Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

KALU BELÂ ve SIRRI ! (1 Kullanıcı)

Erzurumli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
1
Puanları
0
Esselamu aleykum;



"Evet, dediler" anlamında bir akaid ve Kur'anî terim. Bu terkiple Yüce Allah'ın insanları rubûbiyet ve ulûhiyetini tanık kılarak onlardan buna dair söz almasıyla ilgili olay kastedilir.

Bu olayla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak; ‚Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' (demişti). ‚Evet (buna) şahidiz,' dediler. Kıyamet günü: ‚Biz bundan habersizdik' demeyesiniz." (el-A'râf, 7/172).

Allah'ın insanlardan bu şekilde söz alması, Arapça telaffuzuyla "Kalu belâ" şeklinde halk arasında yaygınlaşmıştır.

Kur'ân-ı Kerim'de olay, Yahudilerden "Allah'a karşı sadece gerçeği söyleyeceklerine dair Tevrat üzerine söz alındığı" ifadesinden sonra sözkonusu edilmektedir. Böylece Allah'ın ulûhiyyet ve rubûbiyetine dair bütün insanlardan söz alınmış olduğu da hatırlatılmış olmaktadır.

Allah Teâlâ'nın insanlardan söz almış olması ne anlama gelir? Başka bir ifadeyle olay temsîlî midir, yoksa vakit midir? Gerçekten Allah insanları toplayıp onlarla âyette zikredildiği gibi karşılıklı konuşmuş mudur?

Müfessirler bu konuda iki görüş ileri sürmüşlerdir. Halef dediğimiz hicrî üçüncü asırdan sonra gelen âlimler genelde olayın temsîlî olduğunu söylemişlerdir. Şöyle ki:

Bu anlatılanlar temsilîdir. Yoksa, Allah ile ruhlar arasında böyle bir soru ve cevap olayı cereyan etmiş değildir. Ancak noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, insanoğluna verdiği akıl ve idrak vasıtasıyla bütün kâinatın rabbı olduğunu, ayrıca birliğine delâlet eden tabiî deliller aracılığıyla yaratıklarına sanki: ‚Benim sizin rabbiniz olduğuma ve benden başka ilah bulunmadığına şehadet edin' demiş, onlar da hal lisanıyla: "Evet sen bizim rabbimizsin ve senden başka ilah yoktur, " demişlerdir. Insanların Allah tarafından mükemmel bir şekilde donatılarak bilgi ve marifet sahibi kılınmaları ve böylece Allah'ı rab olarak bilmeleri, şehâdet ve itiraf anlamındadır. Kur'ân ve Sünnette, Arapların dil üslûbunda bu şekilde sembolik anlatımlar çoktur. Meselâ Allah'ın yere hitabı, bir de onların cevap vermelerini anlatan şu âyet de böyledir: "Isteyerek veya istemeyerek (varlığa) gelin, dedi. ‚Isteyerek geldik' dediler"(Fussilet, 41/11).

Bu görüşte olanlar, "Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar, sonra ebeveyni onu yahudileştirir veya hristiyanlaştırır veya mecûsileştirir" (Buhârî, Cenâiz, 92; Ebû Dâvud, Sünnet, 17) hadisinin de görüşlerini destekledığını söylerler (Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1965, VII, 314; Mahmut Hicâzî, Furkan Tefsiri, çev. M. Keskin, Istanbul 1988, II, 365).

Selefin görüşü ise, olayın sembolik değil, hakikat üzere olduğu şeklindedir. Allah, insanların hepsini babalarının sulhlerinden çıkarıp onları amellerine göre kümelere ayırdı. Onlara insan suretini, konuşma ve düşünme kabıliyetini verdi. Sonra onlardan söz aldı ve kendilerini buna şahit tutarak bazı görüşlere göre şahit tutulanlar meleklerdir: "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" diye sordu. Onlar da: "Evet (sen bizim rabbimizsin)" dediler. Sonra Allah; "Hesap gününde bizim bilgimiz yoktu" diyerek mazeret ileri sürmeyesiniz diye yerleri, gökleri ve babanız Adem'i bu konuda şahitlik etmeğe çağırıyorum. Benden başka ibadete layık birinin bulunmadığını iyice belleyin. Bana herhangi bir şeyi ortak koşmayın. Verdiğiz bu sözü size hatırlatacak peygamber ve kitap göndereceğim dedi. Buna bütün insanlar: "Şehadet ederiz ki, rabbimiz ve ilâhımız sadece sensin, senden başka rab ve ilah yoktur" diye cevap verdiler.

Allah, insanlardan bu ahdi aldıktan sonra onları yok etti.

Bazıları, -ki halk arasında da yaygın olan budur- insanların Allah'a bu şekilde söz vermelerinin ruhlar âleminde gerçekleştiğini söylerler. Bu görüşün hiç bir mesnedi yoktur.

Konuşmanın nasıl meydana geldiği ve meselenin incelikleri bizim için gaybtır. Gaybın nasıllığı üzerinde durulmaz. Nassların bildirdiği kadarıyla yetinmek gerekir. Aslında bu gibi meseleler üzerinde aklî değerlendirmeler yapsak bile kesin bir sonuca varmamız mümkün değildir. Ayrıca belli bir karıne bulunmadıkça nassları te'vil etmemiz, ya da temsili olduklarını söylememiz de tutarlı bir tavır değildir.

Alimler, olayın ne zaman meydana geldiği konusunda da ihtilaf etmişlerdir. Ancak temsilî olduğunu söylemeyenlerin tamamı, bu olayın Hz. Âdem hayattayken meydana geldiği konusunda ittifak etmişlerdir.

Müşriklerin çocuklarının, büluğ çağına ulaşmadan ölmeleri durumunda Cennete gireceklerini söyleyenler, "Kalu belâ" âyetini delil göstermişlerdir. Çünkü çocuklar, büluğ çağına erinceye kadar, geçmişte Allah'a verdikleri ahid üzerinedirler Ancak büluğ çağından sonra, bu ahdin artık bir etkisi kalmamaktadır (Kurtubî, a.g.e., VII, 317).
 

Erzurumli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
1
Puanları
0
Okuyamayan Kardeşler için güncelleme olsun İnşaALLAH.................
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Allah'u teala razı olsun kardeşim güzel bilgiler için
 

Azerbaycan_li

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2010
Mesajlar
1,201
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
bu veridginiz ayette cehaletin yani tevhid noktasında bir cehaletin geçerli olmadığını da anlıyoruz degil mi?... Allah ne diyor ayette (Kıyamet günü: ‚Biz bundan habersizdik' demeyesiniz.")... yani cehalet mazereti tevhid noktasında ortadan kalkti...

Beyazızade, İmam Ebu Hanife’nin itikadi görüşlerini topladığı"el-Usulu-l Munife Li İmam Ebu Hanife" isimli eserinde konuya dair şunları söylemektedir:

"Allah (Subhanehu ve Teala) Peygamber göndermemiş olsaydı dahi insanların kendi akılları ile Allah'ı bilmeleri gerekirdi. Hiç kimse, yaratıcısını bilmemekten dolayı mazur sayılamaz. Çünkü herkes gökleri, yeri ve kendisini kimin yarattığını sezecek yetenektedir. Bir kişi tevhid ilminin inceliklerinden bir şeyi anlamakta zorluk çekse, bir âlime soruncaya kadar Allah katında doğru olan ne ise onun hak olduğuna inanması gerekir. Sormayı erteleyerek tereddüt içerisinde kalması caiz değildir. Zira daimi tereddüt küfürdür." (El- Usulu-l Munife Li İmam Ebu Hanife, sy:39.)


"Bir de Rabbin Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyet¬lerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» dediği vakit «Elbette Rabbimizsin, şa-hidiz» dediler. (Bunu) kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yoktu» demeyesiniz diye (yapmıştık). Yahut «Atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesildik. Şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin» demeyesiniz diye (yapmıştık). Ve işte biz âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki, belki dönerler." (7, Araf/172-174)

Allah (Subhanehu ve Teala) insanoğlunu yeryüzüne göndermeden önce bu ahdi almış, insanoğluna "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demiş, o da " Elbette Rab¬bimizsin, şahidiz" şeklinde cevap vermiştir. Böylece Allah ile insanoğlu arasındaki ahid tamamlanmıştır. Allah (Subhanehu ve Teala) bu şahitliğin se¬bebini ise ayetin açık ifadesi ile iki sebebe dayandırmıştır. Bun¬lardan ilki, kişilerin Allah'ın rabliğinden cehalet içinde kalmaları özrünün iptal edilmesi, diğeri ise ataları taklid sonucu sapkınlığa düşme özrünün iptal edilmesidir. Artık insanoğlunun bundan sonra cehalet ya da taklid gibi bir mazerete tutunması mümkün değildir.

Ayetin açık ve net ifadesi Allah (Subhanehu ve Teala)'yı ortağı olmayan tek rab olarak bilmek ve O'nu tevhid etmek konularında kişilerin cehalet ve taklid mazeretini iptal etmekte, insanlara böyle bir kapıyı kapatmaktadır. Nitekim ayetin bu noktayı oldukça sarih bir şekilde ifade etmesi müfessirlerin hemen hemen tamamını söz birliği etmişcesine aynı noktaya vurgu yapmaya sevketmiştir. Ayete dair müfessirlerin görüşleri aşağıdaki şekildedir:

İbn-i Cerir et-Taberi: "Yani sizler kıyamet gününde «Bi¬zim böyle bir şeyden haberimiz yoktu. Bizler bunu bilmiyorduk ve gaflet içinde idik. Atalarımız da daha önceden şirk koşuyor¬lardı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesiliz. Biz onların yoluna uyduk. Onların şirk koşması ve bizim de cehaleten onların yo¬luna uymamız sonucu bizi helak mi edeceksin» demeyesiniz diye sizden böyle misak aldık." (Camiul Beyan, 13/251.)

İbn-i Kesir: "Bu şahit tutmaktan maksadın, onların tevhide yatkın yaratılmaları olduğuna dair delillerden biri de; Allah’ın bu şahit tutmayı, şirk hususunda onlar hakkında bağlayıcı bir delil (hüccet) kılmış olmasıdır. Bu misak ise onlar hakkında müstakil bir hüccet kılındığına göre üzerinde yaratıldıkları fıtrat, tevhidi ikrar etmeye yatkın bir fıtrattır. Bu nedenle kıyamet günü biz tevhidden gafildik diyemezsiniz." (Tefsiru Kur'anil Azim, 3/503.)

Kurtubi: "Bununla beraber tevhid hususunda mukallidin ileri sürebileceği hiçbir mazereti yoktur." (El-Camiu Li Ahkam, 7/315.)

Fahreddin er-Razi: "Netice olarak diyebiliriz ki Allah (Subhanehu ve Teala) onlardan bu sözü alınca artık onların bu kadarcık bir mazerete tutunmaları imkânsız olur." (Mefatihu’l Gayb, 11/145.)

Şevkani: "Bunu yaptık ki, mazeret olarak gafleti öne sürmeyesiniz. Yahut şirki kendiniz yerine atalarınıza nispet edip bunlardan biri yahut ikisi ile kendinizi mazur görmeye çalışmayınız." (Fethul Kadir, 3/117.)

Bunun gibi şüphesiz kendisiyle tevhidi öğrendikleri akıl, şirkin geçersizliği noktasında bir delil olup bu noktada bir elçiye bile ihtiyaç bırakmaz. Esasen bu haliyle, onlara azabı hak ettiren sebep de gerçekleşmiş olur. Ne var ki Allah’ın her şeyi kapsayan rahmetinin kemalinden dolayı azap, nebevi mesajın ulaşmasına bağlanmıştır. Misak ayeti, Ademoğlu’nun Allah’tan başkasına ibadet hususunda sarılabileceği her çeşit özrü ortadan kaldırmaktadır." (Ebu Yusuf Midhat b. Hasan Ali Ferrac, İslam Hukuku Açısından Cehalet, sy:56-57.)

İnsanoğlundan alınan bu misak onun tüm özürlerini ortadan kaldırmakla birlikte Allah (Subhanehu ve Teala) bununla beraber insanlar aynı özürlere sarılmasınlar diye bu misakı hatırlatan Rasuller göndermiştir.

"Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gön¬derdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (4, Nisa/165)
 

Erzurumli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
1
Puanları
0
bu veridginiz ayette cehaletin yani tevhid noktasında bir cehaletin geçerli olmadığını da anlıyoruz degil mi?... Allah ne diyor ayette (Kıyamet günü: ‚Biz bundan habersizdik' demeyesiniz.")... yani cehalet mazereti tevhid noktasında ortadan kalkti...

Beyazızade, İmam Ebu Hanife’nin itikadi görüşlerini topladığı"el-Usulu-l Munife Li İmam Ebu Hanife" isimli eserinde konuya dair şunları söylemektedir:

"Allah (Subhanehu ve Teala) Peygamber göndermemiş olsaydı dahi insanların kendi akılları ile Allah'ı bilmeleri gerekirdi. Hiç kimse, yaratıcısını bilmemekten dolayı mazur sayılamaz. Çünkü herkes gökleri, yeri ve kendisini kimin yarattığını sezecek yetenektedir. Bir kişi tevhid ilminin inceliklerinden bir şeyi anlamakta zorluk çekse, bir âlime soruncaya kadar Allah katında doğru olan ne ise onun hak olduğuna inanması gerekir. Sormayı erteleyerek tereddüt içerisinde kalması caiz değildir. Zira daimi tereddüt küfürdür." (El- Usulu-l Munife Li İmam Ebu Hanife, sy:39.)


"Bir de Rabbin Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyet¬lerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» dediği vakit «Elbette Rabbimizsin, şa-hidiz» dediler. (Bunu) kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yoktu» demeyesiniz diye (yapmıştık). Yahut «Atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı. Biz onlardan sonra gelen bir nesildik. Şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin» demeyesiniz diye (yapmıştık). Ve işte biz âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki, belki dönerler." (7, Araf/172-174)

Allah (Subhanehu ve Teala) insanoğlunu yeryüzüne göndermeden önce bu ahdi almış, insanoğluna "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demiş, o da " Elbette Rab¬bimizsin, şahidiz" şeklinde cevap vermiştir. Böylece Allah ile insanoğlu arasındaki ahid tamamlanmıştır. Allah (Subhanehu ve Teala) bu şahitliğin se¬bebini ise ayetin açık ifadesi ile iki sebebe dayandırmıştır. Bun¬lardan ilki, kişilerin Allah'ın rabliğinden cehalet içinde kalmaları özrünün iptal edilmesi, diğeri ise ataları taklid sonucu sapkınlığa düşme özrünün iptal edilmesidir. Artık insanoğlunun bundan sonra cehalet ya da taklid gibi bir mazerete tutunması mümkün değildir.

Ayetin açık ve net ifadesi Allah (Subhanehu ve Teala)'yı ortağı olmayan tek rab olarak bilmek ve O'nu tevhid etmek konularında kişilerin cehalet ve taklid mazeretini iptal etmekte, insanlara böyle bir kapıyı kapatmaktadır. Nitekim ayetin bu noktayı oldukça sarih bir şekilde ifade etmesi müfessirlerin hemen hemen tamamını söz birliği etmişcesine aynı noktaya vurgu yapmaya sevketmiştir. Ayete dair müfessirlerin görüşleri aşağıdaki şekildedir:

İbn-i Cerir et-Taberi: "Yani sizler kıyamet gününde «Bi¬zim böyle bir şeyden haberimiz yoktu. Bizler bunu bilmiyorduk ve gaflet içinde idik. Atalarımız da daha önceden şirk koşuyor¬lardı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesiliz. Biz onların yoluna uyduk. Onların şirk koşması ve bizim de cehaleten onların yo¬luna uymamız sonucu bizi helak mi edeceksin» demeyesiniz diye sizden böyle misak aldık." (Camiul Beyan, 13/251.)

İbn-i Kesir: "Bu şahit tutmaktan maksadın, onların tevhide yatkın yaratılmaları olduğuna dair delillerden biri de; Allah’ın bu şahit tutmayı, şirk hususunda onlar hakkında bağlayıcı bir delil (hüccet) kılmış olmasıdır. Bu misak ise onlar hakkında müstakil bir hüccet kılındığına göre üzerinde yaratıldıkları fıtrat, tevhidi ikrar etmeye yatkın bir fıtrattır. Bu nedenle kıyamet günü biz tevhidden gafildik diyemezsiniz." (Tefsiru Kur'anil Azim, 3/503.)

Kurtubi: "Bununla beraber tevhid hususunda mukallidin ileri sürebileceği hiçbir mazereti yoktur." (El-Camiu Li Ahkam, 7/315.)

Fahreddin er-Razi: "Netice olarak diyebiliriz ki Allah (Subhanehu ve Teala) onlardan bu sözü alınca artık onların bu kadarcık bir mazerete tutunmaları imkânsız olur." (Mefatihu’l Gayb, 11/145.)

Şevkani: "Bunu yaptık ki, mazeret olarak gafleti öne sürmeyesiniz. Yahut şirki kendiniz yerine atalarınıza nispet edip bunlardan biri yahut ikisi ile kendinizi mazur görmeye çalışmayınız." (Fethul Kadir, 3/117.)

Bunun gibi şüphesiz kendisiyle tevhidi öğrendikleri akıl, şirkin geçersizliği noktasında bir delil olup bu noktada bir elçiye bile ihtiyaç bırakmaz. Esasen bu haliyle, onlara azabı hak ettiren sebep de gerçekleşmiş olur. Ne var ki Allah’ın her şeyi kapsayan rahmetinin kemalinden dolayı azap, nebevi mesajın ulaşmasına bağlanmıştır. Misak ayeti, Ademoğlu’nun Allah’tan başkasına ibadet hususunda sarılabileceği her çeşit özrü ortadan kaldırmaktadır." (Ebu Yusuf Midhat b. Hasan Ali Ferrac, İslam Hukuku Açısından Cehalet, sy:56-57.)

İnsanoğlundan alınan bu misak onun tüm özürlerini ortadan kaldırmakla birlikte Allah (Subhanehu ve Teala) bununla beraber insanlar aynı özürlere sarılmasınlar diye bu misakı hatırlatan Rasuller göndermiştir.

"Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gön¬derdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (4, Nisa/165)



Doğruyu söyledin...
 

Kaim

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2010
Mesajlar
2,197
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Kalu belada söz verdik

tamam da niye hicbirimiz bu sözlesmeyi hatırlamıyor?
 

gülsengül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
5,816
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Selamünaleyküm
Rabbim sizlerden razı olsun emeğinize sağlık aydınlatıcı bir paylaşımdı..
Rabbim kendisine verdiğimiz ahdimizi unutturmasın bizlere...
Allaha emanet olunuz
selam ve dua ile..
 

Erzurumli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
1
Puanları
0
Selamünaleyküm
Rabbim sizlerden razı olsun emeğinize sağlık aydınlatıcı bir paylaşımdı..
Rabbim kendisine verdiğimiz ahdimizi unutturmasın bizlere...
Allaha emanet olunuz
selam ve dua ile..



Ve aleykum selam kardeşim,

Bizlerdende sizlere selamlar ve kurtuluşunuz için dualar olsun,duanıza canı gönülden aminler olsun...




Kalu belada söz verdik

tamam da niye hicbirimiz bu sözlesmeyi hatırlamıyor?



Esselamu aleyke,


Kaim kardeşim,söylemek istediğinizi iki türlü anladığım için her ikisine de cevap yazmak istedim...

Birincisi; Sözleriniz bana serzeniş gibi geldi,yani söz verdik ama yapmıyoruz,bizim derdimiz neki yapmıyoruz ?

Evet yapmıyoruz,çünkü içinde bulunduğumuz durumun vehametini,ihtişamını bilmiyoruz,hep deriz ya ömür dediğin 3 nefes,gerçekten de insan yaratıldığı gerçeğini ilk başta devamlı inkar ettiği için dünya üzerinde bir imtihan içerisinde olduğunu bilemiyor,ne yazıkki kendisine bakan insan ne kadar enfes bir varlık olduğunu görünce kibirleniyor,nasıl olurda benim gibi bir varlık yaratılmış olur diyerek büyükleniyor,halbuki verilmiş bir söz ve cevabı sorulacak bir hayat var,nasıl olurda bu kadar şahane yaratılmış bir varlık,bu şaheserin sahibinin,eserini sorguya çekmeyeceğini düşünebilir...


İkincisi; Sanki bir soru gibi algıladım,neden söz verdikte hatırlamıyoruz,halbuki bir söz verildi ise hatırlanması lazım...

ALLAH TEALA biz kullarını bir araya topladığı zaman,bizden misak almasına sebeb olan bir konuşma geçiyor,bize çokca acıyan HAK TEALA ''Ben sizin yegane İlahınızım '' diye buyurarak,üzerimizdeki Hükümranlığını beyan ediyor,biz kullarıda seve seve '' Evet ya Rabbi sensin ilahımız,senden başka İlah yoktur'' diyerek,Mevla Teala nın mübarek sözlerini kulları olarak Te'kid (acizane onaylıyoruz,sağlamlaştırıyoruz) liyoruz,bundan sonra ALLAH TEALA devamla '' Ben sizi bu söylediğinizde imtihan etsem O zamanda böylemi diyeceksiniz...'' diyerek soruyor,biz kulcağızları ise cevaben '' Evet ya Rabbi bu değişmez hiçbir zaman sen her zaman her yerde bizim Tek ilahımızsın... diyoruz...

Sonuç olarak ALLAH TEALA bizlerden ''Kalu Bela'' arapça bir cümle olarak ''Dediler ki Söz veriyoruz'' manasında bir misak alıyor.
Verdiğimiz söze her koşulda sadıkkalacağımızı ALLAH TEALA yı hiçbir yerde inkar etmeyeceğimizi,Ondan başkasını İlahlar edinmeyeceğimizi söz verdik,verdikte bunu isbat etmemiz için bir imtihan hasıl olması gerekecekti...

Ve ALLAH TEALA O yüce İlmi ile bir imtihan döngüsü yarattı,belli bir zaman tayin ederek,alemleri yarattı,alemler içinde dünyayı ve içindeki varlıkları yarattı,bundan gayrı imtihan Hz.Adem babamızla başladı ve kıyamette son bulacak,sözlerimiz bizlere unutturulmasa idi,imtihan olunmanında bir kıymeti kalmazdı,herkes daha dün gibi hatırladığı sözlerine olduğu gibi uyardı,ama önemli olanı ''Her yerde her koşulda sen bizim Rabbimizsin bu hiç değişmeyecek...'' sözüne sadık kalmakta idi...

ALLAH TEALA aldığı misak gereği,sözünün eri kulları olmamızı nasib buyursun...

Hakkın rahmeti üzerinize olsun kardeşim...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt