Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kaza ve Kadere iman (1 Kullanıcı)

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Allahu Teala'nin ezelden ebede kadar olacak seylerin zaman ve mekanini, nitelik ve özelliklerini, kisaca ne sekil ve ne zamanda olacaklarsa, onlarin hepsini ezelde daha bunlar yok iken bilip o suretle tahdit ve takdir etmesine "kader"; ezelde takdir ve irade buyurdugu seylerinde zamani gelince her birisinin ezeldeki ilim, irade ve takdirine uygun bir sekilde meydana getirmesine, yaratmasina ise "kaza" denir

Kaza ve Kadere iman hadid suresinin 22 ve 23. ayetlerinde açikça ifade edilmistir.

"Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. "
 

El_Kassam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2009
Mesajlar
232
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Ewet Ne Yazıkki..Şimdiki Bazı Müslümanların Peşinden Koştuğu M.İslamoğlu Kader Ayetini İnkar Ediyor..!!

Kendisinin Tefsir dersinde bizzat dinlemiştim...ve Cübbeli Ahmet Hoca'da Bunları dedilleriyle anlatmıştı...

Rabbim c.c Ehl-i Sünnet Dışındakilerinin Şerrinden Bizleri Muhafaza Etsin..!!
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Ewet Ne Yazıkki..Şimdiki Bazı Müslümanların Peşinden Koştuğu M.İslamoğlu Kader Ayetini İnkar Ediyor..!!

Kendisinin Tefsir dersinde bizzat dinlemiştim...ve Cübbeli Ahmet Hoca'da Bunları dedilleriyle anlatmıştı...

Rabbim c.c Ehl-i Sünnet Dışındakilerinin Şerrinden Bizleri Muhafaza Etsin..!!

amin amin AMİN......
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Ewet Ne Yazıkki..Şimdiki Bazı Müslümanların Peşinden Koştuğu M.İslamoğlu Kader Ayetini İnkar Ediyor..!!

Kendisinin Tefsir dersinde bizzat dinlemiştim...ve Cübbeli Ahmet Hoca'da Bunları dedilleriyle anlatmıştı...

Rabbim c.c Ehl-i Sünnet Dışındakilerinin Şerrinden Bizleri Muhafaza Etsin..!!

Amin Kıymetli kardeşim amin.Sadece o mu kardeşim incele neler görücen..

MUSTAFA İSLAMOĞLU
MUSTAFA İSLAMOĞLU
MUSTAFA İSLAMOĞLU
MUSTAFA İSLAMOĞLU
 

Düşünür..

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2009
Mesajlar
21
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
allah bizi, "ümmeti delalete sürükleyen , ümmet-i icma'dan ayrılan ve müslümanları birbirine düşüren" mustafa islamoğlu adlı adamın şerrinden korusun..
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
evet degerli kardeslerim ben konuyu açarkan bu konuda ne kadar faydali olabiliriz dusuncesiyle sizlerin degerli paylasimlarini beklerken malesef yine herzamanki gibi bazi kisilerin uzerinde yogunlasilmis... lutfen konuya donelim..
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Kaderin esas anlamı Allah’ın, olmuş olacak her şeyi bilmesi demektir. Dikkat edersek insan iradesini yok saymıyor. Bilmek ayrı yapmak ayrıdır. Bilen Allah’tır, yapan kuldur. Bu konuya bir misal verelim;

Peygamberimiz İstanbulun fethini ve komutanını yüz yıllar önce müjdelemiş ve haber vermiştir. Zamanı gelince de dediği gibi çıkmış. Şimdi, İstanbul Peygamberimiz dediği için mi fethedildi, yoksa fethedileceğini bildiği için mi söyledi. O zaman Fatih Sultan yatsaydı, çalışmasaydı, ordular hazırlatıp savaşmasaydı yine olacak mıydı. Demek ki Allah Fatihin çalışıp İstanbul’u fethedeceğini biliyordu ve bunu elçisi Hz. Peygambere bildirdi.

Buradaki ince nokta: Allah bildiği için yapmıyoruz. Biz yapacağımız için Allah biliyor. Zaten Allah’ın geleceği bilmemesi düşünülemez. Bilmese veya bilemese yaratıcı olamaz.

Buna bir örnek verelim; Allah dostu evliyadan bir öğretmen düşünelim. Öğrencilerinden birisine “yarın seni şu kitaptan imtihan edeceğim.” diyor. Fakat öğretmen Allah’ın izniyle onun filim, maç, oyun, eğlence, derken sabah okula çalışmadan geleceğini bilerek, akşamdan karnesine “0” yazıyor. Ertesi sabah öğrenci sorulan sorulara cevap veremiyor ve sıfırı hak ettiğini bildiği anda, öğretmen cebinden not defterini çıkarıp “senin çalışmayıp sıfır alacağını bildiğim için önceden deftere sıfır yazmıştım” diyor. Buna karşı öğrenci “Hocam sen sıfır yazdığın için ben sıfır aldım. Yoksa geçer puan yazsaydın geçerdim.” diyebilir mi?

Demek ki Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bizim yapacağımız şeyleri bilerek Allah yazıyor. İşte buna kader diyoruz
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Dünyaya gelen her insan bir kader programına tabidir. İnsanın ne yapacağını, başına ne geleceğini Yüce Allah ezeli ilminde biliyor. Ancak Allah’ın bilmiş olması, insanın o işi yapmasını zorlamaz. Çünkü Allah, insanın önüne sonsuz seçenekler koymuştur.

İnsan kendi iradesini kullanarak, hangi yolu tercih ederse, Allah onu yaratır. Dolayısıyla sorumlu olan insanın kendisidir.

Bu meselede şöyle bir örnek verilir: Bir apartmanın üst katının nimetlerle, bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir kişinin bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz edin. Kendisine, apartmanın bu durumu daha önce anlatılmış bulunan bu kişi, üst katın düğmesine bastığında nimetlere kavuşacak, alt katın düğmesine bastığında ise azaba uğrayacaktır.

bu konu sorularla islamiyet 'te kisaca bu sekilde anlatiliyor.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Kaza ve Kadere İman

Bilindiği gibi, Yüce Allah'dan başka yaratıcı yoktur. Bu kâinatta meydana gelen her şey, muhakkak Yüce Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olur. Onun için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesini, Cenab-ı Hakk'ın ezelde dilemiş olmasına "Kader" denir. Yüce Allah'ın böyle dilemiş olduğu herhangi bir şeyi, zamanı gelince meydana getirmesine de "Kaza" denir.

Örnek: Herhangi bir insanın falan günde meydana gelmesini Yüce Allah'ın ezelde dilemiş olması bir kaderdir. O insanın takdir edilmiş günde yaratılması da bir kazadır. Bununla beraber kaza sözü, takdir ve hüküm manasına da gelir.

Kaza ve kadere iman da, müslümanlarca bir esastır. Bunlara inanmak, Yüce Allah'a iman esaslarından sayılır. Allah'ın varlığını ve birliğini bilen, O'nun kâînata tek hakim olduğuna inanan bir insan için kazaya ve kadere iman etmemek mümkün olmaz. Hangi mümkün şey vardır ki, Yüce Allah takdir ettiği takdirde meydana gelmesin? Hangi şey de vardır ki, Yüce Allah dilemediği halde o meydana gelebilsin?

Onun için biz Allah'ın kaza ve kaderine inanırız, kaza ve kadere razı oluruz. Bu bizim bir iman borcumuzdur. Fakat kendi irademizin ve kendi kazancımızın neticesi olmak üzere, Yüce Allah'ın yarattığı bazı işler vardır ki, bunlar Allah'ın rızasına aykırı olması bakımından, bizim bunlara razı olmamamız gereklidir. Bunlara rıza göstermek caiz olmaz ve bunlara Makzî (Kulun dilemesi üzerine Allah tarafından gerçekleşmesine hüküm verilmiş işler) denir.

Örnek: Bir insan bir günah işlemek ister, irade ve gücünü o günah tarafına yöneltir. Yüce Allah da dilerse, bu günahı o insanın arzusuna göre yaratır. İşte bu günah, Yüce Allah'ın rızasına aykırı olduğu için, ona razı olamayız. Bunun içindir ki, kazaya rıza göstermek, Makzî'ye rızayı gerektirmez.

Kaza ve kadere imanın faydasına gelince: Şübhe yok ki, insan bu iman sayesinde Allah'ın yaratıcılığını kudret ve hakimiyetini tanımış olur. Böylece ruhu güç kazanmış olur, ahlâk duyguları yükselir, hayata büyük bir güçle atılır ve başarıdan başarıya ulaşır. Çünkü Yüce Allah'ın kaza ve kaderine razı olan bir kimse, hiç bir şeyden yılmaz, sebeblere sarılmayı da, kaza ve kaderin gereği bilir. Bir işte başarısızlığa uğrayacak olsa, "bunda kim bilir, Allah'ın ne gibi gizli hikmetleri vardır" diye düşünür. Allah'ın kazasına razı olur ve ümitsizliğe düşmez, azminde gevşeklik olmaz, heyecana kapılmaz, huzur içinde üzüntü çekmeyen bir kalb ile hayat alanındaki çalışmasını sürdürür.

"Kim Allah'a güvenirse Allah ona yeter." (Talak: 3)

ömer nasuhi bilmen ( büyük islam ilmihali)
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Dünyada ve âhirette Allah'ın dilemesi, kaderi, kazası, bilgisi yazgısı ve Levh-i Mahfuz'da yazısı olmaksızın hiçbir şey var olmaz. Ancak, Allah'ın yazması, o şeyi vasf etme şeklinde olup hükmetmek suretiyle değildir.

Yani Allah Teâlâ, her şey hakkında, böyle böyle olacak, diye yazmıştır; fakat, şöyle şöyle olmalıdır, diye yazmamıştır. Bunun daha geniş açıklaması şöyledir: Varlıklar, Allah yazdığı zaman var değildi. Levh-i Mahfuz'da Allah Teâlâ, var olacak eşyayı vasfetmek suretiyle kazasına uygun olarak, olacak, diye yazmıştır; bunu bir emir tarzında yazmamıştır. Yâni bu iş olacak, demiştir; olmalıdır, dememiştir. Çünkü Allah olacak bir iş için olsun, derse, o anda eşyanın var olması gerekir. Çünkü yaratılanın, yaratanın yaratma ile ilgili emirden sonraya kalmasını tasavvur mümkün değildir.

İmam Âzam “El-Vasıyye” adlı kitabında şöyle diyor:

“Allah Teâlâ kaleme yazmasını, emretmiş, yahut yaz demiştir, kalem de: neyi yazayım, demiştir. Allah Teâlâ da: Kıyamete kadar olacak şeyleri yaz, demiştir.” Çünkü Cenabı Hak şöyle buyuruyor.

“Bununla beraber işledikleri bütün işler defterlerdedir. Küçük ve büyük hepsi (Levh-i Mahfuzda) yazılıdır.” (El-Kamer: 54/52-53.)

Yâni yukarıdaki hadis, Kur'an'dan iktibas edilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in sözleri, Allah'ın kelâmını açıklama durumundadır. Sözün kısası, Kader: ezelde takdir edilen hayır, şer, tatlı, acı ne varsa kuldan sudur etmesi; Allah Teâlâ'nın iradesi ve yaratması ile olmaktadır. Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz.
Fikhu ekber.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
sonuç olarak Kader;
Allah'ın ebede kadar olacak şeyleri, bunların zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, nasıl ve ne zamanda olacaklarsa onların tamamını ezelde bilip bu bilgi doğrultusunda takdir etmesine denir. Bu durumda kader Allah'ın ilim sıfatını ilgilendirmektedir. O halde kader, Allah'ın ilmi doğrultusunda, kainatı ve ondaki her şeyi belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilâhî bir kanundur. Bu konuda Kur'an’da şöyle buyurulmaktadır: “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer 54/49); “Allah her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin artırdığı şeyi ve eksilttiği şeyi bilir. Her şey O'nun katında bir ölçüyledir.” (Ra’d,13/8); “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçü ile indiririz.” (Hicr 15/21); “… O her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” (Furkân,25/2). "Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır." (Hadîd 57/22).
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Kazâ ise, Cenab-ı Hakk'ın ezelde irade etmiş olduğu ve takdir buyurduğu şeylerin, zamanı gelince her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Bu takdirde kaza, Allah'ın tekvin sıfatını ilgilendiren bir konu olmaktadır. Bu tanım, İmam Mâtüridî ve taraftarlarına göredir. Eş’arîler ise kazayı daha farklı bir şekilde tarif etmişlerdir: Kaza; hüküm mânâsınadır. Allah'ın eşyayı sonradan nasıl olacaksa ezelde öylece irade etmesidir. Kader ise, Allah'ın her şeyi vakti gelince, ezelî ilmine uygun olarak, irade ettiği şekilde yaratmasıdır.
Tevekkül ise müslümanların kadere olan inançlarının tabii bir sonucudur. Tevekkül eden kimse Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı bir kimsedir. Fakat kadere inanmak da tevekkül etmek de tembellik, miskinlik demek olmadığı gibi, çalışma ve ilerlemeye mani de değildir. Çünkü her müslüman olayların, ilahî düzenin ve kanunların çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde olup bittiğinin bilincindedir. Yani tohum ekilmeden ürün elde edilmez. İlaç kullanılmadan tedavi olunmaz. Salih ameller işlenmedikçe Allah'ın rızası kazanılmaz ve dolayısıyla cennete girilmez. Öyleyse tevekkül, çalışıp çabalamak, çalışıp çabalarken Allah'ın bizimle olduğunu hatırdan çıkarmamak ve sonucu Allah'a bırakmaktır.

selam ve dua ile...

kaynaklar: Büyük islam ilmihali, sorularla islamiyet, Fikh-ul ekber, vaaz örnekleri, temel dini bilgiler
 

gülnisa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2008
Mesajlar
11,851
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
50
selamunaleykum kardeşim emeğıne sağlık
kaderımız bellı
dua kaderi değiştirıyor mu
evet o zaman
mesela yaşıyacağımız musıbetler bellı
cok dua edersek bu musıbetler hafıfler veya yok olur mu?
evet mı
okuduklarıma gore evet
allaha emanet olun
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
vealeykumselam degerli kardesim

evet dogru anlamissiniz; zaten insan kendi istegi ile yaptgi islerden sorumlu tutulacagi için ve bunun bilincinde olanlarin, sececegi veya yapacagi islerin iyi olanlarina yönelir.
Azabi, cezayi gerektiren yani; Allahu Tealanin yasaklamis oldugu fiileri yapmaktan sakinir.

dolayisiyla kadere iman eden kimse islerinde basarisiz oldugunda veya bir felaketle, musibetle karsilastiginda karamsrliga dusmez ve moralini bozmaz. neden?
çunku Allah'in her isinde bir hikmet oldugunu bilir ve Allah'in takdirine boyun eger...

Sorularla İslamiyet | Duanın kaderimize etkisini merak ediyorum. Değiştirebilirmiyiz duamızla kaderimizi? burayi tiklarsaniz daha aciklayici bilgiler mevcuttur.

selamlar
Allah cc yar ve yardimciniz olsun..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com

Mutlu Kul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Şub 2007
Mesajlar
1,006
Tepki puanı
0
Puanları
0
selam aleyküm ben bu yazdıklarınızı çok ii anladım ama şu konu hep kafamı kurcalıyo evlilik.ölüm tarihimiz,cinsiyetimiz ve hangi anne ve babadan dünyaya geleceğimizi allah belirliyo diye duydum...bazı yerlerdede evleneceğimiz kişiyi biz seçeriz deniliyo... hangisidoğru...?eğer evleneceğimiz kişiyi allah seçmişse amenna ne güzel...ama biz seçiyorsak ben çok sevmiştim nişanlımı oda ama sonra o istemedi onun isteği neden olduda ben istiyorum diye olmadı...?
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
selam aleyküm ben bu yazdıklarınızı çok ii anladım ama şu konu hep kafamı kurcalıyo evlilik.ölüm tarihimiz,cinsiyetimiz ve hangi anne ve babadan dünyaya geleceğimizi allah belirliyo diye duydum...bazı yerlerdede evleneceğimiz kişiyi biz seçeriz deniliyo... hangisidoğru...?eğer evleneceğimiz kişiyi allah seçmişse amenna ne güzel...ama biz seçiyorsak ben çok sevmiştim nişanlımı oda ama sonra o istemedi onun isteği neden olduda ben istiyorum diye olmadı...?

Aleykum Selam
Bu yazılanları çok iyi anladım demışsiniz ama cok iyi anlayamamışsınız değerli kardeşim,
Sizin evleneceğiniz kişiyi Allah'u tealanın bilmesi, kadere girer.Sizin seçeceğiniz kişi iradenize kalmıştır.Yani eş seçiminin, Allah'u tealanın bilmesi ve bu bilginin yazılması kader taktiri ile gerçekleşmesi, kazaya girer.
Selametle
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
M İSLAMOĞLU DENEN SAPIK KABİR AZABINI VESAİR EHLİ SÜNNET AKAİDİNE MEVZU İTİKADI İNKAR EDİYOR...
HZ AİŞE RA ANAMIZA İFTİRA EDİYOR..
Lütfen bakınız ve bu gibi dalalet ehlinden uzak durunuz...
BESMELE...SELAM...DUA...

selam aleyküm ben bu yazdıklarınızı çok ii anladım ama şu konu hep kafamı kurcalıyo evlilik.ölüm tarihimiz,cinsiyetimiz ve hangi anne ve babadan dünyaya geleceğimizi allah belirliyo diye duydum...bazı yerlerdede evleneceğimiz kişiyi biz seçeriz deniliyo... hangisidoğru...?eğer evleneceğimiz kişiyi allah seçmişse amenna ne güzel...ama biz seçiyorsak ben çok sevmiştim nişanlımı oda ama sonra o istemedi onun isteği neden olduda ben istiyorum diye olmadı...?

Aleykum Selam
Bu yazılanları çok iyi anladım demışsiniz ama cok iyi anlayamamışsınız değerli kardeşim,
Sizin evleneceğiniz kişiyi Allah'u tealanın bilmesi, kadere girer.Sizin seçeceğiniz kişi iradenize kalmıştır.Yani eş seçiminin, Allah'u tealanın bilmesi ve bu bilginin yazılması kader taktiri ile gerçekleşmesi, kazaya girer.
Selametle

ve aleykum selam ve rahmetullah
degerli kardeslerim katilimlariniz için tesekkur ediyorum bu forum uzun zamandir guncellenmemisdi ayrica mürmüdük kardesime tesekkur ediyorum tekrar gundeme getirdigi için formumu;
mutlu kul kardesim bir soru sormus _Yusuf_ kardesim cevaplamislar bende acizane su sekilde katkida bulunmak isterim, aslinda ben buna cevap verecek kapasitede degilim ama bazi kitaplardan alintiladiklarim size cevap niteliginde olacaktir insALLAH..
Degerli kardesim anladigim kadariyla dogru anlamissiniz sadece takildiginiz nokta hayatinizda basiniza gelen olumlu bir olayin sonunda karsi tarafin istememesinden dolayi iptal olmasi yani onun istegi gerceklesti de benimki neden gerceklesmedi diye soruyorsunuz?
bunlar insan hayatinda olan seyler degilmidir?siz üzülmüs olabilirsiniz ama yanlis gördügünüz veya üzüldügünüz bir sey belki ALLAH indinde dogrudur ; yani ser olarak düsündügünüz seylerde nice hayirlar güzellikler cikmaktadir öyle degilmi?!
Hayati ve ölümü yaratan, bilmediklerimizi bilen, her seyi gören ve isiten Yüce Allah'tir.
sonuç olarak; hayri ve serri yaratan Allah (Celle Celaluh) oldugu bilincine varmali kader'in Allah'a ait bir sir oldugunu bilmeli ve bununla ilgilenmekten ziyade ( zaten buna gücümüz yetmez) sadece kendi fiilerimizle olanini bilmeli ve onlarin yani karsilastigimiz seylerin hayir mi ser mi oldugunu anlamaya çalismaliyiz..
En dogrusunu Allah Teala bilir.
Vesselam
 

muhsin iyi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2011
Mesajlar
132
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Kadere İman, Kaderin İşleyişi, Allahın Sabrı, Anlayışı

Kadere iman bilindiği üzere imanın altı rüknünden birisidir. Kader içerisinde en önemli konu ise hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiği hususudur. İnsanlar hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiğini unutup sebeplere bakarlar. Şer karşısında öfkelenip deliye dönerler, dinden imandan çıkıp katil bile olurlar; hayırda da Allah’a (c.c.) şükretmeyi unutup vesilelere takılıp kalırlar.

Allah (c.c.) kullarına karşı her zaman lütufkardır. Onları kaldıramayacakları yüklerle imtihan etmez. “Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, ayet 40).” Allah’ın (c.c.) ed-Dârr (Şer, zarar hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir) güzel ismi insanın zararına değil hayrınadır. Şöyle ki: Dünyada başımıza gelen kötü şeyler bir hikmete dayanır. Dünya hayatı geçicidir, asıl olan ahiret yurdudur. Bu dünyada kötü olarak görülen şeylerin altında insanların ahiret hayatlarında kurtuluşa, ebedi mutluluğa vesile olan pek çok hayırlar bulunabilir. Bu açıdan asıl şer, zarar bu başa gelen kötü şeylerden gereği şekilde yararlanmamaktır.

Bu durumda başımıza gelen kötü şeyler, her ne kadar Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile meydana geliyorsa da bu durumun sünnetullaha, ilahi bir kurala dayanan bir nedeni bulunmaktadır. Allah (c.c.) bela ve musibetleri yaptığımız kötü şeylere karşı vermektedir: “Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar nedeniyledir. Hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder (Şûrâ suresi, ayet 30).”, “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük ise nefsinden dolayıdır (Nisa suresi, ayet 79).”

Başına böyle bir bela ve musibet gelen, bununla ruhu daralıp sıkılan bir müminin hemen geçmişini değerlendirip günahları için gözyaşı döküp tövbe ile Allah’ın (c.c.) rahmetine sığınması gerekir. Bu tür bir davranış yerine isyan etmek, birilerini suçlayıp öfkelenmek insana bir şey kazandırmaz. Belki pek çok şeyi alıp götürebilir. Yalnız Allah’ın (c.c.) el-Adl güzel ismi gereği bir zulme uğramışsak hakkımızı savunmamız, adaleti gerçekleştirme yolunda mücadele etmemiz de gerekir. Tabii işin bu cephesi yanında iç muhasebe ile kendimizde bazı kusur ve hataları aramak, bunlardan pişmanlık duyup Allah’ın (c.c.) merhametine sığınmak da icap eder.

Başa gelen, özellikle başkalarının başına gelen bela ve musibetleri yalnız yukarıda sözünü ettiğimiz sünettullahla, yani ilahi kuralla açıklamak Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderi üzerine ileri geri konuşmak anlamına geleceğinden çok tehlikelidir. İnsanı maazallah dinden çıkarır. Çünkü Allah’ın (c.c.) olayları yaratmadaki ilahi hikmetini kimse tam anlamıyla kavrayamayacağı gibi böyle bir konuda söz ve hüküm sahibi de değildir. Hele başkaları için böyle birtakım yargılarda bulunmak, örneğin bir hasta yada kaza nedeniyle geçmiş olsun ziyaretinde ilgili hastalığın yada kazanın gerçek nedenini yapılan günah yada günahlar yüzünden olduğunu söylemek, bu konuda açıklamalarda bulunmak büyük bir edepsizliktir. Allah’ın (c.c.) öfkesine yol açabilecek bir kendini bilmezliktir.

Bela ve musibetleri yukarıda sözünü ettiğimiz sünnetullah, yani ilahi kanun yanında Allah (c.c.) başka nedenlerle de yaratabilir. Bunu kimsenin tam olarak bilmesine olanak yoktur. Örneğin Allah (c.c.) kulun katındaki derecesini yükseltmek için bela ve musibete uğramasına izin verebilir. Nitekim Mekke döneminde ilk Müslümanlar böyle bir sınavdan geçmiş, büyük bela ve musibetlere uğramışlardı. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey müminler, (itaat edeni asi olandan ayırt etmek için) sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan ve mahsullerden eksiltmek ile imtihan edeceğiz. Ey resûlüm, sabredenleri müjdele! (Bakara suresi, ayet 155)”

Bir Müslüman’ın kendi başına gelen bela ve musibetleri günahları ile, başkalarının başına gelen bela ve musibetleri Allah (c.c.) katındaki derecelerin yükselmesi ile açıklamaya çalışması edep ve nezaket gereğidir. Bu yolla hem kendisinin sabırlı olmasında hem de başkalarına sabrı tavsiye etmede önemli bir manevi güç bulabilecektir.

Sabır, şükür gibi Allah’ın (c.c.) sevdiği duygulardan birisidir. Allah (c.c.) ed-Dârr güzel ismiyle kulda sabır meyvesinin oluşmasını arzular. En-Nâfi’ güzel ismiyle de kulda şükür ister. Bunların ahiretteki karşılığı çok büyüktür. İnsan sabır ve şükür ile Allah (c.c.) katındaki derecesini yükseltir: “Sabredenlere mükafatları hesapsız verilecektir (Zümer suresi, ayet 10).”

Genellikle hoşumuza giden şeyleri hayır, gitmeyenleri şer olarak adlandırırız. Halbuki bu değer ölçüsü son derece görecelidir. Sadece insanın bu dünyadaki yaşamına göredir. Ebedi ahiret yurdu göz önünde bulundurularak yapılmış değildir. Çünkü bu dünya ödül ve ceza yurdu olmadığı için başa gelen hayır ve şerrin hikmetini de bilmek olanaksızdır. Yüce Allah (c.c.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı. Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlıdır. Yine olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerlidir. Gerçeği Allah bilir, siz bilemezsiniz (Bakara suresi, ayet 216).” Savaş görünüşte şerlerin, kötülüklerin simgesi gibidir. Çünkü onda her türlü bela ve musibet vardır: Açlık, yoksulluk, can ve evlat kaybı, ölüm korkusu, mal ve namus kaygısı… Her şey başa gelebilir. Allah (c.c.) işte böyle şerrin ve kötülüğün simgesi olan savaşta bile hayırların gizli olduğunu belirtmektedir. Bizim hayır sandığımız şeyler ise ahiretimiz için, Allah (c.c.) bizleri onlardan korusun, kim bilir nice bela ve musibetleri içeriyor olabilir. Gerçekten insanın Allah’ı (c.c.) el-Vekîl olarak kabul edip (Hasbünallahu ve ni’mel-Vekîl [Allah bize yeter, O ne güzel vekildir] deyip,) O’na sığınmaktan başka bir çaresi yoktur. Çünkü ahiretimiz için neyin yararlı neyin zararlı olduğunu ancak Allah (c.c.) bilebilir.

Ed-Dârr (Şer, zarar hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir) ve en-Nâfi’ (hayır, iyilik hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir) güzel isimleri ile kula düşen görev, hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiği bilincine sahip olmaktır. Başına gelen hayrı Allah’ın (c.c.) bir lütfu ve ihsanı olarak görüp şükretmek, şerri ise günahlarının bir meyvesi olarak düşünüp tövbe etmektir.

Allah (c.c.) kullarının günahlarına karşı çok sabırlıdır. Hemen cezalandırmaz. Onların yola gelmeleri için süre tanır. Bu zaman zarfında onları anlayacağı dillerle uyarır.

Yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de kullarını hemen cezalandırmamasının nedenini şöyle açıklamaktadır: “Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı dünyada tek bir insan bile bırakmazdı. Ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vadeye kadar erteler. O vadeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir (Fâtır suresi, ayet 45).”

Es-Sabûr (cezaları erteleyen, çok sabırlı) güzel ismi, el-Halîm (kulun yaptığı kötü şeylere yumuşak davranan, anlayışlı olan) güzel ismine anlam olarak çok benzer. Ama aralarında bir anlam ayırtısı da bulunmaktadır. El-Halîm güzel isminde kulların günahlarını hemen cezalandırmamanın yanında bunlardan vazgeçme, bağışlama gibi bir anlam inceliği söz konusudur. Çünkü el-Halîm güzel ismi Kuran-ı Kerim’de genellikle (altı ayrı ayette) el-Gafûr güzel ismi ile birlikte kullanılmaktadır. Oysa es-Sabûr güzel isminde sadece kullarının günahlarını hemen cezalandırmama, sonraya bırakma anlamı bulunmaktadır. Bir insan çaresizlikten, zayıflıktan, yoksulluktan dolayı insanlara yumuşak huylu görünebilir. Ama aynı insan diş geçireceği birisini buldu mu arslan kesilebilir. İşinde üstlerinin karşısında elleri böğründe nice kişi evlerinde çoluk çocuğuna zulmedebilir. Asıl ağır başlılık ve anlayışlı olma, elinde bir güç ve olanak olduğu halde ve her türlü iktidar imkanına kavuştuktan sonra da çevredeki tüm insanlara yumuşaklık göstermektir.

Allah (c.c.) sonsuz ve sınırsız bir güç ve kudrete sahipken ve bundan dolayı kimseye hesap vermeyecek bir makamda iken tüm kullarına yumuşak davranır. Allah (c.c.) kafirleri el-Kahhâr güzel ismi ile ebedi cehennemle cezalandıracaktır. Böyle iken dünya yaşamında onlara yumuşak davranmakta, mühlet vermekte, onların rızklarını bile kesmemektedir.

Allah’ın (c.c.) el-Kahhâr (öfkesi ve cezası şiddetli olan; her varlığa hakim olan ve üstün gelen) güzel ismi ile birlikte el-Halîm olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bu bize kızgın, öfkeli anlarda durup düşünmemiz gereken bir uyarı anlamı taşımaktadır. Çünkü bir Müslüman’a Allah’ın (c.c.) ahlakı ile ahlaklanmak yakışır.

El-Halîm güzel ismi Kuran-ı Kerim’de genellikle el-Gafûr (günahları bağışlayan) güzel ismi ile birlikte geçmektedir. Bu da el-Halîm güzel isminde ifadesini bulan yumuşak başlılığın ve anlayışın günahların üzerini örtme, günahları affetme ile tamamlandığını göstermektedir. Demek ki Allah (c.c.) hem yumuşak başlılığı hem de affetmeyi bir arada daha çok sevmektedir. Kendisini bu isimlerle andığına göre bizim de böyle bir ahlak anlayışına sahip olmamızı istemektedir.

Peygamberimiz (s.a.s) Allah’ın (c.c.) sabrı hususunda şöyle buyurmuşlardır: “İşittiği ezaya Allah’tan daha sabırlı hiçbir kimse yoktur. Çünkü O’na çocuk isnat ederler. Sonra O, yine bu kimselere afiyet ve rızık veriyor.”

Allah (c.c.) evrene, yeryüzüne sabrı ile tecelli etmiştir. Şöyle ki: Kutsal kitabında yerleri ve gökleri altı günde yarattığını bildirmiştir. Gece gündüz, mevsimler birbirlerini yavaş yavaş karşılarlar. Bitkiler, hayvanlar, insanlar gözle takip edilemeyen bir yavaşlıkla büyürler, gelişirler. Halbuki Allah (c.c.) dileseydi tüm bu işler bir anda da olabilirdi. Ama O’nun ezeli hikmeti bu gibi şeylerde sabrın tecellisini öngörmüştür.

Peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Sabır, imanın yarısıdır.” Bu açıdan sabır, Allah’ın (c.c.) güzel bir ahlakıdır. Bir mümine de bu ahlakla olmak yaraşır. Ama insanda nefsani bir zayıflık olarak acelecilik, isyan, nankörlük, tahammülsüzlük, zevk ve eğlenceye düşkünlük, sıkıntılara katlanamama gibi sabra ters düşen özellikler bulunmaktadır. Bu açıdan sabır ahlakını edinmek için insanın kendisi ile mücadele etmesi, kendisini aşması gerekmektedir. Bu da haliyle her insanın yapabileceği, üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Bunun için müminler genellikle Allah’ın (c.c.) kendilerini sabırla imtihan etmemesi için duada bulunulurlar.

Allah (c.c.) bir kutsi hadiste şöyle buyurmuştur: “Kullarımdan bir kuluma bedeni, malı veya evladı yüzünden bir musibet verirsem o da bunu sabr-ı cemil (kimseye şikayette bulunmama, kaderine razı olma hali) ile karşılarsa kıyamet günü kendisi için terazi kurmaktan veya amel defterini açmaktan haya ederim.”

Sabır üçe ayrılır: a. Günahlara sabır: Nefis günahlara düşkün bir yapıya sahiptir. Onların çoğundan zevk alır. Günahlardan el çekmek Allah (c.c.) korkusu ve sabırla olur. b. İbadetlere sabır: İbadetlerin nefse ağır gelen bir yapısı vardır. Ama onlara devam etmekle bu zorluk aşılır. Zira nefis alıştığı şeyi yapamadan da edemez. c. Bela ve musibetlere sabır: İşte gerçek sabır böyle anlarda gösterilir. Hastalıklar, sıkıntılar, âfetler, kazalar, belalar … insanların ağır bir biçimde imtihan edildiği zamanlardır. Bu sıralarda sabır gösterilirse Allah’ın (c.c.) kullarına karşı şefkati de hissedilir. Böyle bir anda iken vesilelere takılmadan Allah’ın (c.c.) iradesinin tecelli ettiğini gören, kadere teslim olup rıza gösteren, haline şükreden birisi büyük bir ecir kazanır. Bu belki de ahireti için bir kurtuluş olur.

Bir işe başlarken nasıl besmele, yemekten sonra elhamdülillah çekiliyorsa bela ve musibet anında da “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn (Biz muhakkak Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz)” dememiz gerekir. Bu zikir bir ayet-i kerimede anıldığı için (Bakara suresi, ayet 156) böyle bir durumda iken onu söylemek üzerimize farz veya en azından vacip olmaktadır.

Bir hadis-i şerifin işaretiyle de anlaşıldığı üzere sabır bela ve musibetin karşılandığı ilk anda gösterilir. Daha sonra bela ve musibete insan ister istemez katlanır. Ama ilk an imtihan için uygundur. Tepkimiz Allah’ın (c.c.) rızasına uygun biçimde olursa ilgili cümle ağzımızdan çıktığında başa gelen bela ve musibet bir ibadet hükmüne dönüşür. Bu anda mümine verilen ödül çok büyüktür: “Ancak sabredenlere ödülleri hesapsız olarak verilecektir (Zümer suresi, ayet 10).”

Tabii insan unutkandır. Bela ve musibet anlarında Allah’ı (c.c.) unutabileceği gibi ilgili cümleyi de söylemek hatırına gelmeyebilir. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde geçmişteki bir bela ve musibeti akla getirerek “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn (Biz muhakkak Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz)” zikrini sonradan tekrar eden kimseye de bela ve musibetin ilk anında söylenmesine eşdeğerde sevap verileceğini belirtmektedir.
Allahın ahlakı ile ahlaklanması gereken bir Müslümanın da insanlara karşı sabırlı ve anlayışlı olması gerekir. Başa gelen iyilik ve kötülüklerin imtihan gereği Allahın izni ve yaratması ile meydana geldiğini düşünmeli ve bilmelidir. Bunun doğal sonucu olarak da hatayı kendisinde arayıp sabrı ve anlayışı elden bırakmamalıdır.
Muhsin İyi
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt