Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kibr (1 Kullanıcı)

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Kibrin başlıca yedi sebebi vardır: İlm, yâni din bilgileri, ibâdet, neseb, cemâl, kuvvet, mâl, mevkı'. Bu sıfatlar câhillerde bulununca kibre sebep olurlar.
İlim kibre sebep olduğu gibi, kibrin ilâcı da ilimdir. Kibre sebep olan ilmin ilâcı çok zordur. Çünkü ilim, çok kıymetli bir şeydir. Bunun için, ilim sahibi kendini üstün ve şerefli sanır. Böyle kimsenin ilmine cehl demek daha doğru olur.

Hakîkî ilim, insana aczini, kusurunu ve Rabbinin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir. Hâlıkına karşı korkusunu ve mahlûklara karşı tevâdu'unu arttırır. Kul haklarına önem verir. Böyle ilmi öğretmek ve öğrenmek farzdır. Buna (İlm-i nâfi') denir. İhlâs ile ibâdet etmeye sebep olur.

Kibre sebep olan ilmin ilâcı iki şeyi bilmekle olur. Birincisi, ilmin kıymetli, şerefli olması, sâlih niyete bağlıdır. Cehâletten ve nefsinin hevâsından kurtulmak için öğrenmek lâzımdır. İmâm olmak, müftî olmak, din adamı tanınmak için öğrenmemek lâzımdır.

İkincisi, ilmi ile amel etmek ve başkalarına öğretmek ve bunları ihlâs ile yapmak lâzımdır. Amel ve ihlâs ile olmayan ilim zararlıdır. Hadis-i şerifte, (Allah için olmayan ilmin sahibi Cehennemde ateşler üzerine oturtulacaktır) buyuruldu. Mâl, mevkı' ve şöhret için ilim sahibi olmak böyledir. Dünyalık ele geçirmek için ilim öğrenmek, yâni dîni dünyaya vesîle etmek, altın kaşıkla necâset yimeye benzer. Dîni dünya kazancına âlet edenler, din hırsızlarıdır. Hadis-i şerifte, (Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır) buyuruldu. Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek câizdir. Hattâ lâzımdır. Hadis-i şerifte, (Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır: Birincileri, ilimleri ile insanlara faydalı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemiyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvânlar ve havadaki kuşlar duâ edeceklerdir. İlmi başkalarına faydalı olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyâmette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır) buyuruldu. Yerde ve gökte bulunan mahlûkların hepsinin tesbîh ettiklerini Kur'an-ı kerim haber veriyor. (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadis-i şerifindeki âlim, Resûlullahın yolunda olan, Onun yoluna uyan din âlimi demektir. İslâmiyete uyan âlim, etrâfına ziyâ saçan ışık kaynağı gibidir.

(Kıyâmet günü bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları etrâfına toplanıp, sen dünyada Allahın emirlerini bildirirdin. Niçin bu azâba düştün derler. Evet, günahtır yapmayın derdim, kendim yapardım. Yapınız dediklerimi de yapmazdım. Bunun için, cezâsını çekiyorum der) ve (Mîraç gecesi göğe götürülürken insanlar gördüm. Ateşten makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebrâîle sordum. Ümmetinin hatîblerinden, vâizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir dedi) ve (Cehennem zebânîleri, günah işliyen hâfızlara, puta tapanlardan daha önce azâb yapacaklardır. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmiyerek yapılandan daha kötüdür) hadis-i şerifleri meşhûrdur. Eshâb-ı kirâm çok âlim oldukları için küçük günahlardan da, büyük günahlar gibi korkarlardı. Buradaki hâfızlar, Tevrât hâfızları olsa gerektir. Çünkü günah işleyen müslümanlara kâfirlerden daha şiddetli azâb yapılmayacaktır. Yâhut, bu ümmetten olup da, günahlardan, haramlardan sakınmaya önem vermeyip, kâfir olan hâfızlardır. Hadis-i şerifte, (Âlimler devlet adamlarına karışmadıkca ve dünyalık toplamak peşinde olmadıkca, Peygamberlerin emînleridir. Dünyalık toplamaya başlayınca ve hükûmet adamlarının arasına karışınca, bu emânete hıyânet etmiş olurlar) buyuruldu. Emânetcinin kendisine bırakılan mâlları muhâfaza etmekte emîn olması lâzım geldiği gibi, din âliminin de, islâm bilgilerini bozulmaktan muhâfaza etmekte emîn olması lâzımdır. Resûlullah, Kâbeyi tavâf ediyorken, hangi insan daha kötüdür? diye soruldu. (Kötü olanı sorma! İyi olanları sor. Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür) buyurdu. Çünkü âlimler, bilerek günah işlemektedir. Îsâ aleyhisselâm, (Kötü âlimler, su yolunu kapayan kaya gibidir. Su, kayadan sızıp geçemez. Akmasına da mani olur) dedi. Kötü din adamı, kanalizasyona benzer. Görünüşte, sağlam, sanat eseridir. İçi ise, pislik doludur. Hadis-i şerifte, (Kıyâmet günü azâbların en şiddetlisi, ilmi kendisine faydalı olmıyan din adamınadır) buyuruldu. Bunun için, münâfıklar, yâni müslüman görünen kâfirler, Cehennemin dibine gideceklerdir. Çünkü, bunlar işittikleri, bildikleri hâlde, inat ederek, kâfir olmuşlardır. İlim sahibi, yâni din bilgilerini öğrenen kimse, yâ sonsuz saadete kavuşur, yâhut nihâyetsiz felakete düçar olur. Hadis-i şerifte, (Cehennemde azâb çekenlerden bazıları, kötü kokular yayar. Bu koku diğerlerine ateşten daha fazla azâb verir. Sen ne günah işledin ki, böyle pis koku çıkarıyorsun denildikte, ben din adamı idim. Bildiklerimi yapmazdım der) buyuruldu. Ebûdderdâ diyor ki, (İlmi ile âmil olmıyan din adamına âlim denilmez.) İblîs, bütün dinleri biliyordu. Fakat ilmi ile amel etmedi. Çölde kalan kimsenin yanında on aded kılınç ve çeşidli silâhlar bulunsa, bunları kullanmasını iyi bilse ve çok cesûr olsa, kendisine hücûm eden arslana karşı kullanmadıkca, bu silâhların faydası olur mu? Elbette olmaz. Bunun gibi, din bilgilerinden yüzbin mes'ele öğrense, bunları kullanmadıkca, faydalarını görmez. Hasta olan kimse de, derdinin en faydalı ilâcı bulunsa, kullanmadıkca, faydasını görmez.

Hadis-i şerifte, (Âlim olduğunu söyliyen kimse, câhildir) buyuruldu. Her sorulana cevap veren, her gördüğünden mâna çıkaran ve her yerde bilgi satan kimse, câhilliğini ortaya koyar. Bilmiyorum, öğrenip de söylerim diyen kimsenin, derin âlim olduğu anlaşılır. Resûlullaha, en kıymetli yer neresidir, denildikte, (Bilmiyorum, Rabbim bildirirse söylerim) demiştir. Bunu Cebrâîl aleyhisselâma sormuş, ondan da, aynı cevabı almıştır. O da, Allahü teâlâya sormuş, (Mescidler)dir cevabını almıştır. A'râf sûresinin (Affet ve mârufu emret) meâlindeki yüzdoksansekizinci âyet-i kerimesi gelince, Cebrâîl aleyhisselâmdan bunu açıklamasını istemiş, o da, Rabbimden öğreneyim, diyerek gitmiştir. Tekrar geldiğinde, Allahü teâlâ, (Senden uzaklaşana yaklaş! Senden esirgeyene ihsân et! Sana zulmedenleri affet!) emrini verdi dedi. Şa'bî, kendisine sorulanlardan birini bilmiyorum deyince, sen Irak memleketinin müftîsisin. Bilmiyorum demek, sana yakışır mı? dediklerinde, meleklerin üstünleri bilmiyoruz dediler. Benim söylememden ne çıkar, buyurdu. İmâm-ı Ebû Yûsüf, bir sü'âle bilmiyorum deyince, hem Beyt-ül-mâldan maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun, dediler. (Beyt-ül-mâldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, Beyt-ül-mâlda bulunanların hepsi yetişmezdi) dedi.

Nefsine uymayan câhil ile arkadaşlık etmek, nefsinin esîri olan din adamı ile arkadaşlık etmekten iyidir. Din adamı olduğu için tekebbür etmek, câhil olmanın alâmetidir. Çünkü, ilim, tevâdu'a sebep olur, Kibirden men eder.
Tekebbür etmek haramdır. Tekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kibir ve Kibriyâ sıfatı, ona mahsûstur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz. Kibrin zararını bilmeyen kimse için âlim demek, yalan olur. İnsanın ilmi arttıkca, Allahü teâlâdan korkması artar. Günah işlemeye cesaret edemez. Bunun için, Peygamberler, tevâdu' sahibi idiler. Allahü teâlâdan çok korkarlardı. Kendilerinde kibir ve ucb gibi kötü huylar hiç yoktu.

Küçüklere, fâsıklara ve fâcirlere karşı da kibrli olmamalıdır. Yalnız, tekebbür sahibine karşı tekebbür etmek lâzımdır. Bir âlim, câhili görünce, bu, bilmediği için günah işliyor. Ben ise, bilerek işliyorum, demelidir. Bir âlimi görünce, bu benden daha çok biliyor ve ilminin hakkını veriyor. İhlâs ile amel yapıyor. Ben böyle değilim, demelidir. Kendinden daha yaşlı bir kimseyi görünce, bu benden daha çok ibâdet etti, demelidir. Gençleri görünce, bunların günahı az, benim günahlarım çok demelidir. Kendi yaşındakileri görünce, günahlarımı biliyorum, onun ne yaptığını bilmiyorum. Bilinen kötülükleri tahkîr etmek lâzımdır, demelidir. Bir bid'at sahibini veya kâfiri görünce, insanın hâli son nefeste belli olur. Acaba benim hâlim ne olacak, demeli, bunlara da tekebbür etmemelidir. Fakat, bunları sevmemelidir. Hele, küfrü, bid'ati yaymaya uğraşanlar, Resûlullahın sünnetine düşmandırlar. Sünnetin nûrlarını söndürmeye ve bid'ati, dalâleti yaymaya ve Ehl-i sünnet âlimlerini kötülemeye ve âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış mânalar vererek, islâmiyeti içerden yıkmaya çalışmaktadırlar.

Bu yıkıcıları, bölücüleri de sevmemelidir. Fakat, insanın kendi günahlarını unutmaması ve ezelde kendi hakkında nasıl takdîr olunduğunu ve son nefesinin nasıl olacağını düşünmesi lâzımdır. Âhırette kimin kimden üstün olacağı, dünyada kesin olarak bilinemez. Çok din adamı, kâfir olarak can vermiştir. Çok kâfirlere de îman ile can vermek nasip olmuştur. Şimdi, kâfire Cehennemlik, kendine Cennetlik diyen kimse, gaybı bildiğini iddiâ etmiş olur. Bu ise, küfürdür. Onun için, kimseye tekebbür etmek câiz değildir.

(Kâfire ve bid'at sahibine nehy-i münker yapmak, nasihat vermek lâzımdır. Kendini bunlardan aşağı gören kimse, onlara nasıl nasihat verebilir? Bundan başka, âdet-i ilâhiyye şöyledir ki, insan nasıl yaşadı ise, öyle can verir. Bunun aksi olmuş ise de, nâdirdir. Hem de, Allahü teâlâ, müminleri medh etmekte, îmansızlardan üstün olduklarını bildirmektedir) denirse, buna cevap olarak deriz ki, onları sevmemek lâzım olması, Allahü teâlâ (Sevmeyiniz!) dediği içindir. Onlardan daha üstün olduğumuz için değildir. Sultan, küçük oğlunu, hizmetçisi ile bir yere gönderirken, çocuk kabahat yaparsa, darılmasını, hattâ dövmesini emreder. Bu da, çocuk kabahat yapınca, onu döver. Fakat döverken, kendisinin çocuktan daha kıymetli olmadığını bilmektedir. Ona tekebbür edemez. Müminin kâfiri sevmemesi, buna benzemektedir. Allahü teâlâ müminlerin, kendilerinin değil, îmanlarının üstün olduğunu bildirdi. Îman kimde bulunursa, o üstün olur. Sonsuz üstünlük, son nefeste belli olur.

05-slm Ahlk


........................................

BİRİNCİ BÖLÜM "Kibir" | ihya.info
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Ne ile kibir yapılır?

Ne ile kibir yapılır?

Ne ile Kibir Yapılır?

Kişi ancak nefsini büyük saydığı zaman kibirlenebilir. Nefsini de ancak kemâl sıfatlarından bir sıfata sahip olduğuna inandığı zaman büyütür. Bunun özü, dinî veya dünyevî bir kemâle dönüşür. Dinî kemâl, ilim ve ameldir. Dünyevî kemâl ise neseb, güzellik, kuvvet, mal ve yardımcıların çokluğudur. Bu bakımdan bunlar yedi sebeptirler:


1- İlim


Âlimlerin gururlanması pek çabuk olduğu için Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: İlmin âfeti, gururlanmaktır'53
Bu bakımdan âlim bir kişi, durmadan ilminin izzetiyle büyüklük taslar. Nefsinde ilmin cemâl ve kemâlini sezer. Nefsini büyütür. Halkı küçültür. Halka hayvan nazarıyla bakar. Onları cehaletle niteler. Onların kendisine selâm vermelerini bekler. Eğer onlardan biri ona selâm verirse veya onun selâmını güler yüzle karşılarsa veya onun önünde ayağa kalkarsa veya onun çağrısına icabet ederse, bütün bunları o adamın yapmak zorunda olduğu bir vazife olarak telâkki eder ve teşekkür etmesini gerektiren bir nimet olarak görmez ve onların hepsinden daha üstün olduğuna inanır. Onlar için kendisi gibi bir insanın yapmayacağı şeyleri onlara yapmış olduğunu sanır. Kendisine kölelik yapmalarını ve hizmetine koşmalarını, iyilik yapmasına karşı böylece teşekkür borçlarını edâ etmelerini uygun ve münasib bulur! Oysa durum hiç de onun zannettiği gibi değildir. Çoğu zaman o insanlar ona iyilik yapar da o onlara yapmaz! Onu ziyaret ederler, o onları ziyaret etmez. Hastalandığı zaman, ona ziyarete giderler, o onların hastalarını sormaz. İnsanlardan onunla ihtilât edenin kendisine hizmet etmesini talep eder. İhtiyaçlarında onların yardımcı olmasını ister. Eğer o bu hizmette kusur ederse, onun hareketini şiddetle kınar. Sanki insanlar onun kölesi veya ücretli hizmetkârlarıdır! Sanki ilim öğretmesi, onlara yapmış olduğu bir iyiliktir. Onların üzerine kendi haklarını yüklenmiş sayar.
İşte buraya kadar söylediklerimiz, dünya ile ilgili olan şey hakkındadır.



Ahiret işlerinde ise onlara karşı şöyle kibirlenir: Nefsini Allah katında onlardan daha yüce ve daha üstün görür. Kendi nefsinden daha fazla onların helâk olmasından korkar. Onlar için ümit ettiğinden daha fazlasını nefsi için ümit eder! Böyle bir kimseye âlim demektense cahil demek daha evlâdır. Hakiki ilim odur ki, insan onunla hem nefsini, hem de rabbini tanır. Akibetin tehlikesini, Allah'ın âlimlere karşı olan delilini, buradaki ilim tehlikesinin büyüklüğünü bilir. Nitekim bu durum, ilimle kibri tedavi etme bahsinde gelecektir. Böyle bir ilim, korkuyu, tevazuyu, kalp huzurunu artırır. Bütün insanları kendisinden daha hayırlı görmesini gerektirir. Çünkü ilimden ötürü kendisinin aleyhindeki Allah Teâlâ'nın hüccet ve delili daha büyük, ilim nimetinin şükrünü ifa etmekteki kusuru daha korkunçtur.


Bu sırra binaen Ebu Derdâ (r.a) şöyle demiştir: İlmen gelişen bir kimse o nisbette acı duyar!'


Hakîkaten bu hüküm, Ebu Derdâ'nın dediği gibidir.


Soru: Bazı insanlar neden, ilimden dolayı daha fazla gururlanırlar, nefislerinden emin olurlar?


Cevap: Bunun iki sebebi vardır:


Birincisi: Hakîkî değil de ancak zâhirde ilim denilen şey ile meşgul olmasıdır. Gerçek ilim, o ilimdir ki kul onunla hem rabbini, hem nefsini tanır. Allah ile mülâki olmaktaki ve Allah'tan uzaklaşmaktaki işin tehlikesini anlar. Böyle bir ilim insana kalp huzuru ve tevazu verir. Gururu ve nefsinden emin olmayı değil!
Kulları içinden ancak âlimler Allah'tan (gereğince) korkarlar.(Fâtır/28)
Bunun ötesi tıp, hesap, lûgat, şiir, nahiv, husumetleri ayırdetmek, mücadelelerin yolları gibi ilimler ise, insan bunlara tam mânâsıyla hazırlanıp dolduğu zaman, bununla beraber kibir ve münafıklık doğar. Bunlara sanatlar demek, ilimler demekten daha evlâdır. İlim, kulluğun ve rabbin mârifeti ve ibâdetin yolu demektir. Böyle bir ilim, çoğu zaman insana tevazuu telkin eder.


İkincisi: Kulun kötü ahlâklı, alçak nefisli, habis niyetli olduğu halde ilme dalmasıdır; zira kul önce nefsinin temizlenmesi ve çeşitli mücahedelerle kalbinin takviyesi ile meşgul olmamıştır. Nefsini rabbine ibâdete alıştırmamıştır. Böylece cevheri kirli kalmıştır. Bu takdirde, hangi ilim olursa olsun ilme daldığı zaman, ilim onun kalbinde kirli bir konak bulur. İlmin meyveleri, güzel olarak çıkmaz. Hayırda eseri görünmez olur.


Vehb, bunun için şu darb-ı meseli zikrederek şöyle demiştir: İlim yağmur gibidir. Gökten tatlı ve berrak olarak iner. Ağaçlar onu damarlarıyla çeker. Onu tadları nisbetinde değiştirirler. Acı ağaçta o su gittikçe acılaşır, tatlıda ise gittikçe tatlılaşır. İlim de böyledir kişiler onu hıfzederler. Himmetleri ve hevâ-i nefisleri nisbetinde onu değiştirirler. Mağrur bir kimsenin gururu, mütevazi bir kimsenin de tevazusu artar. Çünkü cahil olduğu halde himmeti ve maksadı kibir olan bir insan, ilmi hıfzettiği zaman, kendisiyle mağrurlanacak bir şeyi elde etmiş olur, kibri daha da artar, kişi, cehaletiyle beraber korktuğu zaman ilmi gelişirse, Allah'ın kendisine karşı delilinin daha da kuvvet bulduğunu bilir. Böylece korkusu, zillet ve tevazusu gittikçe artar. Bu bakımdan ilim, kendisiyle kibirlenilen şeylerin en büyüklerindendir. Bunun için de Allah Teâlâ, peygamberine şöyle buyurmuştur:


Mü'minlerden sana tâbi olanlara karşı tevazu kanadını indir.(Şuarâ/215)


Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, etrafından dağılır giderlerdi.(Âlu İmran/159)


Velî kullarını vasıflandırırken de şöyle buyurmuştur:
Mü'minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı şiddetlidirler. (Muhammed/29)
Hz. Abbas'ın rivayet ettiği hadîste, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir kavim gelecektir. Kur'an'ı okuyacaklar fakat Kur'an onların boğazlarından aşağı inmeyecektir. Onlar 'Biz Kur'an'ı okuduk! Bizden daha iyi okuyan ve bizden daha fazla bilen var mıdır?' diyeceklerdir!
Hz. Peygamber bunu söylerken dönüp ashabına baktı ve şöyle dedi:
Onlar sizlerdendir! Onlar ateş yakıtlarının ta kendisidir!54
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Sakın âlimlerin mağrurlarından olmayınız. Aksi takdirde ilminiz cehaletinize karşılık veremez'.


Bunun içindir ki Temim ed-Dârî, Hz. Ömer'den kıssalar anlatmak hususunda izin istedi. Hz. Ömer de izin vermekten imtina etti ve şöyle dedi: 'Kıssalar anlatman boğazlanmandır'. Yani senin için tehlikelidir.
Başka bir kişi, bir namazdan sonra halka nasihat etmek hususunda izin istedi. Hz. Ömer şöyle dedi: 'Süreyya yıldızına yetişecek kadar büyüklenmenden korkuyorum'.
Huzeyfe b. Yeman (r.a) bir cemaata namaz kıldırdı. Selâm verdikten sonra şöyle dedi: 'Siz benden başka bir imam arayınız veya tek başınıza namaz kılınız! Çünkü ben nefsimde 'Bu cemaatin içinde benden daha iyisi yok' kanâatinin varlığını müşahede ettim'.
Huzeyfe gibi bir sahabî'nin bundan sâlim kalmaması sözkonusu olduğuna göre, acaba bu ümmetin zayıfları nasıl bundan sâlim kalabilir? Yeryüzünde kendisine âlim denmeye lâyık olan ve ilmin gururu ve büyüklüğü kendisini harekete geçirmeyen bir kimse pek nadirdir. Eğer böyle bir kimse bulunursa, bu kimse zamanının sıddîkıdır. Ondan ayrılmak hiç uygun düşmez. Ona bakmak ibâdet olur. Onun nefeslerinden, durumlarından istifade etmek de ayrı bir fazilet!
Eğer biz böyle bir kimseyi bilmiş olsaydık Çin'in en uzak yerinde olsa bile ona giderdik ki bereketi bizi kaplasın. Güzel sîret ve ahlâkı bize geçsin! Böyle biri nerede? Zamanın sonlarında bunların benzerlerinin bulunması ne mümkün! Onlar ikbâl ve devlet sahibi idiler. Sahabenin asrında ve onu takip eden asırda (tâbiîn asrında) son buldu. Bizim zamanımızda bu hasletin bu ümmetten alındığına dahi üzülecek bir âlimin bulunması bile enderdir. Evet! Böyle bir âlim de ya yoktur veya pek enderdir.
İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki o zamanda sizin şu anda üzerinde bulunduğunuzun onda birini tutan bir kimse kurtulur.
Eğer Hz. Peygamber'in bu müjdesi olmasaydı, muhakkak bizim için -Allah korusun- ümitsizlik deryasına düşmek, bu kötü amellerimizle beraber uygun olurdu.
Acaba ashabın üzerinde bulunduğunun onda birine sarıldığı-mıza dair kim bize teminat verebilir? Keşke biz,onların yaptıklarının yüzde birini yapmış olsaydık! Allah Teâlâ'nın lâyık olduğu şekilde bizimle muamele etmesini, çirkin amellerimizi örtmesini dileriz. Nitekim O'nun kerem ve fazileti bunu gerektirir.
 

siyah peçe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2008
Mesajlar
485
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
rabbim muhafaza buyursun.veba gibi bulaşınca kurtulması zor bir hastalık...
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
rabbim muhafaza buyursun.veba gibi bulaşınca kurtulması zor bir hastalık...

Allahü teala cümlemizi muhafaza buyursun bakınız kötü huy, kalp hastalıkları ile ilgili ne buyurmuşlar islam alimlerimiz..

Arkadaşın bozuk oğlum!
Hak dostlarından
Velî Şemseddin Efendi hazretleri,
rahmetullahi aleyh
bir gün sevdiği bir gence;
Evlâdım, sen iyi bir gençsin.
Ama arkadaşların bozuk. Onların
kötülükleri sana da bulaşır
diye korkuyorum.
buyurdu.
Delikanlı arzetti:
Bulaşmaz inşallah efendim.
Büyük Velî sordu:
Sen (Cüzam) hastalığını
bilir misin? evladım.
Biliyorum efendim,
çok (Bulaşıcı) bir
hastalıktır.
İşte bir kimse,
Cüzzamlı bir hasta ile
aynı evde, yedi sene kalsalar.
(Aynı kaptan) yiyip, (aynı yatakta) yatsalar,
yine de bu Cüzamın bu sağlam adama
geçmeme ihtimali vardır
buyurdu.
Ve ekledi:
Ama bir evin bir odasında,
bir (Kötü huylu) insan olsa,
onun kötülüğünün, diğer odalardaki
insanlara bulaşmama
ihtimali yoktur.
Hatta
birbirlerini
(görmeseler) ve
(konuşmasalar) bile.
Delikanlı çok iyi anlamıştı
meseleyi:
Söz efendim.
O (kötü arkadaşlar)dan
hemen ayrılacağım!

dedi.
Afiyet ve selametle kalınız, inşaallahü teala. Dualarınızı istirham ederiz.
 

Im_muslim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
3,194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Selamünaleyküm emeğinize sağlık kardeşim...
ALLAHım muhafaza buyursun...

selametle kalınız...
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Selamünaleyküm emeğinize sağlık kardeşim...
ALLAHım muhafaza buyursun...

selametle kalınız...

Ve aleyküm selam ve rahmetullah, Allahü teala razı olsun, teşekkür ederiz
Cenab-ı hak cümlemizi tüm kalp hastalıklarından muhafaza buyursun.

Dularınızı istirham ederiz, afiyet ve selametle kalınız inşaallahü teala..
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
* Şu üç şey kibirdendir: Sual sormamak [danışmamak], hatasını söyleyene teşekkür etmemek ve insanlardan dua istememek.
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
* Allahü teâlâ ilim gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsan buyurmuştur. Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsustur. Bu üç sıfattan hiçbir mahlukuna vermemiştir. Bu üç sıfatı, kibriya, gani olmak ve yaratmak sıfatlarıdır. Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir. Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şeyi Ona muhtaç olmak demektir. İnsan ise ihtiyaç sahibidir. Allah yaratıcıdır, insan ise yaratıktır, fânidir. Bunun için kibirlenmek, Allahü teâlânın sıfatına, hakkına tecavüz etmek olur. Kula kibirlenmek yakışmaz. En büyük günahtır.
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
* Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir. Kibirli, kendini başkasından üstün görmekle, kalbi rahat eder. Burada başkasını düşünmez. Kendini ve ibadetlerini beğenir. Kibir; kötü huydur, haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Kibirli olan, salih insan olamaz.
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
[FONT=&quot]İnsanın iki ziyneti

[/FONT]
[FONT=&quot]Büyük Evliyâdan [/FONT]
[FONT=&quot]Alî bin Ömer Harbî hazretlerine[/FONT]
[FONT=&quot]rahmetullahi aleyh[/FONT]
[FONT=&quot]bir gün bazı sevdikleri, [/FONT]
[FONT=&quot](Kibir)[/FONT][FONT=&quot]den sordular.[/FONT]
[FONT=&quot]Cevabında;[/FONT]
[FONT=&quot] (Kibir)[/FONT][FONT=&quot] büyük felâkettir,[/FONT]
[FONT=&quot]buyurdu.[/FONT]
[FONT=&quot]Ve ekledi:[/FONT]
[FONT=&quot]İki (Zînet) vardır ki, [/FONT]
[FONT=&quot]insanları süsler.[/FONT]
[FONT=&quot]Onlar nedir efendim? [/FONT]
[FONT=&quot]Bunlardan biri [/FONT]
[FONT=&quot](tevâzû)[/FONT]
[FONT=&quot]diğeri [/FONT]
[FONT=&quot](Hayâ) [/FONT][FONT=&quot]ve (Edeb)tir[/FONT]
[FONT=&quot]buyurdu.[/FONT]
[FONT=&quot]Ve şöyle devam etti:[/FONT]
[FONT=&quot] Kibirlenecek neyimiz var? [/FONT]
[FONT=&quot]Gece gün Rabbimize isyan [/FONT]
[FONT=&quot]ediyoruz. [/FONT]
[FONT=&quot]Aslımız, bir damla (Su) [/FONT]
[FONT=&quot]sonumuz, bir yığın (Toprak)tır.[/FONT]
[FONT=&quot]Ve ekledi:[/FONT]
[FONT=&quot]Yakında ölecek, kabirde çürüyecek, [/FONT]
[FONT=&quot]ve hesaba çekileceğiz.[/FONT]
[FONT=&quot]Öyleyse kendimize gelelim ki, [/FONT]
[FONT=&quot]teneşir tahtasına [/FONT]
[FONT=&quot]yatıracaklar bizi [/FONT]
[FONT=&quot]bir gün.[/FONT]
 

dünyaa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Ocak 2009
Mesajlar
155
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Allah cc razı olsun kardeşimiz....
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt