HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
Kaza ve Kader
İki kelimenin iç içe girmiş bir şekilde bir arada kullanılmasıyla meydana gelen "Kaza ve Kader"in belirli bir anlamı vardır. "Kaza" kelimesinin "Kader" kelimesi ile birleşiminden meydana gelen, birinin diğerinden ayrılması mümkün olmayan "Kaza ve Kader" ifadesinin bir arada kullanılmasıyla belirli anlamı vardır. Bir başka anlamın oraya girmesi doğru olmaz. Sahabenin de Tabiin'in de böyle bir anlamı kullandıkları da görülmemiştir. Şer’î nasslar, kelimelerin sözlük anlamları, Sahabenin, Tabiin'in ve onlardan sonra gelen Tebe-i Tabiin âlimlerinin görüşleri ve sözleri incelendiği zaman, "Kaza ve Kader" kelimelerinin bir arada terim olarak belirli bir anlama delalet edecek şekilde ne bir Sahabede ne de Tabiin'de kullanıldığına rastlanmamıştır. Bu iki kelimenin ıstılah/terim anlamına delalet edecek bir ifade Kur'an'da ve Sünnette de geçmemektedir. Bezzar'ın hasen bir senetle rivayet ettiği şu hadiste geçen bu kelimeler bile ancak sözlük anlamında kullanılmıştır. Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle diyor:
أكثر من يموت من أمتي بعد قضاء الله وقدره بالأنفس "Ümmetimden ölenlerin çoğu Allah’ın nefisler hakkındaki Kazası ve Kaderinden sonra ölür."
Bu nedenle "Kaza ve Kader"in delalet ettiği anlama ancak birinci asrın sona ermesiyle Kelamcıların ortaya çıkmasından ve Yunan felsefesinin tercüme edilmesinden sonra rastlanmaktadır. Sahabe asrında bu iki kelime bir arada kullanılmadığı gibi, böyle bir anlam üzerinde tartışma yapıldığı veya herhangi bir ihtilafın vuku bulduğu da görülmemiştir. Sahabe asrı boyunca -yani H. 1. asır boyunca- Müslümanlar "Kaza ve Kader" konusunu bilmiyorlardı. Evet, her ne kadar "Kaza" ve "Kader" kelimeleri hadislerde yalnız başına kullanılmış ve yukarıdaki hadiste de bir arada kullanılmışsa da bunların tamamı sözlük anlamında olup ıstılahi anlamda kullanılmamıştır. Hasen'in rivayet ettiği kunut hadisinde "Kaza" kelimesi şu şekilde geçmektedir:
Hasen diyor ki; Vitir kunutunda okuyacağım sözleri Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bana öğretti. Sonra da kunut duasını zikretti. Onun bir bölümü şöyledir:
وَقِنِي شَرَّ مَا قَضَيْتَ إِنَّكَ تَقْضِي وَلاَ يُقْضَى عَلَيْكَ "Kaza etmiş olduğun şeylerin şerrinden beni koru. Muhakkak ki sen dilediğin gibi kaza edersin. Hiç kimse sana kaza edemez."[1]
"Kader" kelimesi de Cibril hadisi ile ilgili bazı rivayetlerde geçmiştir.
وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ "Dedi ki: Kadere, hayrının ve şerrinin Allah'tan olduğuna inanmandır."[2]
Yine Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır:
وَإِنْ أَصَابَكَ شَيْءٌ فَلاَ تَقُلْ لَوْ أَنِّي فَعَلْتُ كَانَ كَذَا وَكَذَا وَلَكِنْ قُلْ قَدَرُ اللَّهِ وَمَا شَاءَ فَعَلَ "Başına bir şey geldiğinde şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu deme. Ancak Allah takdir etti de. O, dilediğini yapar."[3]
Bu iki hadiste geçen "Kader" kelimesi, Allah Subhenehû ve Teala’nın takdiri ve ilmi anlamındadır. Yani bütün eşyanın Allah tarafından Levh-i Mahfuz'da yazıldığına, hayır olsun şer olsun bir iş vuku bulmadan önce Allahu Teâla'nın onu bildiğine inanmandır. De ki; Levh-i Mahfuz'da bunu Allah yazdı, olmadan önce onu bildi ve dilediğini yaptı.
Yukarıdaki hadiste geçen ve başka nerede geçerse geçsin "Kaza" kelimesinin manası üzerinde Müslümanlar ihtilaf etmemişler, ne lafzı hakkında ne de delalet ettiği şey hakkında tartışmamışlar.
İçerisinde "Kader" kelimesinin geçtiği iki hadise gelince: Yunan felsefesi Müslümanlar arasında yayılmadan önce Müslümanlar "Kader" kelimesinin delalet ettiği anlam ve lafız hakkında ne tartıştılar ne de ihtilaf ettiler. Fakat felsefe Müslümanlar arasında yayıldıktan sonra Kufe yöresinden gelen bir cemaat, "Kader" diye bir şey yoktur. Her şey "önceden bir takdir olmadan meydana gelir" dediler ve onlar "Kaderiyye" diye anıldılar. Onlar, "Kader"i inkâr ettiler.
- "Allah Subhenehû ve Teala’nın, bütün eşyanın asıllarını yaratıp eşyayı terk ettiğini Allahu Teâla'nın eşyanın cüziyatını da bilmediğini" söylediler.
Bu iddia; Kur'an'da küçük veya büyük, asıl veya furu her şeyi yaratan Allahu Teâla'dır şeklinde geçen apaçık nasslara tamamıyla ters düşmektedir. Muhakkak ki Allahu Teâla var olmadan önce her şey için bir kader tespit etmiştir. Yani her şeyi Levh-i Mahfuz'da yazmıştır, olmadan önce her şeyi bilir.
Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ "Her şeyi O yaratmıştır. Ve her şeyi O bilir."[4]
وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ إِلا يَعْلَمُهَا وَلا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأرْضِ وَلا رَطْبٍ وَلا يَابِسٍ إِلا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ "Karada ve denizde olanı bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir kitaptadır."[5]
Ancak bu ihtilaflar ve tartışmalar, Allah Subhenehû ve Teala’nın ilmi anlamında olan Allah Subhenehû ve Teala’nın takdiri hakkında olmuştur.
Kaderiyye; “Allah Subhenehû ve Teala, eşyanın asıllarını bilir fakat detayını, cüziyatını bilmez”, demektedir.
Halbuki İslâm, Allahu Teâla'nın eşyanın asıllarını ve cüziyatını, detayını bildiğini söyler. "Allah Subhenehû ve Teala’nın Kaderi", yani Allah Subhenehû ve Teala’nın ilmi hakkında yapılan tartışma, Allah Subhenehû ve Teala'nın ilmi konusunda yapılan bir tartışmadır. Bu ise "Kaza ve Kader" konusundan ayrı, başlı başına bir konudur. Onun ortaya çıkışı da "Kaza ve Kader" konusunun ortaya çıkışından farklıdır.
Görülüyor ki "Kaza ve Kader" kelimelerinin her biri nasslarda ayrı ayrı olarak geçmiştir. Her birinin ayrı ayrı belirli bir anlamı vardır. Bu anlamların da "Kaza ve Kader" konusuyla asla ilgisi yoktur. Yani, "Kaza" ve "Kader" kelimelerinin Şer’î ve sözlük anlamlarının tamamı Şari tarafından kullanılmıştır. Bu iki kelimenin, hiçbirinin gerek ayrı ayrı bir şekilde olsun gerekse bir arada olsun "Kaza ve Kader" konusuyla alakası yoktur. Bu kelimeler yalnızca sözlük ve Şer’î anlamlarından biri ile kullanılmışlardır.
Allah Subhenehû ve Teala’nın ilmini bildirmek için gelen ayeti kerimeler, Allahu Teâla'nın ilminin her şeyi kuşattığına delalet eder. Allahu Teâla:
مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِي الأرْضِ وَلا فِي أَنْفُسِكُمْ إِلا فِي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ "Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan evvel kitapta bulunmasın. Şüphesiz ki bu Allah’a kolaydır."[6]
قُلْ لَنْ يُصِيبَنَا إِلا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلانَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ "De ki; Allah’ın bizim için yazdığından başkası erişmez. Müminler Allah’a tevekkül etsinler."[7]
لا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلا فِي الأرْضِ وَلا أَصْغَرُ مِنْ ذَلِكَ وَلا أَكْبَرُ إِلا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ "Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. O'ndan daha küçüğü de, daha büyüğü de istisnasız mutlaka apaçık kitaptadır."[8]
وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ "O'dur geceleyin sizi kendinden geçiren. Gündüzün de ne yaptığınızı bilir. Sonra sizi tekrar kaldırır. Ta ki belirli bir ecelin kazası/hükmü yerine gelsin. Sonra sizin dönüşünüz O'nadır. Sonra ne yaptığınızı size haber verecektir."[9]
Bu ayetler Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'e indi, sahabeler de onları anladılar ve ezberlediler. Ancak "Kaza ve Kader" konusunu akıllarından bile geçirmediler. Üstelik bu ayetlerin mantuku, mefhumları ve delaletleri yalnızca Allah Subhenehû ve Teala’nın ilmini ifade etmektedir. Ayetlerin "Kaza ve Kader" bahsi ile hiçbir şekilde alakası yoktur. Aşağıdaki ayetler de aynı şekildedir:
وَإِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِكَ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ فَمَالِ هَؤُلاءِ الْقَوْمِ لا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا "İman etmeyenlere bir iyilik gelirse: 'Bu Allah'tandır' derler. Bir musibet de geldi mi 'Bu, senin uğursuzluğundandır' derler. De ki; 'Hepsi Allah'tandır'. Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar."[10]
Bu ayetin de "Kaza ve Kader"le bir alakası yoktur. Çünkü bu ayet iyi ve kötü arasında ayırım yaparak, kötülüğün Resulden iyiliğin de Allah Subhenehû ve Teala'dan geldiğini söyleyen kâfirlere verilen bir cevaptır. Allahu Teâla, ayeti kerimede iyiliğin de kötülüğün de Allah Subhenehû ve Teala 'dan olduğunu bildirerek kâfirlerin sözlerine cevap vermektedir. Ayetlerde işlenen konuda doğrudan doğruya insanın işlediği iyilik veya kötülük değildir. Ayetlerde işlenen konu savaş ve ölüm hakkındadır. Aynı ayetin başlangıcı da bu hususu açıkça ortaya koymaktadır:
وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ لَوْلا أَخَّرْتَنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَلِيلٌ وَالآخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنْ اتَّقَى وَلا تُظْلَمُونَ فَتِيلاً (77) أَيْنَمَا تَكُونُوا يُدْرِكُّمْ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ وَإِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِكَ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ فَمَالِ هَؤُلاءِ الْقَوْمِ لا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا (78) مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنْ اللَّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا (79) مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا "...Ey Rabbimiz, üzerimize şu savaşı niye farz kıldın? Ne olurdu bizi yakın bir geleceğe kadar geri bıraksaydın, dediler. Onlara de ki: Dünya hayatının zevki pek azdır. Ahiret işi sakınanlar için elbet daha hayırlıdır. Ve kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaksınız. Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde dahi olsanız ölüm sizi bulacaktır. İman etmeyenlere bir iyilik gelirse: Bu Allah'tandır. Bir kötülük erişirse de: Bu senin yüzündendir, derler. De ki: Hepsi Allah tarafındandır. Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar? Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık ta kendindendir. Seni insanlara resul olarak gönderdik. Buna şahit olarak Allah yeter. Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse bilsin ki biz seni onlara bekçi göndermedik."[11]
Ayetlerde anlatılan konu; insanların yaptıkları değil, onlara isabet eden şeylerdir. Bu nedenle "Kaza ve Kader" meselesinin burada yeri yoktur.
Bu nedenle şimdiye kadar anlattıklarımızın hiç birisinin "Kaza ve Kader" konusuyla alakası yoktur. "Kaza ve Kaderi"in kastettiği anlamın içerisine de girmez. "Kaza ve Kader"i, manasıyla Yunan felsefesinden Mutezile nakletti ve ardından da bu konu hakkındaki görüşünü belirtti. Bunun üzerine Ehli Sünnet ve Cebriye Mutezile'ye cevap verirken, Ehli Sünnet aynı zamanda Cebriye'ye de cevap verdi. Araştırma aynı manayla sınırlı kaldı ve de konu aynı alanın dışına çıkmadı. Öyleyse problem; Yunan felsefesi ile silahlanan kâfirlerle Müslümanlar arasında meydana gelen münakaşalar ve mücadeleler esnasında Müslümanların Yunan felsefesinden getirdikleri bir anlamdan kaynaklanmaktadır. "Kaza ve kader" meselesi, manasıyla İslâm akidesi ile alakalı olduğundan dolayı İslâm'ın bu konu ile ilgili görüşünü belirtmek gerekmekteydi. Mutezile bu konudaki görüşünü belirtti. Cebriye de hem Mutezile'ye cevap verdi hem de bir başka görüş ortaya koydu. Ehl-i Sünnet ise hem Mutezile'ye hem de Cebriye'ye cevap vererek yepyeni bir görüş belirtti ve bu görüş, iki görüş arasında çıkan üçüncü bir görüştür diyerek görüşlerini şöyle nitelendirdi:
- "O, içenlere hoş gelen, kan ve pislik içerisinden çıkan bir süttür."
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere "Kaza ve Kader" şeklinde bilinen mesele, Yunan felsefesinden kaynaklanan bir konudur. Ancak bu konu, akide ile alakalı olduğu için Müslüman’ın bu konudaki itikadının ne olduğunun açıklanması da kaçınılmazdı. Bu nedenle Müslümanlar bu konudaki görüşlerini üç mezhep halinde açıkladılar. Bu meseledeki görüşler üç farklı mezhep halinde açıklandıktan sonra, "Kaza ve Kader" meselesi ile ilgili olarak hem "Kaza" kelimesini hem de "Kader" kelimesini sözlükte ve Şer’î nasslarda geçen anlamlarında kullanmak caiz olmadığı gibi, hayali tasavvurlarla "Kaza ve kader"e hayale ve varsayıma dayalı manalar verip, "Kaza, yalnızca külliyat hakkında külli hükümdür", "Kader de cüziyat ve tafsilatı hakkında Allah Subhenehû ve Teala’nın külli hükmüdür", ya da "Kader, eşyalar için ezeli karar", "Kaza ise kesin karara bağlanmış kader gereğince yaratmak ve yerine getirmektir" demek de doğru değildir.
Evet, bu tür ifadeler kullanmak doğru değildir. Çünkü bu yalnızca hayal ve tasavvurdur. Bazı kelimelerin sözlük ve Şer’î manalarının tatbikinde hile yapmaya çalışmaktır, başarısız bir uğraşıdır. Zira "Kaza" ve "Kader" kelimelerinin sözlük ve Şer’î anlamları genel manalara delalet edip onların uyguladıkları anlamlara işaret etmezler. Ayrıca tahsis eden bir işaret olmaksızın bu kelimeleri özel manalarda kullanmak delilsiz bir zorlamadan öteye gitmeyen bir uğraşıdır.
Aynı şekilde "Kaza ve Kader, Allah Subhenehû ve Teala’nın sırlarından bir sır olup bu konuda konuşmaktan araştırmaktan men edildik" demek de caiz değildir. Çünkü "Kaza ve Kader"in Allah Subhenehû ve Teala’nın sırlarından bir sır olduğuna delalet edecek bir delil bulunmadığı gibi, "Kaza ve Kader" konusu hissedilen bir konu olması nedeniyle görüş belirtmek gerekirken, nasıl olur da ‘bu konuyu araştırmayın’ denilebilir? İlave olarak bu konu akli bir konu olup, hem vakıası hissedilen hem de Subhenehû ve Teala’ya iman etmekle ilgili bir konu olması bakımından da aklın araştırma alanı içerisine giren bir meseledir. İşte, bunun için akideden bir parça haline gelen "Kaza ve Kader"i gerçek manası ile ele alıp araştırma konusu yapmak lazımdır.
"Kaza ve Kader"in anlamı, diğer bir ifadeyle "Kaza ve Kader meselesinin” aslı, kulların fiilleri ve eşyanın özellikleridir. Yani "Kaza ve Kader" meselesinin ortaya koyduğu sorun şudur:
Kulların fiilleri ve bu fiiller sonucunda insanın eşyada ortaya çıkardığı özellikler, Allah Subhenehû ve Teala’nın yarattıklarından mıdır? Yoksa kuldan mıdır? Yani filleri ve fiillerdeki özellikleri yaratan ve var eden kul mudur?
Bu konuda Mutezile'nin görüşünü benimseyenler; "fiillerini insan kendi yaratır, fiili yaratan ve var eden insandır" dediler. Ancak bunlar, eşyanın özellikleri konusunda ihtilaf ettiler. Onlardan bir kısmı, "insanın eşyada ortaya çıkardığı özelliklerin hepsini yaratan ve icat eden insandır" derken bir başka grup, eşyanın özelliklerini iki kısma ayırarak; "eşyadaki özelliklerin bir kısmını insan yaratır ve icat eder, bir kısmını da Allah Subhenehû ve Teala yaratır ve icat eder" demiştir.
İki kelimenin iç içe girmiş bir şekilde bir arada kullanılmasıyla meydana gelen "Kaza ve Kader"in belirli bir anlamı vardır. "Kaza" kelimesinin "Kader" kelimesi ile birleşiminden meydana gelen, birinin diğerinden ayrılması mümkün olmayan "Kaza ve Kader" ifadesinin bir arada kullanılmasıyla belirli anlamı vardır. Bir başka anlamın oraya girmesi doğru olmaz. Sahabenin de Tabiin'in de böyle bir anlamı kullandıkları da görülmemiştir. Şer’î nasslar, kelimelerin sözlük anlamları, Sahabenin, Tabiin'in ve onlardan sonra gelen Tebe-i Tabiin âlimlerinin görüşleri ve sözleri incelendiği zaman, "Kaza ve Kader" kelimelerinin bir arada terim olarak belirli bir anlama delalet edecek şekilde ne bir Sahabede ne de Tabiin'de kullanıldığına rastlanmamıştır. Bu iki kelimenin ıstılah/terim anlamına delalet edecek bir ifade Kur'an'da ve Sünnette de geçmemektedir. Bezzar'ın hasen bir senetle rivayet ettiği şu hadiste geçen bu kelimeler bile ancak sözlük anlamında kullanılmıştır. Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle diyor:
أكثر من يموت من أمتي بعد قضاء الله وقدره بالأنفس "Ümmetimden ölenlerin çoğu Allah’ın nefisler hakkındaki Kazası ve Kaderinden sonra ölür."
Bu nedenle "Kaza ve Kader"in delalet ettiği anlama ancak birinci asrın sona ermesiyle Kelamcıların ortaya çıkmasından ve Yunan felsefesinin tercüme edilmesinden sonra rastlanmaktadır. Sahabe asrında bu iki kelime bir arada kullanılmadığı gibi, böyle bir anlam üzerinde tartışma yapıldığı veya herhangi bir ihtilafın vuku bulduğu da görülmemiştir. Sahabe asrı boyunca -yani H. 1. asır boyunca- Müslümanlar "Kaza ve Kader" konusunu bilmiyorlardı. Evet, her ne kadar "Kaza" ve "Kader" kelimeleri hadislerde yalnız başına kullanılmış ve yukarıdaki hadiste de bir arada kullanılmışsa da bunların tamamı sözlük anlamında olup ıstılahi anlamda kullanılmamıştır. Hasen'in rivayet ettiği kunut hadisinde "Kaza" kelimesi şu şekilde geçmektedir:
Hasen diyor ki; Vitir kunutunda okuyacağım sözleri Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bana öğretti. Sonra da kunut duasını zikretti. Onun bir bölümü şöyledir:
وَقِنِي شَرَّ مَا قَضَيْتَ إِنَّكَ تَقْضِي وَلاَ يُقْضَى عَلَيْكَ "Kaza etmiş olduğun şeylerin şerrinden beni koru. Muhakkak ki sen dilediğin gibi kaza edersin. Hiç kimse sana kaza edemez."[1]
"Kader" kelimesi de Cibril hadisi ile ilgili bazı rivayetlerde geçmiştir.
وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ "Dedi ki: Kadere, hayrının ve şerrinin Allah'tan olduğuna inanmandır."[2]
Yine Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır:
وَإِنْ أَصَابَكَ شَيْءٌ فَلاَ تَقُلْ لَوْ أَنِّي فَعَلْتُ كَانَ كَذَا وَكَذَا وَلَكِنْ قُلْ قَدَرُ اللَّهِ وَمَا شَاءَ فَعَلَ "Başına bir şey geldiğinde şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu deme. Ancak Allah takdir etti de. O, dilediğini yapar."[3]
Bu iki hadiste geçen "Kader" kelimesi, Allah Subhenehû ve Teala’nın takdiri ve ilmi anlamındadır. Yani bütün eşyanın Allah tarafından Levh-i Mahfuz'da yazıldığına, hayır olsun şer olsun bir iş vuku bulmadan önce Allahu Teâla'nın onu bildiğine inanmandır. De ki; Levh-i Mahfuz'da bunu Allah yazdı, olmadan önce onu bildi ve dilediğini yaptı.
Yukarıdaki hadiste geçen ve başka nerede geçerse geçsin "Kaza" kelimesinin manası üzerinde Müslümanlar ihtilaf etmemişler, ne lafzı hakkında ne de delalet ettiği şey hakkında tartışmamışlar.
İçerisinde "Kader" kelimesinin geçtiği iki hadise gelince: Yunan felsefesi Müslümanlar arasında yayılmadan önce Müslümanlar "Kader" kelimesinin delalet ettiği anlam ve lafız hakkında ne tartıştılar ne de ihtilaf ettiler. Fakat felsefe Müslümanlar arasında yayıldıktan sonra Kufe yöresinden gelen bir cemaat, "Kader" diye bir şey yoktur. Her şey "önceden bir takdir olmadan meydana gelir" dediler ve onlar "Kaderiyye" diye anıldılar. Onlar, "Kader"i inkâr ettiler.
- "Allah Subhenehû ve Teala’nın, bütün eşyanın asıllarını yaratıp eşyayı terk ettiğini Allahu Teâla'nın eşyanın cüziyatını da bilmediğini" söylediler.
Bu iddia; Kur'an'da küçük veya büyük, asıl veya furu her şeyi yaratan Allahu Teâla'dır şeklinde geçen apaçık nasslara tamamıyla ters düşmektedir. Muhakkak ki Allahu Teâla var olmadan önce her şey için bir kader tespit etmiştir. Yani her şeyi Levh-i Mahfuz'da yazmıştır, olmadan önce her şeyi bilir.
Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ "Her şeyi O yaratmıştır. Ve her şeyi O bilir."[4]
وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ إِلا يَعْلَمُهَا وَلا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأرْضِ وَلا رَطْبٍ وَلا يَابِسٍ إِلا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ "Karada ve denizde olanı bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir kitaptadır."[5]
Ancak bu ihtilaflar ve tartışmalar, Allah Subhenehû ve Teala’nın ilmi anlamında olan Allah Subhenehû ve Teala’nın takdiri hakkında olmuştur.
Kaderiyye; “Allah Subhenehû ve Teala, eşyanın asıllarını bilir fakat detayını, cüziyatını bilmez”, demektedir.
Halbuki İslâm, Allahu Teâla'nın eşyanın asıllarını ve cüziyatını, detayını bildiğini söyler. "Allah Subhenehû ve Teala’nın Kaderi", yani Allah Subhenehû ve Teala’nın ilmi hakkında yapılan tartışma, Allah Subhenehû ve Teala'nın ilmi konusunda yapılan bir tartışmadır. Bu ise "Kaza ve Kader" konusundan ayrı, başlı başına bir konudur. Onun ortaya çıkışı da "Kaza ve Kader" konusunun ortaya çıkışından farklıdır.
Görülüyor ki "Kaza ve Kader" kelimelerinin her biri nasslarda ayrı ayrı olarak geçmiştir. Her birinin ayrı ayrı belirli bir anlamı vardır. Bu anlamların da "Kaza ve Kader" konusuyla asla ilgisi yoktur. Yani, "Kaza" ve "Kader" kelimelerinin Şer’î ve sözlük anlamlarının tamamı Şari tarafından kullanılmıştır. Bu iki kelimenin, hiçbirinin gerek ayrı ayrı bir şekilde olsun gerekse bir arada olsun "Kaza ve Kader" konusuyla alakası yoktur. Bu kelimeler yalnızca sözlük ve Şer’î anlamlarından biri ile kullanılmışlardır.
Allah Subhenehû ve Teala’nın ilmini bildirmek için gelen ayeti kerimeler, Allahu Teâla'nın ilminin her şeyi kuşattığına delalet eder. Allahu Teâla:
مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِي الأرْضِ وَلا فِي أَنْفُسِكُمْ إِلا فِي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ "Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan evvel kitapta bulunmasın. Şüphesiz ki bu Allah’a kolaydır."[6]
قُلْ لَنْ يُصِيبَنَا إِلا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلانَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ "De ki; Allah’ın bizim için yazdığından başkası erişmez. Müminler Allah’a tevekkül etsinler."[7]
لا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلا فِي الأرْضِ وَلا أَصْغَرُ مِنْ ذَلِكَ وَلا أَكْبَرُ إِلا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ "Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. O'ndan daha küçüğü de, daha büyüğü de istisnasız mutlaka apaçık kitaptadır."[8]
وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ "O'dur geceleyin sizi kendinden geçiren. Gündüzün de ne yaptığınızı bilir. Sonra sizi tekrar kaldırır. Ta ki belirli bir ecelin kazası/hükmü yerine gelsin. Sonra sizin dönüşünüz O'nadır. Sonra ne yaptığınızı size haber verecektir."[9]
Bu ayetler Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'e indi, sahabeler de onları anladılar ve ezberlediler. Ancak "Kaza ve Kader" konusunu akıllarından bile geçirmediler. Üstelik bu ayetlerin mantuku, mefhumları ve delaletleri yalnızca Allah Subhenehû ve Teala’nın ilmini ifade etmektedir. Ayetlerin "Kaza ve Kader" bahsi ile hiçbir şekilde alakası yoktur. Aşağıdaki ayetler de aynı şekildedir:
وَإِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِكَ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ فَمَالِ هَؤُلاءِ الْقَوْمِ لا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا "İman etmeyenlere bir iyilik gelirse: 'Bu Allah'tandır' derler. Bir musibet de geldi mi 'Bu, senin uğursuzluğundandır' derler. De ki; 'Hepsi Allah'tandır'. Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar."[10]
Bu ayetin de "Kaza ve Kader"le bir alakası yoktur. Çünkü bu ayet iyi ve kötü arasında ayırım yaparak, kötülüğün Resulden iyiliğin de Allah Subhenehû ve Teala'dan geldiğini söyleyen kâfirlere verilen bir cevaptır. Allahu Teâla, ayeti kerimede iyiliğin de kötülüğün de Allah Subhenehû ve Teala 'dan olduğunu bildirerek kâfirlerin sözlerine cevap vermektedir. Ayetlerde işlenen konuda doğrudan doğruya insanın işlediği iyilik veya kötülük değildir. Ayetlerde işlenen konu savaş ve ölüm hakkındadır. Aynı ayetin başlangıcı da bu hususu açıkça ortaya koymaktadır:
وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ لَوْلا أَخَّرْتَنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَلِيلٌ وَالآخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنْ اتَّقَى وَلا تُظْلَمُونَ فَتِيلاً (77) أَيْنَمَا تَكُونُوا يُدْرِكُّمْ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ وَإِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِكَ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ فَمَالِ هَؤُلاءِ الْقَوْمِ لا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا (78) مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنْ اللَّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا (79) مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا "...Ey Rabbimiz, üzerimize şu savaşı niye farz kıldın? Ne olurdu bizi yakın bir geleceğe kadar geri bıraksaydın, dediler. Onlara de ki: Dünya hayatının zevki pek azdır. Ahiret işi sakınanlar için elbet daha hayırlıdır. Ve kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaksınız. Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde dahi olsanız ölüm sizi bulacaktır. İman etmeyenlere bir iyilik gelirse: Bu Allah'tandır. Bir kötülük erişirse de: Bu senin yüzündendir, derler. De ki: Hepsi Allah tarafındandır. Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar? Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık ta kendindendir. Seni insanlara resul olarak gönderdik. Buna şahit olarak Allah yeter. Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse bilsin ki biz seni onlara bekçi göndermedik."[11]
Ayetlerde anlatılan konu; insanların yaptıkları değil, onlara isabet eden şeylerdir. Bu nedenle "Kaza ve Kader" meselesinin burada yeri yoktur.
Bu nedenle şimdiye kadar anlattıklarımızın hiç birisinin "Kaza ve Kader" konusuyla alakası yoktur. "Kaza ve Kaderi"in kastettiği anlamın içerisine de girmez. "Kaza ve Kader"i, manasıyla Yunan felsefesinden Mutezile nakletti ve ardından da bu konu hakkındaki görüşünü belirtti. Bunun üzerine Ehli Sünnet ve Cebriye Mutezile'ye cevap verirken, Ehli Sünnet aynı zamanda Cebriye'ye de cevap verdi. Araştırma aynı manayla sınırlı kaldı ve de konu aynı alanın dışına çıkmadı. Öyleyse problem; Yunan felsefesi ile silahlanan kâfirlerle Müslümanlar arasında meydana gelen münakaşalar ve mücadeleler esnasında Müslümanların Yunan felsefesinden getirdikleri bir anlamdan kaynaklanmaktadır. "Kaza ve kader" meselesi, manasıyla İslâm akidesi ile alakalı olduğundan dolayı İslâm'ın bu konu ile ilgili görüşünü belirtmek gerekmekteydi. Mutezile bu konudaki görüşünü belirtti. Cebriye de hem Mutezile'ye cevap verdi hem de bir başka görüş ortaya koydu. Ehl-i Sünnet ise hem Mutezile'ye hem de Cebriye'ye cevap vererek yepyeni bir görüş belirtti ve bu görüş, iki görüş arasında çıkan üçüncü bir görüştür diyerek görüşlerini şöyle nitelendirdi:
- "O, içenlere hoş gelen, kan ve pislik içerisinden çıkan bir süttür."
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere "Kaza ve Kader" şeklinde bilinen mesele, Yunan felsefesinden kaynaklanan bir konudur. Ancak bu konu, akide ile alakalı olduğu için Müslüman’ın bu konudaki itikadının ne olduğunun açıklanması da kaçınılmazdı. Bu nedenle Müslümanlar bu konudaki görüşlerini üç mezhep halinde açıkladılar. Bu meseledeki görüşler üç farklı mezhep halinde açıklandıktan sonra, "Kaza ve Kader" meselesi ile ilgili olarak hem "Kaza" kelimesini hem de "Kader" kelimesini sözlükte ve Şer’î nasslarda geçen anlamlarında kullanmak caiz olmadığı gibi, hayali tasavvurlarla "Kaza ve kader"e hayale ve varsayıma dayalı manalar verip, "Kaza, yalnızca külliyat hakkında külli hükümdür", "Kader de cüziyat ve tafsilatı hakkında Allah Subhenehû ve Teala’nın külli hükmüdür", ya da "Kader, eşyalar için ezeli karar", "Kaza ise kesin karara bağlanmış kader gereğince yaratmak ve yerine getirmektir" demek de doğru değildir.
Evet, bu tür ifadeler kullanmak doğru değildir. Çünkü bu yalnızca hayal ve tasavvurdur. Bazı kelimelerin sözlük ve Şer’î manalarının tatbikinde hile yapmaya çalışmaktır, başarısız bir uğraşıdır. Zira "Kaza" ve "Kader" kelimelerinin sözlük ve Şer’î anlamları genel manalara delalet edip onların uyguladıkları anlamlara işaret etmezler. Ayrıca tahsis eden bir işaret olmaksızın bu kelimeleri özel manalarda kullanmak delilsiz bir zorlamadan öteye gitmeyen bir uğraşıdır.
Aynı şekilde "Kaza ve Kader, Allah Subhenehû ve Teala’nın sırlarından bir sır olup bu konuda konuşmaktan araştırmaktan men edildik" demek de caiz değildir. Çünkü "Kaza ve Kader"in Allah Subhenehû ve Teala’nın sırlarından bir sır olduğuna delalet edecek bir delil bulunmadığı gibi, "Kaza ve Kader" konusu hissedilen bir konu olması nedeniyle görüş belirtmek gerekirken, nasıl olur da ‘bu konuyu araştırmayın’ denilebilir? İlave olarak bu konu akli bir konu olup, hem vakıası hissedilen hem de Subhenehû ve Teala’ya iman etmekle ilgili bir konu olması bakımından da aklın araştırma alanı içerisine giren bir meseledir. İşte, bunun için akideden bir parça haline gelen "Kaza ve Kader"i gerçek manası ile ele alıp araştırma konusu yapmak lazımdır.
"Kaza ve Kader"in anlamı, diğer bir ifadeyle "Kaza ve Kader meselesinin” aslı, kulların fiilleri ve eşyanın özellikleridir. Yani "Kaza ve Kader" meselesinin ortaya koyduğu sorun şudur:
Kulların fiilleri ve bu fiiller sonucunda insanın eşyada ortaya çıkardığı özellikler, Allah Subhenehû ve Teala’nın yarattıklarından mıdır? Yoksa kuldan mıdır? Yani filleri ve fiillerdeki özellikleri yaratan ve var eden kul mudur?
Bu konuda Mutezile'nin görüşünü benimseyenler; "fiillerini insan kendi yaratır, fiili yaratan ve var eden insandır" dediler. Ancak bunlar, eşyanın özellikleri konusunda ihtilaf ettiler. Onlardan bir kısmı, "insanın eşyada ortaya çıkardığı özelliklerin hepsini yaratan ve icat eden insandır" derken bir başka grup, eşyanın özelliklerini iki kısma ayırarak; "eşyadaki özelliklerin bir kısmını insan yaratır ve icat eder, bir kısmını da Allah Subhenehû ve Teala yaratır ve icat eder" demiştir.