KATRE KATRE RAMAZAN
Şeb-i yeldada kurşuni bir yalnızlık boğar ruhumu. Bi yana dönsem sis, öte yana dönsem karanlık ve katre katre eşk olur yalnızlığımın buğusu. Gözyaşım şekillenir âsumanın üzerinde…
Semâya uzanan nasırlı bir el olur inci taneleri. Yüreğimin Rahmana yönelişi, cismimin Rahîm olana feryadı olur… Gülden gül kokan bir çile olur her an vuslata ermeyi bekleyen…
İçimde yanan kor acımın kanayan çiçeği ve yalnızlığımın matem tutan kararmış yüzüdür artık tane tane dökülen ruhum…
Yitik bir salâ sesi gelir seher vakti uzaklardan. Zelîliyetin kalesine tırmanmanın vaktidir şimdi. Mâsivâdan dökülen her damlayla uyanmanın zamanıdır kuyudan çıkarılmayı bekleyen Yûsuf’uma… Yani Yûsuf olabilmek için ağlayarak göğü titretmek zamanı şimdi..
Yâkup misâli gözlerin ağarana kadar ağlamak… Yûnus gibi karanlık içinde aydınlığı göremediğin için, Eyyub sabrına erişemediğin için ve dünyaya geldiğin için ağlamak…
Hiç durmadan, yorulmadan sîmadan nur yağana kadar, gözlerinin perdesi Rahmete açılana kadar, yüreğinin gölgesi kutuplardaki ayın üzerine düşene kadar ağlamak…
Kirpiklerimin elleri açıldığı an göğe aşkın ateşi düşmüştür artık yalnızlığımın eşkine… Ve aşkla süzülen her damlam yönelir Yed-i Beyzânın Rabbine…
Yaradan Vedûd, Yaradan Sultân, Yaradan En Sevgili, Yaradan Mâşuk…
Ve öyle bir yerdedir ki artık gözyaşım;
Prangalar takıp ayaklarıma, çarmıha gerip rûhumu ve gönlümü döndürür Mevlâ’ya…
Akan her damlasıyla sarsar yeri ve uyandırır alemi… Tecellinin sırrına mazhar olup fenâya erer en fenânın içinde…
Âsûmanın burçlarına uzanıp alemlerin el ile tutuştuğunu ve yıldızların Uhud’unu seyrân eder… Kanla yunmuş ıssız bir Kerbelâ’da Hüseyin’dir artık gözyaşım…
Mâzînin en derin yerinde fezâya kanat çırpan sî-murg olur gönlümün bereketi… Müstesna ömürleri dağlayıp, tırnaklarını geçirircesine yırtarak, kulağımdaki ilk ezânın çoşkusuyla yeniden hayata tutunur cânımın kanayan damlaları…
Meleklere sesini duyurup cennetin kapısını aralar ve cehennemin kaynayan yangınına serçe misâli bir damla düşürür okyanusleyn…
İçten, sade, acemice, sessiz sedasız öylesine pervâz ederek edilen her duânın ateşiyle erimek; nazlı edâlarla heyâtlar çekerek göğe, kalbinin titreyişini duyuran İbrahîmi bir aşkla dökülen Yakûp misâli sînesini dağlayarak şefkatle cânını nûra gark eden tüm gözyaşı sahiplerine selam olsun…
Şeb-i yeldada kurşuni bir yalnızlık boğar ruhumu. Bi yana dönsem sis, öte yana dönsem karanlık ve katre katre eşk olur yalnızlığımın buğusu. Gözyaşım şekillenir âsumanın üzerinde…
Semâya uzanan nasırlı bir el olur inci taneleri. Yüreğimin Rahmana yönelişi, cismimin Rahîm olana feryadı olur… Gülden gül kokan bir çile olur her an vuslata ermeyi bekleyen…
İçimde yanan kor acımın kanayan çiçeği ve yalnızlığımın matem tutan kararmış yüzüdür artık tane tane dökülen ruhum…
Yitik bir salâ sesi gelir seher vakti uzaklardan. Zelîliyetin kalesine tırmanmanın vaktidir şimdi. Mâsivâdan dökülen her damlayla uyanmanın zamanıdır kuyudan çıkarılmayı bekleyen Yûsuf’uma… Yani Yûsuf olabilmek için ağlayarak göğü titretmek zamanı şimdi..
Yâkup misâli gözlerin ağarana kadar ağlamak… Yûnus gibi karanlık içinde aydınlığı göremediğin için, Eyyub sabrına erişemediğin için ve dünyaya geldiğin için ağlamak…
Hiç durmadan, yorulmadan sîmadan nur yağana kadar, gözlerinin perdesi Rahmete açılana kadar, yüreğinin gölgesi kutuplardaki ayın üzerine düşene kadar ağlamak…
Kirpiklerimin elleri açıldığı an göğe aşkın ateşi düşmüştür artık yalnızlığımın eşkine… Ve aşkla süzülen her damlam yönelir Yed-i Beyzânın Rabbine…
Yaradan Vedûd, Yaradan Sultân, Yaradan En Sevgili, Yaradan Mâşuk…
Ve öyle bir yerdedir ki artık gözyaşım;
Prangalar takıp ayaklarıma, çarmıha gerip rûhumu ve gönlümü döndürür Mevlâ’ya…
Akan her damlasıyla sarsar yeri ve uyandırır alemi… Tecellinin sırrına mazhar olup fenâya erer en fenânın içinde…
Âsûmanın burçlarına uzanıp alemlerin el ile tutuştuğunu ve yıldızların Uhud’unu seyrân eder… Kanla yunmuş ıssız bir Kerbelâ’da Hüseyin’dir artık gözyaşım…
Mâzînin en derin yerinde fezâya kanat çırpan sî-murg olur gönlümün bereketi… Müstesna ömürleri dağlayıp, tırnaklarını geçirircesine yırtarak, kulağımdaki ilk ezânın çoşkusuyla yeniden hayata tutunur cânımın kanayan damlaları…
Meleklere sesini duyurup cennetin kapısını aralar ve cehennemin kaynayan yangınına serçe misâli bir damla düşürür okyanusleyn…
İçten, sade, acemice, sessiz sedasız öylesine pervâz ederek edilen her duânın ateşiyle erimek; nazlı edâlarla heyâtlar çekerek göğe, kalbinin titreyişini duyuran İbrahîmi bir aşkla dökülen Yakûp misâli sînesini dağlayarak şefkatle cânını nûra gark eden tüm gözyaşı sahiplerine selam olsun…