Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kapatın Gözlerinizi. Şöyle dizlerinizin üzerine oturun. (1 Kullanıcı)

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45




Kapatın Gözlerinizi. Şöyle dizlerinizin üzerine oturun. Ellerinizi göğsünüzün altında birbirine bağlayın. Gözleri açmak yok ama. Boş verin nedeni-niçini. Başınız sol omzunuzun üstünden kalbinize doğru bükülsün haydi. Şimdi düşünün bir Allah dostunun huzurundasınız. O asla tarif edemeyeceğiniz kokuyu duyuyor musunuz?
İçeride sizden başka yedi-sekiz kişi daha var. Bakışlarınız öne doğru düşmüş. Sanki bir siz varsınız, bir O. Başınızı kaldırıp etrafa bakmaya çekiniyorsunuz. Sessizlik müthiş. Siz hiç konuşmuyorsunuz; fakat kalbiniz hiç susmuyor. Bir yandan layık olamayışın mahcubiyeti ile kızarıyor yüzünüz. Bu bir lutuf.
Allah dostu girişte hemen sağda oturmuş. Sol kolunun altında biraz yüksekçe bir yastık var. Yastığın arka kısmında bir GÜL demeti. Sağ yanında gümüş bir şekerlik. Çayını yudumluyor. Sol işaret parmağını sol kaş ucuna dayamış. Görünüşte burada bu odada ama aslında başka bir yerde gibi. Yalnızca onun görebildiği bir şeyleri seyreder gibi…
Bir ara başınızı kaldırıp bakıyorsunuz. Ayak parmaklarının arasındaki pamuklara takılıyor gözünüz. Kapının önünde pür-edep duran biri var. Bir ara ona bakıyor göz ucuyla. Anlıyor adam. Bu başka bir dil olmalı. Adam yaklaşıyor. Şekerlikten üç şeker alıp adamın avucuna bırakıyor. Bir şeyler söylüyor.
Şimdi sesini duyuyorsunuz aman Allah’ım… Sözler hacim kazanıyor dudaklarında. Bu kelimeler o an yaratıldı sanki. Hafifçe tebessüm ediyor. Bakışlarınızı kaçırıp sehpanın arkasına biraz daha saklanıyorsunuz şimdi. Daha önce tebessüm eden birini hiç görmemiş olduğunuzu düşünüyorsunuz. Okuduğunuz menkıbeler kalbinize hücum ediyor.
O elleri birbirine kenetliyor. Odaya ondan yayılan dalga dalga yayılan tevazu… Bakışlarını yerden kaldıramıyor gibi. Sanki mahcup bir ifade var yüzünde. Siz biraz daha saklanıyorsunuz yanınızdakinin arkasına doğru. Ne zamandır burada olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bir cevabınız yok. Burada bu anda ruhunuzu teslim etmek istiyorsunuz. Edebin tevazunun tarifi ondan önce nasıl yapılıyordu acaba diye soruyor içiniz de bir ses.
Gözlerini kapatıyor birden. Sanki bir şeyler söyleyecek. Sol elini sağ avucunun içine alıyor. Kapıdaki adam bir tepside çay bırakıyor sağ yanına. Bakışları yerde hala. Bakışını kaldırıp tebessüm ediyor. Hoş geldiniz, diyor kainat o sözden ibaret kalıyor. Fısıltıyla hoş bulduk, demeye çalışıyorsunuz. Ama dudaklarınız sizi dinlemiyor. Ne dediğinizi nasıl dediğinizi bilmiyorsunuz. O’nun elleri kenetli hala. Parmaklarına takılıyor gözünüz. Dikkatinizi toplamaya çalışıyorsunuz. Söylediği hiçbir şeyi unutmamalıyım diyorsunuz. O sohbete devam ediyor. Bundan önce söylediklerini düşünüyorsunuz sahi ne demişti? Aklınızda hiçbir şey yok. Vazgeçiyorsunuz hatırlamaya çalışmaktan. Orada olmanın hazzına bırakıyorsunuz kendinizi.
O anlatmaya devam ediyor niyetten bahsediyor. Söz veriyorsunuz kendinize. Her sabah evden çıkarken…nasıldı o cümle? Hatırlamaya çalışıyorsunuz kalbiniz susmuyor. Ellerini arkadan bağlamış bir adam geldi diyor. Mahşeri düşünüyorsunuz. Onu çıkartıp asfalta koydu… Ağlamaklı oluyorsunuz birden kalbinizi bildiğini biliyorsunuz kalbiniz bunu bilmiyor. Mahşerde nasıl tanıyacak bizi diyor.
Sus diyorsunuz içinize susmuyor. O çayından bir yudum daha alıyor. Kalbinizdeki o ses bağırmaya devam ediyor. Milyarlarca insanın içinde bizi nasıl bulacak? Bir kutuyu tarif ediyor o sıra. Yüzünüz kızarıyor. Halının altına girmek istiyorsunuz. Başınız omuzlarınıza gömülü ama size baktığını biliyorsunuz. Ses devam ediyor: Mahşerde nasıl tanıyacak bizi?
Ani bir sessizlik… O birden susuyor. Siz kalbinizi söküp atmak istiyorsunuz. Sessizlik müthiş. Yeniden tane tane anlatmaya başlıyor:
Bir adam vardı. Garip, kimsesiz bir adam. Bağ bahçe işleriyle uğraşır, sebze-meyve yetiştirirdi. Şehir pazarı oldu mu mahsulünü devesine yükler satmaya götürürdü. Nehrin üstündeki köprüden geçer pazara gelirdi. Akşama kadar satabildiğini satar satamadığını devesine yükler evine dönerdi. Bir gün adamın devesi yavruladı. Artık pazara giderken yavru deveyi de yanlarına alıyorlardı. Köprüden geçerken yavru deve nehre yuvarlanıp öldü. Annesi orada feryat edip inlemeye başladı. Ne zaman o köprüden geçseler deve orada durur feryat ederdi.
Adam devesinin haline üzülür, bu kadar figan ediyor ciğerleri hasretten yandı delindi derdi. Bir gün deve ortadan kayboldu. Köylü yükünü omzuna alıyor pazara böyle gidip geliyordu. Bir zaman sonra devesini bir başka adamın yanında görünce sevindi bu deve benimdir, dedi. Ama adam oralı olmuyor devenin sahibi benim, diyordu. Münakaşa ettiler anlaşamadılar. Mahkemelik oldular. Kadı efendi devenin gerçek sahibini anlamaya çalışıyordu. Köylü dedi ki: Benim devemin bir yavrusu vardı köprüden düşüp öldü. Yavrusunun ardından öyle feryat ederdi ki ben ciğeri delinmiştir derdim. Deveyi keselim, eğer ciğeri delikse bu adam bana bir deve alsın değilse ben ona bir deve alırım. Kadı efendi diğer adama baktı. Adam olur deyip kabul etti. Deveyi kestiler baktılar ciğeri deliktir. Devenin sahibinin kim olduğunu anladılar.
Aşıkların ciğerleri de deliktir maşuk onları nerede olursa olsun bilir tanır.
O sözünü bitirirken siz kan-ter içinde kalıyorsunuz. Kaçmak kaybolmak yok olmak istiyorsunuz. Ellerinizi ciğerleriniz üzerinde kavuşturmuşsunuz. O size hiç bakmıyor. Kalbinizden utanıyorsunuz. Çayından bir yudum daha alıyor. Ellerine sarılmak istiyorsunuz. Dudaklarınızdaki teri siliyorsunuz ellerinizle. Boğazınıza bir hıçkırık düğümleniyor. Başınızı hiç kaldıramıyorsunuz ama her şeyi görüyorsunuz sanki. Yanında bir adam var elindeki kağıtları gösteriyor. O bir şeyler soruyor adama. Her şey bir hayal gibi. Bir şey tarif ediyor. Parmakları kağıdın üzerinde. Ben burada mıyım diye düşünüyorsunuz. Adam kağıtları toplayıp kalkıyor. Siz dizlerinizin üzerinde daha bir toparlanıyorsunuz. Üç şeker veriyor adama. Başınızı kaldırıp etrafa bakıyorsunuz sizinle gelenlerden kimse yok orada! Hıçkırarak ağlamaya başlıyorsunuz.
Biri sarsıyor sizi. Ezan sesi geliyor uzaklardan. Kan-ter içindesiniz. Bir feryat yükseliyor ta ciğerinizden. Biri daha hızla sarsmaya başlıyor sizi. Aç artık gözlerini dediğini duyuyorsunuz. Ezan sesi berraklaşıyor. Yatağınızın üzerindesiniz. Titriyor hıçkıra hıçkıra ağlıyorsunuz. Elleriniz göğsünüzde bağlı. Ezan sesi geliyor uzaklardan…
Serdar Tuncer​

""KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERDİR '' "

Hz.MUHAMMED(S.A.V.)
 

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45
Yönümüz kıbleye kalbimiz nereye?

Yönümüz kıbleye kalbimiz nereye?





Dua için ellerimizi açtığımızda, namaza kalktığımızda, evimizi düzenlerken, cenazemizi
kabre koyarken dikkat ettiğimiz; otururken, kalkarken, yatarken her zaman ve her yerde
yöneldiğimiz bir kıblemiz var. İçimizdeki yönle aynı olan kıblemiz. Mekke'deki Mescid-i
Haram'daki Kâbe... Bunun ne büyük lütuf olduğunun farkında mıyız?
Namaza durduğumuzda Mekke'ye yöneliriz. Orada bulunan Kâbe'ye; yani yeryüzünün
ilk mescidine, Beytullah'a, Allah'ın evine yöneliriz. Yüce Mevlâ, kıbleyi Kudüs'deki
Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Mescid-i Haram'a, Kâbe'ye çevirdiğini Hz. Peygamber
s.a.v. Efendimiz'e namaz esnasında bildirmişti. Hatta namazın iki rekâtını Kudüs'teki
Mescid-i Aksâ'ya doğru kılmış, tam o esnada vahiy gelmişti. Hemen Mekke'ye Mescid-i
Haram'a yönelmiş, arkasında namaz kılan cemaat de onunla birlikte yönlerini Mekke'ye
çevirmişlerdi. Haber birkaç gün içinde her tarafa yayıldı. Bütün müslümanlar artık
Mescid-i Haram'a yönelerek namazlarını kılıyorlardı. Rasulullah s.a.v. Efendimiz'e
itaat etme konusunda en ufak bir tereddüt geçirmemişlerdi. Bunun yanında münafıklar
başta olmak üzere, gayr-i müslimlerden bazı kişiler dedikoduya başlamışlardı.
Kalplerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilen Yüce Mevlâ, onların durumunu
Rasulullah s.a.v. Efendimiz'e şöyle haber vermişti:

İnsanlardan bir kısım sefihler şöyle diyecekler: ‘Onları yöneldikleri kıblelerinden çeviren
ne ki?' (Rasulüm) de ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru olan yola hidayet
eder. Böylece biz, sizi adaletli ve dengeli bir ümmet kıldık ki insanlara (hem dünyada
hem de ahirette) şahitler olasınız, Peygamber de size şahit olsun. Daha önceden
yönelmiş olduğun kıbleyi kıble tayin etmemiz, sadece Rasul'e tabi olanlar ile ökçeleri
üzerine geriye dönenlerden ayırmamız içindir. Bu, Allah'ın hidayet ettiği kimselerden
başkasına elbette ağır gelir…” (Bakara, 142-143)
İbadetlerde bir noktaya yönelmenin hakikatini ise Yüce Rabbimiz şöyle ifade buyuruyordu:
“Yüzünüzü doğu ve batı yönüne çevirmeniz iyilik değildir. Hakiki iyilik, Allah'a, ahiret
gününe, meleklere, kitaba ve nebilere iman eden; malına olan sevgisine rağmen onu
akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere veren; namazı
hakkıyla kılan, zekâtı veren, verdiği söze sadık kalan; sıkıntı, hastalık ve savaşın şiddetli
anında sabredenlerin iyiliğidir. Onlar sadık ve takva sahibi olanlardır.” (Bakara, 177)
“Doğu da batı da Allah'ındır. Hangi tarafa yönelirseniz, Allah'ın vechi (yani sizin yönelişinize
muhatap olacak şekilde O'nun zatı) oradadır (yani O, her tarafta karşınızdadır). Allah
vasidir (her şeyi rahmetiyle kapsar), alîmdir (her şeyi bilir).” (Bakara, 115) Böylece
Allahu Tealâ, hayatımız boyunca dikkat etmemiz gereken büyük bir ölçüyü bize
bildirmektedir. O da ºudur: Sadece şekilde şartları yerine getirmek, sadece dış görünüşü
düzeltmiş olmak yeterli değildir. İbadetlerimizde Kâbe'ye yönelmemiz hatta Kâbe'nin
dibinde veya içinde bulunmamız yeterli değildir; kalplerimizdeki niyetlerimiz, Allah'a karşı
hassasiyetimiz yani takvâmız önemlidir.
725020ohoeoxk24i725020ohoeoxk24i 725020ohoeoxk24i725020ohoeoxk24i 725020ohoeoxk24i725020ohoeoxk24i
Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz'in şu mübarek sözleri bu hakikati özetler:
“Allah sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz. O sizin kalplerinize ve amellerinize
bakar.” (Müslim, İbn Mace) “Ameller, niyetlere göre değer kazanır.” (Buharî)
Evet, ibadetlerimizde ve işlerimizde öncelikle dikkat etmemiz gereken, gönlümüz ve
niyetimizdir. Fakat bu, şeklî şartların veya dış görünüşün hiçbir önemi olmadığı anlamına
asla gelmez. İnsan olarak dış görünüşe kolayca mağlup oluruz, şeklî şartları yerine
getirmeyi asıl gaye haline getirebiliriz. Yüce Mevlâ, böyle bir zaafa düşmememiz için
ibadetlerimizde ve yaşayışımızda mananın önemli olduğunu bize bildiriyor. Bundan
sonra şeklî şartlara da riayet etmemizi istiyor.
Cenab-ı Mevlâ, kıbleye yönelmekten maksadın ne olduğunu yukarıdaki ayetlerde ifade
buyurduktan sonra, ibadetlerimizde Kâbe-i Muazzama'ya yönelmemizin farz olduğunu
da şöyle ferman buyuruyor:“Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına
çevir. Bu, Rabbinden gelen bir hakikattir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
(Evet ey Rasulüm!) nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.
Sizler de nerede bulunursanız bulunun yüzünüzü o tarafa çevirin ki, zulüm yapmaya
şartlanmış olanların dışındaki insanların size karşı hiçbir delilleri kalmasın. Sakın
onlardan korkmayın, yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım
da doğru yolu bulasınız.” (Bakara, 149, 150) Kıble, hem kalbimize hem kalıbımıza gerek…
SEMERKAND DERGİSİ 2004 KASİM
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt