osmanyusuf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 18 Ara 2007
- Mesajlar
- 387
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 54
Kişi bunu kalbinde, gözleriyle, gecenin zifiri karanlığını hissettiği gibi, hakiki olarak hisseder. Gözü için karanlık ne ise kalbi için günahın karanlığı odur. Çünkü itaat nûr, masiyet karanlıktır. Bu karanlık ne kadar artarsa kişinin şaşkınlığı o kadar artar. Sonunda farkına varmadan bid'atlere, sapıklıklara ve helak edici şeylere düşer. Çünkü o, gecenin karanlığında tek başına yürüyen bir kör gibidir. Kalpteki karanlık öylesine güçlenir ki bu gözde belli olur, sonra daha da güçlenir ve yüze yansır. Yüzde, herkesin gördüğü bir karartı haline dönüşür.
Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle der:
"İyi amel yüze parlaklık, kalbe nur, rızka bolluk/ bereket, bedene güç, insanların kalbine muhabbet verir.
Günah ise yüzde siyahlık, kalpte karanlık, bedende zayıflık, rızkta kıtlık ve insanların kalbinde nefret yapar."
Günahlar kalbi ve bedeni zayıflatır. Onun kalbe verdiği zayıflık belli bir husustur. Hatta zayıflatılması onu tamamen öldürene kadar devam eder.
Bedeni zayıflatmasına gelince;
Mü'minin gücü kalbindedir. Kalbi güçlendiği oranda bedeni de güçlenir.
Günahkâr ise bedenen güçlü olsa da, ihtiyaç halinde onun gücü son derece zayıftır. Ona en çok ihtiyaç duyduğu anda kendisine ihanet eder.
Bir düşün; İranlıların ve Bizanslıların bedenleri en çok ihtiyaç duydukları anda kendilerine nasıl ihanet etti ve mü'minler onlara bedenlerinin ve imamlarının gücüyle, nasıl galip geldiler?
İbadetten mahrum kalması. Günahın tek cezası, bu olsaydı ceza olarak yeterdi. Günah kişiyi, onu işlemediği takdirde yapacak olduğu ibadet ve tâatten men'eder. Başka bir ibadetin yolunu keser. Yaptığı günahtan dolayı üçüncü, dördüncü... hayırların yolu kesilir. Yaptığı bir günahtan dolayı her biri dünya ve dünyadakilerden daha hayırlı bir çok ibadet ve hayır yolunun önü o kişiye kesilir. Bu, yediği bir lokmadan dolayı hastalanan, böylece ondan daha hoş bir çok lokmadan mahrum kalan kişinin haline benzer. Yardımı ancak Allah'tan dileriz.
Günahlar, ömrü kısaltır ve bereketini götürür. Çünkü takva ömrü uzattığı gibi, günahlar da onu kısaltır.
Alimler bu hususta farklı görüşlere sahiptirler.
Bazıları ömrün kısalması bereketinin gitmesi demektir, demişlerdir. Bu görüş doğrudur. Ömrün bereketinin gitmesi günahların etkilerinden bir tanesidir.
Bazıları şöyle demişlerdi:
Masiyetler ömrü, rızık gibi hakikaten azaltır. Çünkü Yüce Allah rızkın bereketi için bir çok sebepler koymuştur; rızık bunlarla çoğalır, bollaşır. Bunun gibi ömrün bereketi (=uzunluğu) için de bir takım sebepler koymuştur; ömür bunlarla artar ve uzar.
Bunlar şöyle derler:
Ömrün, belli sebeplerden dolayı eksilmesi gibi, belli sebeplerden dolayı uzaması imkansız değildir. Zira rızıklar, eceller, mutluluk ile mutsuzluk, sıhhat ile hastalık, zenginlik ile fakirlik Yüce Rabb'in kaderi ile olsa da, O kaderde belirlediklerini bir takım sebeplerle ilintili olarak belirler.
Bazı âlimler de şöyle demişlerdir:
Günahların ömrü kısaltmasından maksat kalplerin ömrünü kısaltmasıdır. Çünkü hakiki hayat kalbin hayatıdır. O yüzden yüce Allah kâfiri diri değil ölü saymıştır. O "onlar ölüdürler, diri değildirler" (Nahl, 21) buyurur.
Öyleyse, hakikatte hayat kalbin hayatıdır. İnsanın yaşadığı süre içindeki ömrü sadece, Allah ile birlikte hayat bulduğu anlarıdır. Onun ömrü sadece o vakitlerdir. Öyle olunca, yapılan her iyilik, takva, itaat, ve ibadet vs. hakiki ömür olan bu anları artırmış olur. Onun dışındaki anlara ömür denmez.
Özetle... Kul Allah'tan yüz çevirip günahlarla iştigal ettiğinde hakiki hayatının (=kalbî hayat) günlerini zayi etmiş olur ve bunun acısını "Ah keşke hayatım için birşeyler yapsaydım" (Fecr, 24) dediği gün hisseder. Günahla iştigal eden kişi; ya bununla birlikte dinî ve dünyevî bazı faydalar için gayret gösteriyordur ya da göstermiyordur. Eğer hiç göstermemişse ömrünün tümünü zayi etmiş, hayatını tamamen boşa harcamış olur. Şayet o yolda az-buçuk gayreti varsa bu engellerden dolayı yolu uzar, o yolun aksi istikametindeki iştigali oranında hayır yolları, ona zorlaşır. Bu ise, ömründe hakiki bir kısalma demektir.
Meselenin sırrı, işin özeti şudur:
İnsanın ömrü, yaşadığı süredir. Yaşaması ise ancak Rabbine yönelmesi, peygamberini sevme, Allah'ı zikretme ve rızasını tercih etme yoluyla nimetlerinden istifade etmesidir.
Günahların bir başka etkisi de benzerlerini ekmeleri, birbirlerini doğurmalarıdır. Öyle ki sonunda onları terketmek ve sıyrılmak kul için çok güç hale gelir. Seleften bir zat şöyle der:
"Günahın cezalarından biri de başka bir günah doğurmasıdır. İyi amelin ödüllerinden biri ardından gelen ikinci bir iyi ameldir. Kul iyi bir amel işlese, yanındaki "beni de işle" der. Onu yaptığında üçüncü bir hayırlı amel de aynısını söyler... Böylece kazanç katlanır, sevap çoğalır.
Günahlar da böyledir. Sonunda taatler ve günahlar kişide yerleşik haller, ayrılmaz nitelikler ve sabit melekeler haline dönüşür. Öyle ki iyi bir insan tâat yapmaktan aciz kalsa daralır. Kendini sudan ayrılmış balık gibi hisseder. Bu durumdan ancak ona tekrar döndüğünde kurtulur; rahatlar, huzur bulur, sevinir.
Mücrim de günahı bırakıp tâate yöneldiğinde sıkılır, göğsü daralır, ve günaha tekrar dönene kadar eli kolu bağlı gibi olur. Hatta çoğu fasıklar hiçbir zevk almadıkları ve içlerinde ona karşı dürtü bulunmadığı halde sırf günahtan ayrı kalmanın verdiği elemle günaha dalarlar. Nitekim bunların elebaşı Hasan b. Hâni şu şiirinde bu hususu açıkça ifade eder:
Kadehin biri zevkine içtiğim.
Diğeri ondan hicranımı teskin için.
Başkası şöyle der:
O şifamdı; aslında derdimin ta kendisi
İçkicinin içkiyi tedavi için içişi gibi
Kul bir süre kendini ibadete zorladıktan sonra ona alışır, sever ve onu başka şeylere tercih eder. Sonunda Allah rahmetiyle ona melekler gönderir. Melekler onu tâate dürtükler, teşvik eder, yattığı ve oturduğu yerden kaldırıp ibadete yöneltirler.
Masiyet ehli kimse de günahlara alışır, kalbi onlara ısınır. Sonunda Allah ona, sürekli günaha dürtükleyici şeytanlar gönderir.
Birinci kulda tâat askerleri Allah'ın verdiği yardımla güçlendiler ve onun en büyük yardımcıları oldular. İkinci kulda da masiyet askerleri verilen desteklerle güçlendiler ve onun yardımcıları oldular.
Masiyetlerin kul için en tehlikeli etkilerinden biri de kalbin hayır yapma iradesini zayıflatıp, günah işleme iradesini güçlendirmesi; tevbe irade ve isteği kalbinden tamamen çıkıncaya kadar tevbe iradesini yavaş yavaş zayıflatmasıdır. O ancak canının yarısı çıkınca tevbe eder. O vakit diliyle yalancıların tevbe ve istiğfarlarını söyler durur. Ama kalbi hâlâ günahlara bağlı onda ısrarlıdır; güç yetirdiğinde hemen yapmaya kararlıdır. Bu hastalıkların en büyüğü ve uçuruma en yakın olanıdır.
Bir süre sonra kişinin kalbinden günahların çirkinliği kaybolur ve günahlar onun adeti haline gelir. Artık insanların onu görmesini ve hakkında konuşmalarını yadırgamaz, rahatsız olmaz.
Bu, fasıklar için arsızlığın zirvesi, zevkin kemâlidir. Öyle ki bunlar yaptıkları günahlarla övünür, onu bilmeyenlere anlatır ve "Ey filan! ben şöyle şöyle yaptım" derler.
Bu tür insanlar bir türlü iyileşmezler. Bunlara genelde, tevbe kapısı kapanır, tevbe yolu tıkanır.
Nitekim Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
"Ümmetimin, günahlarını açığa vuranlar dışında hepsi iflah olur. Şu da açığa vurmaktan sayılır: Allah (c.c.) kulunun yaptığı günahı, örtmüştür. Sabah olduğunda adam kendini ifşa ederek:
"Ey filan, ben bu gün şöyle şöyle, böyle böyle yaptım" der. Rabbi geceleyin günahını gizlemişken o kendini ifşa eder."
Her bir masiyet yüce Allah'ın helak ettiği ümmetlerden birinin mirasıdır.
- Lûtilik Lût'un (a.s.) kavminden mirasdır.
- Malı alırken fazla, verirken az tartmak Şuayb'ın kavminden mirasdır.
- Yeryüzünde fesat yapmak ve büyüklenmek Firavun'un kavminden mirasdır.
- Kibirlilik ve zorbalık Hûd'un kavminin mirasıdır.
İşte âsi kişi Allah'ın düşmanı olan bu ümmetlerden birinin elbisesini giymiş demektir.
Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah babasının Zühd kitabında, Malik b. Dinar'ın şu sözünü zikretmiştir:
"Yüce Allah israiloğullarının bir peygamberine şöyle vahyetti:
"Kullarıma söyle; düşmanlarımın yollarına girmesinler, düşmanlarımın elbiselerini giymesinler, düşmanlarımın gemisine binmesinler düşmanlarımın yiyeceklerini yemesinler. Sonra onlar gibi, düşmanlarım olurlar."
Ahmed'in Müsned'de Abdullah b. Ömer'in rivayetiyle zikrettiği hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Kıyametin biraz öncesinde, sadece ortağı bulunmayan Allah'a kulluk edilmesi için kılıçla gönderildim. Rızkım mızrağımın altındadır! Zillet ve kölelik benim emrime muhalefet edenlere kılındı! Her kim bir topluma benzerse onlardan olur."
Masiyet kulun Allah nezdinde değersizleşmesine, gözünden düşmesine sebeptir.
Hasan-ı Basri der ki:
"Onlar Allah nezdinde değersizleştiler de O'na (c.c.) âsî oldular. Nezdinde değerli olsalarda Allah (c.c.) onları korurdu."
Kul Allah nezdinde değersizleşince de ona hiç kimse değer vermez. Nitekim Yüce Allah:
"Allah her kimi hakir ve değersiz yapmışsa ona değer verecek hiç kimse yoktur" (Hac, 18) buyurmuştur.
İnsanlar muhtaç olduklarından veya şerrinden korktuklarından o günahkâra saygı gösterseler de, o kaderinde en hakir, en düşük şeydir.
Kul günahları işleye işleye onları basit görmeye, kalbinde küçümsemeye başlar. Bu ise helak alametidir. Çünkü günah kulun gözünde ne kadar küçülürse Allah nezdinde o kadar büyür.
Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle der:
"İyi amel yüze parlaklık, kalbe nur, rızka bolluk/ bereket, bedene güç, insanların kalbine muhabbet verir.
Günah ise yüzde siyahlık, kalpte karanlık, bedende zayıflık, rızkta kıtlık ve insanların kalbinde nefret yapar."
Günahlar kalbi ve bedeni zayıflatır. Onun kalbe verdiği zayıflık belli bir husustur. Hatta zayıflatılması onu tamamen öldürene kadar devam eder.
Bedeni zayıflatmasına gelince;
Mü'minin gücü kalbindedir. Kalbi güçlendiği oranda bedeni de güçlenir.
Günahkâr ise bedenen güçlü olsa da, ihtiyaç halinde onun gücü son derece zayıftır. Ona en çok ihtiyaç duyduğu anda kendisine ihanet eder.
Bir düşün; İranlıların ve Bizanslıların bedenleri en çok ihtiyaç duydukları anda kendilerine nasıl ihanet etti ve mü'minler onlara bedenlerinin ve imamlarının gücüyle, nasıl galip geldiler?
İbadetten mahrum kalması. Günahın tek cezası, bu olsaydı ceza olarak yeterdi. Günah kişiyi, onu işlemediği takdirde yapacak olduğu ibadet ve tâatten men'eder. Başka bir ibadetin yolunu keser. Yaptığı günahtan dolayı üçüncü, dördüncü... hayırların yolu kesilir. Yaptığı bir günahtan dolayı her biri dünya ve dünyadakilerden daha hayırlı bir çok ibadet ve hayır yolunun önü o kişiye kesilir. Bu, yediği bir lokmadan dolayı hastalanan, böylece ondan daha hoş bir çok lokmadan mahrum kalan kişinin haline benzer. Yardımı ancak Allah'tan dileriz.
Günahlar, ömrü kısaltır ve bereketini götürür. Çünkü takva ömrü uzattığı gibi, günahlar da onu kısaltır.
Alimler bu hususta farklı görüşlere sahiptirler.
Bazıları ömrün kısalması bereketinin gitmesi demektir, demişlerdir. Bu görüş doğrudur. Ömrün bereketinin gitmesi günahların etkilerinden bir tanesidir.
Bazıları şöyle demişlerdi:
Masiyetler ömrü, rızık gibi hakikaten azaltır. Çünkü Yüce Allah rızkın bereketi için bir çok sebepler koymuştur; rızık bunlarla çoğalır, bollaşır. Bunun gibi ömrün bereketi (=uzunluğu) için de bir takım sebepler koymuştur; ömür bunlarla artar ve uzar.
Bunlar şöyle derler:
Ömrün, belli sebeplerden dolayı eksilmesi gibi, belli sebeplerden dolayı uzaması imkansız değildir. Zira rızıklar, eceller, mutluluk ile mutsuzluk, sıhhat ile hastalık, zenginlik ile fakirlik Yüce Rabb'in kaderi ile olsa da, O kaderde belirlediklerini bir takım sebeplerle ilintili olarak belirler.
Bazı âlimler de şöyle demişlerdir:
Günahların ömrü kısaltmasından maksat kalplerin ömrünü kısaltmasıdır. Çünkü hakiki hayat kalbin hayatıdır. O yüzden yüce Allah kâfiri diri değil ölü saymıştır. O "onlar ölüdürler, diri değildirler" (Nahl, 21) buyurur.
Öyleyse, hakikatte hayat kalbin hayatıdır. İnsanın yaşadığı süre içindeki ömrü sadece, Allah ile birlikte hayat bulduğu anlarıdır. Onun ömrü sadece o vakitlerdir. Öyle olunca, yapılan her iyilik, takva, itaat, ve ibadet vs. hakiki ömür olan bu anları artırmış olur. Onun dışındaki anlara ömür denmez.
Özetle... Kul Allah'tan yüz çevirip günahlarla iştigal ettiğinde hakiki hayatının (=kalbî hayat) günlerini zayi etmiş olur ve bunun acısını "Ah keşke hayatım için birşeyler yapsaydım" (Fecr, 24) dediği gün hisseder. Günahla iştigal eden kişi; ya bununla birlikte dinî ve dünyevî bazı faydalar için gayret gösteriyordur ya da göstermiyordur. Eğer hiç göstermemişse ömrünün tümünü zayi etmiş, hayatını tamamen boşa harcamış olur. Şayet o yolda az-buçuk gayreti varsa bu engellerden dolayı yolu uzar, o yolun aksi istikametindeki iştigali oranında hayır yolları, ona zorlaşır. Bu ise, ömründe hakiki bir kısalma demektir.
Meselenin sırrı, işin özeti şudur:
İnsanın ömrü, yaşadığı süredir. Yaşaması ise ancak Rabbine yönelmesi, peygamberini sevme, Allah'ı zikretme ve rızasını tercih etme yoluyla nimetlerinden istifade etmesidir.
Günahların bir başka etkisi de benzerlerini ekmeleri, birbirlerini doğurmalarıdır. Öyle ki sonunda onları terketmek ve sıyrılmak kul için çok güç hale gelir. Seleften bir zat şöyle der:
"Günahın cezalarından biri de başka bir günah doğurmasıdır. İyi amelin ödüllerinden biri ardından gelen ikinci bir iyi ameldir. Kul iyi bir amel işlese, yanındaki "beni de işle" der. Onu yaptığında üçüncü bir hayırlı amel de aynısını söyler... Böylece kazanç katlanır, sevap çoğalır.
Günahlar da böyledir. Sonunda taatler ve günahlar kişide yerleşik haller, ayrılmaz nitelikler ve sabit melekeler haline dönüşür. Öyle ki iyi bir insan tâat yapmaktan aciz kalsa daralır. Kendini sudan ayrılmış balık gibi hisseder. Bu durumdan ancak ona tekrar döndüğünde kurtulur; rahatlar, huzur bulur, sevinir.
Mücrim de günahı bırakıp tâate yöneldiğinde sıkılır, göğsü daralır, ve günaha tekrar dönene kadar eli kolu bağlı gibi olur. Hatta çoğu fasıklar hiçbir zevk almadıkları ve içlerinde ona karşı dürtü bulunmadığı halde sırf günahtan ayrı kalmanın verdiği elemle günaha dalarlar. Nitekim bunların elebaşı Hasan b. Hâni şu şiirinde bu hususu açıkça ifade eder:
Kadehin biri zevkine içtiğim.
Diğeri ondan hicranımı teskin için.
Başkası şöyle der:
O şifamdı; aslında derdimin ta kendisi
İçkicinin içkiyi tedavi için içişi gibi
Kul bir süre kendini ibadete zorladıktan sonra ona alışır, sever ve onu başka şeylere tercih eder. Sonunda Allah rahmetiyle ona melekler gönderir. Melekler onu tâate dürtükler, teşvik eder, yattığı ve oturduğu yerden kaldırıp ibadete yöneltirler.
Masiyet ehli kimse de günahlara alışır, kalbi onlara ısınır. Sonunda Allah ona, sürekli günaha dürtükleyici şeytanlar gönderir.
Birinci kulda tâat askerleri Allah'ın verdiği yardımla güçlendiler ve onun en büyük yardımcıları oldular. İkinci kulda da masiyet askerleri verilen desteklerle güçlendiler ve onun yardımcıları oldular.
Masiyetlerin kul için en tehlikeli etkilerinden biri de kalbin hayır yapma iradesini zayıflatıp, günah işleme iradesini güçlendirmesi; tevbe irade ve isteği kalbinden tamamen çıkıncaya kadar tevbe iradesini yavaş yavaş zayıflatmasıdır. O ancak canının yarısı çıkınca tevbe eder. O vakit diliyle yalancıların tevbe ve istiğfarlarını söyler durur. Ama kalbi hâlâ günahlara bağlı onda ısrarlıdır; güç yetirdiğinde hemen yapmaya kararlıdır. Bu hastalıkların en büyüğü ve uçuruma en yakın olanıdır.
Bir süre sonra kişinin kalbinden günahların çirkinliği kaybolur ve günahlar onun adeti haline gelir. Artık insanların onu görmesini ve hakkında konuşmalarını yadırgamaz, rahatsız olmaz.
Bu, fasıklar için arsızlığın zirvesi, zevkin kemâlidir. Öyle ki bunlar yaptıkları günahlarla övünür, onu bilmeyenlere anlatır ve "Ey filan! ben şöyle şöyle yaptım" derler.
Bu tür insanlar bir türlü iyileşmezler. Bunlara genelde, tevbe kapısı kapanır, tevbe yolu tıkanır.
Nitekim Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
"Ümmetimin, günahlarını açığa vuranlar dışında hepsi iflah olur. Şu da açığa vurmaktan sayılır: Allah (c.c.) kulunun yaptığı günahı, örtmüştür. Sabah olduğunda adam kendini ifşa ederek:
"Ey filan, ben bu gün şöyle şöyle, böyle böyle yaptım" der. Rabbi geceleyin günahını gizlemişken o kendini ifşa eder."
Her bir masiyet yüce Allah'ın helak ettiği ümmetlerden birinin mirasıdır.
- Lûtilik Lût'un (a.s.) kavminden mirasdır.
- Malı alırken fazla, verirken az tartmak Şuayb'ın kavminden mirasdır.
- Yeryüzünde fesat yapmak ve büyüklenmek Firavun'un kavminden mirasdır.
- Kibirlilik ve zorbalık Hûd'un kavminin mirasıdır.
İşte âsi kişi Allah'ın düşmanı olan bu ümmetlerden birinin elbisesini giymiş demektir.
Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah babasının Zühd kitabında, Malik b. Dinar'ın şu sözünü zikretmiştir:
"Yüce Allah israiloğullarının bir peygamberine şöyle vahyetti:
"Kullarıma söyle; düşmanlarımın yollarına girmesinler, düşmanlarımın elbiselerini giymesinler, düşmanlarımın gemisine binmesinler düşmanlarımın yiyeceklerini yemesinler. Sonra onlar gibi, düşmanlarım olurlar."
Ahmed'in Müsned'de Abdullah b. Ömer'in rivayetiyle zikrettiği hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Kıyametin biraz öncesinde, sadece ortağı bulunmayan Allah'a kulluk edilmesi için kılıçla gönderildim. Rızkım mızrağımın altındadır! Zillet ve kölelik benim emrime muhalefet edenlere kılındı! Her kim bir topluma benzerse onlardan olur."
Masiyet kulun Allah nezdinde değersizleşmesine, gözünden düşmesine sebeptir.
Hasan-ı Basri der ki:
"Onlar Allah nezdinde değersizleştiler de O'na (c.c.) âsî oldular. Nezdinde değerli olsalarda Allah (c.c.) onları korurdu."
Kul Allah nezdinde değersizleşince de ona hiç kimse değer vermez. Nitekim Yüce Allah:
"Allah her kimi hakir ve değersiz yapmışsa ona değer verecek hiç kimse yoktur" (Hac, 18) buyurmuştur.
İnsanlar muhtaç olduklarından veya şerrinden korktuklarından o günahkâra saygı gösterseler de, o kaderinde en hakir, en düşük şeydir.
Kul günahları işleye işleye onları basit görmeye, kalbinde küçümsemeye başlar. Bu ise helak alametidir. Çünkü günah kulun gözünde ne kadar küçülürse Allah nezdinde o kadar büyür.