Kibrin başlıca yedi sebebi vardır: İlm, yâni din bilgileri, ibâdet, neseb, cemâl, kuvvet, mâl, mevkı'. Bu sıfatlar câhillerde bulununca kibre sebep olurlar.
İlim kibre sebep olduğu gibi, kibrin ilâcı da ilimdir. Kibre sebep olan ilmin ilâcı çok zordur. Çünkü ilim, çok kıymetli bir şeydir. Bunun için, ilim sahibi kendini üstün ve şerefli sanır. Böyle kimsenin ilmine cehl demek daha doğru olur.
Hakîkî ilim, insana aczini, kusurunu ve Rabbinin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir. Hâlıkına karşı korkusunu ve mahlûklara karşı tevâdu'unu arttırır. Kul haklarına önem verir. Böyle ilmi öğretmek ve öğrenmek farzdır. Buna (İlm-i nâfi') denir. İhlâs ile ibâdet etmeye sebep olur.
Kibre sebep olan ilmin ilâcı iki şeyi bilmekle olur. Birincisi, ilmin kıymetli, şerefli olması, sâlih niyete bağlıdır. Cehâletten ve nefsinin hevâsından kurtulmak için öğrenmek lâzımdır. İmâm olmak, müftî olmak, din adamı tanınmak için öğrenmemek lâzımdır.
İkincisi, ilmi ile amel etmek ve başkalarına öğretmek ve bunları ihlâs ile yapmak lâzımdır. Amel ve ihlâs ile olmayan ilim zararlıdır. Hadis-i şerifte, (Allah için olmayan ilmin sahibi Cehennemde ateşler üzerine oturtulacaktır) buyuruldu. Mâl, mevkı' ve şöhret için ilim sahibi olmak böyledir. Dünyalık ele geçirmek için ilim öğrenmek, yâni dîni dünyaya vesîle etmek, altın kaşıkla necâset yimeye benzer. Dîni dünya kazancına âlet edenler, din hırsızlarıdır. Hadis-i şerifte, (Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır) buyuruldu. Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek câizdir. Hattâ lâzımdır. Hadis-i şerifte, (Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır: Birincileri, ilimleri ile insanlara faydalı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemiyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvânlar ve havadaki kuşlar duâ edeceklerdir. İlmi başkalarına faydalı olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyâmette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır) buyuruldu. Yerde ve gökte bulunan mahlûkların hepsinin tesbîh ettiklerini Kur'an-ı kerim haber veriyor. (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadis-i şerifindeki âlim, Resûlullahın yolunda olan, Onun yoluna uyan din âlimi demektir. İslâmiyete uyan âlim, etrâfına ziyâ saçan ışık kaynağı gibidir.
(Kıyâmet günü bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları etrâfına toplanıp, sen dünyada Allahın emirlerini bildirirdin. Niçin bu azâba düştün derler. Evet, günahtır yapmayın derdim, kendim yapardım. Yapınız dediklerimi de yapmazdım. Bunun için, cezâsını çekiyorum der) ve (Mîraç gecesi göğe götürülürken insanlar gördüm. Ateşten makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebrâîle sordum. Ümmetinin hatîblerinden, vâizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir dedi) ve (Cehennem zebânîleri, günah işliyen hâfızlara, puta tapanlardan daha önce azâb yapacaklardır. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmiyerek yapılandan daha kötüdür) hadis-i şerifleri meşhûrdur. Eshâb-ı kirâm çok âlim oldukları için küçük günahlardan da, büyük günahlar gibi korkarlardı. Buradaki hâfızlar, Tevrât hâfızları olsa gerektir. Çünkü günah işleyen müslümanlara kâfirlerden daha şiddetli azâb yapılmayacaktır. Yâhut, bu ümmetten olup da, günahlardan, haramlardan sakınmaya önem vermeyip, kâfir olan hâfızlardır. Hadis-i şerifte, (Âlimler devlet adamlarına karışmadıkca ve dünyalık toplamak peşinde olmadıkca, Peygamberlerin emînleridir. Dünyalık toplamaya başlayınca ve hükûmet adamlarının arasına karışınca, bu emânete hıyânet etmiş olurlar) buyuruldu. Emânetcinin kendisine bırakılan mâlları muhâfaza etmekte emîn olması lâzım geldiği gibi, din âliminin de, islâm bilgilerini bozulmaktan muhâfaza etmekte emîn olması lâzımdır. Resûlullah, Kâbeyi tavâf ediyorken, hangi insan daha kötüdür? diye soruldu. (Kötü olanı sorma! İyi olanları sor. Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür) buyurdu. Çünkü âlimler, bilerek günah işlemektedir. Îsâ aleyhisselâm, (Kötü âlimler, su yolunu kapayan kaya gibidir. Su, kayadan sızıp geçemez. Akmasına da mani olur) dedi. Kötü din adamı, kanalizasyona benzer. Görünüşte, sağlam, sanat eseridir. İçi ise, pislik doludur. Hadis-i şerifte, (Kıyâmet günü azâbların en şiddetlisi, ilmi kendisine faydalı olmıyan din adamınadır) buyuruldu. Bunun için, münâfıklar, yâni müslüman görünen kâfirler, Cehennemin dibine gideceklerdir. Çünkü, bunlar işittikleri, bildikleri hâlde, inat ederek, kâfir olmuşlardır. İlim sahibi, yâni din bilgilerini öğrenen kimse, yâ sonsuz saadete kavuşur, yâhut nihâyetsiz felakete düçar olur. Hadis-i şerifte, (Cehennemde azâb çekenlerden bazıları, kötü kokular yayar. Bu koku diğerlerine ateşten daha fazla azâb verir. Sen ne günah işledin ki, böyle pis koku çıkarıyorsun denildikte, ben din adamı idim. Bildiklerimi yapmazdım der) buyuruldu. Ebûdderdâ diyor ki, (İlmi ile âmil olmıyan din adamına âlim denilmez.) İblîs, bütün dinleri biliyordu. Fakat ilmi ile amel etmedi. Çölde kalan kimsenin yanında on aded kılınç ve çeşidli silâhlar bulunsa, bunları kullanmasını iyi bilse ve çok cesûr olsa, kendisine hücûm eden arslana karşı kullanmadıkca, bu silâhların faydası olur mu? Elbette olmaz. Bunun gibi, din bilgilerinden yüzbin mes'ele öğrense, bunları kullanmadıkca, faydalarını görmez. Hasta olan kimse de, derdinin en faydalı ilâcı bulunsa, kullanmadıkca, faydasını görmez.
Hadis-i şerifte, (Âlim olduğunu söyliyen kimse, câhildir) buyuruldu. Her sorulana cevap veren, her gördüğünden mâna çıkaran ve her yerde bilgi satan kimse, câhilliğini ortaya koyar. Bilmiyorum, öğrenip de söylerim diyen kimsenin, derin âlim olduğu anlaşılır. Resûlullaha, en kıymetli yer neresidir, denildikte, (Bilmiyorum, Rabbim bildirirse söylerim) demiştir. Bunu Cebrâîl aleyhisselâma sormuş, ondan da, aynı cevabı almıştır. O da, Allahü teâlâya sormuş, (Mescidler)dir cevabını almıştır. A'râf sûresinin (Affet ve mârufu emret) meâlindeki yüzdoksansekizinci âyet-i kerimesi gelince, Cebrâîl aleyhisselâmdan bunu açıklamasını istemiş, o da, Rabbimden öğreneyim, diyerek gitmiştir. Tekrar geldiğinde, Allahü teâlâ, (Senden uzaklaşana yaklaş! Senden esirgeyene ihsân et! Sana zulmedenleri affet!) emrini verdi dedi. Şa'bî, kendisine sorulanlardan birini bilmiyorum deyince, sen Irak memleketinin müftîsisin. Bilmiyorum demek, sana yakışır mı? dediklerinde, meleklerin üstünleri bilmiyoruz dediler. Benim söylememden ne çıkar, buyurdu. İmâm-ı Ebû Yûsüf, bir sü'âle bilmiyorum deyince, hem Beyt-ül-mâldan maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun, dediler. (Beyt-ül-mâldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, Beyt-ül-mâlda bulunanların hepsi yetişmezdi) dedi.
Nefsine uymayan câhil ile arkadaşlık etmek, nefsinin esîri olan din adamı ile arkadaşlık etmekten iyidir. Din adamı olduğu için tekebbür etmek, câhil olmanın alâmetidir. Çünkü, ilim, tevâdu'a sebep olur, Kibirden men eder.
Tekebbür etmek haramdır. Tekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kibir ve Kibriyâ sıfatı, ona mahsûstur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz. Kibrin zararını bilmeyen kimse için âlim demek, yalan olur. İnsanın ilmi arttıkca, Allahü teâlâdan korkması artar. Günah işlemeye cesaret edemez. Bunun için, Peygamberler, tevâdu' sahibi idiler. Allahü teâlâdan çok korkarlardı. Kendilerinde kibir ve ucb gibi kötü huylar hiç yoktu.
Küçüklere, fâsıklara ve fâcirlere karşı da kibrli olmamalıdır. Yalnız, tekebbür sahibine karşı tekebbür etmek lâzımdır. Bir âlim, câhili görünce, bu, bilmediği için günah işliyor. Ben ise, bilerek işliyorum, demelidir. Bir âlimi görünce, bu benden daha çok biliyor ve ilminin hakkını veriyor. İhlâs ile amel yapıyor. Ben böyle değilim, demelidir. Kendinden daha yaşlı bir kimseyi görünce, bu benden daha çok ibâdet etti, demelidir. Gençleri görünce, bunların günahı az, benim günahlarım çok demelidir. Kendi yaşındakileri görünce, günahlarımı biliyorum, onun ne yaptığını bilmiyorum. Bilinen kötülükleri tahkîr etmek lâzımdır, demelidir. Bir bid'at sahibini veya kâfiri görünce, insanın hâli son nefeste belli olur. Acaba benim hâlim ne olacak, demeli, bunlara da tekebbür etmemelidir. Fakat, bunları sevmemelidir. Hele, küfrü, bid'ati yaymaya uğraşanlar, Resûlullahın sünnetine düşmandırlar. Sünnetin nûrlarını söndürmeye ve bid'ati, dalâleti yaymaya ve Ehl-i sünnet âlimlerini kötülemeye ve âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış mânalar vererek, islâmiyeti içerden yıkmaya çalışmaktadırlar.
Bu yıkıcıları, bölücüleri de sevmemelidir. Fakat, insanın kendi günahlarını unutmaması ve ezelde kendi hakkında nasıl takdîr olunduğunu ve son nefesinin nasıl olacağını düşünmesi lâzımdır. Âhırette kimin kimden üstün olacağı, dünyada kesin olarak bilinemez. Çok din adamı, kâfir olarak can vermiştir. Çok kâfirlere de îman ile can vermek nasip olmuştur. Şimdi, kâfire Cehennemlik, kendine Cennetlik diyen kimse, gaybı bildiğini iddiâ etmiş olur. Bu ise, küfürdür. Onun için, kimseye tekebbür etmek câiz değildir.
(Kâfire ve bid'at sahibine nehy-i münker yapmak, nasihat vermek lâzımdır. Kendini bunlardan aşağı gören kimse, onlara nasıl nasihat verebilir? Bundan başka, âdet-i ilâhiyye şöyledir ki, insan nasıl yaşadı ise, öyle can verir. Bunun aksi olmuş ise de, nâdirdir. Hem de, Allahü teâlâ, müminleri medh etmekte, îmansızlardan üstün olduklarını bildirmektedir) denirse, buna cevap olarak deriz ki, onları sevmemek lâzım olması, Allahü teâlâ (Sevmeyiniz!) dediği içindir. Onlardan daha üstün olduğumuz için değildir. Sultan, küçük oğlunu, hizmetçisi ile bir yere gönderirken, çocuk kabahat yaparsa, darılmasını, hattâ dövmesini emreder. Bu da, çocuk kabahat yapınca, onu döver. Fakat döverken, kendisinin çocuktan daha kıymetli olmadığını bilmektedir. Ona tekebbür edemez. Müminin kâfiri sevmemesi, buna benzemektedir. Allahü teâlâ müminlerin, kendilerinin değil, îmanlarının üstün olduğunu bildirdi. Îman kimde bulunursa, o üstün olur. Sonsuz üstünlük, son nefeste belli olur.
05-slm Ahlk
........................................
BİRİNCİ BÖLÜM "Kibir" | ihya.info
İlim kibre sebep olduğu gibi, kibrin ilâcı da ilimdir. Kibre sebep olan ilmin ilâcı çok zordur. Çünkü ilim, çok kıymetli bir şeydir. Bunun için, ilim sahibi kendini üstün ve şerefli sanır. Böyle kimsenin ilmine cehl demek daha doğru olur.
Hakîkî ilim, insana aczini, kusurunu ve Rabbinin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir. Hâlıkına karşı korkusunu ve mahlûklara karşı tevâdu'unu arttırır. Kul haklarına önem verir. Böyle ilmi öğretmek ve öğrenmek farzdır. Buna (İlm-i nâfi') denir. İhlâs ile ibâdet etmeye sebep olur.
Kibre sebep olan ilmin ilâcı iki şeyi bilmekle olur. Birincisi, ilmin kıymetli, şerefli olması, sâlih niyete bağlıdır. Cehâletten ve nefsinin hevâsından kurtulmak için öğrenmek lâzımdır. İmâm olmak, müftî olmak, din adamı tanınmak için öğrenmemek lâzımdır.
İkincisi, ilmi ile amel etmek ve başkalarına öğretmek ve bunları ihlâs ile yapmak lâzımdır. Amel ve ihlâs ile olmayan ilim zararlıdır. Hadis-i şerifte, (Allah için olmayan ilmin sahibi Cehennemde ateşler üzerine oturtulacaktır) buyuruldu. Mâl, mevkı' ve şöhret için ilim sahibi olmak böyledir. Dünyalık ele geçirmek için ilim öğrenmek, yâni dîni dünyaya vesîle etmek, altın kaşıkla necâset yimeye benzer. Dîni dünya kazancına âlet edenler, din hırsızlarıdır. Hadis-i şerifte, (Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır) buyuruldu. Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek câizdir. Hattâ lâzımdır. Hadis-i şerifte, (Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır: Birincileri, ilimleri ile insanlara faydalı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemiyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvânlar ve havadaki kuşlar duâ edeceklerdir. İlmi başkalarına faydalı olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyâmette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır) buyuruldu. Yerde ve gökte bulunan mahlûkların hepsinin tesbîh ettiklerini Kur'an-ı kerim haber veriyor. (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadis-i şerifindeki âlim, Resûlullahın yolunda olan, Onun yoluna uyan din âlimi demektir. İslâmiyete uyan âlim, etrâfına ziyâ saçan ışık kaynağı gibidir.
(Kıyâmet günü bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları etrâfına toplanıp, sen dünyada Allahın emirlerini bildirirdin. Niçin bu azâba düştün derler. Evet, günahtır yapmayın derdim, kendim yapardım. Yapınız dediklerimi de yapmazdım. Bunun için, cezâsını çekiyorum der) ve (Mîraç gecesi göğe götürülürken insanlar gördüm. Ateşten makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebrâîle sordum. Ümmetinin hatîblerinden, vâizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir dedi) ve (Cehennem zebânîleri, günah işliyen hâfızlara, puta tapanlardan daha önce azâb yapacaklardır. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmiyerek yapılandan daha kötüdür) hadis-i şerifleri meşhûrdur. Eshâb-ı kirâm çok âlim oldukları için küçük günahlardan da, büyük günahlar gibi korkarlardı. Buradaki hâfızlar, Tevrât hâfızları olsa gerektir. Çünkü günah işleyen müslümanlara kâfirlerden daha şiddetli azâb yapılmayacaktır. Yâhut, bu ümmetten olup da, günahlardan, haramlardan sakınmaya önem vermeyip, kâfir olan hâfızlardır. Hadis-i şerifte, (Âlimler devlet adamlarına karışmadıkca ve dünyalık toplamak peşinde olmadıkca, Peygamberlerin emînleridir. Dünyalık toplamaya başlayınca ve hükûmet adamlarının arasına karışınca, bu emânete hıyânet etmiş olurlar) buyuruldu. Emânetcinin kendisine bırakılan mâlları muhâfaza etmekte emîn olması lâzım geldiği gibi, din âliminin de, islâm bilgilerini bozulmaktan muhâfaza etmekte emîn olması lâzımdır. Resûlullah, Kâbeyi tavâf ediyorken, hangi insan daha kötüdür? diye soruldu. (Kötü olanı sorma! İyi olanları sor. Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür) buyurdu. Çünkü âlimler, bilerek günah işlemektedir. Îsâ aleyhisselâm, (Kötü âlimler, su yolunu kapayan kaya gibidir. Su, kayadan sızıp geçemez. Akmasına da mani olur) dedi. Kötü din adamı, kanalizasyona benzer. Görünüşte, sağlam, sanat eseridir. İçi ise, pislik doludur. Hadis-i şerifte, (Kıyâmet günü azâbların en şiddetlisi, ilmi kendisine faydalı olmıyan din adamınadır) buyuruldu. Bunun için, münâfıklar, yâni müslüman görünen kâfirler, Cehennemin dibine gideceklerdir. Çünkü, bunlar işittikleri, bildikleri hâlde, inat ederek, kâfir olmuşlardır. İlim sahibi, yâni din bilgilerini öğrenen kimse, yâ sonsuz saadete kavuşur, yâhut nihâyetsiz felakete düçar olur. Hadis-i şerifte, (Cehennemde azâb çekenlerden bazıları, kötü kokular yayar. Bu koku diğerlerine ateşten daha fazla azâb verir. Sen ne günah işledin ki, böyle pis koku çıkarıyorsun denildikte, ben din adamı idim. Bildiklerimi yapmazdım der) buyuruldu. Ebûdderdâ diyor ki, (İlmi ile âmil olmıyan din adamına âlim denilmez.) İblîs, bütün dinleri biliyordu. Fakat ilmi ile amel etmedi. Çölde kalan kimsenin yanında on aded kılınç ve çeşidli silâhlar bulunsa, bunları kullanmasını iyi bilse ve çok cesûr olsa, kendisine hücûm eden arslana karşı kullanmadıkca, bu silâhların faydası olur mu? Elbette olmaz. Bunun gibi, din bilgilerinden yüzbin mes'ele öğrense, bunları kullanmadıkca, faydalarını görmez. Hasta olan kimse de, derdinin en faydalı ilâcı bulunsa, kullanmadıkca, faydasını görmez.
Hadis-i şerifte, (Âlim olduğunu söyliyen kimse, câhildir) buyuruldu. Her sorulana cevap veren, her gördüğünden mâna çıkaran ve her yerde bilgi satan kimse, câhilliğini ortaya koyar. Bilmiyorum, öğrenip de söylerim diyen kimsenin, derin âlim olduğu anlaşılır. Resûlullaha, en kıymetli yer neresidir, denildikte, (Bilmiyorum, Rabbim bildirirse söylerim) demiştir. Bunu Cebrâîl aleyhisselâma sormuş, ondan da, aynı cevabı almıştır. O da, Allahü teâlâya sormuş, (Mescidler)dir cevabını almıştır. A'râf sûresinin (Affet ve mârufu emret) meâlindeki yüzdoksansekizinci âyet-i kerimesi gelince, Cebrâîl aleyhisselâmdan bunu açıklamasını istemiş, o da, Rabbimden öğreneyim, diyerek gitmiştir. Tekrar geldiğinde, Allahü teâlâ, (Senden uzaklaşana yaklaş! Senden esirgeyene ihsân et! Sana zulmedenleri affet!) emrini verdi dedi. Şa'bî, kendisine sorulanlardan birini bilmiyorum deyince, sen Irak memleketinin müftîsisin. Bilmiyorum demek, sana yakışır mı? dediklerinde, meleklerin üstünleri bilmiyoruz dediler. Benim söylememden ne çıkar, buyurdu. İmâm-ı Ebû Yûsüf, bir sü'âle bilmiyorum deyince, hem Beyt-ül-mâldan maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun, dediler. (Beyt-ül-mâldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, Beyt-ül-mâlda bulunanların hepsi yetişmezdi) dedi.
Nefsine uymayan câhil ile arkadaşlık etmek, nefsinin esîri olan din adamı ile arkadaşlık etmekten iyidir. Din adamı olduğu için tekebbür etmek, câhil olmanın alâmetidir. Çünkü, ilim, tevâdu'a sebep olur, Kibirden men eder.
Tekebbür etmek haramdır. Tekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kibir ve Kibriyâ sıfatı, ona mahsûstur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz. Kibrin zararını bilmeyen kimse için âlim demek, yalan olur. İnsanın ilmi arttıkca, Allahü teâlâdan korkması artar. Günah işlemeye cesaret edemez. Bunun için, Peygamberler, tevâdu' sahibi idiler. Allahü teâlâdan çok korkarlardı. Kendilerinde kibir ve ucb gibi kötü huylar hiç yoktu.
Küçüklere, fâsıklara ve fâcirlere karşı da kibrli olmamalıdır. Yalnız, tekebbür sahibine karşı tekebbür etmek lâzımdır. Bir âlim, câhili görünce, bu, bilmediği için günah işliyor. Ben ise, bilerek işliyorum, demelidir. Bir âlimi görünce, bu benden daha çok biliyor ve ilminin hakkını veriyor. İhlâs ile amel yapıyor. Ben böyle değilim, demelidir. Kendinden daha yaşlı bir kimseyi görünce, bu benden daha çok ibâdet etti, demelidir. Gençleri görünce, bunların günahı az, benim günahlarım çok demelidir. Kendi yaşındakileri görünce, günahlarımı biliyorum, onun ne yaptığını bilmiyorum. Bilinen kötülükleri tahkîr etmek lâzımdır, demelidir. Bir bid'at sahibini veya kâfiri görünce, insanın hâli son nefeste belli olur. Acaba benim hâlim ne olacak, demeli, bunlara da tekebbür etmemelidir. Fakat, bunları sevmemelidir. Hele, küfrü, bid'ati yaymaya uğraşanlar, Resûlullahın sünnetine düşmandırlar. Sünnetin nûrlarını söndürmeye ve bid'ati, dalâleti yaymaya ve Ehl-i sünnet âlimlerini kötülemeye ve âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış mânalar vererek, islâmiyeti içerden yıkmaya çalışmaktadırlar.
Bu yıkıcıları, bölücüleri de sevmemelidir. Fakat, insanın kendi günahlarını unutmaması ve ezelde kendi hakkında nasıl takdîr olunduğunu ve son nefesinin nasıl olacağını düşünmesi lâzımdır. Âhırette kimin kimden üstün olacağı, dünyada kesin olarak bilinemez. Çok din adamı, kâfir olarak can vermiştir. Çok kâfirlere de îman ile can vermek nasip olmuştur. Şimdi, kâfire Cehennemlik, kendine Cennetlik diyen kimse, gaybı bildiğini iddiâ etmiş olur. Bu ise, küfürdür. Onun için, kimseye tekebbür etmek câiz değildir.
(Kâfire ve bid'at sahibine nehy-i münker yapmak, nasihat vermek lâzımdır. Kendini bunlardan aşağı gören kimse, onlara nasıl nasihat verebilir? Bundan başka, âdet-i ilâhiyye şöyledir ki, insan nasıl yaşadı ise, öyle can verir. Bunun aksi olmuş ise de, nâdirdir. Hem de, Allahü teâlâ, müminleri medh etmekte, îmansızlardan üstün olduklarını bildirmektedir) denirse, buna cevap olarak deriz ki, onları sevmemek lâzım olması, Allahü teâlâ (Sevmeyiniz!) dediği içindir. Onlardan daha üstün olduğumuz için değildir. Sultan, küçük oğlunu, hizmetçisi ile bir yere gönderirken, çocuk kabahat yaparsa, darılmasını, hattâ dövmesini emreder. Bu da, çocuk kabahat yapınca, onu döver. Fakat döverken, kendisinin çocuktan daha kıymetli olmadığını bilmektedir. Ona tekebbür edemez. Müminin kâfiri sevmemesi, buna benzemektedir. Allahü teâlâ müminlerin, kendilerinin değil, îmanlarının üstün olduğunu bildirdi. Îman kimde bulunursa, o üstün olur. Sonsuz üstünlük, son nefeste belli olur.
05-slm Ahlk
........................................
BİRİNCİ BÖLÜM "Kibir" | ihya.info