yüsra77
Kayıtlı Kullanıcı
Abdülhâlik el-Gucdüvânî Hazretleri...(k.s)
Tasavvufî terbiyeyi sistematik hâle getirdi. Tasavvufta ilerlemek isteyen sâliklere yapmaları gereken en önemli görevleri sekiz ana başlık altında özetledi. Bunlara “Kelimâtı Kudsiyye” denildi. Bunlar kısaca şöyleydi:
1- Hûş der dem: Alınan her nefeste gafletten uzak olmak.
Tasavvuf yoluna giren kişi (Sâlik), hiçbir nefesini Allah’tan gafil geçirmemelidir. Her an Allah’ın huzurunda olduğunu bilmelidir. Çünkü sâlik, nefesini gaflete düşmekten korursa, kalbi Yüce Allah’ın huzurunda olmak ister. Her alınan ve verilen nefeste, Allah’a itaat hâlinde olmak gerekir. Bu da nefesi canlı olarak Allah’a ulaştırmakla olur.
Çünkü kalp huzuruyla alınan ve verilen her nefes, canlı demektir. Yüce Allah’a ulaşır. Gaflet ile alınan her nefes, sebebi ne olursa olsun, ölüdür. Ölü olan nefes de Allah’a ulaşmaz.
Şu bir gerçektir: Nefesleri gaflete düşmeden alıp vermek sâliklere çok zor gelir. Genelde müritler bu durumdan kurtulmaz. Bu yüzden sâlikler, sık sık Allah’a tövbe etmeleri gerekir:
- Estağfirullah!...Estağfirullah!...
Bu şekilde bir tövbe dileği, gaflet ile çıkan nefesleri kurtarır.
2- Nazar ber-kadem: Yürürken bakışlarını ayağından ayırmamak.
Sâlik, yürürken Peygamber Efendimizin (s.a.v) sünnetine uygun olarak hareket etmelidir. Çünkü O, yürüdüğü zaman sağa sola bakmazdı. Normal fakat hızlı yürürdü. Yürüyüşü bir merdivenden inen kişinin yürüyüşüne benzerdi.
Bu yüzden kişinin gözleri, yürürken daima ayak üzerinde, otururken de önünde olmalıdır. Çünkü etrafa dikkat kesilen boş bakışlar, kalbin Allah’ı hatırlamasına engel olur. Ve insanı zikirden alıkor. Onun için, henüz bu yola ilk giren kişilerin gözünü yararlı olmayan meşguliyetlerle perişan etmemesi gerekir. Çünkü bu tür mübtedî denilen kişilerin, kalplerini haram olan bakışların zararından koruyabilmeleri genelde zordur.
3- Sefer der-vatan: Beşerî sıfatlardan sıyrılıp ilâhi sıfatlarla muttasıf olmak.
Bu yola giren sâlik, nefsanî arzu ve isteklerden en kısa sürede arınmaya çalışmalı. Şahsî ve şehevî isteklerinden vazgeçebilmelidir. Zira sâlik olan kişinin, yaratılmışların (halkın) sevgisinden kurtulup, Yüce Yaratan’ın (Cenabı Hakk’ın) sevgisine ve muhabbetine yönelmesi gerekir.
Bu yol bir halden diğer hâle, ama daha güzeline geçmek ve nbir makamdan daha yüksek olanına geçmek içindir. Tıpkı İbrahim Aleyhisselam’ın, putperest olan halkın arasından çıkıp, Şam’a gitmek üzere hicret ederken dediği gibi:
“Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek.”[1]
Bu yola giren sâlik, kendisini Allah’a ulaştıracak olan kamil bir mürşidi bulmalıdır. Bulunca onun yanında kalmalı, derhaında hizmet etmelidir. Mana yolculuğu bitinceye kadar buna özen göstermelidir. Mürşidinin yanında sabır göstermelidir.
Bu durum, bu yola ilk giren sâliklere zor gelebilir. Zarar görmemesi için, mürşidinin uyarılarını dikkat etmelidir. Çünkü gerçek mürit, kalbini dışarıdan gelecek olan zararlara koruyabilendir. Yaptığı işlerin zorluğuna dayanabilendir.Yolculuğun sıkıntılarına katlanabilendir. Kalbini parçalamadan toplayabilendir. Nefsin arzu ve isteklerinden sıyrılabilendir.
4-Halvet der-encümen: Dışı halkla, içi Hak Teâla ile beraber olmak.
Bu yola giren sâlik halkla içi içe yaşar. Onun gönlü, her an bütün yaptığı işlerde Allah Teâla ile birliktedir. Halvet denilince iki durum söz konusudur:
A-) Zahirde halvet: İnsanlardan ayrılıp bir köşeye çekilmektir. İnsanlardan uzaklaşarak mana aleminin güzelliklerini elde etmeye çalışmaktır.
B-) Batında halvet: İnsanların arasında yaşayarak, onların eziyet ve sıkıntılarına katlanmak ama Hak Teâla ile birlikte olmaktır. Bizim yolumuzda anlatılmak istenen de budur, diğeri değildir.
Bizim yolumuzda olanların bu esasa riayet göstermeleri gerekir. Çünkü insanlardan ve dış alemden gelen sıkıntılar, sâlikin iç alemini bozmamalıdır. Gönül dünyasını sarsmamalıdır. Sâlik, dünyevî meşgalelerle uğraşsa bile kalbinde Allah’ı her an hatırlamalıdır. Zira bu yolun esası Kur’an ve Sünnete uymaktır:
Allah Teâla şöyle buyurur:
“Bir takım insanlar ki, ne ticaret ne alışveriş onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz.”[2]
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurur:
“İnsanlar arasına karışan ve onların verdikleri eziyetlere dayanan bir mümin, insanlar arasına çıkmayan ve onlara katılmayan müminden daha hayırlıdır.”[3]
5- Yâdkerd : Allah’ı zikrederken kalple zikretmek. Zikri devamlı yapmak.
Bu yola giren sâlik Allah’ı mutlaka zikretmelidir. Beş bin...Yedi bin...Dokuz bin...Onbir bin...On üç bin...Ama sadece dille değil. Kalple Allah’ı zikredebilmelidir. Bunun için de kalp, ilâhi huzuru buluncaya dek Allah’ı zikretmelidir.
Lafza-i Celal ve Kelime-i Tevhid zikrini, kalp huzuru ile yapmak önemlidir.
6-Bâzkeşt: Zikirden geriye dönüş.
Allah’ı zikretmenin manası, kalpte tevhid sırlarını bulmaktır. Çünkü zikreden sâlik, zikir sonunda yaratılmışların varlıklarını gözünden siler. Allah’ın varlığını ispatlar. Bu sebeple her zikrin sonunda şu sözleri tekrar eder:
“İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî”
Bunun anlamı : Ey Allah’ım!..Bu zikirden asıl maksadım sensin. Tek isteğim senin rızandır, demektir.
Zikrin sonunda bu sözü tekrar etmek, kalpte tevhid hakikatlerini ortaya çıkarır. Sâlik, yaptığı zikrin sonunda bu sözü tekrar etmek suretiyle kendinde acizlik hisseder. Eksikliğini görür. Allah’ın yardımı olmadan, onu zikretmeye gücünün asla yetmeyeceğini anlar.
7-Nigâhdâşt: Meşguliyet verecek düşüncelerden kurtulmak.
Bu yola giren sâlik, kalbine gelebilecek her türlü kötü düşüncelerden arınmaya çalışmalıdır. Allah’ı zikrederken kalbine başka düşünceleri sokmamalıdır.
Şeyh Ebubekir el-Kettânî Hazretleri (k.s) şöyle diyor:
-Kırk sene kalbimin bekçiliğini yaptım. Onun içine bu süre içinde Allah’ın zatından başka hiçbir şeyi koymadım. Sonunda kalbim öyle bir özellik kazandı ki, artık Allah Teâla’nın zatından başka hiçbir şeyi kabul etmez oldu.
Bazı Allah dostları ise şöyle demişlerdir:
-Kalbimi, Allah Teâla’nın zatına yabancı gelecek olan her şeyden on gece korudum. Kalbim de beni yirmi yıldır hâlâ korumaktadır.
8- Yâddâşt : Allah’ı asla unutmamak. Zikrin meydana getirdiği manevi uyanıklığı devam ettirmek.
Zikre devam eden sâlik, kalbini Allah huzuruyla tutar. Daima kendisini onun hzuurunda bilir. Sürekli olarak kalp huzuruyla yaşar. Bu durumda sâlik, rabıta sahibi olur. Allah Teâla’nın her an kendisini görüp gözettiğini bilir. Allah’ın nurlarını müşahede eder.[4]
Ve...Abdülhâlik el-Gucdüvânî Hazretleri...(k.s)
Tüm bunların yanında en önemlisi kendisinden sonra gelecek olan 6. büyük mürşit Şahı Nakşibend Hazretlerine de ruhaniyet aleminde gizli zikri telkin etti. İşte o zaman Hâcegan silsilesi Nakşibendiye adını aldı.
Bu sekiz temel esasa sonradan, Muhammed Bahâeddin Şahı Nakşibend Hazretleri tarafından üç tane daha ilave edilmiştir. Böylece bu yolun on bir esası özet olarak ortaya konulmuştur. Diğer üç esas ise şunlardır:
9- Vukûf-u Zamânî: Zamanı bilip değerlendirmek:
Her sâlik, yaşadığı her ânı ve zamanı iyi değerlendirmelidir. Geöirdiği her an için, kalbinde ilâhi hzuur buluyorsa Allah’a şükretmelidir. Eğer gafletle geçirmişse tövbe etmelidir. Allah’a yönelmelidir. Bu yüzden nefsi muhasebe etmelidir. Hatalarını bulmaya çalışmalıdır.
10- Vukûf-u Adedî : Ne kadar zikrettiğini bilmek.
Her sâlik, zikrettiği sayıyı bilmelidir. Allah’ı ne kadar ve ne şekilde zikrettiğini bilmek, müridin bu yolda ilerlemesini hızlandırır. Burada zikrin sayısını saymaktan ziyade neyi nasıl zikrettiğini bilmek önemlidir. Allah’ın Yüce Zatı’nın tek olduğunu idrak edebilmektir. Çünkü zikrin manasını bilmek ledün ilminin derecelerindendir.
11- Vukûf-u Kalbî : Kalbe bağlı olan herşeyi bilmek.
Yolumuza giren her sâlik, kalbinin Allah Teâla ile birlikte olunce huzur bulduğunu bilmelidir.Allah Teâla ile her an beraber olmak, onu müşahede etmek ve ona ulaşmak demektir. Allah’ı zikreden kişi, aynı zamanda kalbine vâkıf olmalıdır. Çünkü kalp, kalpte olanın bilindiği yerdir. Sâlikin kalbinde olması gereken, boş düşünceler değil, bizzat Allah Teâla’nın zikridir, huzur hâlidir.
Ubeydullah el-Ahrar Hazretleri şöyle diyor: Vukûf-u kalbî, Hak Teâla ile kalbin huzur bulmasıdır. Zikir anlamını taşımayan her türlü düşüncenin kalpten silinmesidir. Çünkü zikreden kişi, zikir ânında kalbi üzerine yoğunlaşır. Zikrin kelimesiyle değil manasıyla bütünleşir.
Tasavvufî terbiyeyi sistematik hâle getirdi. Tasavvufta ilerlemek isteyen sâliklere yapmaları gereken en önemli görevleri sekiz ana başlık altında özetledi. Bunlara “Kelimâtı Kudsiyye” denildi. Bunlar kısaca şöyleydi:
1- Hûş der dem: Alınan her nefeste gafletten uzak olmak.
Tasavvuf yoluna giren kişi (Sâlik), hiçbir nefesini Allah’tan gafil geçirmemelidir. Her an Allah’ın huzurunda olduğunu bilmelidir. Çünkü sâlik, nefesini gaflete düşmekten korursa, kalbi Yüce Allah’ın huzurunda olmak ister. Her alınan ve verilen nefeste, Allah’a itaat hâlinde olmak gerekir. Bu da nefesi canlı olarak Allah’a ulaştırmakla olur.
Çünkü kalp huzuruyla alınan ve verilen her nefes, canlı demektir. Yüce Allah’a ulaşır. Gaflet ile alınan her nefes, sebebi ne olursa olsun, ölüdür. Ölü olan nefes de Allah’a ulaşmaz.
Şu bir gerçektir: Nefesleri gaflete düşmeden alıp vermek sâliklere çok zor gelir. Genelde müritler bu durumdan kurtulmaz. Bu yüzden sâlikler, sık sık Allah’a tövbe etmeleri gerekir:
- Estağfirullah!...Estağfirullah!...
Bu şekilde bir tövbe dileği, gaflet ile çıkan nefesleri kurtarır.
2- Nazar ber-kadem: Yürürken bakışlarını ayağından ayırmamak.
Sâlik, yürürken Peygamber Efendimizin (s.a.v) sünnetine uygun olarak hareket etmelidir. Çünkü O, yürüdüğü zaman sağa sola bakmazdı. Normal fakat hızlı yürürdü. Yürüyüşü bir merdivenden inen kişinin yürüyüşüne benzerdi.
Bu yüzden kişinin gözleri, yürürken daima ayak üzerinde, otururken de önünde olmalıdır. Çünkü etrafa dikkat kesilen boş bakışlar, kalbin Allah’ı hatırlamasına engel olur. Ve insanı zikirden alıkor. Onun için, henüz bu yola ilk giren kişilerin gözünü yararlı olmayan meşguliyetlerle perişan etmemesi gerekir. Çünkü bu tür mübtedî denilen kişilerin, kalplerini haram olan bakışların zararından koruyabilmeleri genelde zordur.
3- Sefer der-vatan: Beşerî sıfatlardan sıyrılıp ilâhi sıfatlarla muttasıf olmak.
Bu yola giren sâlik, nefsanî arzu ve isteklerden en kısa sürede arınmaya çalışmalı. Şahsî ve şehevî isteklerinden vazgeçebilmelidir. Zira sâlik olan kişinin, yaratılmışların (halkın) sevgisinden kurtulup, Yüce Yaratan’ın (Cenabı Hakk’ın) sevgisine ve muhabbetine yönelmesi gerekir.
Bu yol bir halden diğer hâle, ama daha güzeline geçmek ve nbir makamdan daha yüksek olanına geçmek içindir. Tıpkı İbrahim Aleyhisselam’ın, putperest olan halkın arasından çıkıp, Şam’a gitmek üzere hicret ederken dediği gibi:
“Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek.”[1]
Bu yola giren sâlik, kendisini Allah’a ulaştıracak olan kamil bir mürşidi bulmalıdır. Bulunca onun yanında kalmalı, derhaında hizmet etmelidir. Mana yolculuğu bitinceye kadar buna özen göstermelidir. Mürşidinin yanında sabır göstermelidir.
Bu durum, bu yola ilk giren sâliklere zor gelebilir. Zarar görmemesi için, mürşidinin uyarılarını dikkat etmelidir. Çünkü gerçek mürit, kalbini dışarıdan gelecek olan zararlara koruyabilendir. Yaptığı işlerin zorluğuna dayanabilendir.Yolculuğun sıkıntılarına katlanabilendir. Kalbini parçalamadan toplayabilendir. Nefsin arzu ve isteklerinden sıyrılabilendir.
4-Halvet der-encümen: Dışı halkla, içi Hak Teâla ile beraber olmak.
Bu yola giren sâlik halkla içi içe yaşar. Onun gönlü, her an bütün yaptığı işlerde Allah Teâla ile birliktedir. Halvet denilince iki durum söz konusudur:
A-) Zahirde halvet: İnsanlardan ayrılıp bir köşeye çekilmektir. İnsanlardan uzaklaşarak mana aleminin güzelliklerini elde etmeye çalışmaktır.
B-) Batında halvet: İnsanların arasında yaşayarak, onların eziyet ve sıkıntılarına katlanmak ama Hak Teâla ile birlikte olmaktır. Bizim yolumuzda anlatılmak istenen de budur, diğeri değildir.
Bizim yolumuzda olanların bu esasa riayet göstermeleri gerekir. Çünkü insanlardan ve dış alemden gelen sıkıntılar, sâlikin iç alemini bozmamalıdır. Gönül dünyasını sarsmamalıdır. Sâlik, dünyevî meşgalelerle uğraşsa bile kalbinde Allah’ı her an hatırlamalıdır. Zira bu yolun esası Kur’an ve Sünnete uymaktır:
Allah Teâla şöyle buyurur:
“Bir takım insanlar ki, ne ticaret ne alışveriş onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz.”[2]
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurur:
“İnsanlar arasına karışan ve onların verdikleri eziyetlere dayanan bir mümin, insanlar arasına çıkmayan ve onlara katılmayan müminden daha hayırlıdır.”[3]
5- Yâdkerd : Allah’ı zikrederken kalple zikretmek. Zikri devamlı yapmak.
Bu yola giren sâlik Allah’ı mutlaka zikretmelidir. Beş bin...Yedi bin...Dokuz bin...Onbir bin...On üç bin...Ama sadece dille değil. Kalple Allah’ı zikredebilmelidir. Bunun için de kalp, ilâhi huzuru buluncaya dek Allah’ı zikretmelidir.
Lafza-i Celal ve Kelime-i Tevhid zikrini, kalp huzuru ile yapmak önemlidir.
6-Bâzkeşt: Zikirden geriye dönüş.
Allah’ı zikretmenin manası, kalpte tevhid sırlarını bulmaktır. Çünkü zikreden sâlik, zikir sonunda yaratılmışların varlıklarını gözünden siler. Allah’ın varlığını ispatlar. Bu sebeple her zikrin sonunda şu sözleri tekrar eder:
“İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî”
Bunun anlamı : Ey Allah’ım!..Bu zikirden asıl maksadım sensin. Tek isteğim senin rızandır, demektir.
Zikrin sonunda bu sözü tekrar etmek, kalpte tevhid hakikatlerini ortaya çıkarır. Sâlik, yaptığı zikrin sonunda bu sözü tekrar etmek suretiyle kendinde acizlik hisseder. Eksikliğini görür. Allah’ın yardımı olmadan, onu zikretmeye gücünün asla yetmeyeceğini anlar.
7-Nigâhdâşt: Meşguliyet verecek düşüncelerden kurtulmak.
Bu yola giren sâlik, kalbine gelebilecek her türlü kötü düşüncelerden arınmaya çalışmalıdır. Allah’ı zikrederken kalbine başka düşünceleri sokmamalıdır.
Şeyh Ebubekir el-Kettânî Hazretleri (k.s) şöyle diyor:
-Kırk sene kalbimin bekçiliğini yaptım. Onun içine bu süre içinde Allah’ın zatından başka hiçbir şeyi koymadım. Sonunda kalbim öyle bir özellik kazandı ki, artık Allah Teâla’nın zatından başka hiçbir şeyi kabul etmez oldu.
Bazı Allah dostları ise şöyle demişlerdir:
-Kalbimi, Allah Teâla’nın zatına yabancı gelecek olan her şeyden on gece korudum. Kalbim de beni yirmi yıldır hâlâ korumaktadır.
8- Yâddâşt : Allah’ı asla unutmamak. Zikrin meydana getirdiği manevi uyanıklığı devam ettirmek.
Zikre devam eden sâlik, kalbini Allah huzuruyla tutar. Daima kendisini onun hzuurunda bilir. Sürekli olarak kalp huzuruyla yaşar. Bu durumda sâlik, rabıta sahibi olur. Allah Teâla’nın her an kendisini görüp gözettiğini bilir. Allah’ın nurlarını müşahede eder.[4]
Ve...Abdülhâlik el-Gucdüvânî Hazretleri...(k.s)
Tüm bunların yanında en önemlisi kendisinden sonra gelecek olan 6. büyük mürşit Şahı Nakşibend Hazretlerine de ruhaniyet aleminde gizli zikri telkin etti. İşte o zaman Hâcegan silsilesi Nakşibendiye adını aldı.
Bu sekiz temel esasa sonradan, Muhammed Bahâeddin Şahı Nakşibend Hazretleri tarafından üç tane daha ilave edilmiştir. Böylece bu yolun on bir esası özet olarak ortaya konulmuştur. Diğer üç esas ise şunlardır:
9- Vukûf-u Zamânî: Zamanı bilip değerlendirmek:
Her sâlik, yaşadığı her ânı ve zamanı iyi değerlendirmelidir. Geöirdiği her an için, kalbinde ilâhi hzuur buluyorsa Allah’a şükretmelidir. Eğer gafletle geçirmişse tövbe etmelidir. Allah’a yönelmelidir. Bu yüzden nefsi muhasebe etmelidir. Hatalarını bulmaya çalışmalıdır.
10- Vukûf-u Adedî : Ne kadar zikrettiğini bilmek.
Her sâlik, zikrettiği sayıyı bilmelidir. Allah’ı ne kadar ve ne şekilde zikrettiğini bilmek, müridin bu yolda ilerlemesini hızlandırır. Burada zikrin sayısını saymaktan ziyade neyi nasıl zikrettiğini bilmek önemlidir. Allah’ın Yüce Zatı’nın tek olduğunu idrak edebilmektir. Çünkü zikrin manasını bilmek ledün ilminin derecelerindendir.
11- Vukûf-u Kalbî : Kalbe bağlı olan herşeyi bilmek.
Yolumuza giren her sâlik, kalbinin Allah Teâla ile birlikte olunce huzur bulduğunu bilmelidir.Allah Teâla ile her an beraber olmak, onu müşahede etmek ve ona ulaşmak demektir. Allah’ı zikreden kişi, aynı zamanda kalbine vâkıf olmalıdır. Çünkü kalp, kalpte olanın bilindiği yerdir. Sâlikin kalbinde olması gereken, boş düşünceler değil, bizzat Allah Teâla’nın zikridir, huzur hâlidir.
Ubeydullah el-Ahrar Hazretleri şöyle diyor: Vukûf-u kalbî, Hak Teâla ile kalbin huzur bulmasıdır. Zikir anlamını taşımayan her türlü düşüncenin kalpten silinmesidir. Çünkü zikreden kişi, zikir ânında kalbi üzerine yoğunlaşır. Zikrin kelimesiyle değil manasıyla bütünleşir.