HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
Kelamcıların metodu hakkında ortaya konulan bu açıklamalardan, bu metodun doğru olmadığı, davranışlarının ne kişinin iman etmesine ne de imanını kuvvetlendirmesine yol açmayacağı anlaşılmaktadır. Hatta bundan da öte takip edilen bu metotla ne kişinin düşünmesi sağlanabilir ne de düşünmesi kuvvetlendirilebilir. Bu metotla ancak, kişinin birtakım bilgilere sahip olması sağlanabilir. Bilgi ise düşünmeden ve imandan daha farklı şeydir. Kelamcıların metodunun yanlışlığı birkaç madde halinde şöyle ortaya konulabilir:
1- Bu metot, hissi esaslar yerine mantıki esaslara dayalı kanıtlar kurmaya dayanmaktaydı. Bu husus iki yönden hatalıdır:
a- Müslüman bir kimsenin Allah Subhenehû ve Teala’nın varlığına burhanlar getirebilmesi için mantık ilmini bilmesini zorunlu hale getirmektedir. Dolayısıyla mantık ilmini bilmeyen bir kimse, akidesinin doğruluğuna burhanlar getirmekten aciz kalmaktadır. Diğer bir ifade ile kelam ilmi açısından mantık ilmi, "dil" bozulduktan sonra onu düzeltmede kullanılan "nahv"/gramer bilgileri konumuna gelmekteydi. Oysa mantık ilminin ne İslâm akidesinde ne de bu akidenin doğruluğunu ispatlamak için birtakım kanıtlar ortaya koymada yeri yoktur. İslâm geldiğinde İslâm'a inanan Müslümanlar, mantık ilmini bilmedikleri halde İslâm risaletini taşıdılar, akidelerinin doğruluğuna mantığa gereksinim duymadan kesin deliller getirmeye muvaffak oldular. Bu durum ise, mantık ilminin İslâm kültürü içerisinde yer almasına gerek olmadığına ve İslâm akidesinin doğruluğunu ispatlamada mantığa gereksinim duyulmadığına işaret etmektedir.
b- Mantıki esaslar hissi esasların tersine yanılgıya daha elverişlidirler. Zira akide, bir şeyin varlığı açısından yanılma payının sızmasına imkân vermeyecek türden delillerle ispatlanmalıdır. Bu nedenle de mantığın "iman" konusunda esas alınması doğru değildir.
Mantık, yanılmalar ve doğru olmayan sonuçlar ortaya koymakla her zaman karşı karşıyadır. Her ne kadar mantık, önermelerin ve dizilişinin sağlıklı ve doğru olmasını şart koşuyorsa da, bir önermenin diğer bir önerme üzerine kurulması, sonucun doğruluğunu, önermelerin doğruluğuna bağlı kılmaktadır. Ortaya konulan önermelerin doğruluğu ise garantili değildir. Çünkü sonuç, doğrudan doğruya his yerine önermelerin birbirleri ile ilişkisine dayanmaktadır. Dolayısıyla ortaya çıkacak olan sonucun doğruluğu da garantili olmamaktadır. Mantık tekniği, önermelerin birbirleri ile olan bağlantılarına göre gerçekleştirilmektedir. Mantıkta, anlaşılabilir önermeler, anlaşılabilir diğer önermelere dayandırılarak anlaşılabilir sonuçlar çıkarılmaktadır. Ya da hissedilebilir önermelerin hissedilebilir diğer önermelere dayandırılması ile hissedilebilir sonuçlar çıkarılmaktadır. Anlaşılabilir önermeler kullanılarak ortaya çıkarılan mantıksal sonuçlar, hata içinde kayıp gitmeye, sonuçlarda çelişkiye, önermeler zincirinde serbest davranmaya, önermelerin gerçeklere dayanması yerine varsayımlara dayalı anlaşılabilir sonuçlar çıkarmaya yol açar. Hatta yolun sonunda önermelerin çoğu evhamlardan ve karışımlardan meydana gelmektedir. Bu nedenle anlaşılabilir önermelerin anlaşılabilir diğer önermelere dayandırılması ile mantıki deliller her zaman yanlış sonuçlar verme ile karşı karşıyadır. Mantık kullanılarak şöyle bir örnek verilebilir:
Mesela mantıken şöyle denilir:
- Kur’an Allah Subhenehû ve Teala’nın kelamıdır ve varlıklar âleminde birbirini takip eden harflerden tertip edilmiş birleşik sözdür.
- Ve varlıkta birbirini izleyen tertip edilmiş harflerden birleşik her söz sonradan olmaktadır.
- Sonuç; o halde Kur'an da mahlûktur ve sonradan yaratılmıştır.
Önermelerin sıralanışı ile ortaya çıkan bu sonuç, hissin algılama sahası içerisine giren bir sonuç değildir. Öyleyse aklın böyle bir konuyu araştırmasına ve hakkında bir yargıya varmasına da imkân yoktur. Dolayısıyla ortaya konulan sonuç, vakıası olmayan varsayıma dayalı bir sonuçtur. Üstelik bu konu aklen araştırılması yasaklanan bir konudur. Zira Allah Subhenehû ve Teala’nın sıfatları konusunda araştırma, yapmak Allah Subhenehû ve Teala’nın zatı hakkında araştırma yapmak demektir. Allah Subhenehû ve Teala’nın zatını araştırmak ise hiçbir surette caiz değildir. Yukarıdaki aynı mantığı kullanarak tam tersi bir sonuç elde etmek de mümkündür. Örneğin;
- Kur’an Allah Subhenehû ve Teala’nın kelamıdır ve kelam O'nun sıfatıdır.
- Allah Subhenehû ve Teala’nın sıfatı olan her şey sonsuzdur.
- Sonuç; öyleyse Kur'an da sonsuzdur ve yaratılmamıştır.
Verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere tek bir önermede kullanılan mantıkta çelişkiler görülmektedir. Bunlar ve benzeri örneklerde de görülebileceği üzere anlaşılabilirin bir diğer anlaşılabilire dayandırılması ile oluşturulan mantık birbiri ile çelişkili sonuçlar doğurmaktadır.
Ancak hissedilebilir önermelerin hissedilebilir diğer önermelere dayandırılması ile oluşturulan mantıksal sonuç histe son buluyorsa, elde edilen sonuç doğrudur. Çünkü sonuç, sadece önermelere değil aynı zamanda hissetmeye dayanmaktadır. Ancak elde edilen sonucun gerçek olup olmadığı önermelerin sıralanışına bağlıdır. Hissin varlığı ise önermenin sonuçları ile gözlemlenebilir. Mantıkta kullanılan önermeler ve sonuçla ilgili olarak ortaya çıkabilecek yanıltıcı noktaların bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
a- Bazen bir önermeye göre doğrulandığı sanılan bir şeyin, vakıada doğrulanmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalınabilir.
b- Yine her yönü ile çevrelenmiş olan bir önermenin, bir bütünün bir kısmını doğrulayıp diğer kısmını doğrulamamasına rağmen bütünün tamamını doğruladığı sanılabilir.
c- Zahiri hükmü doğru olup vakıası yanlış olan bir önermenin doğru olduğu sanılabilir.
d- Bazen sonuç doğru olabilirken, sonucun çıkarıldığı önermelerin hatalı olmasından dolayı sonucun doğruluğundan yola çıkarak önermenin doğru olduğu sanılabilir.
Bu ihtimallere şöyle örnek vermek mümkündür:
- İspanya’da oturanlar Müslüman değildir.
- Halkı Müslüman olmayan hiçbir ülke İslâm beldesi/toprağı değildir.
- Sonuç; öyleyse İspanya İslâm beldesi değildir.
Bu sonuç yanlıştır. Yanlışlık ikinci önermenin yanlış olmasından kaynaklanmaktadır. "Oturanları Müslüman olmayan hiçbir ülke İslâm beldesi değildir" sözü yanlış bir sözdür. Zira bir ülkede bir defaya mahsus da olsa İslâm ile hükmedilmesi veya halkının çoğunluğunun Müslüman olması ile o ülke "İslâm beldesi" sayılır. Bu nedenle de İspanya'nın İslâm beldesi olmadığı sonucu yanlış bir sonuçtur.
Örnek olarak şöyle de denilebilir;
- Amerika ekonomik açıdan gelişmiş bir ülkedir.
- Ekonomik açıdan gelişmiş her ülke kalkınmış bir ülkedir.
- Sonuç; öyleyse Amerika kalkınmış bir ülkedir.
Önermelerin ikincisi yanlış olmasına rağmen Amerika açısından bu sonuç doğrudur. İkinci önerme yanlıştır, çünkü ekonomik açıdan gelişmiş her ülke kalkınmış ülke değildir. Fikri açıdan gelişmiş, yükselmiş ülke kalkınmış ülke sayılır. Bu önermelere dayanılarak elde edilen doğru sonuca bakılarak doğru sonucun bu önermelerden kaynaklandığı dolayısıyla da Kuveyt, Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin kalkınmış ülkeler olarak kabul edilmesi gerekir. Gerçekte bu ülkeler kalkınmış ülkeler olmadıkları halde ekonomik açıdan gelişmiş konumda bulunduklarından önermelere göre kalkınmış ülkeler sayılmaları gerekmektedir. Bu örnekte de görüleceği üzere bütün önermeler, sonuçların doğruluğunu da etkilemektedir. Önermelerin doğruluğu ise garantili değildir. Çünkü her an yanıltmaca ile karşı karşıyadır.
Bu nedenle delil getirmede mantıki esaslara güvenmek yanlıştır. Ancak bu ifade, mantık yoluyla ulaşılan her gerçeğin veya her kanıtın hatalı olduğu anlamına gelmemektedir. Bu ifade, mantıki esaslara göre kurulan kanıtlara güvenmenin ve deliller getirmede mantığı esas almanın yanlış olduğunu anlatmaktadır. Delil getirmede doğru sonuçlar elde edebilmek için mantık yerine hissin esas alınması gerekir. Fakat önermenin doğru olması koşulu ile mantığa dayalı kanıt getirmek de caizdir. Önermenin doğru olması, hem önermenin hem de sonucun histe son bulması koşulu ile elde edilen sonuç da doğru olur. Sonucun doğruluğu, önermelerden elde edilen çıkarımın doğruluğuna bağlıdır. Mantığın, yanılmaya düşme imkânını içerisinde barındırmasından dolayı delil getirmede esas alınması doğru olmaz. Her ne kadar bazı durumlarda kesin sonuçlar ortaya koysa da, içerisinde yanılabilirlik imkânı bulunduğundan dolayı adeta bir bütün olarak zanni bir esastır. Öyleyse delil getirmede hissin esas alınması gerekir. Çünkü his, bir şeyin varlığı hakkında şüpheye veya herhangi bir hataya imkân bırakmayan her kesin esas gibidir.
2- Kelamcılar hissedilebilen gerçeğin dışına çıkarak, Allah Subhenehû ve Teala’nın zatı ve sıfatları gibi hissedilemeyen, metafizik alanları araştırdılar. His yoluyla algılanabilen şeyleri his yoluyla algılanamayan şeylerle karıştırarak görünmeyeni görünene kıyaslamakta aşırılığa gittiler. Allah Subhenehû ve Teala'yı insana kıyasladılar. Dünyada insan hakkında tasavvur ettikleri adaleti, Allah Subhenehû ve Teala’ya kıyasladılar. Allah Subhenehû ve Teala’nın iyi olanı yapması gerektiğini, hatta onlardan bir kısmı, Allah Subhenehû ve Teala’nın en iyi olan şeyleri yapması gerektiğini söylediler. ‘Çünkü Allah hikmet sahibidir, hikmetsiz, maksatsız bir iş yapmaz' dediler. ‘Maksatsız bir iş yapmak ise akılsızlıktır. Hikmet sahibi olan bir kimse, bir işi ya kendisinin ya da başkasının faydalanması için yapar. Allahu Teâla faydalanmaktan münezzeh olduğu için yaptığı işi başkalarının faydalanması için yapar’, dediler.
1- Bu metot, hissi esaslar yerine mantıki esaslara dayalı kanıtlar kurmaya dayanmaktaydı. Bu husus iki yönden hatalıdır:
a- Müslüman bir kimsenin Allah Subhenehû ve Teala’nın varlığına burhanlar getirebilmesi için mantık ilmini bilmesini zorunlu hale getirmektedir. Dolayısıyla mantık ilmini bilmeyen bir kimse, akidesinin doğruluğuna burhanlar getirmekten aciz kalmaktadır. Diğer bir ifade ile kelam ilmi açısından mantık ilmi, "dil" bozulduktan sonra onu düzeltmede kullanılan "nahv"/gramer bilgileri konumuna gelmekteydi. Oysa mantık ilminin ne İslâm akidesinde ne de bu akidenin doğruluğunu ispatlamak için birtakım kanıtlar ortaya koymada yeri yoktur. İslâm geldiğinde İslâm'a inanan Müslümanlar, mantık ilmini bilmedikleri halde İslâm risaletini taşıdılar, akidelerinin doğruluğuna mantığa gereksinim duymadan kesin deliller getirmeye muvaffak oldular. Bu durum ise, mantık ilminin İslâm kültürü içerisinde yer almasına gerek olmadığına ve İslâm akidesinin doğruluğunu ispatlamada mantığa gereksinim duyulmadığına işaret etmektedir.
b- Mantıki esaslar hissi esasların tersine yanılgıya daha elverişlidirler. Zira akide, bir şeyin varlığı açısından yanılma payının sızmasına imkân vermeyecek türden delillerle ispatlanmalıdır. Bu nedenle de mantığın "iman" konusunda esas alınması doğru değildir.
Mantık, yanılmalar ve doğru olmayan sonuçlar ortaya koymakla her zaman karşı karşıyadır. Her ne kadar mantık, önermelerin ve dizilişinin sağlıklı ve doğru olmasını şart koşuyorsa da, bir önermenin diğer bir önerme üzerine kurulması, sonucun doğruluğunu, önermelerin doğruluğuna bağlı kılmaktadır. Ortaya konulan önermelerin doğruluğu ise garantili değildir. Çünkü sonuç, doğrudan doğruya his yerine önermelerin birbirleri ile ilişkisine dayanmaktadır. Dolayısıyla ortaya çıkacak olan sonucun doğruluğu da garantili olmamaktadır. Mantık tekniği, önermelerin birbirleri ile olan bağlantılarına göre gerçekleştirilmektedir. Mantıkta, anlaşılabilir önermeler, anlaşılabilir diğer önermelere dayandırılarak anlaşılabilir sonuçlar çıkarılmaktadır. Ya da hissedilebilir önermelerin hissedilebilir diğer önermelere dayandırılması ile hissedilebilir sonuçlar çıkarılmaktadır. Anlaşılabilir önermeler kullanılarak ortaya çıkarılan mantıksal sonuçlar, hata içinde kayıp gitmeye, sonuçlarda çelişkiye, önermeler zincirinde serbest davranmaya, önermelerin gerçeklere dayanması yerine varsayımlara dayalı anlaşılabilir sonuçlar çıkarmaya yol açar. Hatta yolun sonunda önermelerin çoğu evhamlardan ve karışımlardan meydana gelmektedir. Bu nedenle anlaşılabilir önermelerin anlaşılabilir diğer önermelere dayandırılması ile mantıki deliller her zaman yanlış sonuçlar verme ile karşı karşıyadır. Mantık kullanılarak şöyle bir örnek verilebilir:
Mesela mantıken şöyle denilir:
- Kur’an Allah Subhenehû ve Teala’nın kelamıdır ve varlıklar âleminde birbirini takip eden harflerden tertip edilmiş birleşik sözdür.
- Ve varlıkta birbirini izleyen tertip edilmiş harflerden birleşik her söz sonradan olmaktadır.
- Sonuç; o halde Kur'an da mahlûktur ve sonradan yaratılmıştır.
Önermelerin sıralanışı ile ortaya çıkan bu sonuç, hissin algılama sahası içerisine giren bir sonuç değildir. Öyleyse aklın böyle bir konuyu araştırmasına ve hakkında bir yargıya varmasına da imkân yoktur. Dolayısıyla ortaya konulan sonuç, vakıası olmayan varsayıma dayalı bir sonuçtur. Üstelik bu konu aklen araştırılması yasaklanan bir konudur. Zira Allah Subhenehû ve Teala’nın sıfatları konusunda araştırma, yapmak Allah Subhenehû ve Teala’nın zatı hakkında araştırma yapmak demektir. Allah Subhenehû ve Teala’nın zatını araştırmak ise hiçbir surette caiz değildir. Yukarıdaki aynı mantığı kullanarak tam tersi bir sonuç elde etmek de mümkündür. Örneğin;
- Kur’an Allah Subhenehû ve Teala’nın kelamıdır ve kelam O'nun sıfatıdır.
- Allah Subhenehû ve Teala’nın sıfatı olan her şey sonsuzdur.
- Sonuç; öyleyse Kur'an da sonsuzdur ve yaratılmamıştır.
Verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere tek bir önermede kullanılan mantıkta çelişkiler görülmektedir. Bunlar ve benzeri örneklerde de görülebileceği üzere anlaşılabilirin bir diğer anlaşılabilire dayandırılması ile oluşturulan mantık birbiri ile çelişkili sonuçlar doğurmaktadır.
Ancak hissedilebilir önermelerin hissedilebilir diğer önermelere dayandırılması ile oluşturulan mantıksal sonuç histe son buluyorsa, elde edilen sonuç doğrudur. Çünkü sonuç, sadece önermelere değil aynı zamanda hissetmeye dayanmaktadır. Ancak elde edilen sonucun gerçek olup olmadığı önermelerin sıralanışına bağlıdır. Hissin varlığı ise önermenin sonuçları ile gözlemlenebilir. Mantıkta kullanılan önermeler ve sonuçla ilgili olarak ortaya çıkabilecek yanıltıcı noktaların bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
a- Bazen bir önermeye göre doğrulandığı sanılan bir şeyin, vakıada doğrulanmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalınabilir.
b- Yine her yönü ile çevrelenmiş olan bir önermenin, bir bütünün bir kısmını doğrulayıp diğer kısmını doğrulamamasına rağmen bütünün tamamını doğruladığı sanılabilir.
c- Zahiri hükmü doğru olup vakıası yanlış olan bir önermenin doğru olduğu sanılabilir.
d- Bazen sonuç doğru olabilirken, sonucun çıkarıldığı önermelerin hatalı olmasından dolayı sonucun doğruluğundan yola çıkarak önermenin doğru olduğu sanılabilir.
Bu ihtimallere şöyle örnek vermek mümkündür:
- İspanya’da oturanlar Müslüman değildir.
- Halkı Müslüman olmayan hiçbir ülke İslâm beldesi/toprağı değildir.
- Sonuç; öyleyse İspanya İslâm beldesi değildir.
Bu sonuç yanlıştır. Yanlışlık ikinci önermenin yanlış olmasından kaynaklanmaktadır. "Oturanları Müslüman olmayan hiçbir ülke İslâm beldesi değildir" sözü yanlış bir sözdür. Zira bir ülkede bir defaya mahsus da olsa İslâm ile hükmedilmesi veya halkının çoğunluğunun Müslüman olması ile o ülke "İslâm beldesi" sayılır. Bu nedenle de İspanya'nın İslâm beldesi olmadığı sonucu yanlış bir sonuçtur.
Örnek olarak şöyle de denilebilir;
- Amerika ekonomik açıdan gelişmiş bir ülkedir.
- Ekonomik açıdan gelişmiş her ülke kalkınmış bir ülkedir.
- Sonuç; öyleyse Amerika kalkınmış bir ülkedir.
Önermelerin ikincisi yanlış olmasına rağmen Amerika açısından bu sonuç doğrudur. İkinci önerme yanlıştır, çünkü ekonomik açıdan gelişmiş her ülke kalkınmış ülke değildir. Fikri açıdan gelişmiş, yükselmiş ülke kalkınmış ülke sayılır. Bu önermelere dayanılarak elde edilen doğru sonuca bakılarak doğru sonucun bu önermelerden kaynaklandığı dolayısıyla da Kuveyt, Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin kalkınmış ülkeler olarak kabul edilmesi gerekir. Gerçekte bu ülkeler kalkınmış ülkeler olmadıkları halde ekonomik açıdan gelişmiş konumda bulunduklarından önermelere göre kalkınmış ülkeler sayılmaları gerekmektedir. Bu örnekte de görüleceği üzere bütün önermeler, sonuçların doğruluğunu da etkilemektedir. Önermelerin doğruluğu ise garantili değildir. Çünkü her an yanıltmaca ile karşı karşıyadır.
Bu nedenle delil getirmede mantıki esaslara güvenmek yanlıştır. Ancak bu ifade, mantık yoluyla ulaşılan her gerçeğin veya her kanıtın hatalı olduğu anlamına gelmemektedir. Bu ifade, mantıki esaslara göre kurulan kanıtlara güvenmenin ve deliller getirmede mantığı esas almanın yanlış olduğunu anlatmaktadır. Delil getirmede doğru sonuçlar elde edebilmek için mantık yerine hissin esas alınması gerekir. Fakat önermenin doğru olması koşulu ile mantığa dayalı kanıt getirmek de caizdir. Önermenin doğru olması, hem önermenin hem de sonucun histe son bulması koşulu ile elde edilen sonuç da doğru olur. Sonucun doğruluğu, önermelerden elde edilen çıkarımın doğruluğuna bağlıdır. Mantığın, yanılmaya düşme imkânını içerisinde barındırmasından dolayı delil getirmede esas alınması doğru olmaz. Her ne kadar bazı durumlarda kesin sonuçlar ortaya koysa da, içerisinde yanılabilirlik imkânı bulunduğundan dolayı adeta bir bütün olarak zanni bir esastır. Öyleyse delil getirmede hissin esas alınması gerekir. Çünkü his, bir şeyin varlığı hakkında şüpheye veya herhangi bir hataya imkân bırakmayan her kesin esas gibidir.
2- Kelamcılar hissedilebilen gerçeğin dışına çıkarak, Allah Subhenehû ve Teala’nın zatı ve sıfatları gibi hissedilemeyen, metafizik alanları araştırdılar. His yoluyla algılanabilen şeyleri his yoluyla algılanamayan şeylerle karıştırarak görünmeyeni görünene kıyaslamakta aşırılığa gittiler. Allah Subhenehû ve Teala'yı insana kıyasladılar. Dünyada insan hakkında tasavvur ettikleri adaleti, Allah Subhenehû ve Teala’ya kıyasladılar. Allah Subhenehû ve Teala’nın iyi olanı yapması gerektiğini, hatta onlardan bir kısmı, Allah Subhenehû ve Teala’nın en iyi olan şeyleri yapması gerektiğini söylediler. ‘Çünkü Allah hikmet sahibidir, hikmetsiz, maksatsız bir iş yapmaz' dediler. ‘Maksatsız bir iş yapmak ise akılsızlıktır. Hikmet sahibi olan bir kimse, bir işi ya kendisinin ya da başkasının faydalanması için yapar. Allahu Teâla faydalanmaktan münezzeh olduğu için yaptığı işi başkalarının faydalanması için yapar’, dediler.