Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kökten Batıcı Oligarşinin "Masalcı Babası"... (Çetin Altan) (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Kökten Batıcı Oligarşinin "Masalcı Babası"... (Çetin Altan)
Murad Doğu
60'lı yıllarla 70'li yılların başında "emekçi kardeş" edebiyatı yaptı... Adı gibi emindi tarihe "sosyalist devrimin lafını sakınmaz bohem hatibi" olarak geçeceğine...
70'lerin sonunda baktı ki olmayacak, derakap İŞGALCİ DÜŞMANIN "danışman-yazarlar taburuna" kaydoluverdi... Mason olduğu için fazla da zor olmadı bu "manevra".
O gün bugündür "Oligarşinin Yaz dedikleri"ni yazıp duruyor... Terörist-barbar batı emperyaliziminin ajanlaştırdığı tipik bir "sömürge yazarı"... Bilim-kurgu fantazilerin aptal dünyasından küçük küçük palavralar derleyip satıyor... "Küçük lazer dopingleriyle gece kelebeklerinin uçuş menzilini bir kaç yüz metreden bir kaç bin metreye çıkartmak"tan tutun da, "Hint Okyanusu'nda, deniz dibi volkanlarının içine saydam asansörler" inşa etmeye kadar çeşit çeşit "fantazi"... Artık hangisi hoşa giderse...
İkiyüz yıl içinde dünyayı talan edip, zehirli bir çöplüğe çeviren, "despot-batı yayılmacılığının" insanları uyutup, uyuşturmakla görevli, Hollywood adlı "imaj endüstrisince", milyonlarca dolar harcanarak yapılan "Yıldız Savaşları" vb. filmleri ağzı bir karış açık seyrede seyrede beyni köfteye dönen "batıcı puşt takımı", bu fantazilerin en büyük müşterisidir.
"Lanetli Ses" teknolojiye tapıyor... Teknoloji sapıklığı, bu Hak ve halk düşmanının Hollywood filmlerinden yürüttüğü bilim-kurgu fantazilere pornografik bir boyutta harmanlanıyor. Onlar, yani İŞGALCİ DÜŞMAN; pornografiye "erotizm" diyor, unutulmasın.
"... Uydular aracılığıyla bazı proğramları buradan da izleyebiliyorsunuz. Geçenlerde eski Belçika Kralı'nın banyodaki bir sevişmesini verdi TV. (Belki ATV'dir!) Gülmekten hepimiz geberdik... (...) Kral önce eski yöntemle sevişmeye kalkıyor, ancak kocaman köpüklü banyoda, en denk gelecek pozisyonu bir türlü bulamıyordu. (...) Kral sonunda modern aygıtlarla sevişmeyi yeğliyordu"...
İşte sağda solda "moderni, çağı, bilimseli yakalamak" üzerine bol Amerikan atasözlü yazılar, konuşmalar döktüren "kökten batıcı, işgalci unsurların" pek sevdikleri bir "fantazi" de bu...
Seks, "Lanetli Ses"te bir "takıntıdır"; hastalıklı tezahürler halinde kendisini kusan bir "hazcılıktır"...
"Sağ yanının bir arkasında enfes bir kadın oturuyordu. Uçağa binmeden önceki gece herhalde sevişmişti... (...) Sevişirken gözleri kimbilir nasıl baygınlaşıp kayıyor, göğsü inip kalkıyor, kalçaları ritmik kavisler çiziyordu"...
Şimdi bu alıntının ilk iki cümlesi, kökten batıcı dejenerasyonun kadın-erkek ilişkisini katleden tıynetini anlamak bakımından çok önemlidir: "... Sağ yanının bir arkasında enfes bir kadın oturuyordu. Uçağa binmeden önceki gece herhalde sevişmişti"...
Hayatında İLK KEZ gördüğü bir kadınla ilgili ilk düşüncesi, o kadının bir gece önce bir erkekle yatıp yatmadığını" merak etmek olan bu tip; gerçekten "ruh estetiğinden" yoksun, "etçi-mekanik bir hazcılık"tan muzdariptir...
Kitaplarında anlata anlata bitiremediği çocukluk anılarında, genellikle ona yardımcı olan hizmetçilere, komşu kızlarına -onlara farkettirmeden- "vücut teması" sağlamaya çalıştığı durumlar... Yaptığı "işten" karşısındakinin "habersiz" olması, bu tip için ayrı bir heyecan...
Kendisini ve ailesini televizyonun karşısına oturmuş (köpüklü bir banyoda bir kadınla yatma çabalarında sonuç alamayıp, kendisini modern aygıtlarla tatmine koyulan) eski Belçika Kralı'nın "naklen" verilen cinsî faaliyetlerini "gülmekten geberircesine" seyrederken hayal eden bu tipin "rahatsızlığını", bir yerde daha çocukluğunda "alışkanlık haline getirdiği", "ona buna çaktırmadan sürtünme sapkınlığına" bağlamak yanlış olmayacaktır.
Ne kadar "kirlenmiş" bir ruh!.. Başkalarının cinsel organlarını çoluk-çocuk güle oynaya seyretmeyi; uçakta, otobüste "fordçuluk" yapmayı; hayatında İLK KEZ GÖRDÜĞÜ kadın ve erkeklerin, bir gece önce bilmem ne yapıp yapmadıklarını derin derin düşünmeyi, hayatın tek gayesi olarak benimseyebiliyor...
Geliyoruz bu "kirlenmiş ruhun" Yavuz Sultan Selim Han'a ikide bir "homoseksüel" diye saldırmasına...
Sayfalarında kendisi gibi namussuzluğun felsefesini, siyasetini dillendiren bir alay ajanlaşmış unsuru barındıran Hak ve halk düşmanı, koyu İsrail'ci Sabah adlı paçavranın 23.8.93 tarihli nüshasında, "Oligarşinin Yaz Dediği" köşesinde, Yavuz'a şöyle saldırıyor bu Allahsız şarlatan;
"Örneğin Yavuz Selim'in mazo-sadik bir homoseksüel olduğu, ne tarih ne de sanat gergefinde işlenmemiştir... (...) (Yavuz) saraydaki iç oğlanlarına şiirler yazıp dururdu:
'Ben yatam layık mı ol karşımda ayağın dura
Serv-i nazıma deyin ben öldükte namazım kılmasın"...
Şimdi "Lanetli Ses"in bu mısralardan "homoseksüellik" çıkaran o yaman mantığını izliyoruz, sıkı durun: "... Kadınlar cenaze namazı kılmadığına göre, Yavuz'un musalla taşında uzanıp yatmış olacağından ve karşısında saygıyla ayakta duramayacağı için, cenaze namazına gelmesini istemediği kimdi?.. Saraydaki bir iç oğlanıydı"...
Yarım yamalak Türkçesine hiç dokunmadığımız bu "spekülatif mantık gösterisinin" zavallılığı ortada... Şiir her şeyden evvel, ruhun coşku/cezbe anında dışa doğru taşarak kalıba dökülmesi hadisesi... Sanatın tüm formlarında, en etkileyici eserler, ruhun bu coşku anında kelimelere, notalara, görüntülere dökülmesiyle ortaya çıkarlar. Sonraki düzeltmeler ortaya çıkan özü zedelemeyecek, rötuşlar, düzeltmeler kabilindendir. Her sanat eseri gibi şiir, -bazıları tersini iddia etse de- öyle masaya oturup, matematik problemi çözer ya da bir kanun maddesi hazırlar, hukukî bir metin yazar gibi kaleme alınmazlar. Tam da bu yüzden gerçek bir sanat eserinin dış yüzü/zahiri, matematiğin, hukukun dış yüzüyle HER ZAMAN uyuşmak zorunda değildir. Gerçek sanat eserinin kelimeye, notaya, görüntüye döküldüğü AN bakımından böyle bir "uyum" zorunluluğu yok... Yani ruh, bir coşku anında kalıba/üsluba dökülürken sanatçı; "acaba bu yaptığım bilime, hukuka, şeriatın dış yüzüne uygun mu, değil mi?" diye düşünmez, düşünemez. İnce hesap ruhun işi değil. Kendinde olanı, ona "verileni" seziyor ruh... Sezebildiği kadar da "taşıp", kalıba dökülüyor...
Şimdi Yavuz duyduğu coşkuyu, "Serv-i nazıma deyin ben öldükte namazım kılmasın" mısralarıyla kalıba döktüğü ANDA, beşyüz yıl sonra kökten batıcı bir hıyarın bu mısraya dayanarak onu "homoseksüellikle" itham edeceğini düşünemediyse, bu onun hatası değildir.
Eşya ve hadiselere öne doğru eğilip, apış arası zaviyesinden baktığı için herşeyi "tersinden", yani "kıçından" değerlendiren "Lanetli Ses" cinsinden bir tipin bu dediklerimizi anlaması elbette söz konusu değildir.
Ayrıca bir şey daha; büyüğün yanında ayakta durmak, yer gösterilene kadar oturmamak bir saygı ifadesi... Tabii, BİZİM GERÇEKLİĞİMİZDEN konuşuyoruz, Amerikancı KÜLTÜR İŞGALİ GERÇEKLİĞİNDEN değil... Ayakta durmanın bir saygı ifadesi oluşu, bir padişah sözkonusu olduğunda çok daha anlaşılır bir durumdur. Diğer yandan "ayakta durmak"; halk aleminden ayrılmak durumundaki ruhun bedenini toprağa veriş vesilesiyle, geride kalanların kıldıkları cenaze namazının biçimi halinde, çok etkileyici bir sevgi-saygı ifadesidir... Dolayısıyla Padişah Yavuz'un sanatçı ruhu, sevdiği insanın sevgisine, saygısına layık olmadığını ifade etmek istediği bir coşku anında, "ayakta kılınan cenaze namazını" bir edebi vasıta olarak kullanıyor... Şairi o mısraları söylerken ilgilendiren TEK ŞEY; cenaze namazının "ayakta kılınma" özelliği... Kadının cenaze namazı kılmamasıyla ilgili değildir şair...
"Lanetli Ses"in mantığıyla bakılacak olursa, mısralarında sık sık "saki!", "şarap", "Hak şarabı" vb... kelimelerine yer veren tüm divan şairleriyle, Yunus Emre dahil bir çok dervişi, "alkolik, İslâm düşmanı" saymak gerekir. Mesela Şeyh-ül İslâm Yahya'nın şu beyti:
"Sun sagarı saki bana mestane desinler,
Uslanmadı gitti gör o divane desinler"...
Şimdi "Lanetli Ses" gibi düşünelim; "Şeyh-ül İslâm Yahya, 'Saki! Sun kadehi bana 'sarhoş' desinler... dediğine göre, şarap ta İslâm'da haram olduğuna göre, demek ki, Şeyh-ül İslâm Yahya İslâm düşmanı bir alkolikti!"...
Şeyh-ül İslâm Yahya içer miydi, içmez miydi, bilemem. Diyelim ki, içerdi. Ama ben bu kanaate şair olarak kullandığı "sembollerden" hareketle varamam. Şiir "polis ifade tutanağı" değil ki...
Ve bir şey daha; "Allah'ın Sevgilisi!" diyoruz. "Lanetli Ses" nasıl yorumluyor acaba bunu?..

Not: 1991-1994 yılları arasında Taraf Dergisi'nde yayınlanan "Batı Çamurunda Debelenenler" başlıklı seriden seçilmiştir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt