Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

KİMİ TERCİH EDECEĞİZ? ALLAH VE RESÜLÜNÜ MÜ! YOKSA DÜNYAYI MI? (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
Rahman ve Rahim olan Rabbimizin adı ile…
Muhterem kardeşlerim!
Öncelikle sizleri selâmların en güzeli ile selâmlar, en kalbî muhabbetlerimi her birinize ayrı ayrı arz ederim.

Muhterem kardeşlerim!
Allah şahidimizdir, öyle hâdiseler yaşıyoruz ki, inanın bazen kendi varlığımızdan şüphe eder oluyoruz. Bir yerde bir yanlışlık var; ama nerede bir türlü çözemedik gitti.
Sizlerle birlikte olduğumuz günden yani dergimizin faaliyetine başladığı ilk sayısından bugüne öyle hâdiseler yaşadık ki, tekrar ediyorum akıllara durgunluk verecek türdendir.
Tam aklımız iflâs edecekti ki, ya Rabbimizin bir âyet–i kerimesi yetişti, ya Kâinatın Efendisi'nin bir hadis–i şerifi yol gösterdi ya da kardeşi olmakla onur duyduğumuz Allah dostu imdadımıza yetişti. Elhamdülillâh…

Muhterem kardeşlerim!
Bütün bu yaşadıklarımızdan birçok şeyler öğrendik, her geçen gün daha başka şeyler de öğreniyoruz. Bizler bu felâket asrının, zavallı yaratıkları olduğumuz için, kulağımızın çekilmesi gerekiyor; başka türlü akıllanmıyor, akıl edemiyoruz.
Oysa Mevlâ'ya hakkıyla kul olmak, Mevlâ'ya dost olmak ya da o yolda yürümek, öyle kolay bir iş değildir. Bu iş hem yürek ister, hem bedel ister, hem de icraat ister.
Kâinatın Efendisi ümmetine bir yol gösterdi. Nedir o yol? Kendinin ve ashabının gittiği yoldur. Demek ki, Mevlâ'ya hakkıyla kul olmak, Mevlâ'ya dost olmak isteyenler, Kâinatın Efendisi'nin ve onun ashabının yolundan gidecektir; bu mesele, bu kadar açık ve nettir.

Gökteki yıldızlar
Muhterem kardeşlerim!
Daha önce de bu örnekleri vermiştik; ancak bir daha yazacağız ki, gerekli dersi alalım ve kendimize bir çeki düzen verelim. Kâinatın Efendisi, ashabını tarif ederken, "Onlar gökteki yıldızlar gibidirler." buyurmaktadır. Ne demektir bu? Gökteki yıldızlara erişilmez; ancak onlardan yol bulmak için istifade edilir ve onlara ulaşmak umudu ile dünya hayatı geçirilir.

Sahâbe niçin örnek olmuştur?
Sahâbeye niçin ulaşılmaz?
Bu iki soruyu doğru cevaplarsak, meselenin özüne inmiş olacağız. Bu sorulara cevap bulabilmek için bundan bin dört yüz yıl öncesine giderek kısa gezinti yapalım.
Sahâbe–i kiramı bu yüce makama ulaştıran; dünyaya olan uzaklıkları ve Allah'a ve Resûl'üne olan yakınlıklarıydı. Onlar günümüzdekiler gibi demediler:
"Biz hem Allah'a ve Resûl'üne yakınız hem de dünyaya." Her ikisi bir arada bulunmaz, ya Allah ve Resûl'ünü tercih edeceksin ya da dünyayı. Günümüz insanı ne yapıyor? Konuşmaya geldi mi mangalda kül bırakmıyor. Elbetteki tercihimiz, Allah ve Resûl'ünden yanadır. Ancak iş menfaat ve uygulamaya geldi mi, ibadet bile maddiyatsız yapılmıyor, diye hemen yamulmalar başlıyor.
Hele şöyle bir Asr–ı Saadet'e gidelim, bakalım oralarda neler olmuş, o güzel insanlar bu makama nasıl çıkmışlar?

Ne güzel bir
alışveriş yapmışsın
Yer Medine… Kâinatın Efendisi ashabına vaaz–u nasihatte bulunuyor:
"Allah sizlerden borç istiyor, karz–ı hasen istiyor. Bu dünyada Allah için vereceğinize karşılık olarak âhiret hayatında size onun karşılığında onlarca, yüzlerce mislini verecek. Akılların alamayacağı kadar bol verecek…" Vaaz–u nasihat bu şekilde devam edip gidiyor. Vaaz bitiyor, ashab dağılıyor. Mescidin kapısında bir güzel insan, Kâinatın Efendisi'ni bekliyor. Bu karz–ı hasen meselesini ya eksik anlamış, ya da anlayamamış bir güzel insan. Kâinatın Efendisi'ne soruyor:
"Ya Resûlullah! Allah bizden borç istiyor öyle mi?"
"Evet! Karşılığını hem bu dünyada, hem de ebedî hayatta mislince vermek için kullarından borç istiyor."
Kâinatın Efendisi'nden öğrenmek istediğini öğrenen Ebû Deddah'tır. Ebû Deddah, Efendimize der ki:
"Ya Resûlullah! Benim güzel bir hurma bahçem var. O bahçemi Rabbime karz–ı hasen olarak veriyorum."
Ve bahçesini beytülmale bağışlar. Hadis–i şerifi rivayet edenlerden gelen haberlere göre, adı geçen bahçe, o devirde Medine'nin en güzel yerinde ve en güzel hurmalığıdır. Yaklaşık olarak da üç dönümdür. Ebû Deddah, alışverişini yapmanın verdiği mutluluk içinde evine doğru gitmektedir. Evinin yol Rabbine sattığı bahçenin yanından geçmektedir. Bahçenin yanından geçerken, hanımının bahçede oturduğunu, çocuklarının da bahçede oynadığını görür ve hanımına seslenir:
"Ey Ümmü Deddah! Çocukları al ve bahçeden çık. Bahçeyi sattım."
"Hayırdır, kime sattın?"
"Rabbime sattım."
"Ne güzel bir alışveriş yapmışsın."
Muhterem kardeşlerim!
Görüyor musunuz manzarayı? Şöyle bir düşünün bakalım: İstanbul'un en güzel yerinde, üç dönüm araziniz var… Bunu Allah için vereceğiz(!) Peki, bir de şöyle düşünün: Ebû Deddah'ın hanımının sözlerine bakın: "Ne güzel alışveriş yapmışsın." Ne müthiş bir yürek ve söz. İşte sahâbe farkı bu… Onlara niçin erişilmez anladınız değil mi?

Ben cennete koşarak
da gireceğim
Bir başka hâdise… Yer yine Medine… Yıl hicrî otuz. Medine'de büyük bir gürültü ve hareketlenme vardır. Aişe anamız Radıyallahu Anhâ yanında bulunanlara sorar:
"Ne oluyor, bu sesler de nedir?"
"Bu ses, Abdurrahman'ın ticaret kervanının sesidir. Medine, Medine olalı böyle kervan görmedi. Yedi yüz deveden meydana gelmektedir." Bu haberi veren kişiyi dinleyen Aişe validemiz, bir anda yıllar öncesine gider ve Kâinatın Efendisi'nin bir hadis–i şerifini hatırlar:
"Vay Abdurrahman'ın hâline! Zenginler mallarının hesabını çok zor verecekler. Zenginlerin en hayırlısı, Abdurrahman'dır. Resûlullah onun için şöyle buyurmuştur: "Abdurrahman cennete emekleyerek girecek."
Abdurrahman b. Avf ile ilgili bu hadis–i şerifi orada bulunanlardan duyan bir kişi, soluğu Abdurrahman'ın yanında alır. Durumu olduğu gibi anlatır. Kâinatın Efendisi'nin kendisiyle ilgili söylediği bir söz olduğunu duyan Abdurrahman b. Avf, kervanını unutur, koşar adımlarla mü'minlerin annesinin yanına gelir.
"Ey mü'minlerin annesi! Duydum ki, Resûlullah'ın benimle ilgili söylediği bir söz sendedir. Bana da anlat, ne buyurmuş Resûlullah benim için." Aişe validemiz hâdiseyi anlatmış ve sonunu da şöyle bitirmiş:
"Abdurrahman b. Avf cennete emekleyerek girecek." Heyecanla mü'minlerin annesini dinleyen Abdurrahman b. Avf gözlerinden yaşlar akarak şöyle der:
"Ey mü'minlerin annesi şahit ol ki, bu kervanımın hepsini Allah ve Resûl'ü için verdim. Şahit olun ki, ben cennete koşarak da gireceğim."
İşte sahâbe işte, işte yıldızlar…
Bir küçük anekdot daha… Ebû Bekir Radıyallahu Anh'dan istiyorlar. O da Allah için veriyor. İstiyorlar, o yine veriyor; tekrar istiyorlar, o yine veriyor… Artık hiçbir şeyi kalmamış. Evinden dışarı çıkacak, doğru dürüst giyecek bir şeyi kalmıyor. Durumdan Kâinatın Efendisi'nin haberi oluyor.
"Ne yaptın ya Ebû Bekir? Her şeyini vermişsin, kendine bir şey bırakmamışsın."
"Bana Allah ve Resûl'ü yeter."
O güzel insanlar, dünya malına son derece kadar uzak, Allah ve Resûl'üne de son derece yakın idiler. Onların en önemli özellikleri, buydu. Bu onların temel karakteristik özelliğidir. Felâket asrının insanında bulunmayan ikinci özelliğe gelince, onu da anlatabilmek için yine Asr–ı Saadet'e gideceğiz

Vallahi kazandım
İslâm'ı anlatmak, tebliğ etmek, yeni yeni insanların kurtuluşuna sebep olmak için yapılan faaliyetlere bakacağız. Arap yarımadasının ortalarında bulunan bedevî Araplardan bir grup Medine'ye gelerek, kendi kabilelerine İslâm'ı öğretmek için öğretmen isterler. Kâinatın Efendisi bu durumdan biraz şüphelenmiştir. Ancak diğer yanda da kendilerine İslâm'ın öğretilmesi talebi vardır. Bir Peygamber için bu duruma hayır demek uygun düşmemektedir. Ashabın içinden beş on kişi seçilir ve bu bedevîlerle birlikte gönderilir. Bu cennet yolcularına, yola çıkmadan önce Kâinatın Efendisi bazı uyarılarda bulunur.
Bir iki gün yol almışlardır ki, ihtiyaç için mola verdikleri bir yerde pusuya düşürülürler. Bu hâdiseyi orada bulunan müşriklerden, sonra Müslüman olan bir sahâbînin ağzından dinleyelim:
"Bi'rimaûne gününde Müslümanlardan biri beni İslâm'a davet etti. Ben o adamın iki omzu arasına mızrağımı sapladım! Mızrağımın o adamın göğsünden çıktığını gördüm. Onun ağzından şu sözler döküldü:
"Vallahi kazandım!"
Kendi kendime şu soruyu sordum: Adamı öldürdüm, acaba ne kazandı? Kazanan ben, kaybedense o. Mızrağımı çıkardım. Yakın arkadaşım Dehhak'ın yanına gittim. Öldürdüğüm adamın, "vallahi kazandım" dediğini anlattım ve bu sözüyle ne demek istediğini sordum.
"O öldürdüğün adam, "Cenneti kazandım!" demek istiyordu."
Dehhak ile birlikte adamın yanına gittik. Gördüğümüz manzara karşısında dehşete düştük. "Vallahi ben kazandım!" diyen şehit sahâbînin cesedi gökyüzüne doğru yükselmekte idi. Bu durumu gören Dehhak, bana birlikte Müslüman olmamızı tavsiye etti ve ben de Müslüman oldum.
Bir başka gün yine on kişilik bir sahâbe öğretmen grubu yine pusuya düşürülüyor. Yine hepsi şehit ediliyor. Son anlarında mükâfatlarını alıyorlar. Yaptıkları işin şuur ve bilinci ile hareket ediyorlar.

Melekler gökte
yıkadığı şehit
Ordu Uhud'a çıkıyor… Bir güzel insan bir gün öncesinde evlenmiş, yani o gece, hanımı ile geçirdiği ilk gece… Mübarek adam sabah kalkamamış. Allahu a'lem, belki de sabah namazını da kılamamış olsa gerek. Ordu hareket etmiş, orduyu kaçırmanın telaş, üzüntü ve paniği içinde alelacele hazırlanmış ve hızla yola çıkmış.
Bu güzel insan orduya çabucak yetişebilmek için gusül abdesti alamamış. Hâdiseyi bugünkü imkânlarla düşünmeyin. Şimdi her evde sular akıyor, o zaman öyle değil. Değil evde suyun akması, suyun evlere uzaklığı oldukça fazladır. O devir imkânlar son derece kısıtlıdır. Bu güzel insan, Uhud'a varmadan orduya yetişir. Savaş başlar, zorlu bir mücadeleden sonra olanlar olur. Önce zafer, ardından bozgun, ardından kısmî bir zafer olsa da, Mekke müşriklerine yazılan bir zafer. Savaş sonrası şehitler defnediliyor. Manzara çok gariptir. Herkes ağlıyor, başta Kâinatın Efendisi. O, ashabına şehitler hakkında bilgiler veriyor. Bir şehit cesedi daha defnediliyor. Bir şey, görenlerin dikkatini çekiyor. Yağmur yok, su yok. Bu güzel insanın başı, saçları ıslak. Soruyorlar Kâinatın Efendisi'ne:
"Ya Resûlullah! Onun saçları ıslak. Bu, ne hikmettir,?" Kâinatın Efendisi buyuruyor ki:
"Bu kardeşinizi melekler gökte yıkamış."
Orada bu duruma kimse bir mâna veremiyor. Medine'ye döndüklerinde, bu güzel sahâbînin hanımı durumu Kâinatın Efendisi'ne haber verince işin aslı anlaşılıyor.
İslâm dininin bütün dünyaya ve bizlere kadar ulaşması için yapılan fedakârlıklar anlatmakla bitmez. Onlar öyle fedakârlıklar yapmışlardır ki, bu din onların malları, canları ve ailelerini feda etmenin sonucunda bize kadar ulaşmıştır.

Bir insanın daha
hidayetine
vesile olmak
Rivayet edilmiştir ki; yüz yirmi bin civarında sahâbe vardır. Bu yüz yirmi bin sahâbenin yaklaşık olarak, yirmi bininin kabri, Arabistan yarımadasındadır. Geri kalan yüz bini Arap yarımadasının dışında, Çin'den, orta Asya'ya, Hindistan'dan Kafkasya'ya, Balkanlardan, Cezayir, Fas'a kadar… Afrika'nın ortalarından Anadolu'ya, bütün dünyaya yayılmış bulunmaktadır.
Bu insanlar niçin bunca yollara çıkmışlar. Kalkmışlar Arap yarımadasından Honkong'a, Pekin'e niçin gitmişler? Yaşı yetmişin üzerinde olan bir sahâbî bunca yolu niçin teper? Bir insanı daha hidayete erdirmek için, bir insana daha İslâm'ı tanıtmak için... Bu güzel insanlar şunu demediler: "Yaşımız yetmiş işimiz bitmiş… Ye yemeğini, kıl namazını… Çek tespihini, yat aşağı."

Muhterem kardeşlerim!
Ebû Eyyûb el–Ensârî Radıyallahu Anh, İstanbul önlerine geldiği zaman yaşı doksana dayanmıştı. O yaşta bir insanın buralarda ne işi vardı? Onu buralara getiren sebep neydi? Allah ve Resûl'ünün rızası. Bunca sahâbeyi dünyanın dört bir yanına götüren sebep de aynı sebepti. Allah ve Resûl'ünün rızası… Bir insanın daha hidayetine vesile olmak…
Kâinatın Efendisi'nin bize rehber, önder ve örnek almamız için gösterdiği insanların özelliklerini saymakla bitiremeyiz. İki başlık altında sizlere anlatmaya çalıştık. Dünya ve dünya malına karşı olan uzak olmaları neticesinde, Rablerine son derece yakın oldular.

Muhterem kardeşlerim!
Yukarıda bu güzel insanların haberlerini kısaca anlattık. Bu anlatılanlara bakarak, günümüz insanını değerlendirirsek, ne durumda oluruz acaba? Bırakın malları, canları ve bütün dünyayı bir kenara iterek Allah rızası için yola çıkmayı, bizim, birbirimizi yemekten, birbirimizin kuyusunu kazmaktan başka bir düşüncemiz yok.
Kaçımız, aramıza dünya menfaati girdiğinde, kardeşimizi kırmıyor, onu darıltmıyoruz? Menfaatlerimiz söz konusu olduğunda, Allah ve Resûlü aklımıza geliyor mu?

Değerli kardeşlerim!
En büyük mesele; bir insanın hidayetine vesile olmaktır. Bütün peygamberler bunun için mücadele etmişledir? Bütün Allah dostları, ulema, ilim ehli bunun gayreti içinde olmuştur. Öyle peygamber gelmiştir ki, kendisine bir kişi dahi iman etmemiştir. Öyle peygamber gelmiştir ki, kendisine bir kişi, öyle peygamber gelmiştir ki, kendisine iki kişi iman etmiştir. Düşene biliyor musunuz: Siz, bir kişinin ya da üç kişinin, beş kişinin hidayetine sebep olursanız, ne büyük devlete ereceksiniz! Yarın huzur–u mahşerde, bir ümmeti dahi olmayan bir peygamber orada olacak. Sen de üç kişinin kurtuluşuna vesile olmuş olarak orada olacaksın. Düşüne biliyor musunuz: Kâinatın Efendisi sana nasıl bakacak, diğer ümmetlere karşı seninle nasıl iftihar edecek! Rabbimiz seni nasıl karşılayacak!
Hani kaynağı zayıf sayılan ancak İmam Rabbânî'nin Mektûbat'ında sıkça geçer: "Benim ümmetimin âlimleri Benî İsrail'in peygamberleri gibidirler." Buradaki kasıt, hiç şüphesiz peygamberlik makamı değildir. Peygamberlik makamı ve peygamberlik sıfatlarına kimse ulaşamaz. Burada anlatılmak istenen birkaç husus vardır ki, bunlardan bir tanesi de şudur: Benî İsrail'in peygamberlerine kavimlerinin çok azı iman ediyor, hatta bazen iman eden olmuyor. Bunun yanında Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmetinin âlimleri binlerce insanın imanının kurtuluşuna vesile oluyor. Bir Şahı Nakşibend Kuddise Sırruhu Hazretleri'ni düşünün ki; bir yol, bir çığır açtı, milyonların hidayetine vesile oldu. Bir İmam Rabbânî, o da milyonların imanının kurtulmasına vesile oldu. Buna çok örnek gösterebiliriz. Buradan anlaşılan; Kâinatın Efendisi'nin ümmetinin âlimleri bu noktada Benî İsrail'in peygamberlerine çok fark atmışlardır.


Tebliğ grubu
oluşturuyoruz
Muhterem kardeşlerim!
Evet, mesele bir insanın kurtuluşuna vesile olmaktır. Bunun için de kolları sıvama zamanı gelmiştir. Bir tebliğ grubu oluşturuyoruz. Bu tebliğ grubuna katılmak isteyen herkes kendi bulunduğu çevrede faaliyet gösterecektir. Tebliğ grubuna katılmak isteyen kardeşlerimiz, aşağıdaki kurallara uyacaklardır.
1–Bu guruba katılacak olan her hafta en az on, Ehl–i dünya mensubuna tebliğ yapacak.
2–Bu yaptığı tebliğin sonucunu her ne olursa olsun, bize bildirecek.
3–Tebliğ grubunda olan kardeşlerimizle en az ayda bir defa Durum Değerlendirme Toplantısı yapacağız. (İstanbul dışındakiler için geçerli değil.)
4–Tebliğde kullanılacak el bildirileri, kitap, broşür gibi tanıtım araçları bizim tarafımızdan hazırlanacak. (Bunlar ücretsiz olacak)
5–Toplantılarda gönüllü tebliğci kardeşlerimize, konunun uzmanları tarafından istenirse uygulamalı ders verilecek.
6–Tebliğci kardeşlerimizin faaliyetlerini rapor hâlinde tutacağız. Bu raporlar toplantılarda değerlendirilecek.
7– Bu faaliyetin hiçbir şekilde maddî bir boyutu olmayacak. Peşinen belirtelim ki, bu konuda hiçbir kişiden hiçbir sûrette maddî talebimiz yoktur ve kabul de etmeyiz. Bu yapacağımız iş, yukarıda arz ettiğim o güzel insanlara yakışır seviyede olacak, her türlü dünya beklentisinden arınmış olacak inşallah.
Bu kadar izah ile yetiniyoruz. Bu konuda ben de varım, ben de tebliğ yapacağım diyen kardeşlerimiz, bizi arasınlar, isim ve telefonlarını bıraksınlar. Bizzat bizim tarafımızdan aranacaklar ve gerekli bilgiler kendilerine verilecektir.

Muhterem kardeşlerim!
Oldukça uzun bir yazı oldu, yine kıymetli vakitleriniz aldım. Hakkınızı helâl edin. İnşallah bu yazdıklarımızdan bir sonuç alırız ve O yıldızların ardından gitmiş oluruz. Aksi hâlde felâket asrının felâketleri kapımızı çalacak, perişan olacağız.
Gelecek ay buluşmak üzere her birinizi en kalbî duygu ve muhabbetlerimle selâmlıyorum.
Rabbimizin mağfireti, bereketi, rahmeti üzerinize olsun...
Selâm ve dualarımızla...
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: KİMİ TERCİH EDECEĞİZ? ALLAH VE RESÜLÜNÜ MÜ! YOKSA DÜNYAYI MI?

s a değerli kardeşim gerçekten mana dolu ibret dolu bir yazı öncelikle paylaştığın için allah razı olsun inş bizlerde o tebliğ grubunun içinde oluruz kardeşim vermek kadar nefse ağır gelen bir şey yoktur biz rabbimin kulları allah için bir şey istendiğinde bahane bulup dünyalık için neler buluyorsak biz mümin olamayız rabbim sırf kendi rızası için verenlerden eylesin allaha emanet oll
 

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: KİMİ TERCİH EDECEĞİZ? ALLAH VE RESÜLÜNÜ MÜ! YOKSA DÜNYAYI MI?

KARDEŞİM BU YAZI BEYAN DERGİSİNDEN ALINTIDIR.bilgi için. www.beyan.com.tr ile irtibata geçin inş...
 

gurbetten

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Tem 2006
Mesajlar
1,474
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
Konum
ALMANYA/MANISA
RE: KİMİ TERCİH EDECEĞİZ? ALLAH VE RESÜLÜNÜ MÜ! YOKSA DÜNYAYI MI?

texas yazdı:
1000000 YAKIN TARAFTARI VE 126900 ÜYENİN BAŞKANIYIM TEBLİĞDE METOT VE KAYNAKLARI TARAFIMA GEÇERMİSİNİZ.


:eek::eek::eek:BEN BU YAZIDAN HIC BIR SEY ANLAMADIM:eek::eek::eek:

TARAFTAR KIM, ÜYE KIM, SEN NEYIN BASKANISIN?
METOT NE HANGI TARAFA GECICEZ?:D:D:D:D
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt