsis edin. Bir odada Rumlar’a verin. Her birimiz burada hünerlerimizi, resimlerimizi sergileyelim. Biz işimizi bitirince padişah gelip baksın. Hangi resmin daha üstün, daha güzel olduğuna karar versin, dediler.
Böylece onlara karşılıklı iki oda verildi. Çinli ressamlar padişahtan yüz çeşit boyaya ihtiyaçları olduğunu söylediler. Padişah gerekli fermanı verdi. Çinlilere her sabah hazineden istedikleri kadar boya veriliyordu. Onlar bu boyalarla güzel resimler yapıyordu. Buna karşılık Rum ressamları:
- Duvarın üzerindeki pas giderilmeden ne boya işe yarar, ne de resim, diyorlardı.
Duvarı ha bire cilalayıp duruyorlardı. Bu düşünce ile günlerce duvarı cilaladılar. Öyle ki, odanın bütün duvarları pırıl pırıl parlıyordu. Adeta gökyüzü gibi berrak idi. Nihayet Çinli ressamlar işlerini bitirdiler. Her iki taraf yaptıklarından emin olarak:
- Biz hazırız, dediler.
Padişaha haber verildi. Padişah geldi, önce Çinli ressamların resim yapıp süsledikleri odaya girdi. Resimleri gördü, bütün yapılanlar fevkalâde güzellikteydi. Çinli ressamların yaptıklarını takdir etti. Ardından Rum ressamların bulunduğu odaya girdi.
Padişah odaya girince bir Rum ressam, kendileri ile Çinliler arasını ayıran aradaki perdeyi kaldırdı. O anda Çinli ressamların yaptıkları bütün süsler ve resimler, bu odanın cilalanmış duvarlarına yansıdı. Odada bulunan bütün resimler, cilalanmış duvar üzerinde öylesine güzel görünüyordu ki...
Rum ressamların bulundukları oda, kelimelerle anlatılamayacak kadar muhteşemdi. Bu haliyle Çinli ressamların odasından binlerce defa daha güzeldi.
Böylece Rum ressamları bu imtihanı kazanmıştı.
İLİM VE AMEL
Mehmet ILDIRAR