Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kalbdenkalbe mesajlar(muhakkak allah babanı koruyacaktır) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Mekke artık Ebû Tâlib'sizdir. Ebû Tâlib'in yokluğu, yeni ve farklı stratejilerin ortaya çıkacağını göstermektedir. Haşimoğulları Kureyş'in içinde en saygın ve soylu gruptu. Saygınlıkları vardı, Haşimoğulları'nın reisi olan kişinin de diğer gruplar üzerinde derin saygınlığı bulunuyordu. Efendimiz de Haşimoğulları'na mensup olduğundan, diğerleri direk olarak O'nu hedef almaktan çekiniyorlardı. Esas önemli olanı da Ebû Tâlib'in varlığı, Kâinatın Efendisi'ni çok rahatlatıyor, her işinde ona sahip çıkması, Efendimize güven veriyordu. Şimdi Ebû Tâlib yoktu, Efendimizin himayesi ne olacaktı?
Kureyş kâfirleri Ebû Tâlib'in ölümünden hemen sonra saldırıları artırmaya başardılar. Ebû Tâlib'in ölümden sonra Haşimoğulları'nın reisliği Ebû Leheb'e kalmıştı. Bunu da fırsat bilen kâfirler eziyet ve işkencelere hız verdiler. Eziyet ve işkenceler o boyutlara ulaştı ki; en büyük İslâm düşmanlarından Ebû Leheb bile bundan rahatsız olmuştu. Bir gün Efendimize pusu kurdular, yoldan geçerken üzerine taş, toprak, çamur, patak ne buldularsa attılar. Efendimiz, üstü başı perişan bir vaziyette evine gittiğinde, kızı Fatıma babasını bu şekilde görünce ağlamaya başladı. Hem babasının üstündeki çamur patağı temizliyor, hem de ağlıyordu. Annesi de yeni vefat etmiş, onun acısı, büyük amcası Ebû Tâlib'in vefatı, hepsinin üzerinde Kâinatın Efendisi'ne yapılan hakaretler Fatıma'nın kalbini derinden yaralamıştı. Efendimiz, yavrusunun çok derinden ağladığını ve susacak gibi olmadığını görünce ona dedi ki:
"Ey yavrum! Ağlama, babanı düşünme, muhakkak Allah babanı koruyacaktır."


ABDÜLMUTTALİB VE
KAVMİ NEREYE GİTTİ?
Aradan kısa zaman geçti. Efendimiz kıymetli eşleri Hatice ve amcası Ebû Tâlib'in yokluklarına alışmakta zorlanıyordu. Yine saldırıların olduğu bir gündü. Efendimiz çok üzülmüştü ve yanında bulunanlara şöyle dedi:
"Ey Amcam! Senin yokluğunda bana yardım edecek bir insan kalmadı. Sen olsaydın benim yardımıma koşardın."
Bu sözlerle Ebû Tâlib'in hasretini dile getirdi. Kâinatın Efendisi'nin bu sözleri Ebû Leheb'in kulağına gider. Ebû Leheb'in akrabalık duyguları kabarır, Haşimoğulları'nın reisi, bir Haşimoğlu mensubunun eziyet çekmesine nasıl müsaade edebilir diye düşünmüş olsa gerek ki yeğenine şöyle der:
"Ey Muhammed! Nasıl istiyorsan öyle davran, Ebû Tâlib'in sağlığında nasıl yaşıyorsan, öyle yaşamaya devam et. Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki ben ölünceye kadar sana kimse ilişmeyecektir."
Rivayet edilmiştir ki; Ebû Leheb'in bu himayesi o kadar etkili olmuş ki; himaye süresince en rahat zamanı yaşamıştır. Fakat bu himaye dönemi çok kısa sürdü. Ebû Cehil bu himayeden son derece rahatsızdı. Ebû Leheb'i himayeden vazgeçirmek için ona şöyle bir soru sordu:
"Ey Ebû Leheb! Kardeşinin oğlu sana babanın nereye gittiğinin haberini verdi mi?"
"Hayır, vermedi."
"Ona sor bakalım, senin deden, benim babam Abdülmuttalib nereye gitti?"
Ebû Leheb bu durumu yeğenine sorunca Efendimiz soruş gayesini anlar ve ona göre cevap verir:
"O kavmi ile birliktedir."
Ebû Leheb aldığı bu cevabı, Ebû Cehil'e aktarır, ama Ebû Cehil bu cevaptan tatmin olmamıştır.
"Ona de ki: Kavmi şimdi nerededir?"
Ebû Leheb Peygamberimize sorar:
"Abdülmuttalib kavmi ile beraberdir dedin, peki kavmi şimdi nerededir?"
Efendimiz bu sefer:
"Kavmi cehennemdedir, o da kavmi ile birliktedir. Putlara tapan, putları ilâh yapan kim olursa olsun cehenneme gidecektir."
Bu hâdise üzerine Ebû Leheb, himayesini kaldırır. Hiddetle Kâinatın Efendisi'ne der ki:
"Bundan sonra sana eziyet etmekte bir an bile durmayacağım, yaşadığım süre sana düşmanlıkla geçecektir. Sen Abdülmuttalib'in, atalarımın cehennemde olduğunu söyledikçe, bizim oraya gideceğimizi söyledikçe, sana olan düşmanlığım devam edecektir."(1)

ŞU AĞACI ÇAĞIR
Yine saldırıların olduğu bir gündü. Saldırıların nedeni ile Efendimizin vücudunun bazı yerleri kanamıştı. Üzgün üzgün otururken Cebrail Aleyhisselâm geldi. Sonrasını Hz. Enes Radıyallahu Anh'dan dinleyelim:
"Bir gün Cibril Aleyhisselâm, Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm'ın yanına geldi. O sırada Resûlullah üzgün vaziyette oturuyordu. Sebebiyse Mekkelilerden biri vurup O'nu yaralamıştı, mübarek vücutları kana boyanmıştı. Cebrail:
"Neyin var? niye üzgünsün?" diye sordu. Aleyhissalâtü Vesselâm:
"Şunlar bana yaptıklarını yaptılar!" dedi. Cibrîl:
"Diler misin sana bir mucize göstereyim?" dedi. Resûlullah:
"Evet, göster." buyurdu. Derken Cebrail Aleyhisselâm, bulundukları vadinin gerisindeki bir ağacı gösterdi:
"Şu ağacı çağır!" dedi. O da hemen çağırdı. Ağaç yürüyerek geldi, önünde durdu. Cebrail Aleyhisselâm:
"Ona söyle de geri gitsin." dedi. Aleyhissalâtü Vesselâm ağaca:
"Geri dön!" dedi, o da döndü, eski yerine vardı. Bunu gören Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:
"Üzüntümün zâil olması için bu bana yeter." buyurdu."(2)

ŞU SÂBİÎ/SAPIK DEDİĞİNİZ ADAM NEREDE?
Bunca sıkıntı, zulüm ve işkencenin içinde güzel hâdisler de meydana gelmiyor değildi. İşte bunlardan bir tanesini Ebû Zer el–Gıfârî anlatıyor:
"Resûlullah ile karşılaşmazdan önce üç yıl ibadet ettim." Kendisine:
"Bu ibadeti kimin için yaptın?" diye sorduklarında:
"Allah için!" dedi.
"Pekiyi, nereye yönelerek yaptın?"
"Rabbim beni nereye yöneltmiş idiyse oraya!" dedi ve şöyle devam etti:
"Akşam vakti namaza başlıyor, gecenin sonuna kadar devam ediyordum. O zaman kendimi bir örtü gibi atıyor, güneş tepeme yükselinceye kadar öyle kalıyordum. Bir gün kardeşim Üneys bana:
"Benim Mekke'de görülecek bir işim var. Sen bana başgöz ol, eksikliğimi duyurma." dedi ve Mekke'ye gitti. Oraya varınca bana dönmekte gecikti. Nihayet geldi.
"Ne yaptın?" dedim.
"Mekke'de bir adama rastladım, senin gibi farklı bir din üzerine yaşıyor. Ancak O, kendisini Allahu Teâlâ'nın gönderdiğini zannediyor." dedi.
"Halk ne diyor?" diye sordum.
"Halk mı? Halk O'na şair diyor, kâhin diyor, sâhir diyor." dedi. Esasen Üneys şâirlerden biriydi. Tekrar sordum:
"Pekâlâ, sen ne diyorsun?"
"Ben dedi, kâhinlerin sözünü işittim, bilirim. Onunki kâhin sözü değil. Onun söylediklerini şiir çeşitlerine tatbik ettim. Hiçbirine uygun gelmiyor. Benden sonra kimse O'na şair diyemez. Vallahi O doğru sözlüdür, kâhinler ise hep yalancıdırlar!" dedi. Bu açıklama üzerine ben ona:
"Öyleyse benim işlerime de sen başgöz ol, bir de ben gidip göreyim!" dedim.
Ebû Zerr, gerisini şöyle anlatır:
"Mekke'ye geldim. Halktan zayıf bir adam buldum. Ona:
"Şu sâbiî/sapık dediğiniz adam nerede?" diye sordum. Adam beni göstererek:
"Burada bir sâbiî var! Burada bir sâbiî var!" diye bağırmaya baladı. Derken vâdi halkı kesek ve kemiklerle üzerime hücum etti. Bayılarak yığılmış kalmışım. Kendime gelip kalktığım zaman kırmızı bir dikili taş gibiydim. Zemzeme kadar gittim. Kanlarımı yıkadım, suyundan biraz içtim.

ZEMZEM SUYU MÜBAREKTİR
Böylece otuz gün, otuz gece orada kaldım. Bu esnada zemzem suyundan başka hiçbir yemek ve içecek almadım. Buna rağmen şişmanladım ve karnımın kıvrımları arttı. Ciğerimde açlık hissi duymadım. Mekkeliler, ay ışığı olan bir gecede uyurken Beytullah'ı tavaf eden yoktu. Sadece iki kadın vardı onlar da, İsâf ve Nâile, adındaki putlarına dua ediyordu. Tavafları sırasında benim yanıma kadar geldiler. Dayanamayıp onlara:
"Onları birbirlerine nikâhlayıverin bari!" dedim. Onlar dualarından vazgeçmeyip, tavaflarını yaptılar. Tekrar yanıma kadar geldiler. Bu sefer:
"Onlara niye tapıyorsunuz? Odundan farkları ne?" dedim. Kadınlar:
"İmdat! Burada bir adam yok mu?" diye velvele kopararak gittiler. Tam o sırada kadınlar, Resûlullah ve Ebû Bekir ile karşılaştılar, ikisi tepeden iniyordu:
"Niye bağırdınız, başınıza ne geldi?" diye sordular. Kadınlar onları daha tanımadan:
"Kâbe ile örtüsü arasında bir sâbiî/sapık var!" dediler. Onlar sordular:
"Size ne dedi?"
"Bize ağzı dolduran, ağza alınmaz sözler söyledi." dediler. Derken Resûlulah geldi, Hacerü'l–Esved'e istilâmda bulundu, arkadaşıyla birlikte Beytullah'ı tavaf etti. Sonra namaz kıldı. Namazını bitirince:
"Esselâmü aleyke ya Resûlullah!" dedim. Bana:
"Ve aleyke ve rahmetullah." diye mukabele etti. Sonra:
"Sen kimlerdensin?" diye sordu.
"Gıfâr'danım!" dedim. Bunun üzerine eliyle eğilerek parmaklarımı alnına koydu. İçimden: "Galiba kendimi Gıfâr'a nispet etmemden hoşlanmadı." dedim. Elinden tutmak üzere ilerledim. Fakat arkadaşı bana mâni oldu. Onu benden iyi biliyordu. Sonra başını kaldırıp sordu:
"Buraya ne zaman geldin"?
"Otuz gündür buradayım.!" dedim.
"Sana kim yiyecek verdi?" dedi.
"Zemzem suyundan başka bir yiyeceğim olmadı. Şişmanladım bile. Öyle ki karnımın kıvrımları arttı. Ciğerimde açlık hissi de duymadım." dedim.
"Zemzem suyu mübarektir. O hakikaten besleyici bir gıdadır!" buyurdu. Ebû Bekir:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bana müsaade et, bu geceki yiyeceğini ben ikram edeyim!" dedi. Resûlullah ve Ebû Bekir gittiler, ben de onlarla gittim.
Ebû Bekir bir kap açtı. Taif kuru üzümünden benim için bir avuç çıkarmaya başladı. Bu, Mekke'de yediğim ilk yemekti. Orada kaldığım kadar kaldım. Sonra Resûlullah'a geldim. Bana dedi ki:
"Ben hurmalıklı bir yere sevk edileceğim. Burasının Yesrib olduğu kanaatindeyim. Sen kavmine benden mesaj götür. Umarım sayende Allah onları hayırla menfaatlendirecek ve onlar sebebiyle de sana sevap verecektir."
Bundan sonra ben kardeşim Üneys'e geldim. Bana:
"Ne yaptın?" diye sordu. Ben:
"Müslüman oldum ve Muhammed'in hak bir peygamber olduğunu tasdik ettim." dedim.
"Ben senin dinine karşı değilim. Ben de Müslüman oldum ve tasdik ettim." dedi. Sonra kalkıp annemize geldik. Durumu anlattık. O da bize:
"Ben sizin dininize karşı değilim. Ben de Müslüman oldum ve tasdik ettim!" dedi. Sonra kalkıp hayvanlarımıza binip kavmimiz Gıfâr'a geldik. Resûlullah'ın mesajını getirdik. İlk anda yarısı Müslüman oldu. Eyma b. Rahza el–Gıfârî Müslüman olanların imamlığını yürütüyordu, bu onların efendisi idi. Diğer Müslüman olmayan yarı:
"Resûlullah Medine'ye gelince Müslüman oluruz!" dediler. Derken Medine'ye geldi. O geri kalan yarı da Müslüman oldu. Bir müddet sonra Eslem kabilesi de gelerek:
"Ey Allah'ın Resûlü! Gıfârlılar bizim kardeşlerimizdir. Onların Müslüman oldukları şey üzere biz de Müslüman oluyoruz!" dediler ve onlar da Müslüman oldular. Resûlullah:
"Gıfâr'a Allah mağfiretini bol kılsın. Eslem'i de Allah selâmete kavuştursun!" diyerek o iki kabileden memnuniyetini ifade buyurdular."(3)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt