bedavih
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 May 2009
- Mesajlar
- 299
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 35
Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün, onlardan her birinin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese; 34–37) Hz. Aişe (radıyallahu anha) şöyle anlatmıştır: “Bir gün Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e: — Kıyamet günü seven, sevgilisini hatırlar mı? diye sordum.
Bana şöyle cevap verdi:
— Allah’a yemin ederim ki, şu üç durumda hayır: Birincisi, ameller terazide tartılırken; ikincisi, amel defterleri uçuşup da acaba sağdan mı, yoksa soldan mı verileceği belli olacağı sırada; Üçüncüsü, sırat köprüsü geçilirken herkes kendi canını düşünür. (Ebu Davud)
Enes (radıyallahu anh) şöyle nakletmiştir: “Bir gün, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte otururken, mübarek gözlerinden yaş aktığını gördük. Bunu gören Hz. Ömer (ra):
— Ey Allah'ın Resulü! Bir şeye mi kederlendin? Diye sordu. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi:
— Mahşer gününde iki adam gözlerimin önünde belirdi. Bunlardan biri ötekisinin yakasına yapışıp onu Allahu Zülcelal’e şikâyet etti ve şöyle dedi:
— Allah'ım benim hakkımı bu kardeşimden al. Allahu Zülcelal, ötekine:
— Kardeşinin hakkını ver, dedi. Adam:
— Allah'ım! Bildiğin gibi, sevabım kalmadı. Ben ona ne vereyim? Dedi. Allahu Zülcelâl, şikâyetçi olana:
— Bak işte, kardeşinin sevabı kalmamıştır. Sana ne versin? Dedi. Adam:
— Allah'ım sevabı kalmamışsa, benim günahlarımı alsın, dedi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bunları anlattıktan sonra şunu söyledi:
— O gün öyle bir gündür ki, kişi kurtulmak için kardeşini feda etmekten çekinmez.” (Hâkim, İbn Ebi'd-Dünya)
Ahmed bin Harb (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir: “Kıyamet gününde insanlar üç gurup olarak (dirilip mahşer yerine) gönderilecekler:
1- Bir gurup, güzel ve salih amellerden dolayı zenginler olarak,
2- Bir gurup, güzel amellerden fakir ve yoksun olarak,
3- Bir gurup, zengin olarak (mahşer yerine) gelecek de sonra, halkın hakları(nı almaları) yüzünden, iflas etmiş vaziyette bulunacaklardır.
Sahabelerden İkrime (radıyallahu anh) şöyle anlatmıştır: “Kıyamet günü ana-baba, evladını yakalayarak kendisine:
— Yavrum! Ben dünyada senin anan/babandım. Şimdi görmüş olduğun sıkıntılı durumu atlatabilmek için senin sevaplarının birazına ihtiyacım var, diyerek, onu çeşitli sözlerle över. Buna rağmen evlat:
— Ben de kendi hesabıma, senin korktuğun akıbetten korktuğum için sana hiçbir şey veremem, der.
Bunun üzerine kul, hanımına başvurarak kendisine:
— Ey falancanın kızı! Ben senin dünyada kocandım, der ve ona hoşuna gidecek çeşitli sözler söyledikten sonra:
— Şimdi senden, görmüş olduğun şu sıkıntılı dönemi atlatabilmek için bana bir sevap hediye etmeni istiyorum, der. Fakat hanımından şöyle cevap alır:
— Hayır veremem. Çünkü senin korktuğun akıbetten ben de aynı şekilde kendi hesabıma korkuyorum.
Nitekim Allahu Zülcelâl bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir günahkâr, başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için başkalarını çağırsa onun yükünden hiçbir şey alınıp taşınmaz. Akrabası dahi olsa kimse onun yükünü taşımaz…” (Fatır; 18)
Kıyamet günü bir de dünyada yapılan zulüm ve haksızlıkların hak sahiplerine iadesi vardır. Bu korku dolu günde, kimileri dağlar kadar sevaplarla gelir. Fakat bu sevaplar alınır ve hak sahiplerine hakları nispetinde verilir.
Nitekim Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’dan rivayetle Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: — Bilir misiniz? Müflis kimdir? Ashab-ı kiram:
— Para, yiyecek, içecek ve giyecekten bir şeyi bulunmayan kimse müflistir, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
— Ümmetimden müflis olan o kimsedir ki; Kıyamet günü namazı, orucu ve zekatı olduğu halde gelir. Ancak birine küfretmiş, diğerinin kanını dökmüş, bir diğerinin de malını yemiştir. Hasenatı, buna, öbürüne, diğerine dağıtılır. Üzerindeki borçlar bitmeden hasenatı tükenmişse öbürlerinin günahlarından alınır, üzerine yüklenir ve böylece ateşe atılır. (Müslim)
Allah’ın huzurunda hesap!
Şöyle rivayet edilmiştir: “Allah'ın bir meleği vardır. Onun iki gözünün arası yüz bin senelik mesafe kadardır. İşte, bu gibi melekler, sana şahitlik ettiği ve seni alıp da hesap makamına getirdikleri zaman, senin azaların, mafsalların titreyecek ve öyle bir korku içine gireceksin ki, “Keşke beni bu kabih (çirkin) günahlarla Rabbimin huzuruna götürmeselerdi” diyeceksin.
Seni bu şekilde Rahman'ın Arş’ına götürecekler ve seni Allah'ın huzurunda bırakacaklar. Allahu Zülcelâl büyüklüğü ve azametiyle seni çağıracak ve “Bana yaklaş” diyecek. Sen Allah'a korkulu bir kalple ve zelil bir halle yaklaşacaksın. Senin kitabın, ne büyük ne de küçük, hesaplanmamış bir şey kalmamış olarak senin eline verilecek.
Acaba ne yüzle Allahu Zülcelal'in huzurunda duracağız ve hangi dille O'na cevap vereceğiz? Ve “Sen benden hayâ etmedin mi?” dediği zaman, hangi kalple düşünüp O'na cevap vereceğiz?
Hülasa çeşit çeşit hesap vardır. Kolayı var, zoru var, gizlisi var, aşikârı var. Allah'ın kulları Arasat Meydanı’nda toplandığı zaman, Allah onların hesaplarını irade edince (görmek, bitirmek isteyince) onların defterleri kar tanelerinin dağılıp uçtuğu gibi insanlara verilecektir.
Kıyamet gününde insanın sevabı ile günahı birbirine eşit geldiğinde, bir zerre sevapla cennete girebilir, bir zerre günahla da cehenneme girebilir. İşte o zaman, insan zerre kadar bir salih ameli dahi arayacaktır. O gün gelmeden, daha bu dünyada iken, salih amel işleyelim.
Allahu Zülcelâl Âdem Aleyhisselam'a:
— Ya Âdem! Senin evlatlarından kimin sevabı zerre kadar ağır gelirse onu cennete, kimin de günahı zerre kadar ağır gelirse onu da cehenneme yollayacağım, buyurmuştur.
Allahu Zülcelâl diğer bir ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “Sizden hiç biriniz müstesna olmamak üzere, illa oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu, Rabbinin üzerine katî olarak aldığı, kaza ettiği (vaat ettiği bir şey)’dir. Sonra, takvaya erenleri kurtaracağız, zalimleri ise orada diz üstü düşmüş bir halde bırakacağız.” (Meryem; 71-72)
Bana şöyle cevap verdi:
— Allah’a yemin ederim ki, şu üç durumda hayır: Birincisi, ameller terazide tartılırken; ikincisi, amel defterleri uçuşup da acaba sağdan mı, yoksa soldan mı verileceği belli olacağı sırada; Üçüncüsü, sırat köprüsü geçilirken herkes kendi canını düşünür. (Ebu Davud)
Enes (radıyallahu anh) şöyle nakletmiştir: “Bir gün, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte otururken, mübarek gözlerinden yaş aktığını gördük. Bunu gören Hz. Ömer (ra):
— Ey Allah'ın Resulü! Bir şeye mi kederlendin? Diye sordu. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi:
— Mahşer gününde iki adam gözlerimin önünde belirdi. Bunlardan biri ötekisinin yakasına yapışıp onu Allahu Zülcelal’e şikâyet etti ve şöyle dedi:
— Allah'ım benim hakkımı bu kardeşimden al. Allahu Zülcelal, ötekine:
— Kardeşinin hakkını ver, dedi. Adam:
— Allah'ım! Bildiğin gibi, sevabım kalmadı. Ben ona ne vereyim? Dedi. Allahu Zülcelâl, şikâyetçi olana:
— Bak işte, kardeşinin sevabı kalmamıştır. Sana ne versin? Dedi. Adam:
— Allah'ım sevabı kalmamışsa, benim günahlarımı alsın, dedi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bunları anlattıktan sonra şunu söyledi:
— O gün öyle bir gündür ki, kişi kurtulmak için kardeşini feda etmekten çekinmez.” (Hâkim, İbn Ebi'd-Dünya)
Ahmed bin Harb (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir: “Kıyamet gününde insanlar üç gurup olarak (dirilip mahşer yerine) gönderilecekler:
1- Bir gurup, güzel ve salih amellerden dolayı zenginler olarak,
2- Bir gurup, güzel amellerden fakir ve yoksun olarak,
3- Bir gurup, zengin olarak (mahşer yerine) gelecek de sonra, halkın hakları(nı almaları) yüzünden, iflas etmiş vaziyette bulunacaklardır.
Sahabelerden İkrime (radıyallahu anh) şöyle anlatmıştır: “Kıyamet günü ana-baba, evladını yakalayarak kendisine:
— Yavrum! Ben dünyada senin anan/babandım. Şimdi görmüş olduğun sıkıntılı durumu atlatabilmek için senin sevaplarının birazına ihtiyacım var, diyerek, onu çeşitli sözlerle över. Buna rağmen evlat:
— Ben de kendi hesabıma, senin korktuğun akıbetten korktuğum için sana hiçbir şey veremem, der.
Bunun üzerine kul, hanımına başvurarak kendisine:
— Ey falancanın kızı! Ben senin dünyada kocandım, der ve ona hoşuna gidecek çeşitli sözler söyledikten sonra:
— Şimdi senden, görmüş olduğun şu sıkıntılı dönemi atlatabilmek için bana bir sevap hediye etmeni istiyorum, der. Fakat hanımından şöyle cevap alır:
— Hayır veremem. Çünkü senin korktuğun akıbetten ben de aynı şekilde kendi hesabıma korkuyorum.
Nitekim Allahu Zülcelâl bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir günahkâr, başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için başkalarını çağırsa onun yükünden hiçbir şey alınıp taşınmaz. Akrabası dahi olsa kimse onun yükünü taşımaz…” (Fatır; 18)
Kıyamet günü bir de dünyada yapılan zulüm ve haksızlıkların hak sahiplerine iadesi vardır. Bu korku dolu günde, kimileri dağlar kadar sevaplarla gelir. Fakat bu sevaplar alınır ve hak sahiplerine hakları nispetinde verilir.
Nitekim Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’dan rivayetle Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: — Bilir misiniz? Müflis kimdir? Ashab-ı kiram:
— Para, yiyecek, içecek ve giyecekten bir şeyi bulunmayan kimse müflistir, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
— Ümmetimden müflis olan o kimsedir ki; Kıyamet günü namazı, orucu ve zekatı olduğu halde gelir. Ancak birine küfretmiş, diğerinin kanını dökmüş, bir diğerinin de malını yemiştir. Hasenatı, buna, öbürüne, diğerine dağıtılır. Üzerindeki borçlar bitmeden hasenatı tükenmişse öbürlerinin günahlarından alınır, üzerine yüklenir ve böylece ateşe atılır. (Müslim)
Allah’ın huzurunda hesap!
Şöyle rivayet edilmiştir: “Allah'ın bir meleği vardır. Onun iki gözünün arası yüz bin senelik mesafe kadardır. İşte, bu gibi melekler, sana şahitlik ettiği ve seni alıp da hesap makamına getirdikleri zaman, senin azaların, mafsalların titreyecek ve öyle bir korku içine gireceksin ki, “Keşke beni bu kabih (çirkin) günahlarla Rabbimin huzuruna götürmeselerdi” diyeceksin.
Seni bu şekilde Rahman'ın Arş’ına götürecekler ve seni Allah'ın huzurunda bırakacaklar. Allahu Zülcelâl büyüklüğü ve azametiyle seni çağıracak ve “Bana yaklaş” diyecek. Sen Allah'a korkulu bir kalple ve zelil bir halle yaklaşacaksın. Senin kitabın, ne büyük ne de küçük, hesaplanmamış bir şey kalmamış olarak senin eline verilecek.
Acaba ne yüzle Allahu Zülcelal'in huzurunda duracağız ve hangi dille O'na cevap vereceğiz? Ve “Sen benden hayâ etmedin mi?” dediği zaman, hangi kalple düşünüp O'na cevap vereceğiz?
Hülasa çeşit çeşit hesap vardır. Kolayı var, zoru var, gizlisi var, aşikârı var. Allah'ın kulları Arasat Meydanı’nda toplandığı zaman, Allah onların hesaplarını irade edince (görmek, bitirmek isteyince) onların defterleri kar tanelerinin dağılıp uçtuğu gibi insanlara verilecektir.
Kıyamet gününde insanın sevabı ile günahı birbirine eşit geldiğinde, bir zerre sevapla cennete girebilir, bir zerre günahla da cehenneme girebilir. İşte o zaman, insan zerre kadar bir salih ameli dahi arayacaktır. O gün gelmeden, daha bu dünyada iken, salih amel işleyelim.
Allahu Zülcelâl Âdem Aleyhisselam'a:
— Ya Âdem! Senin evlatlarından kimin sevabı zerre kadar ağır gelirse onu cennete, kimin de günahı zerre kadar ağır gelirse onu da cehenneme yollayacağım, buyurmuştur.
Allahu Zülcelâl diğer bir ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “Sizden hiç biriniz müstesna olmamak üzere, illa oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu, Rabbinin üzerine katî olarak aldığı, kaza ettiği (vaat ettiği bir şey)’dir. Sonra, takvaya erenleri kurtaracağız, zalimleri ise orada diz üstü düşmüş bir halde bırakacağız.” (Meryem; 71-72)