ferahhfeza
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 18 Ağu 2007
- Mesajlar
- 10,922
- Tepki puanı
- 8
- Puanları
- 0
- Yaş
- 47
- Web Sitesi
- ferahhfeza.blogcu.com

ve sen! O’na sığın, O’nu an, bütün isimleriyle…
Anmak aramaktır
Zikir, anmak demektir. Peki, insan, niçin anar? Anmak ne katar insana, ne kazandırır?
İnsan anar, çünkü kendine yetemez, başkasına muhtaçtır. İnsan, zayıflığına, faniliğine, çaresizliğine deva arar. Bu sonlu ve sınırlı dünyada, tek başına kalmaya dayanamaz. Çünkü bir başına kalmak, yapayalnız olmak bunaltır, sıkar ve adeta nefes alamaz hale getirir. Bu sebeple insan, hudutlarını genişletmek ister ve rahatlamak ister.
Tıpkı Bediüzzaman Hazretleri gibi feryat eder: “Faniyim, fani olanı istemem! Acizim, aciz olanı istemem! İsterim, fakat bir Yâr-ı Bâkî isterim.”
Anmak, aynı zamanda aramak demektir. İnsan, andığını arar ve bulmak ister. Bulanlar da, arayanlardır.
Gerçi, her arayan bulamaz ama bulmak için mutlaka aramak gerekir. Aradığını ananlar, bulduklarını da anmadan edemezler. Yani hem hasret, hem de vuslat, anmaya vesiledir.
Anmak, aynı zamanda vefadır. Bulunana, bilinene, sevilene sadakat ve vefa, anmayı gerektirir.
Anmak, şifadır. Mecazi sevgililerin anılması, deniz suyu gibi içtikçe aşk acısını çoğaltır. Hakiki ve İlahi aşk ise ilaçtır; sakinleştirir, dengeye getirir, teselli eder.
Bu sebepten olsa gerek, sabır kahramanı olan Eyyub Aleyhisselam, derde, ağrıya, ızdıraba hep dayanmış da hastalık diline, kalbine gelince, halini Rabbi’ne arzetmiş: “Ya Rab! Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime dokundu.” (Dilim zikredemez, kalben kulluk yapamaz oldum.)
Dilin zikri ve kalbin kulluğu tehlikeye girinceye kadar, sabretmiş. Zira dil, asıl vazifesi olan zikirden, kalp de kulluğundan geri kalırsa, insan neye yarar?...
Bu gerçeğin farkında olanlar, sadece Yüce Yaratıcı’yı zikreden bir dil, yalnız O’nu gören bir göz ve ancak O’na yer veren bir kalp olmayı istemişlerdir. Böylece zikri, dile münhasır olmaktan çıkarmışlar, insanın bütün hücreleriyle, her an yaptığı bir ibadet olarak anlamışlardır.
Kâinatın maliki, sahibi, hâkimi olan Allah (celle celaluhu), sadece dil ile anılabilir mi? Varlığın ve varlığımızın Sahibi, sahip olduğumuzun bütünüyle birlikte anılmalı…
O zaman, yaratılmışların hepsiyle zikir arkadaşı oluruz. Böylece, zikrimiz, cılız bir solodan çıkar, muhteşem bir koroya dönüşür.
Bu anlayışın bir coşkun gönüllüsü olan Süleyman Çelebi,
Bir kez Allah dese, aşk ile lisan,
Dökülür bunca günah, misl-i hazan
müjdesini verir.
Sahte tesellileri vardır zikirsizlerin
Peki, zikirsizler ne yaparlar? Onların yalancı ve sahte tesellileri vardır. Mesela, etraflarına aynalar koyarak, dar mekânlarını genişlettiklerini sanırlar. Geniş gördüğü mekânda oynayıp zıplamaya başlayınca da aslında dar olan mekânın camdan duvarlarına çarparlar. Kırılıp dökülürler, yaralı bereli kalırlar. Kırılan aynaların şangırtısıyla kendilerine gelseler bile, durumu düzeltmek için artık ne zaman, ne de imkân kalmıştır.
Bu yüzden olsa gerek, “Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse” denilmiştir.
Zikirsizler, aslında fikirsizlerdir. Fikretselerdi, yani gerçek bir tefekkürün sahibi olarak derin düşünselerdi, kâinatın tek Yaratıcısı’nı bilecekler ve tabii ki O’nu zikredeceklerdi.
Zikirsizler de aslında zikirsiz kalamazlar. Ancak onlarda, zikrin öznesi değişir, başkalaşır. Zira kim neyin kulu ise, onu zikreder.
Ancak, Yüce Yaratıcı’dan başkası anmaya değmediğinden, zikirden beklenen güzel neticelere ulaşamazlar. Bu yüzden de çoğu zaman kendilerini oyuna, eğlenceye, kumara, içkiye, uyuşturucuya vururlar. Buna mecburdurlar. Çünkü iç dünyalarını ancak böylece susturabilirler.
Bütün kâinat zikreder. Yaratılışları gereği, kendiliğinden zikreden bu kâinatın zikirlerini, insanoğlu bilinçli zikriyle, hepsi adına sözcülük görevini yaparak, Âlemlerin Rabbi’ne takdim eder.
Zikir yoksunları, SER ZAKİR’i Efendimiz olan, bu kâinat çapındaki görevin, şuursuz kaçkınlarıdır. Zira onlar, zikreden her şeye rağmen, zikretmezler. Böylece, bütün kâinatı tekzip etmeye, yalanlamaya yeltenirler. Bu durum da bütün varlığa hakaret demektir. Dolayısıyla, zikirsizlik, serkeşliktir, haddini bilmezliktir, küstahlıktır.

O ki, “Allah, kuluna kâfi değil mi?” buyurdu.
O’nu bulan, neyi kaybeder, O’nu kaybeden ne bulur?
Her şeyin Sahibine teslim ol, kurtul. Dünya seni esir etmeden, sen onun hakiki Sahibine kul ol, kurban ol, kurtul…