Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kısaca imam hasan (a.s)’ın hayatı (1 Kullanıcı)

huseyndivaneleri

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Kas 2008
Mesajlar
6
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
KISACA İMAM HASAN (A.S)’IN HAYATI


İmam Ali ve Hz. Fatıma (aleyhima’s- selam)’ın ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s), hicretin üçüncü yılında Ramazan ayının on beşinci günü Medine şehrinde dünyaya geldi.[22] Künyesi “Ebu Muhammed”[23] lakapları ise “Seyyid”, “Sibt”, “Hüccet”, “Taki”, “Zeki”, “Mucteba”, “Zahid”, “Emir” ve “Veli”dir.[24]

İmam Hasan (a.s) 7 yıl Hz. Peygamber (s.a.a)’in döneminde, 30 yıl da Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın döneminde yaşamıştır.[25]

İmam Hasan (a.s), hicretin 40. yılında, Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra , Müslümanların isteği üzerine onların önderliğini üstlenerek[26] kendi valilerini çeşitli şehirlere gönderdi.[27]

Beni Ümeyye’nin eski dönemlerden beri Beni Haşim’e karşı kini vardı, bundan dolayı hilafeti İmam Hasan’ın elinden çıkarıp kendi ellerine almak için planlar düzenlediler. Bu maksatla, Muaviye, İmam Hasan’ın hükümetinin yıkılmasına zemin hazırlamak için çeşitli şehirlere casuslar gönderdi[28] Kendisi de Irak’a ordu çıkarmak için harekete geçti.[29]

İmam Hasan (a.s), Muaviye’nin girişimlerinden haberdar olunca, ilk önce bir kaç defa Muaviye’yi uyardı. Sonra Muaviye’ye karşı koymak için büyük bir orduyla savaşa hazırlandı.

Muaviye, İmam Hasan (a.s)’ın ordusuyla karşılaşmadan önce hileye başvurdu. Muaviye İmam (a.s)’ın ordusunu, ruhi açıdan taz’if etmek için bir taraftan yalan yere İmam (a.s)’la barış yapma şayiasını dillere saldı; diğer taraftan da büyük bir para ve makam vadeleriyle İmam Hasan (a.s)’ın ordusunun komutanlarını kendi saflarına çekmeye başladı. Onlar da biri birinin ardıca Muaviye’nin ordusuna katıldılar.

İmam Hasan (a.s)’ın yaranları arasında hıyanete başvuranlar da oldu... Hazretin çadırına saldırıp o çadırı parçaladılar, abasını üzerinden kaptılar, ayağının altındaki kilimi bile çekip çıkardılar, kılıçla bacağını yaraladılar.[30]

İmam (a.s), ordusunu o şekil ve yaranlarını da perişan bir vaziyette görünce, Müslümanlar arasında bundan daha fazla ihtilaf çıkmaması ve Şiilerin öldürülmemesi için bir takım şartlarla Muaviye’nin barış teklifini kabul etti.

İbn-i Hallakan’ın naklettiğine göre, barış antlaşması, hicri 41’in Rabi’ul Evvel ayının 25’inde gerçekleşti.[31]

Barışın önemli şartları şunlardı:

1- Muaviye kendisini Emir’ul Muminin tanıtmayacaktır.[32]

2- Hz. Ali’ye sebbetmeyecektir.[33]

3- Şiilerin canı, malı ve namusu emniyette olacaktır.[34]

4- Şiilerden hak sahibinin hakkı, kendilerine verilecektir.[35]

5- Muaviye, hiçbir kimseyi kendi yerine halife tayin etmeyecektir.[36]

Barış maddelerinde de görüldüğü gibi İmam Hasan (a.s) Muaviye’yi gasip tanıtmanın yanı sıra fitne ateşini de söndürdü; o günün İslamî toplumunu dağınıklık ve yok olmaktan kurtardı ve Şiilerin hakkını korumuş oldu.

Bu barışın en büyük faydalarından biri de hakkı batıldan ayırt etmekti; ne hak batıl olarak tanındı, ne de batıl hak olarak. İmam (a.s) kendi ameliyle, Muaviye’nin batıl bir mevzide durmuş olduğunu ve hilafetin, Resulullah ( s.a.a)’in tertemiz vasilerinin hakkı olduğunu, fakat hile ve zorbalıkla yöneticilik yapmak istemediklerini halka anlattı. Bu tavır Kerbela kıyamında da takip edildi.

* * *

Barış antlaşması yapıldıktan sonra, bir grup insanlar İmam Hasan (a.s)’ın bu önemli ve hikmetli işinin önemini anlayamadıklarından dolayı onu tenkit etmeye, ona iftira bulunmaya ve ağır laflar demeğe başladılar.[37]

İmam (a.s) onların cevabında şöyle buyurdular:

“Acaba ben, Allah Teala’nın, yaratıklarına olan hücceti değil miyim?... Acaba Resulullah sallallah’u aleyhi ve alihi vesellem, benim ve kardeşim hakkında; “Hasan ve Hüseyin, kıyam etseler de etmeseler de İmamdırlar” diye buyurmamış mıdır?... Eğer ben bu işi yapmaz olsaydım yeryüzünde Şiilerimizden bir kişi dahi baki kalmazdı, hepsi öldürülürdü.” [38]

* * *

İmam Hasan (a.s), zahiri hilafeti Muaviye’ye bıraktıktan sonra Kufe’yi terk edip Medine’ye döndü.[39] Orada İslamî ilimleri halka öğretmek ve onu yaymakla meşgul oldu.

Ama Muaviye kendi hilelerinden vazgeçmedi; daha işinin başında barış maddelerini ayak altına aldı.[40]

Muaviye, hilafetin kendi ailesinde sürekli baki kalacağına mutmain olması için İmam Hasan’ı öldürmeyi kararlaştırdı. Şeytani planını uygulamak için dört defa İmam (a.s)’ı zehirletti.[41] Muaviye son defasında, İmam’ın eşi olan Eş’âs kızı Ca’de’nin vasıtasıyla çok tesirli bir zehirle İmam (a.s)’ı zehirletti.[42]

İmam Hasan (a.s), o kalleşçe amelin neticesinde mide kanamasına duçar oldu, rengi değişti ve o halde şöyle buyurdu: “Bir kaç kez beni zehirlediler, ama bu dördüncüsü kadar acı görmedim.” [43]

Cünade şöyle diyor:

İmam Hasan (a.s)’ın vefat etmesine sebep olan o hastalığında onun huzuruna vardım, önünde bir leğen gördüm, Muaviye’nin (la’nehullah) ona içtirdiği zehir neticesinde ağzından gelen kan pıhtılarını o leğenin içerisine atıyordu. Hazrete; “Ey mevlam! Neden kendini tedavi etmiyorsun?” dediğimde buyurdular ki: “Ölümü ne ile tedavi edeyim?” Bu sözü duyunca “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” dedim.[44]

* * *

İmam Hasan (a.s), hicretin 50. yılında 47 yıl yaşadıktan sonra[45] o zehir neticesinde şahadete erişti... İmam (a.s)’ın mutahhar cenazesini, cenaze namazı merasiminden sonra Resulullah’ın kabrini ziyaret etmesi[46] veya orada defnetmeleri [47] için oraya doğru götürdüler.[48]

Sa’lebet bin Malik şöyle diyor:

İmam Hasan (a.s)’ın cenazesini teşyi edenler o kadar çoktu ki, bir iğne atsaydın yere düşmezdi.[49]

Beni Ümeyye bu olaydan haberdar olunca Peygamber (s.a.a)’in ciğer paresini teşyi edeceklerine ve onun mübarek na’şına saygı duyacaklarına, onun dedesinin (Peygamber’in) yanında defnedilmesine mani oldular. Aişe de bir katıra binerek onları destekledi.[50]

İbn-i Şehraşub da şöyle diyor:

İmam Hasan (a.s)’ın cenazesini ok yağmuruna tuttular, sonradan 70 ok İmam (a.s)’ın bedeninden çıkardılar.[51]

İmam Hüseyin (as), kardeşi İmam Hasan (a.s)’ın vasiyeti üzerine Beni Ümeyye ile savaşmaktan kaçındı ve İmam (a.s)’ın cenazesini Baki mezarlığına götürüp orada defnetti.[52]

* * *

İmam Hasan (a.s)’ın şahadet gününün tarihi hakkında ihtilaf vardır. Şeyh Mufid ve Kef’âmî, İmam Hasan (a.s)’ın, Sefer ayının yedisinde şahadete eriştiğini yazıyorlar.[53] Şeyh Abbasi Kummî, “Kurret’ul- Basire” risalesinde bu görüşü kabul etmiştir. İbn-i Şehraşub da Sefer ayının 28. gününü İmam Hasan (a.s)’ın şahadet günü bilmektedir.[54] Şeyh Kuleynî ve Hazzaz-i Kummî de İmam Hasan (a.s)’ın Sefer ayının sonlarında şehit olduğunu söylüyorlar.[55]

İmam Hasan (a.s)’ın on üç[56], on beş[57] veya on altı[58] çocuğu olduğunu söylemişlerdir. Onlardan bazılarının isimleri şunlardır: İmam Bakır (a.s)’ın annesi olan Fatıma[59], amcaları İmam Hüseyin (a.s)’ın yanında şahadete erişen Kasım, Abdullah ve Amr.[60]




[22] - Kafi, c. 1, s. 461.

[23] - İrşad, c. 2, s. 5.

[24] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 3, s. 192.

[25] - Tarih-i Ehl’ul- Beyt, s. 74.

[26] - Kamil, c. 2, s. 443.

[27] - Müruc’uz- Zeheb, c. 3, s. 4.

[28] - Fusul’ul- Muhimme, s. 161.

[29] - Kamil, c. 2, s. 445.

[30]- Şerh-i Nehc’ül- Belağa, İbn-i Ebi’l- Hadid, c. 16, s. 38-41. Müruc’uz- Zeheb, c. 3 s. 9.

[31] - Vefeyat’ul- A’yan, c. 2, s. 66.

[32] - İlel’uş- Şerayi, s. 212. Tezkiret’ul- Havas, s. 206.

[33] - İrşad-ı Mufid, c. 2, s. 14. Fusul’ul- Muhimme, s. 163.

[34] - a.g.e.

[35] - a.g.e.

[36] - Ensab’ul- Eşraf, c. 3, s. 42.

[37] - Tuhaf’ul- Ukul, s. 635. İmam Bakır (a.s)’ın Ahvel’e öğütleri bölümünde.

[38] - İlel’uş- Şerayi, c. 1, s. 221.

[39] - Tarih-i Taberi, c. 4, s. 126.

[40] - Şerh-i Nehc’ül- Belağa-i İbn-i Ebi’l Hadid, c. 16, s. 15.

[41] - a.g.e. c. 16, s. 10.

[42] - a.g.e. c. 16, s. 11.

[43] - a.g.e. c. 16, s. 49.

[44] - Kifayet’ul- Eser, s. 226.

[45] - Kafi, c. 1, s. 461.

[46] - Kafi, c. 1, s. 302.

[47] - İlel’uş- Şerayi, c. 1, s. 225. Avalim, c. 16, s. 287.

[48] - Tezkiret’ul- Havass, s. 213.

[49] - El-İsabe, c. 1, s. 331.

[50] - Tezkiret’ul- Havass, 213.

[51] - Menakıb, c. 4, s. 44.

[52] - İrşad, c. 2, s. 17 ve 19.

[53] - Avalim, c. 16, s. 277.

[54] - Menakıb, c. 3, s. 191.

[55] - Kafi, c. 1, s. 461. Kifayet’ul- Eser, s. 229.

[56] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 3, s. 192.

[57] - İrşad, c. 2, s. 20.

[58] - İ’lam’ul- Vera, s. 212.

[59] - Fusul’ul- Muhimme, s. 116.

[60] - İrşad, c. 2, s. 26.
 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
SELAM OLSUN O'NA (S.A.A.) VE ONUN TERTEMİZ KILDIĞI EHL-İ BEYTİNE (A.S.);

YAZIKLAR OLSUN EHL-İ BEYT'E ZULMEDENLERE; yezide & yezidilere..
 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
İMAM HASAN (a.s)’IN HAYATI

İMAM HASAN (a.s)’IN HAYATI

KISACA İMAM HASAN (A.S)’IN HAYATI


İmam Ali ve Hz. Fatıma (aleyhima’s- selam)’ın ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s), hicretin üçüncü yılında Ramazan ayının on beşinci günü Medine şehrinde dünyaya geldi.

Künyesi “Ebu Muhammed”[2] lakapları ise “Seyyid”, “Sibt”, “Hüccet”, “Taki”, “Zeki”, “Mucteba”, “Zahid”, “Emir” ve “Veli”dir.

İmam Hasan (a.s) 7 yıl Hz. Peygamber (s.a.a)’in döneminde, 30 yıl da Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın döneminde yaşamıştır.

İmam Hasan (a.s), hicretin 40. yılında, Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra , Müslümanların isteği üzerine onların önderliğini üstlenerek kendi valilerini çeşitli şehirlere gönderdi.

Beni Ümeyye’nin eski dönemlerden beri Beni Haşim’e karşı kini vardı, bundan dolayı hilafeti İmam Hasan’ın elinden çıkarıp kendi ellerine almak için planlar düzenlediler.
Bu maksatla, Muaviye, İmam Hasan’ın hükümetinin yıkılmasına zemin hazırlamak için çeşitli şehirlere casuslar gönderdİ. Kendisi de Irak’a ordu çıkarmak için harekete geçti.

İmam Hasan (a.s), Muaviye’nin girişimlerinden haberdar olunca, ilk önce bir kaç defa Muaviye’yi uyardı. Sonra Muaviye’ye karşı koymak için büyük bir orduyla savaşa hazırlandı.

Muaviye, İmam Hasan (a.s)’ın ordusuyla karşılaşmadan önce hileye başvurdu. Muaviye İmam (a.s)’ın ordusunu, ruhi açıdan taz’if etmek için bir taraftan yalan yere İmam (a.s)’la barış yapma şayiasını dillere saldı; diğer taraftan da büyük bir para ve makam vadeleriyle İmam Hasan (a.s)’ın ordusunun komutanlarını kendi saflarına çekmeye başladı. Onlar da biri birinin ardıca Muaviye’nin ordusuna katıldılar.

İmam Hasan (a.s)’ın yaranları arasında hıyanete başvuranlar da oldu... Hazretin çadırına saldırıp o çadırı parçaladılar, abasını üzerinden kaptılar, ayağının altındaki kilimi bile çekip çıkardılar, kılıçla bacağını yaraladılar.

İmam (a.s), ordusunu o şekil ve yaranlarını da perişan bir vaziyette görünce, Müslümanlar arasında bundan daha fazla ihtilaf çıkmaması ve Şiilerin öldürülmemesi için bir takım şartlarla Muaviye’nin barış teklifini kabul etti.
İbn-i Hallakan’ın naklettiğine göre, barış antlaşması, hicri 41’in Rabi’ul Evvel ayının 25’inde gerçekleşti.

Barışın önemli şartları şunlardı:
1- Muaviye kendisini Emir’ul Muminin tanıtmayacaktır.
2- Hz. Ali’ye sebbetmeyecektir.
3- Şiilerin canı, malı ve namusu emniyette olacaktır.
4- Şiilerden hak sahibinin hakkı, kendilerine verilecektir.
5- Muaviye, hiçbir kimseyi kendi yerine halife tayin etmeyecektir.

Barış maddelerinde de görüldüğü gibi İmam Hasan (a.s) Muaviye’yi gasip tanıtmanın yanı sıra fitne ateşini de söndürdü; o günün İslamî toplumunu dağınıklık ve yok olmaktan kurtardı ve Şiilerin hakkını korumuş oldu.

Bu barışın en büyük faydalarından biri de hakkı batıldan ayırt etmekti; ne hak batıl olarak tanındı, ne de batıl hak olarak. İmam (a.s) kendi ameliyle, Muaviye’nin batıl bir mevzide durmuş olduğunu ve hilafetin, Resulullah ( s.a.a)’in tertemiz vasilerinin hakkı olduğunu, fakat hile ve zorbalıkla yöneticilik yapmak istemediklerini halka anlattı. Bu tavır Kerbela kıyamında da takip edildi.

* * *

Barış antlaşması yapıldıktan sonra, bir grup insanlar İmam Hasan (a.s)’ın bu önemli ve hikmetli işinin önemini anlayamadıklarından dolayı onu tenkit etmeye, ona iftira bulunmaya ve ağır laflar demeğe başladılar.

İmam (a.s) onların cevabında şöyle buyurdular:
“Acaba ben, Allah Teala’nın, yaratıklarına olan hücceti değil miyim?... Acaba Resulullah sallallah’u aleyhi ve alihi vesellem, benim ve kardeşim hakkında; “Hasan ve Hüseyin, kıyam etseler de etmeseler de İmamdırlar” diye buyurmamış mıdır?... Eğer ben bu işi yapmaz olsaydım yeryüzünde Şiilerimizden bir kişi dahi baki kalmazdı, hepsi öldürülürdü.”

* * *

İmam Hasan (a.s), zahiri hilafeti Muaviye’ye bıraktıktan sonra Kufe’yi terk edip Medine’ye döndü. Orada İslamî ilimleri halka öğretmek ve onu yaymakla meşgul oldu.
Ama Muaviye kendi hilelerinden vazgeçmedi; daha işinin başında barış maddelerini ayak altına aldı.

Muaviye, hilafetin kendi ailesinde sürekli baki kalacağına mutmain olması için İmam Hasan’ı öldürmeyi kararlaştırdı. Şeytani planını uygulamak için dört defa İmam (a.s)’ı zehirletti.[20] Muaviye son defasında, İmam’ın eşi olan Eş’âs kızı Ca’de’nin vasıtasıyla çok tesirli bir zehirle İmam (a.s)’ı zehirletti.

İmam Hasan (a.s), o kalleşçe amelin neticesinde mide kanamasına duçar oldu, rengi değişti ve o halde şöyle buyurdu: “Bir kaç kez beni zehirlediler, ama bu dördüncüsü kadar acı görmedim.”

Cünade şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)’ın vefat etmesine sebep olan o hastalığında onun huzuruna vardım, önünde bir leğen gördüm, Muaviye’nin (la’nehullah) ona içtirdiği zehir neticesinde ağzından gelen kan pıhtılarını o leğenin içerisine atıyordu. Hazrete; “Ey mevlam! Neden kendini tedavi etmiyorsun?” dediğimde buyurdular ki: “Ölümü ne ile tedavi edeyim?” Bu sözü duyunca “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” dedim.


* * *
İmam Hasan (a.s), hicretin 50. yılında 47 yıl yaşadıktan sonra[24] o zehir neticesinde şahadete erişti... İmam (a.s)’ın mutahhar cenazesini, cenaze namazı merasiminden sonra Resulullah’ın kabrini ziyaret etmesi[25] veya orada defnetmeleri [26] için oraya doğru götürdüler.

Sa’lebet bin Malik şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)’ın cenazesini teşyi edenler o kadar çoktu ki, bir iğne atsaydın yere düşmezdi.

Beni Ümeyye bu olaydan haberdar olunca Peygamber (s.a.a)’in ciğer paresini teşyi edeceklerine ve onun mübarek na’şına saygı duyacaklarına, onun dedesinin (Peygamber’in) yanında defnedilmesine mani oldular. Aişe de bir katıra binerek onları destekledi.

İbn-i Şehraşub da şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)’ın cenazesini ok yağmuruna tuttular, sonradan 70 ok İmam (a.s)’ın bedeninden çıkardılar.

İmam Hüseyin (as), kardeşi İmam Hasan (a.s)’ın vasiyeti üzerine Beni Ümeyye ile savaşmaktan kaçındı ve İmam (a.s)’ın cenazesini Baki mezarlığına götürüp orada defnetti.

İmam Hasan (a.s)’ın şahadet gününün tarihi hakkında ihtilaf vardır. Şeyh Mufid ve Kef’âmî, İmam Hasan (a.s)’ın, Sefer ayının yedisinde şahadete eriştiğini yazıyorlar Şeyh Abbasi Kummî, “Kurret’ul- Basire” risalesinde bu görüşü kabul etmiştir. İbn-i Şehraşub da Sefer ayının 28. gününü İmam Hasan (a.s)’ın şahadet günü bilmektedir.

Şeyh Kuleynî ve Hazzaz-i Kummî de İmam Hasan (a.s)’ın Sefer ayının sonlarında şehit olduğunu söylüyorlar.

İmam Hasan (a.s)’ın on üç, on beş veya on altı çocuğu olduğunu söylemişlerdir. Onlardan bazılarının isimleri şunlardır: İmam Bakır (a.s)’ın annesi olan Fatıma, amcaları İmam Hüseyin (a.s)’ın yanında şahadete erişen Kasım, Abdullah ve Amr.






 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
**************
KAYNAKLAR:

**************


[1] - Kafi, c.1, s.461.

[2] - İrşad, c.2, s.5.

[3] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3, s.192.

[4] - Tarih-i Ehl’ul-Beyt, s.74.

[5] - Kamil, c.2, s.443.

[6] - Müruc’uz- Zeheb, c.3, s.4.

[7] - Fusul’ul-Muhimme, s.161.

[8] - Kamil, c.2, s.445.

[9]- Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l- Hadid, c.16, s.38-41. Müruc’uz- Zeheb, c.3, s.9.

[10] - Vefeyat’ul-A’yan, c.2, s.66.

[11] - İlel’uş- Şerayi, s.212. Tezkiret’ul-Havas, s.206.

[12] - İrşad-ı Mufid, c.2, s.14. Fusul’ul-Muhimme, s.163.

[13] - a.g.e.

[14] - a.g.e.

[15] - Ensab’ul-Eşraf, c.3, s.42.

[16]- Tuhaf’ul-Ukul, s.635, İmam Bakır’ın Ahvel’e Öğütleri bölümünde.

[17] - İlel’uş- Şerayi, c.1, s.221.

[18] - Tarih-i Taberi, c.4, s.126.

[19] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i Ebi’l-Hadid, c.16, s.15.

[20] - a.g.e. c.16, s.10.

[21] - a.g.e. c.16, s.11.

[22] - a.g.e. c.16, s.49.

[23] - Kifayet’ul-Eser, s.226.

[24] - Kafi, c.1, s.461.

[25] - Kafi, c.1, s.302.

[26] - İlel’uş- Şerayi, c.1, s.225. Avalim, c.16, s.287.

[27] - Tezkiret’ul-Havass, s.213.

[28] - El-İsabe, c.1, s.331.

[29] - Tezkiret’ul-Havass, 213.

[30] - Menakıb, c.4, s.44.

[31] - İrşad, c.2, s.17 ve 19.

[32] - Avalim, c.16, s.277.

[33] - Menakıb, c.3, s.191.

[34] - Kafi, c.1, s.461. Kifayet’ul-Eser, s.229.

[35] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3, s.192.

[36] - İrşad, c.2, s.20.

[37] - İ’lam’ul-Vera, s.212.

[38] - Fusul’ul-Muhimme, s.116.

[39] - İrşad, c.2, s.26.
 

EHL-İ BEYT

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Mar 2009
Mesajlar
731
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
İMAM HASAN (a.s)

İMAM HASAN (a.s)

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla


Hamt olsun Allah’a ki, insanların hidayeti ve mutluluğu için onlara kitap ve yaşam kanunları nazil etmiş, onların uygulanması için de onlara masum Peygamber ve İmamlar göndermiştir.

Salat ve selam olsun Hz. Peygamber’e ki, kendisinden sonra gelecek olan hidayet İmamlarının velayet ve hilafetini yerine oturtmak için İlahi vahyin emirleri doğrultusunda çeşitli şekillerde ve ele geçirdiği her fırsatta bazen isim ve tarifleriyle, bazen de genel bir şekilde bu ilahi makama tayin edildiklerini halka tebliğ etmiştir. Yine salat ve selam O’nun hidayet kandilleri olan Ehl-i Beyti’ne olsun ki, O’nlar da var güçleriyle, mal, can ve evlatlarıyla İslam’ın yok olmasını önlemiş ve parlak bir yolun baki kalmasını sağlamışlardır. Amel ve sözleriyle de, Kur’an ve Sünnetin hayatın değişik şartlarında nasıl uygulanacağını göstermiş ve kendilerine uyanlara da bu yolda kılavuzluk yapmışlardır.

Ehl-i Beyt’in söz, amel ve siyerinden haberdar olmak, O’nları tanımak için en iyi bir vesiledir. Peygamber (s.a.a), insanların ilim elde etmeleri için ilim kapıları olan Ehl-i Beyti’ni tanıtmış, onlara başvurulmasının gerekliliğini de bütün söz ve hareketleriyle vurgulamıştır.

Ehl-i Beyt’ten uzak kalmak, her şeyden önce O’nların zengin kültür ve kaynaklarından mahrum kalmaya, Kurân ve Resulullah ( s.a.a)’in gerçek sünnetini anlamada masum olmayan insanların düşüncelerine başvurmaya ve neticede ihtilafların baş göstermesiyle müslümanların kanının dökülmesine yol açmaktadır.

Elbette Ehl-i Beyt’i ve ilahi şahsiyetleri tanımak için ilk etapta, insan ilahi yardıma, mümin kardeşinin nasihatine ve kendi nefsinde olan bir öğütçüğe muhtaçtır; ikinci etapta ise ilahi elçi ve İmamlar tarafından gelen bilgi ve eserlere muhtaçtır.
Ehl-i Beyt’in dördüncü şahısı olan İmam Hasan (a.s)’ın makamını daha iyi tanıyabilmek için Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadislerine göz atmamız yerinde olacaktır.

Resulullah ( s.a.a) bazen İmam Hasan’ı omzuna alarak şöyle buyuruyordu:
“Allah’ım, ben onu çok seviyorum, sen de onu sev.”

****


Yine buyurmuştur ki:

“Kim Hasan ve Hüseyin’i severse beni sevmiştir; kim de O’nlara buğz ederse bana buğz etmiştir.”


Yine buyurmuştur ki:

“Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler; babaları ise onlardan daha üstündür.”


Yine buyurmuştur ki:
“Ben heybet ve ilmimi Hasan’a, cömertlik ve merhametimi ise Hüseyin’e verdim.” [4]
Başka bir hadiste de şöyle nakledilmiştir:

Hz. Fatıma (a.s), Resulullah (s.a.a)’in hastalığı sırasında Hasan ve Hüseyin’i (a.s) Hazretin yanına getirerek şöyle arz etti: “Ya Resulellah! O’nları bir şeye mirasçı kıl.”
Resulullah (s.a.a) de şöyle buyurdular:

“Heybet ve ululuğum Hasan içindir; şecaat ve cömertliğim de Hüseyin içindir.”



Yine buyurmuştur ki:
“Çocuk güldür; benim güllerim ise Hasan ve Hüseyin’dir.”

Yine buyurmuştur ki:
“Hasan ve Hüseyin, benden ve babalarından sonra yeryüzündekilerin en üstünleridirler; anneleri ise kadınların en üstünüdür.”


Hz. Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur:

“Bir gün Hasan’la Hüseyin Resulullah( s.a.a)’in yanında güreşiyorlardı.
Resulullah ( s.a.a); “Çabuk ol ya Hasan!” diye buyurdu.
Fatıma; “Ya Resulellah! Küçüğü bırakıp da büyüğe mi yardım ediyorsun?” dediğinde Resulullah ( s.a.a) şöyle buyurdular: “Cebrail; çabuk ol ya Hüseyin diyor, ben de çabuk ol ya Hasan diyorum.”


Bir gün İmam Hasan (a.s) gelerek Resulullah ( s.a.a)’in kucağında oturdu;
Resulullah ( s.a.a) O’nun ağzından öperek üç kez şöyle buyurdular:
“Allah’ım, ben O’nu seviyorum, O’nu seven kimseyi de seviyorum.”



Hz. Ali (a.s) da Hasan ve Hüseyin’e (aleyhima’s- selam) şöyle buyurdular:

“Siz benden sonra İmamsınız, cennet gençlerinin efendilerisiniz, masumlarsınız, Allah Teala her ikinizi korusun; Allah’ın laneti ise size düşmanlık yapan kimsenin üzerine olsun.”

İmam Rıza (a.s) da babalarından şöyle nakletmiştir:

“Hasan’la Hüseyin (a.s) gecenin geç vaktine kadar Resulullah ( s.a.a)’in yanında oynuyorlardı. Resulullah (s.a.a) onlara; “Artık annenizin yanına gidin.” buyurdular. Derken bir şimşek çaktı, onlar annelerinin yanına gidinceye dek oralar aydınlatmış oldu. Resulullah ( s.a.a) de şimşeğe bakarak şöyle buyurdular: “Hamd Allah’a ki biz Ehl-i Beyt’e ikramda bulunmuştur.” [


*******

Ehl-i Beyt İmamları (a.s) zaman ve mekan şartlarına göre kendi vazifelerini yapmış ve halkı da hidayet etmeğe çalışmışlardır. Ama cahil ve bilgisiz halk, kasıtlı veya kasıtsız olarak O’nların bir takım amellerine itiraz etmeğe kalkışmışlardır.
Tarih kitaplarını araştırdığımızda, birçok savaş ve barışlarda bu çeşit itirazlar göze çarpmaktadır.

Örneğin: Hz. Peygamber ( s.a.a) Kureyş müşrikleriyle sulh yaptığında (Hudeybiyye Sulhunda), Hz. Peygamber’e tam inancı olmayan bazı kimseler, itiraz etmeğe ve Peygamber’in peygamberliğinde şüphe bile etmeğe başladılar; hatta bazı kitapların yazdığına göre; “Ben Peygamber’in peygamberliğinde bugüne kadar böyle şüphe etmemiştim” diyenler bile oldu. Ama sonradan bu sulhun İslam için ne kadar faydalı olduğunu anlamış oldular. İmam Sadık (a.s) bu barış hakkında şöyle buyurmuştur; “Bu barıştan daha bereketli bir olay vuku bulmamıştır.”

Zohri de şöyle diyor: “Hudeybiyye Sulhundan daha büyük bir zafer olmamıştır.”
Hz. Ali (a.s) Muaviye’yle savaştığında birçok kimseler, hem savaşa, hem de kendi önerdikleri hakemiyete itiraz edip İmam Ali ile savaşmışlardır. İmam Hasan (a.s)’ın kıyamına da itiraz eden, hatta düşmanın safında yer alanlar bile olmuştur...

Ebu Said-i Akisa diyor ki:
İmam Hasan (a.s)’a; “Neden Muaviye ile sulh yaptın, oysa hak seninleydi; Muaviye ise sapık ve zalimdi?” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Acaba ben babam Ali’den sonra Allah’ın hücceti ve İmam değil miyim?”
Ebu Said-i Akisa: “Evet, öyledir.”
İmam (a.s): “Resulullah (s.a.a) benim ve kardeşim hakkında; ‘Hasan ve Hüseyin, kalksalar da otursalar da İmamdırlar’ buyurmamış mıdır?”
Ebu Said-i Akisa: “Evet, buyurmuştur.”

İmam (a.s): “Öyleyse ben İmamım, ister kıyam edim ister etmeyeyim. Benim Muaviye ile sulh yapmamın sebebi, Resulullah’ın Beni Zamre, Beni Eşca ve Hudeybiyye’de Mekke halkı ile yaptığı sulhun sebebinin aynısıdır; şu farkla ki onlar kafir idi, ama Muaviye ve ashabı kafir hükmündedirler...
Ey Ebu Said! Eğer ben Allah tarafından İmam isem artık senin, maslahatı bilmediğinden dolayı bana itiraz etmenin bir anlamı yoktur; bizim meselimiz Hızır ve Musa’nın meseli gibidir.
Hızır (a.s), Hz. Musa’nın, maslahatını bilmediği bazı işler yapıyordu, Musa (a.s) onun işlerini görünce sinirlenip itiraz ediyordu; ama Hızır (a.s) yaptığı işin hikmetini açıkladığında Hz. Musa rahatlayıp susuyordu.
Şu kadarını bil ki, eğer Muaviye ile sulh yapmamış olsaydım yeryüzünde bir Şia dahi kalmazdı.”


İmam Hasan (a.s) bu sulhu ile Şialarının canını korumasıyla birlikte Muaviye’nin kerih çehresini de aşikar etmiş oldu. Muaviye Nuhayle’de yapmış olduğu bir konuşmasında şöyle dedi:
“Ben namaz kılasınız, oruç tutasınız ve hacca gidesiniz diye sizinle savaşmadım; ben hükümet etmem için sizinle savaştım ve ona da ulaştım; şimdi Hasan bin Ali ile yapmış olduğum sulhun şartlarını ayağımın altına aldığımı ilan ediyorum.”


İmam Hasan (a.s)’ı Muaviye ile sulh yapmaya mecbur eden amillerden bazıları da şunlardır: İmam Hasan (a.s)’ın ordusunda kendisine candan bağlı olanlar pek azdı, kimisi dünya malı elde etmek için uğraşıyordu, kimisi şüphe içindeydi, kimisi dini amaç için değil sırf kabile reislerinin emrine uymak için gelmişti, kimisi (Havariç gibi) İmam’ı savunmak değil sadece Muaviye’yi sevmedikleri için gelmişti, kimisi yel hangi yandan eserse öte yana eğiliyordu, kimisi de Hâricilerin inancına kapılmıştı. Müslümanların içine düşen ayrılık, görüşlerinin birbirine zıt oluşu, vahdetin kalmayışı, servet elde etme sevdası iman kudretini oldukça zayıflatmıştı. Muaviye’nin casusları, bir an bile durmuyorlar, bu ayrılığı, bu zıddiyeti daha da derinleştirip genişletiyorlardı; vaatle, parayla, tehditle adam avlıyorlardı. Ordu içerisinde İmam Hasan (a.s)’ı tutup kaçırarak Muaviye’ye teslim etmek isteyenler bile vardı.

Bir kere çadırlarına girmişler, buldukları her şeyi yağma etmişler, altlarındaki seccadelerini bile çekip almışlardı; hatta birisi kendilerini ağır bir şekilde yaralamıştı...

İmam Hasan (a.s) kesinlikle savaştan çekinmiyordu, Muaviye ile savaşmak için ordusuna hararetli konuşmalar bile yapıyordu. Bir ara Muaviye’nin casuslarını yakalatıp öldürttükten sonra Muaviye’ye şöyle bir mektup yazdı:

“Casus mu gönderiyorsun, savaşmak mı istiyorsun? Öyleyse savaşa hazırlan!”

İmam Hasan (a.s) Muaviye’nin barış teklifini, bir yandan da kendi ordusunun durumunu görünce, maslahat gereği bazı şartlarla sulh yapmayı uygun gördü. İmam Hasan (a.s) sonradan şöyle buyurmuşlardı: “Vallahi ben bu işi Muaviye’ye teslim etmezdim; fakat yardımcı bulamadım, yardımcı bulsaydım gece de onunla savaşırdım günüz de; sonundaysa Allah benimle onun arasında hükmederdi.”

Evet İmam Hasan (a.s) zamanın şartlarına göre barışıyla, İmam Hüseyin (a.s) şahadetiyle, diğer İmamlar da talebe eğitmeleriyle İslam dininin yok olmasını önlemiş ve Peygamber (s.a.a)’in mezhebi olan kendi mezheplerini yüceltme uğrunda ellerinden geleni esirgememişlerdir. Şia’nın görüşüne göre, eğer İmam Hasan (a.s) İmam Hüseyin (a.s)’ın zamanında olsaydı, O da aynı işi yapardı. Nitekim İmam Hüseyin de İmam Hasan’ın zamanında onun yaptığını onaylayıp İmam Hasan’a destek olmuştur. Eğer İmam Hasan’la İmam Hüseyin diğer İmamların zaman ve şartlarında olsalardı, O’nların yapmış olduklarını bunlar da yaparlardı. Şia’nın görüşüne göre, İmamların hepsi bir nurdandırlar, O’nların arasında hiçbir fark yoktur.

Allah’ım, İmam Ali (a.s)’ın sabrı, İmam Hasan (a.s)’ın mazlumiyeti, İmam Hüseyin (a.s)’ın şahadeti ve diğer İmamların dua ve çabaları hürmetine İmam Mehdi (a.s)’ın zuhurunu tacil ederek Ehl-i Beyt mektebini dünyaya hakim kıl; O’nların takipçilerini güçlendir, düşmanlarını ise zelil eyle.

Allah’ım, bizi, sana varacak yollara hidayet et; bizi sana kavuşturacak en yakın yolda hareket ettir; uzağı bize yakınlaştır, zorluğu bize kolaylaştır; bizleri sana doğru koşan, gelip kapını çalan, gece-gündüz yalnız sana tapan ve azametinden korkan kullarından kıl; kendileri için kaynakları arındırdığın, arzularına ulaştırdığın, maksatlarına kavuşturduğun, kendi fazlınla ihtiyaçlarını giderip kalplerini sevginle doldurduğun kullarından eyle. Bu çalışmaları bizlerden kabul buyur; bizleri Ehl-i Beyt’ten ayırma; bu dünyada O’nların ziyaretlerini, ahirette ise şefaatlerini bizlere nasip eyle. Amin.
 

regalia

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Nis 2011
Mesajlar
33
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Ebu Hüreyyeden
"Peygamber efendimiz (saa) bir gün omzunda Hasan, diğer omzunda Hüseyin olduğu halde geldi. Yanımıza varıncaya kadar bir onu öpüyor, bir diğerini öpüyordu.

-Ya ResulAllah, anlaşılan onları çok seviyorsunuz--dedik

-Evet severim. Kim onları severse beni sevmiş, kim onlara kin tutmuşsa, bana kin tutmuş olur.--buyurdular"

"Bazen Hasan ı omzuna alır ve "Allah'ım bu çocuğu seviyorum, Sen de onu seveni sev" buyururdu
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Muaviye’nin batıl bir mevzide durmuş olduğunu...


Muaviye... Şeytani planını uygulamak için

Muaviye’nin (la’nehullah)
Yukarda yazılanlar bir sahabe hakkında...
Bir kafir hakkında yazılacak şeyleri,peygamberimizin büyük bir sahabesi hakkında söylüyorlar...
Ehl-i Sünneti Ehl-i Beyte düşman gösteriyorlar...
Alçakça ve kahpece sahabelerimize küfrediyorlar...
Bu yazıları yazanlar gulatı şialardır,sapmış kimselerdir...
Muta zinasına inanırlar...
Hz Ebubekr RA,Hz Ömer RA,Hz Aişe RA ya düşmanlık beslerler...
İşleri güçleri fitne ve fesattır...
Guya Ehl-i Beyti savunuyoruz diye diğer Allahcc dostlarına kara çalarlar...
Sahabeleri birbirine düşman gösterirler...
Tarih boyu Müslümanların arasını bozmak olmuştur vazifeleri...
Her daim Ehl-i Sünnet karşısında haçlılarla birlik olmuşlardır...
EHL-İ BEYT,EHL-İ SÜNNETİN CANIDIR,CANANIDIR...
SAHABE DÜŞMANLARI,EHL-İ BEYTİN DE DÜŞMANLARIDIR...
Hz Muaviye RA büyük bir sahabedir,Peygamberimizin vahiy katibidir...
İslam ordularının yıllar yılı başbuğu,ve İla-i Kelimetullah davasının büyüklerindendir...
Hz Ali RA ve Hz Muaviye RA kardeştir...
Aralarındaki itilaf İslam içindir,nefsleri için değildir...
Bu gulatı şialar kalplerindeki marazı sahabelerde de var zannediyorlarki,hüsrandadırlar...
Sahabeler topyekün Peygamberimizi görmüş ve Allahtan getirdiklerine kayıtsız-şartsız teslim olmuş örnek Müslüman topluluğudur...
Onların gayesi sadece ve sadece Allahcc rızasıydı....
Allahcc,sahabeye küfreden yahudi ibn-i sebe soyunun belasını versin...
 
D

duyygu

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla


Hamt olsun Allah’a ki, insanların hidayeti ve mutluluğu için onlara kitap ve yaşam kanunları nazil etmiş, onların uygulanması için de onlara masum Peygamber ve İmamlar göndermiştir.

Salat ve selam olsun Hz. Peygamber’e ki, kendisinden sonra gelecek olan hidayet İmamlarının velayet ve hilafetini yerine oturtmak için İlahi vahyin emirleri doğrultusunda çeşitli şekillerde ve ele geçirdiği her fırsatta bazen isim ve tarifleriyle, bazen de genel bir şekilde bu ilahi makama tayin edildiklerini halka tebliğ etmiştir. Yine salat ve selam O’nun hidayet kandilleri olan Ehl-i Beyti’ne olsun ki, O’nlar da var güçleriyle, mal, can ve evlatlarıyla İslam’ın yok olmasını önlemiş ve parlak bir yolun baki kalmasını sağlamışlardır. Amel ve sözleriyle de, Kur’an ve Sünnetin hayatın değişik şartlarında nasıl uygulanacağını göstermiş ve kendilerine uyanlara da bu yolda kılavuzluk yapmışlardır.

Ehl-i Beyt’in söz, amel ve siyerinden haberdar olmak, O’nları tanımak için en iyi bir vesiledir. Peygamber (s.a.a), insanların ilim elde etmeleri için ilim kapıları olan Ehl-i Beyti’ni tanıtmış, onlara başvurulmasının gerekliliğini de bütün söz ve hareketleriyle vurgulamıştır.

Ehl-i Beyt’ten uzak kalmak, her şeyden önce O’nların zengin kültür ve kaynaklarından mahrum kalmaya, Kurân ve Resulullah ( s.a.a)’in gerçek sünnetini anlamada masum olmayan insanların düşüncelerine başvurmaya ve neticede ihtilafların baş göstermesiyle müslümanların kanının dökülmesine yol açmaktadır.

Elbette Ehl-i Beyt’i ve ilahi şahsiyetleri tanımak için ilk etapta, insan ilahi yardıma, mümin kardeşinin nasihatine ve kendi nefsinde olan bir öğütçüğe muhtaçtır; ikinci etapta ise ilahi elçi ve İmamlar tarafından gelen bilgi ve eserlere muhtaçtır.
Ehl-i Beyt’in dördüncü şahısı olan İmam Hasan (a.s)’ın makamını daha iyi tanıyabilmek için Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadislerine göz atmamız yerinde olacaktır.

Resulullah ( s.a.a) bazen İmam Hasan’ı omzuna alarak şöyle buyuruyordu:
“Allah’ım, ben onu çok seviyorum, sen de onu sev.”

****


Yine buyurmuştur ki:

“Kim Hasan ve Hüseyin’i severse beni sevmiştir; kim de O’nlara buğz ederse bana buğz etmiştir.”


Yine buyurmuştur ki:

“Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler; babaları ise onlardan daha üstündür.”


Yine buyurmuştur ki:
“Ben heybet ve ilmimi Hasan’a, cömertlik ve merhametimi ise Hüseyin’e verdim.” [4]
Başka bir hadiste de şöyle nakledilmiştir:

Hz. Fatıma (a.s), Resulullah (s.a.a)’in hastalığı sırasında Hasan ve Hüseyin’i (a.s) Hazretin yanına getirerek şöyle arz etti: “Ya Resulellah! O’nları bir şeye mirasçı kıl.”
Resulullah (s.a.a) de şöyle buyurdular:

“Heybet ve ululuğum Hasan içindir; şecaat ve cömertliğim de Hüseyin içindir.”



Yine buyurmuştur ki:
“Çocuk güldür; benim güllerim ise Hasan ve Hüseyin’dir.”

Yine buyurmuştur ki:
“Hasan ve Hüseyin, benden ve babalarından sonra yeryüzündekilerin en üstünleridirler; anneleri ise kadınların en üstünüdür.”


Hz. Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur:

“Bir gün Hasan’la Hüseyin Resulullah( s.a.a)’in yanında güreşiyorlardı.
Resulullah ( s.a.a); “Çabuk ol ya Hasan!” diye buyurdu.
Fatıma; “Ya Resulellah! Küçüğü bırakıp da büyüğe mi yardım ediyorsun?” dediğinde Resulullah ( s.a.a) şöyle buyurdular: “Cebrail; çabuk ol ya Hüseyin diyor, ben de çabuk ol ya Hasan diyorum.”


Bir gün İmam Hasan (a.s) gelerek Resulullah ( s.a.a)’in kucağında oturdu;
Resulullah ( s.a.a) O’nun ağzından öperek üç kez şöyle buyurdular:
“Allah’ım, ben O’nu seviyorum, O’nu seven kimseyi de seviyorum.”



Hz. Ali (a.s) da Hasan ve Hüseyin’e (aleyhima’s- selam) şöyle buyurdular:

“Siz benden sonra İmamsınız, cennet gençlerinin efendilerisiniz, masumlarsınız, Allah Teala her ikinizi korusun; Allah’ın laneti ise size düşmanlık yapan kimsenin üzerine olsun.”

İmam Rıza (a.s) da babalarından şöyle nakletmiştir:

“Hasan’la Hüseyin (a.s) gecenin geç vaktine kadar Resulullah ( s.a.a)’in yanında oynuyorlardı. Resulullah (s.a.a) onlara; “Artık annenizin yanına gidin.” buyurdular. Derken bir şimşek çaktı, onlar annelerinin yanına gidinceye dek oralar aydınlatmış oldu. Resulullah ( s.a.a) de şimşeğe bakarak şöyle buyurdular: “Hamd Allah’a ki biz Ehl-i Beyt’e ikramda bulunmuştur.” [


*******

Ehl-i Beyt İmamları (a.s) zaman ve mekan şartlarına göre kendi vazifelerini yapmış ve halkı da hidayet etmeğe çalışmışlardır. Ama cahil ve bilgisiz halk, kasıtlı veya kasıtsız olarak O’nların bir takım amellerine itiraz etmeğe kalkışmışlardır.
Tarih kitaplarını araştırdığımızda, birçok savaş ve barışlarda bu çeşit itirazlar göze çarpmaktadır.

Örneğin: Hz. Peygamber ( s.a.a) Kureyş müşrikleriyle sulh yaptığında (Hudeybiyye Sulhunda), Hz. Peygamber’e tam inancı olmayan bazı kimseler, itiraz etmeğe ve Peygamber’in peygamberliğinde şüphe bile etmeğe başladılar; hatta bazı kitapların yazdığına göre; “Ben Peygamber’in peygamberliğinde bugüne kadar böyle şüphe etmemiştim” diyenler bile oldu. Ama sonradan bu sulhun İslam için ne kadar faydalı olduğunu anlamış oldular. İmam Sadık (a.s) bu barış hakkında şöyle buyurmuştur; “Bu barıştan daha bereketli bir olay vuku bulmamıştır.”

Zohri de şöyle diyor: “Hudeybiyye Sulhundan daha büyük bir zafer olmamıştır.”
Hz. Ali (a.s) Muaviye’yle savaştığında birçok kimseler, hem savaşa, hem de kendi önerdikleri hakemiyete itiraz edip İmam Ali ile savaşmışlardır. İmam Hasan (a.s)’ın kıyamına da itiraz eden, hatta düşmanın safında yer alanlar bile olmuştur...

Ebu Said-i Akisa diyor ki:
İmam Hasan (a.s)’a; “Neden Muaviye ile sulh yaptın, oysa hak seninleydi; Muaviye ise sapık ve zalimdi?” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Acaba ben babam Ali’den sonra Allah’ın hücceti ve İmam değil miyim?”
Ebu Said-i Akisa: “Evet, öyledir.”
İmam (a.s): “Resulullah (s.a.a) benim ve kardeşim hakkında; ‘Hasan ve Hüseyin, kalksalar da otursalar da İmamdırlar’ buyurmamış mıdır?”
Ebu Said-i Akisa: “Evet, buyurmuştur.”

İmam (a.s): “Öyleyse ben İmamım, ister kıyam edim ister etmeyeyim. Benim Muaviye ile sulh yapmamın sebebi, Resulullah’ın Beni Zamre, Beni Eşca ve Hudeybiyye’de Mekke halkı ile yaptığı sulhun sebebinin aynısıdır; şu farkla ki onlar kafir idi, ama Muaviye ve ashabı kafir hükmündedirler...
Ey Ebu Said! Eğer ben Allah tarafından İmam isem artık senin, maslahatı bilmediğinden dolayı bana itiraz etmenin bir anlamı yoktur; bizim meselimiz Hızır ve Musa’nın meseli gibidir.
Hızır (a.s), Hz. Musa’nın, maslahatını bilmediği bazı işler yapıyordu, Musa (a.s) onun işlerini görünce sinirlenip itiraz ediyordu; ama Hızır (a.s) yaptığı işin hikmetini açıkladığında Hz. Musa rahatlayıp susuyordu.
Şu kadarını bil ki, eğer Muaviye ile sulh yapmamış olsaydım yeryüzünde bir Şia dahi kalmazdı.”


İmam Hasan (a.s) bu sulhu ile Şialarının canını korumasıyla birlikte Muaviye’nin kerih çehresini de aşikar etmiş oldu. Muaviye Nuhayle’de yapmış olduğu bir konuşmasında şöyle dedi:
“Ben namaz kılasınız, oruç tutasınız ve hacca gidesiniz diye sizinle savaşmadım; ben hükümet etmem için sizinle savaştım ve ona da ulaştım; şimdi Hasan bin Ali ile yapmış olduğum sulhun şartlarını ayağımın altına aldığımı ilan ediyorum.”


İmam Hasan (a.s)’ı Muaviye ile sulh yapmaya mecbur eden amillerden bazıları da şunlardır: İmam Hasan (a.s)’ın ordusunda kendisine candan bağlı olanlar pek azdı, kimisi dünya malı elde etmek için uğraşıyordu, kimisi şüphe içindeydi, kimisi dini amaç için değil sırf kabile reislerinin emrine uymak için gelmişti, kimisi (Havariç gibi) İmam’ı savunmak değil sadece Muaviye’yi sevmedikleri için gelmişti, kimisi yel hangi yandan eserse öte yana eğiliyordu, kimisi de Hâricilerin inancına kapılmıştı. Müslümanların içine düşen ayrılık, görüşlerinin birbirine zıt oluşu, vahdetin kalmayışı, servet elde etme sevdası iman kudretini oldukça zayıflatmıştı. Muaviye’nin casusları, bir an bile durmuyorlar, bu ayrılığı, bu zıddiyeti daha da derinleştirip genişletiyorlardı; vaatle, parayla, tehditle adam avlıyorlardı. Ordu içerisinde İmam Hasan (a.s)’ı tutup kaçırarak Muaviye’ye teslim etmek isteyenler bile vardı.

Bir kere çadırlarına girmişler, buldukları her şeyi yağma etmişler, altlarındaki seccadelerini bile çekip almışlardı; hatta birisi kendilerini ağır bir şekilde yaralamıştı...

İmam Hasan (a.s) kesinlikle savaştan çekinmiyordu, Muaviye ile savaşmak için ordusuna hararetli konuşmalar bile yapıyordu. Bir ara Muaviye’nin casuslarını yakalatıp öldürttükten sonra Muaviye’ye şöyle bir mektup yazdı:

“Casus mu gönderiyorsun, savaşmak mı istiyorsun? Öyleyse savaşa hazırlan!”

İmam Hasan (a.s) Muaviye’nin barış teklifini, bir yandan da kendi ordusunun durumunu görünce, maslahat gereği bazı şartlarla sulh yapmayı uygun gördü. İmam Hasan (a.s) sonradan şöyle buyurmuşlardı: “Vallahi ben bu işi Muaviye’ye teslim etmezdim; fakat yardımcı bulamadım, yardımcı bulsaydım gece de onunla savaşırdım günüz de; sonundaysa Allah benimle onun arasında hükmederdi.”

Evet İmam Hasan (a.s) zamanın şartlarına göre barışıyla, İmam Hüseyin (a.s) şahadetiyle, diğer İmamlar da talebe eğitmeleriyle İslam dininin yok olmasını önlemiş ve Peygamber (s.a.a)’in mezhebi olan kendi mezheplerini yüceltme uğrunda ellerinden geleni esirgememişlerdir. Şia’nın görüşüne göre, eğer İmam Hasan (a.s) İmam Hüseyin (a.s)’ın zamanında olsaydı, O da aynı işi yapardı. Nitekim İmam Hüseyin de İmam Hasan’ın zamanında onun yaptığını onaylayıp İmam Hasan’a destek olmuştur. Eğer İmam Hasan’la İmam Hüseyin diğer İmamların zaman ve şartlarında olsalardı, O’nların yapmış olduklarını bunlar da yaparlardı. Şia’nın görüşüne göre, İmamların hepsi bir nurdandırlar, O’nların arasında hiçbir fark yoktur.

Allah’ım, İmam Ali (a.s)’ın sabrı, İmam Hasan (a.s)’ın mazlumiyeti, İmam Hüseyin (a.s)’ın şahadeti ve diğer İmamların dua ve çabaları hürmetine İmam Mehdi (a.s)’ın zuhurunu tacil ederek Ehl-i Beyt mektebini dünyaya hakim kıl; O’nların takipçilerini güçlendir, düşmanlarını ise zelil eyle.

Allah’ım, bizi, sana varacak yollara hidayet et; bizi sana kavuşturacak en yakın yolda hareket ettir; uzağı bize yakınlaştır, zorluğu bize kolaylaştır; bizleri sana doğru koşan, gelip kapını çalan, gece-gündüz yalnız sana tapan ve azametinden korkan kullarından kıl; kendileri için kaynakları arındırdığın, arzularına ulaştırdığın, maksatlarına kavuşturduğun, kendi fazlınla ihtiyaçlarını giderip kalplerini sevginle doldurduğun kullarından eyle. Bu çalışmaları bizlerden kabul buyur; bizleri Ehl-i Beyt’ten ayırma; bu dünyada O’nların ziyaretlerini, ahirette ise şefaatlerini bizlere nasip eyle. Amin.

paylaşım için teşekkürler Allah(c.c) razı olsun...:)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt