Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kıvrak zekânın ümmete etkisi (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
KIVRAK ZEKÂNIN ÜMMETE ETKİSİ

Ümmet, aynı inanç etrafında toplanan, sistemi ve rejimi, bu inançtan doğan insanlar topluluğudur. Bu tanıma göre, Arap olsun Türk olsun veya Fars olsun tüm fakihler, ümmetin bireyleridir. Zira tüm fakihleri, kabul ettikleri sistemi doğuran tek bir inanç bir araya getirmektedir. Mü’minlerin Emiri de insanlarla aynı akideyi paylaştığı için ümmettendir. Ümmetin bireyleri ise birey olmalarına karşın insanlarla, aynı inanç etrafında toplandıkları için ümmettendirler. Bireylerini, "milliyetçilik" ve "kabilecilik" düşüncesiyle bir araya toplayıp bir varlık oluşturan "halk"ın bireylerinde, her ne kadar kıvrak zekâ bulunsa da topyekün halkta, kıvrak zekâdan söz edilemez. Çünkü kıvrak zekâ, halk mefhumuna uygun değildir. Zira "halk" ve "kabilecilik" kavramları, bünyesinden -insan, hayat ve kâinat hakkında- kapsamlı bir düşünce çıkarmaya elverişli değildir. Bünyesinden birtakım mefhumlar doğuramayan bir sistem, hayat nizamı olarak karşımıza çıkabilir. Fakat tüm insanların karşısına, tek bir üslûpla çıkması mümkün değildir. Çünkü onların hayata bakışları farklıdır. Bu nedenle "halk"ta ve "oluşum"da, kıvrak zekânın izini aramak boşunadır. Çünkü "halk", bir sisteme sahip olsa da bu sistem, insan, hayat ve kainat hakkında kapsamlı düşünceden doğmadığı için, kıvrak zekâyı meydana getirmeye elverişli değildir.

Ferde veya fertlere, kıvrak zekâ yetisini kazandırmak için, bünyesinde bir sistem doğurabilecek ortak bir inancın mevcut olması zorunludur. Bu nedenle Arap, Türk ve Fars topluluklarını veya bu toplulukların her birini, ayrı ayrı düşünerek onlarda kıvrak zekâyı oluşturmak ve "kıvrak zekâ"nın onları etkilemesini beklemek mümkün değildir. Çünkü her bir topluluğun bireyleri arasında, kan ve kitle bağından başka bir bağ yoktur. Böylesi bir bağdan, bir sistemin doğması mümkün olmadığına göre bu tip oluşumlara, kıvrak zekâyı aşılamak da mümkün değildir. O halde kıvrak zekâ, ümmetlerde meydana gelir. Etkisini de ancak, ümmet bünyesinde gösterebilir. Halk kitleleri bünyesinde, kıvrak zekâ barınamaz. Demek ki, kıvrak zekâ eğitiminde kişinin, ümmetin bir ferdi olması gerekir ki bu kişinin inancından, bir sistemin meydana gelmesi mümkün olabilsin.

Mesela Araplara, halk ve milliyet temeli üzerinde kıvrak zekâ aşılanamaz. Kıvrak zekânın aşılanabilmesi için, kendi sistemini oluşturacak ortak bir inancın mevcut olması gereklidir. Zira haksızlığın ortadan kaldırılması veya tehlikenin bertaraf edilmesi için söz ve eylem, bir tek mefhuma yönelmelidir. Zaten anında kavrama ve karar verme mekanizması, bu mefhumda somut hale gelir. Önceki örnekte kadının kocasını şikâyet etmesi, kadına âdil davranılması ve ona haksızlık yapılmaması anlayışına dayanmaktadır. Bu anlayış, inancın doğurduğu sistemde mevcuttur. Böyle bir anlayış olmasaydı, kıvrak zekâ nasıl somutlaşırdı? Bir etki gösterebilir miydi? Aynı şekilde benzin örneğinde şoförün, akan maddenin benzin olduğunu anlaması da benzinin, tehlikeli bir madde olduğu anlayışına dayanmaktadır. Şoför, kayıtsız bir kişi olsaydı bu, onun böyle bir anlayışa sahip olmadığı anlamına gelecekti. Kavrama eylemine giden yol, mefhumdan geçer. Mefhum, bir etki unsurudur. Eğer bu mefhum, kesin bir inançtan doğarsa etkiye sahip olur. Aksi takdirde, herhangi bir etki gösteremez. Bu nedenle, ümmette ve ümmetin bireylerinde oluşması ve etkisini göstermesi için, kıvrak zekâ eğitiminin yapılması kesinlikle gereklidir. Bu eğitimin, ümmet veya ümmetin bireyleri çerçevesinde verilmesi zorunludur. Başka bir ifadeyle kıvrak zekâ eğitimi; bir sistemi oluşturan, aynı inanç etrafında toplanan insanların, güçlü bir inançtan doğan mefhumlarına dayanmalıdır. Kıvrak zeka eğitiminin ve etkisinin, ancak ümmette ve bireylerinde gerçekleşebileceği şeklindeki ifademiz de bu anlayışa dayanmaktadır.

Fakat ayrı bölgelerdeki oluşumlarda, yapılanmalarda, devletçiklerde rastlanan ve bazılarının, "kıvrak zekâ" diye adlandırdıkları unsur, kıvrak zekâ değil, kıvrak gözlemdir. Çünkü kıvrak zekâ; sağlam bir akideden doğan bir mefhumla bağlantılı bir söz, iş, oluş ve eylem hakkında anında kavrama ve karar verme mekanizmasıdır.

Kıvrak gözlem ise kıvrak zekâdan farklıdır. Kıvrak gözlem; bir söz, iş, oluş ve eylemin bizzat kendisi hakkında yapılan gözlemdir. Bu tür gözlemin, söz konusu söz, iş oluş ve eylem ile belli bir mefhum arasındaki ilişkisini gözlemlemekle ilgisi yoktur. Kıvrak gözlem, kıvrak zekâyla birtakım benzerlikler gösterse de farklı bir unsurdur. Kıvrak gözlem, her insanda bulunabilir. Fakat kıvrak zekâ, ancak ümmet yapısı içinde meyvesini verebilir. Başka bir ifadeyle kıvrak zekânın ümmet yapısı içinde gerçekleşmesi; etkili olmasının koşullarından biri olduğu gibi, aynı zamanda kıvrak zekâ eğitiminin ve oluşumunun da bir koşuludur. Zira bir etkiden söz edeceksek, sistemleri ve mefhumları meydana getiren bir akidenin varlığından da söz etmemiz gerekir. Üstelik hızlı kavrama ve kıvrak zekâ eğitimi, ancak bir mefhuma göre gerçekleştirilebilir. Bu anlayışın, herkes tarafından kavranabilir olması için de kaynağını, ortak bir inançtan, ideolojiden alması gerekir. Bu ise, ancak ümmet yapısı içinde gerçekleşebilir. Ümmetin tüm fertlerinde, böyle ortak bir anlayış meydana getirilmedikçe kıvrak zekânın, topyekün ümmette bir etki oluşturması güçleşir. Demek ki kıvrak zekâ, ancak bir ümmet bünyesinde gerçekleşebilir. Bir halkın veya buna benzer bir oluşumun bünyesinde gerçekleşmesi ve böyle bir bünyede etki göstermesi ise oldukça zordur.

Batı, İslâm ümmetinin bir akide etrafında toplandığını fark etmiş; bu yüzden mefhumları, akideden ayırmaya çalışmıştır. Zamanla birtakım belli mefhumları, akideden ayırmayı ve ondan koparmayı başarmıştır. Artık ümmet bünyesinde, kıvrak zekâya önem verilmez olmuş, hatta etkisini göstermeyecek biçimde yok olmuştur. Kıvrak zekâyı, insanların iç dünyalarına tekrar kazandırmak için, mefhumların yeniden diriltilmesi ve bu mefhumların akideyle irtibatının sağlanması kaçınılmazdır. Başka bir deyişle akideyle hayat hakkındaki mefhumlar arasında, yani nizamlar arasında bağlantı kurmak şarttır. Bu şekilde hem insanlara kıvrak zekâ kazandırılmış hem de kıvrak zeka, doğal bir biçimde etkisini göstermiş olur.

Anında kavrama ve karar verme mekanizması olan kıvrak zekâ, ümmetin kendine özgü mefhumları anladığı oranda etkisini gösterir. Ümmetin bu mefhumları anlayıp özümsemesi ise bu mefhumların, akideyle ne kadar bağlantılı olduğuna bağlıdır. Mefhumlar, ümmet tarafından anlaşılıp onun bünyesinde yerleştiğinde kıvrak zekâ, ümmetin bünyesine doğal bir biçimde yetiştirilebilir. Kıvrak zekânın etkisi de mefhumların, akideye bağlanma gücü oranında güçlü olur. Örneğin politika, ilim, irfan, savaş ve direniş gibi konular, akideye bağlı değildir. Bu gibi meselelerin, insanî olması hasebiyle insanla; hayat ve tehlikeyle ilgisi vardır. Bunların, akide ile bağlantısı olmadığı söylenebileceği gibi bu konuda, çeşitli fikirler de ileri sürülebilir.

Ancak şu bir gerçektir ki bu meseleler, insanî olması nedeniyle insanı ilgilendiren meselelerdir. Hayatın gerçeklerine vakıf olabilmesi için insanın, hayatla ilgili bir temeli olmalıdır. Hayatın temeli ise inançtır. Bu nedenle bahsettiğimiz meselelerin, temelinde akideye bağlı olması kaçınılmazdır. Bu gibi meselelerde kıvrak kavramayı ve kıvrak gözlemi, yani kıvrak zekâyı kullanmak mümkündür. Ancak meselelerle akide arasında bir bağlantı kurulup buna göre bir yaklaşımda bulunulmuyorsa, burada sadece kıvrak gözlem söz konusu olabilir; kıvrak zekâdan söz edilmez. Kıvrak zekânın söz konusu olması için meselenin, hayatın temeliyle, yani akideyle irtibatlandırılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde kıvrak zekâ meydana gelir. Mesele ile akide arasında bağ kurulmazsa, o zaman söz konusu olan sadece ve sadece kıvrak gözlemdir.

Benzin örneğinde, akan sıvının görülmesi ve bu sıvının benzin olduğunun farkına varılması ile aynı yöne devam edildiği takdirde, doğacak tehlike arasında bir bağ vardır. Akan sıvının benzin olduğunu fark eden kişi eğer bir Müslümansa, kendisini tehlikeye atmamasını öngören ideolojiyle irtibat kurarak, yönünü değiştirir ve akan maddeye yaklaşmaz. Aynı şekilde Ömer (ra) olayında, Ömer (ra)’ın yanında bulunanlardan biri; "kocam gündüz sâim, gece kâim" sözleriyle, kadının kocasını övmediğini, aksine onu şikâyet ettiğini anlamıştı. Bu adam, şikâyete muhatap organın Mü’minlerin Emiri olduğunu ve şikâyet edilen kişinin ise kadının kocası olduğunu kavramış; bu bilgiler ışığında kadının kocası üzerindeki haklarına, Allah için edâ edilen gece namazı ve farz olmayan gündüz orucundan daha fazla öncelik tanıyan bir inançla bağ kurmuştu. Kul hakkının, Allah hakkından önce geldiğine karar vermiş; sonuçta sadece kıvrak gözlem unsuru değil, aynı zamanda kıvrak zekâ unsuru da gerçekleşmişti. Burada kıvrak zekânın, inanca bağlı olarak ortaya çıktığı görülmektedir.

Bu iki örnekten de açıkça anlaşıldığı gibi kıvrak zekâ etkisini, aynı inanç etrafında toplanan ümmetin bünyesinde gösterir. Bu etki, "halk" mefhumunun bünyesinde görülmez. Zira "halk" mefhumunda kıvrak zekâ değil, sadece kıvrak gözlem gerçekleşir. Bu bağlamda kıvrak zekâ, "halk" bünyesinde değil, "ümmet" çerçevesinde meydana gelir. Eğer "halk" çerçevesinde gerçekleşirse, sadece kıvrak gözlem gerçekleşmiş olur. Bu nedenle insanlara kıvrak zekâ yetisi kazandırılmak ve bu yolda bir etki oluşturulmak isteniyorsa bunun, "halk" bazında değil, “ümmet” çerçevesinde olması gerekir. Bunun önemi, iki noktada karşımıza çıkar:

a- Kişiye kıvrak zekâ kazandırma çalışmalarında ihtiyaç duyulması,

b- İnsanlara yaptığı etki bakımından.

Kıvrak zekânın insanlara yaptığı etki, gün gibi ortadadır. Çünkü etki, bir şeyin ancak insanları bir araya getiren aynı ortak inancın, ideolojinin ön gördüğü biçimde kavranmasıyla sağlanır. Eğer bu ortak inanç yoksa, etkinin hedefi nasıl algılanabilir? Bir gösterge veya hedef olmaksızın bu nasıl gerçekleşebilir? Söz konusu gösterge veya hedef olmadan etkiden söz edilebilir mi?

Aynı şekilde kavrama unsuru da kıvrak zekâ için zarurîdir. Kavrama olmadan, ne kadar kıvraklık mevcut olursa olsun, kıvrak zekâdan söz etmek mümkün değildir. Zira kıvrak zekâ, kastedilen şeyi anında kavramaktır. Bu ise ancak, bağlantılar kurarak sağlanabilir. Evet zaman zaman muhatabın, ne demek istediği hızlı bir biçimde algılanabilir. Fakat buradaki kavrama biçimi kıvrak zekâdan değil, kıvrak gözlemden ileri gelmektedir. Örneğin; sizin kim olduğunuzu öğrenmek isteyen birinin, soruyu sormaktaki amacını algılayabilirsiniz; seri bir biçimde bu sorunun altında neyin yattığını kafanızda biçimlendirir ve onun amacına hizmet etmeyecek seri bir cevap verebilirsiniz. Zira bu kişinin, ne öğrenmek istediği ile sorusu arasında bağlantı kurarak bir kavrama yoluna gidersiniz. Bu kıvrak zekânın değil, kıvrak gözlemin örneğidir. Çünkü buradaki kıvrak kavrama unsuru; muhatabınızla paylaştığınız aynı inançtan, ideolojiden değil, bu soruyla neyi kastettiğini öğrenmenizden ileri gelmektedir. Dolayısıyla adamın amacını öğrenmek için, akide ve akideden çıkan hükümlerle bağlantı kurulmadığından ve emrivâki bir şekilde öğrenilmiş olduğundan burada, kıvrak gözlem söz konusu olup kıvrak zekâdan söz edilemez.

Bunun yanısıra akideyle bağlantı kurmadan, amaç hakkında elde edilen bilgi, eksik bilgidir; zira emrivâkiden veya daha başka faktörlerden doğmuştur. Bu ise doğru sonuç verebileceği gibi, vermeyebilir de. Bu nedenle böyle bir bilgi, eksik bir bilgi olduğundan kıvrak zekâyı değil, yalnızca kıvrak gözlemi doğurur. Zira burada mesele, seri bir biçimde olayı kavramaktan ibârettir. Bu kavrama sonucu ortaya çıkan bilgi, asıl bağlantı kurulması gereken unsurdan yoksun olduğu için de kesinlikle eksiktir. Çünkü kişi ile muhatabı arasında var olan inançla, bağlantı kurmaktan uzaktır. Dahası inanç dışında bir unsurla bağ kurulduğu için, bağ kurma işleminden tamamen yoksundur. Burada hızlı bir şekilde kavrama gerçekleşse bile kavrama işlemi, ortak bir inançtan kaynaklanmadığından, kıvrak gözlem olarak yerinde sayar.

Konuşan kişinin ne demek istediğini öğrenmek, sadece kıvrak gözlem sâyesinde olmaz. Kıvrak gözlem, eksik bir bilginin yansıtılmasıdır. Muhatabın maksadını öğrenmek için (kıvrak gözlemle beraber) bağlantı da kurmak gerekir. Kıvrak zekâ, bu aşamadan sonra doğar. İşte bu gerçek, etki işleminin halka değil, ümmete yönelik olduğunu gösterir.

Kısaca kıvrak zekâ etkisini, kişinin olayı anında algılayıp inançla ve inançtan doğan hususlarla bağlantı kurmasından sonra gösterir. Sadece olayı kavramak, kıvrak gözlemi doğururken; olayı inançla irtibatlandırmak, kıvrak zekâyı meydana getirir. Ancak her iki durumda da muhatabın, ne demek istediğini, söz, iş, oluş ve eylemin seyrinden anlamak mümkündür. Fakat bu söz, iş, oluş ve eylemin algılanması, inançla irtibatlandırılmadığı müddetçe eksik kalır. Bu kavrama unsuru, ideolojiyle irtibatlandırıldığında bilgi, eksiksiz ve sağlam bir bilgiye dönüşür.

Bu nedenle şu iki unsura dikkat etmek gerekir:

Birincisi; söz, iş, oluş ve eylemin anında algılanmasıdır ki, bunun sonucunda kıvrak gözlem meydana gelir. Bu ise, hem ümmet hem de halk bazında ortaya çıkabilecek genel bir unsurdur.

İkincisi ise; söz, iş, oluş, eylem ile inanç ve inançtan doğan unsurlar arasında bağlantı kurmaktır. Bu ise, ümmete özgü bir unsur olup kesin bir biçimde kıvrak zekâyı doğurur. Bu nedenle etki alanı, sadece halkı değil ümmeti de içine almalıdır. Çünkü ümmet, bu etkiye en açık hedef olup bu hedef gerçekleştirildiğinde, doğal bir kıvrak zekâya sahip olur. Öte yandan bağlantı kurma işlemi, kıvrak zekânın zorunlu unsurlarından biridir. İnançla bağlantı kurmadan kıvrak zekâ gerçekleştirilemez. Bu nedenle etki unsuru, inanç veya inançtan doğan hükümler ve fikirler aracılığıyla ümmete yönelik olmalıdır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt