Hergün geçtiği yolun kenarında bulunan tarihi mezarlığın ortasında durur bir Fatiha okurdu... Vakti olduğu zaman tam köşede yatan bir evliyanın kabri başında durur içten içe konuşur ve mezar taşındaki yazıları okumak için defalarca çaba sarfederdi.
Bugün de işte evliyanın kabri başında oturuyor. Ama öylesine dalgın dalgın ufuklara bakıyor ki, yanına geldiğimi, ona selam verdiğimi duymamış. Biraz sesimi yükselttim ve elimle omuzuna dokunup selamımı tekrarladım.
Birden irkildi. Bana öyle bir baktı ki içim cız etti. O da ben de durakladık biraz. Sonra tebessüm ederek “Selamımı aldı” kendisine ’Seni her zaman burada görürdüm; acaba bir şey mi oldu, hastalandı mı?’ derken lafın arasına girdi:
–Yoksa öldü mü, belki de kalbi sekte’ye uğradı zannet mişsindir.
–Kusura bakma rahatsız mı ettim.
–Yok kardeşim yok!.. Sıkma canını. Dalgınlık bende. Başka bir yaramazlık yok.
–Hayırdır epeydir buradasın. Bi sıkıntın mı var?
Nereden de bu lafı dedim. Hay Allah!.. Adamın tekrar rengi döndü. Yüz ifadeleri gerildi. Bu hali biraz yumuşatmak için.
–Seni üzecek bir şey demedim inşallah!..
–Sana değil. Sıkıntım kendime kardeş, tasalanma...
–İstersen anlat...
Anlaşıldı sen çok meraklandın. Anlatayım öyleyse...
Sabahları işime giderken bu mezarlığa mutlaka uğrarım. Ne bileyim bu evliyanın kabrini yıllardır ziyaret ederim.
Bugün oturup 1 Fatiha 11 ihlas okudum. Sonra dertleşmek geldi içimden.
Selam verdim:
’Esselamı aleykum ya ehl–i kabir’ dedim.
Yani, kabirde yatan selam üzerine olsun, dedim.
Sonra öyle şeyler düşünmeye başladım ki...
Bir kere, buradaki evliya nur meclisine gitmiş. Orada bulunan ve günahlarının ağırlığından ruhu uçamayan bir mü’min sanki şöyle diyordu:
Gerçek ölü siz değil misiniz? Kadınınızı, erkeğininizin yüzünden, elinden, dilinden, kalbinden utanma duyğusu alınırken hiç duymuyorsunuz... Esas ölü sizsiniz.
Hemen yanıbaşınızdaki müslüman bir toplulukta bulunan kardeşleriniz aç, bi-ilaç, susuz, dermansız bırakılıyor. Evleri başına yıkılıyor. Dünyada kafirlerin kılı kıpırdamaz bu normaldir de... Müslüman olduğunu söyleyenler neden birbirlerine sahip çıkmazlar. Biz değil sizin kalpleriniz ölmüştür.
Bu evliyayı sen burada arıyorsun. Onlar ölü değildir. Onlar Nur meclislerinde sadece mü’minlerin gayretini beklemektedirler. Vallahi eğer karınca misali küçücük adımlar atabilseydiniz her biri kılıçlarını kuşanıp sizinle olurdu... Heyhat ki sizin ruhlarınız, feyziniz, duanız, hassasiyetiniz, Kur’an okuma aşkınız, ibadet coşkunuz, ferasetiniz ölüdür... Esas mezarlıklar sizlersiniz...
Git, hadi git dedi bana Akif’in mezarına git dedi...
Ne demek istedi diye düşündün düşündüm, kabir, ölü derken Akif’in şu mısralarını hatırladım;
"Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile
Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile
Kaç hakiki müslüman gördümse makberdedir (kabirdedir)
Müsmanlık bilmem amma galiba göklerdedir."
Anladın mı; işte bunları düşünürken senin selamını duymamışım.
– Anladım kardeşim anladım. Gerçek ölüler bizlermişiz.
Bugün de işte evliyanın kabri başında oturuyor. Ama öylesine dalgın dalgın ufuklara bakıyor ki, yanına geldiğimi, ona selam verdiğimi duymamış. Biraz sesimi yükselttim ve elimle omuzuna dokunup selamımı tekrarladım.
Birden irkildi. Bana öyle bir baktı ki içim cız etti. O da ben de durakladık biraz. Sonra tebessüm ederek “Selamımı aldı” kendisine ’Seni her zaman burada görürdüm; acaba bir şey mi oldu, hastalandı mı?’ derken lafın arasına girdi:
–Yoksa öldü mü, belki de kalbi sekte’ye uğradı zannet mişsindir.
–Kusura bakma rahatsız mı ettim.
–Yok kardeşim yok!.. Sıkma canını. Dalgınlık bende. Başka bir yaramazlık yok.
–Hayırdır epeydir buradasın. Bi sıkıntın mı var?
Nereden de bu lafı dedim. Hay Allah!.. Adamın tekrar rengi döndü. Yüz ifadeleri gerildi. Bu hali biraz yumuşatmak için.
–Seni üzecek bir şey demedim inşallah!..
–Sana değil. Sıkıntım kendime kardeş, tasalanma...
–İstersen anlat...
Anlaşıldı sen çok meraklandın. Anlatayım öyleyse...
Sabahları işime giderken bu mezarlığa mutlaka uğrarım. Ne bileyim bu evliyanın kabrini yıllardır ziyaret ederim.
Bugün oturup 1 Fatiha 11 ihlas okudum. Sonra dertleşmek geldi içimden.
Selam verdim:
’Esselamı aleykum ya ehl–i kabir’ dedim.
Yani, kabirde yatan selam üzerine olsun, dedim.
Sonra öyle şeyler düşünmeye başladım ki...
Bir kere, buradaki evliya nur meclisine gitmiş. Orada bulunan ve günahlarının ağırlığından ruhu uçamayan bir mü’min sanki şöyle diyordu:
Gerçek ölü siz değil misiniz? Kadınınızı, erkeğininizin yüzünden, elinden, dilinden, kalbinden utanma duyğusu alınırken hiç duymuyorsunuz... Esas ölü sizsiniz.
Hemen yanıbaşınızdaki müslüman bir toplulukta bulunan kardeşleriniz aç, bi-ilaç, susuz, dermansız bırakılıyor. Evleri başına yıkılıyor. Dünyada kafirlerin kılı kıpırdamaz bu normaldir de... Müslüman olduğunu söyleyenler neden birbirlerine sahip çıkmazlar. Biz değil sizin kalpleriniz ölmüştür.
Bu evliyayı sen burada arıyorsun. Onlar ölü değildir. Onlar Nur meclislerinde sadece mü’minlerin gayretini beklemektedirler. Vallahi eğer karınca misali küçücük adımlar atabilseydiniz her biri kılıçlarını kuşanıp sizinle olurdu... Heyhat ki sizin ruhlarınız, feyziniz, duanız, hassasiyetiniz, Kur’an okuma aşkınız, ibadet coşkunuz, ferasetiniz ölüdür... Esas mezarlıklar sizlersiniz...
Git, hadi git dedi bana Akif’in mezarına git dedi...
Ne demek istedi diye düşündün düşündüm, kabir, ölü derken Akif’in şu mısralarını hatırladım;
"Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile
Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile
Kaç hakiki müslüman gördümse makberdedir (kabirdedir)
Müsmanlık bilmem amma galiba göklerdedir."
Anladın mı; işte bunları düşünürken senin selamını duymamışım.
– Anladım kardeşim anladım. Gerçek ölüler bizlermişiz.