Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kalbdenkalbe mesajlar(hüzün yılı) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
MEKKE'DE KURULAN
KAMUSAL ALAN
Risaletin yedinci yılında başlayan boykot, aradan üç yıl geçmiş hâlâ devam ediyordu. Müşriklerin mü'minlere uyguladığı boykot, zaman zaman delinmesine rağmen, üç yıl gibi uzun bir zaman sürmüş ve boykot mü'minleri çok zor duruma düşürmüştü. 21. yüzyılın tabiri ile Mekkeli müşrikler, mü'minlere kamusal alan uygulaması yapmış, kamusal alana değişik yasaklar getirmişlerdir. Bu yasakları bir metin hâline getirip Kâbe duvarına asmışlardı. Kâbe duvarına asmalarının sebebi, Kureyş'in böyle bir karar aldığını herkese ilan etmek, herkesi bu karara uymaya zorlamak ve mecbur bırakmaktı. Kureyş müşrikleri bu uygulamalarında başarılı da olmuşlardır.
Boykot süresinde mü'minler çok zor günler geçirmişlerdi. İhtiyaçlarını karşılayamıyor, bazen de çok kısıtlı imkânlarla karşılıyorlardı. Hastalarını tedavi ettiremiyor, kimse onlardan ne kız alıyor, ne de onlara kız veriyordu. Mü'minlerden alış veriş yapmak, herhangi bir ticarette bulunmak yasaktı. Mekke müşrikleri her taraftan mü'minleri tam bir abluka altına almışlardı.
Bu boykottan amaç, Kâinatın Efendisi'ni ve mü'minleri yıldırıp davalarından vazgeçirmekti. Mü'minleri değil davalarından vazgeçirmek, sıkıntı darlık içinde geçen üç yıl onları birbirlerine daha çok kenetlemişti. Haşim oğullarının içinde iman etmemiş olanların bile mü'minlere karşı duyguları değişmeye başlamıştı. Hatta Kureyş'in içinde bile bu boykota isyan etmeye başlayanlar olmuştu.
Boykot amacına ulaşmamış, mü'minler her ne kadar sıkıntı çekseler de, mazlum duruma düşmeleri, onlara karşı olumlu düşüncelerin gelişmesine sebep olmuştu.
Sıkıntı o boyutlara ulaşmıştı ki, artık tahammül edilmeyecek durumdaydı. Günlerden bir gün Efendimize ilâhî dergâhtan haber geldi ki: "Kâbe'ye asılı olan sahifeye bir mahlûk musallat edildi. Sahifede Allah lafz–ı celilinin dışında bulunan her şeyi bu ağaç kurdu kemirdi. Sahifede sadece Allah lafz–ı celili kaldı." Bu haberi alan Efendimiz doğruca amcası Ebû Talib'in yanına vardı. Sahifenin başına gelenleri Ebû Talib'e anlattı. Ebû Talip duydukları karşısında dehşete düşmüştü. Yeğeninden izin istedi ve durumu müşriklerin ileri gelenlerine haber vermek üzere Mescid–i Haram'a doğru yola koyuldu.

YASAK SÜRERSE
BİZİM KIYAMIMIZ DA
SÜRECEK
Efendimizle Ebû Talib arasında bu hâdiseler geçerken, Mekke'nin bir başka bölgesinde de Hişam bin Amr ile Züheyr bin Ümeyye, bu boykotu nasıl kaldırabiliriz, onun istişaresini yapıyorlardı. Hişam ile Züheyr kendilerine bu konuda destek verecek başkalarını da buldular. Müşriklerin içinde bu yasağın kalkmasını isteyen ve bunun için gereken her şeyi yapmaya kararlı altı kişi toplandı. Hişam arkadaşlarına dedi ki: "Yarın sabah erkenden Kâbe'ye gideceğiz, orada bu sahifenin yırtılıp, yasağın kalkmasını söyleyeceğiz. Bunu yaparken birbirimizi destekleyeceğiz. Eğer bunu kabul ettiremezsek, o zaman biz de kıyam başlatacağız! Ta boykot kalkana kadar Kâbe'de bu kıyam devam edecek!" Bu karar üzere buluşmak üzere ayrıldılar. Hişam ve arkadaşları sabah erkenden, Kâbe'de toplandılar, insanların da toplanmasını beklediler. Ne zaman ki başta Ebû Cehil ve müşrik önderleri de geldiler, o zaman Züheyr bin Ümeyye ayağa kalkarak Kureyş'e hitaben dedi ki:
"Ey Kureyş! Haşim oğullarına uyguladığımız bu yasak ne zaman kalkacak? Onlar az ilerimizde açlık ve imkânsızlıklar içinde hızla helâka giderken, bizler nasıl yiyip içebiliyoruz? Bu yaptığımız hiç de doğru bir iş değildir. Allah'a yemin ederim ki, şu sahife Kâbe duvarından indirilip yırtılmadıkça ve yasak kalkmadıkça hiçbir yere gitmeyeceğim, kıyamda duracağım…"
Züheyr'in bu çıkışı bir anda soğuk buz etkisi yapmıştı. Kısa bir sessizlikten sonra Ebû Cehil'in sesi işitildi:
"Sen yalancının birisin! Allah'a yemin ederim ki, ne yasak kalkacak, ne de o sahife Kâbe duvarından indirilecek!" Bir gün önce sözleşen altı arkadaştan bir diğeri ayağa kalkarak Ebû Cehil'e cevap verdi:
"Allah'a yemin olsun ki, yalancı sensin! Biz o sahife yazılırken de onun yazılmasına karşı çıkmıştık." Ebû Cehil ve arkadaşları neye uğradıklarına şaşırdılar. Sırasıyla altı kişi de söz aldı ve yasağın kalkması yönünde görüş bildirdi.
Yasağın kalkmasından yana olanlara desteğin artmakta olduğunu gören Ebû Cehil:
"Sizin bu tepkiniz, burada oluşmuş bir tepki değildir. Bu daha önce kendi aranızda kararlaştırdığınız ve bugün uyguladığınız bir harekettir." dedi. Ebû Talib de orada bulunuyordu. Onları sessizce dinledikten sonra ayağa kalktı ve orada bulunanlara şu haberi verdi:
"Yeğenim bana bir haber getirdi. O bugüne kadar hiç yalan söylemedi, onun getirdiği bu habere göre; şu Kâbe'ye asmış olduğunuz sahifede Muhammed ve arkadaşlarının aleyhine yazdığınız maddeleri bir ağaç kurdu kemirmiş. Eğer onun söylediği doğru çıkarsa, bu anlaşma metnini ortadan kaldırın ve bu yanlış kararınızdan vazgeçin. Yok bu boykotta devam ederseniz, Vallahi bizden son bir kişi kalıncaya kadar, sizinle savaşır, gene de onu size teslim etmem. Yok, dedikleri doğru çıkmazsa, onu size kendi ellerimle teslim edeceğim."
Ebû Talib sözünü bitirir bitirmez, o altı kişiden biri olan Mut'im bin Adiy sahifenin asılı olduğu yere gitti ve sahifeyi oradan aldı. Gördükleri karşısında dehşete kapıldılar. Üzerlerine bir korku düştü. Sahifede Allah ism–i celilinden başka hiçbir yazı yoktu.
Küfür ehli küfründen vazgeçer mi? Buna da bir kılıf uydurdular. Ebû Talib'e dönerek:
"Bu da yeğeninin bir başka büyüsüdür!"(1) dediler.
Buna rağmen sahife yırtıldı ve boykot kalktı. Yaklaşık olarak üç yıl süren bu yasağın kalkması mü'minlere bir nefes aldırmıştı.

BOYKOT
YILLARINDAN
BİR ANEKTOD
Haber verilmiştir ki; mü'minler boykot sebebiyle çok sıkıntı çektiler. Bu sıkıntı o boyutlara ulaşmıştı ki, karınlarını doyuracak yiyecekleri olmadığından ağaç yapraklarını yiyerek açlıklarını gideriyorlardı.
Onların bazıları koyunun yaptığını yapıyordu. Koyunun yaptığını yapanlardan biri de Sa'd bin Ebû Vakkas'dı. O günler hakkında Sa'd bin Ebû Vakkas'ın şöyle anlattığı rivayet edilmiştir:
"Çok acıktığım gecelerden birindeydi. Mekke'nin dışına doğru yavaş yavaş yürüyordum ki, ayağım yaş bir şeye bastı. Karanlıkta ne olduğunu görmeden eğilip aldım ve hemen ağzıma attım ve onu yedim. Aradan yıllar geçti, hâlâ o yediğim şeyin ne olduğunu bilmiyorum."
İşte mü'minler bu durumda bulunuyorlardı. Mekke'ye bir ticaret kervanı gelse, bunun haberi mü'minler arasında duyulduğunda, bir mü'min elindeki son imkânını yanına alır ve Mekke'nin merkezinde kurulan pazara giderdi. Tam bir şeyler alacağı zaman müşrikler buna müdahale ederlerdi. Allah düşmanı Ebû Leheb yüksekçe bir şeyin üzerine çıkar, mal satan esnafa şöyle seslenirdi:
"Ey tüccar topluluğu! Muhammed'in ashabına mallarınızı pahalı satınız, onlar mallarınızın ücretlerini ödeyemesinler. Beni tanırsınız, borcuma sadığım. Bu şekilde davranmanızdan dolayı size bir zarar gelmeyecek."
Bu durumda hiçbir tüccar mü'minlere mal satmaz, mü'minler de elleri boş evlerine dönerlerdi. Akşam olunca da tüccarlar Ebû Leheb'in yanına gider, mü'minlere satmadıkları mallardan ettikleri zararları Ebû Leheb'den alırlardı. Ebû Leheb, yeter ki mü'minler sıkıntı çeksinler, açlıktan kırılsınlar diye malını mülkünü bu uğurda feda etmeye hazırdı.(2)

HÜZÜN YILI BAŞLIYOR
HAZRETİ HATİCE'NİN
VEFATI
Boykot kalkmış, mü'minler derin bir nefes almışlardı ki, bu defa da adına "hüzün yılı" denilen yıl başladı. Peygamberliğin onuncu yılına "hüzün yılı" denilmiştir. Hüzün yılı denilmesinin sebebi, bu yılda meydana gelen iki önemli vefat ve bu vefatların ardından Kureyş'in işi iyice azıtarak, işkence ve eziyeti had safhaya ulaştırmasıdır.
Boykotun kalkmasından kısa bir süre sonra Hazreti Hatice validemiz vefat etti. Hazreti Hatice validemiz yeri geldi, Kâinatın Efendisi'ne kol oldu, kanat oldu, koruyucu oldu. O ilk iman edendi. O zenginliğini onun için seferber edendi. Hele boykot yıllarında mü'minlerin ihtiyaçlarını, Hazreti Hatice'nin serveti ile karşılıyorlardı. O en sıkıntı anlarında ona kol kanat germişti.
Hazreti Hatice validemiz vefat ettiği zaman İslâm dini, vefat eden mü'minlerin defin işlemlerini bir kurala bağlamamıştı. Ölü üzerine cenaze namazı kılınmıyordu. Hatice validemizin cenaze namazı da kılınmadı. Hatice validemiz vefat ettiğinde altmış beş yaşındaydı. Kabrini Efendimiz kazdı, bütün gömü işlerini bizzat Efendimiz yaptı. Kainatın Efendisi henüz Hatice'nin yokluğuna alışamamışken amcası Ebû Talib de vefat etti. İki destekçisini kaybetmesi Efendimize çok ağır geldi. Buyurdular ki:
"Şu günlerde ümmet üzerinde toplanan iki musibetten, hangisine çok yanacağımı bilemiyorum."(3)

EBÛ TALİB
ÖLÜM DÖŞEĞİNDE
Hazreti Hatice validemizin vefatından kısa süre sonra Ebû Talib de hastalanır ve yatağa düşer. Rivayetlere göre; Ebû Talib doksan yaşına varmak üzere idi. Yaşı ilerlemişti. Hastalığı sıradan bir hastalık değildi; ecel, kapısına dayanmıştı. Ebû Talib'in ölüm döşeğinde olduğunu duyan Mekkeli müşrikler, ölmeden önce ondan son bir söz almaya ve yardım istemeye karar verdiler. Müşrikler şöyle düşünüyorlardı:
"Hamza ve Ömer Müslüman oldular. Bu ikisi Muhammed'in gücüne güç katıp, bizim işimizi zorlaştırdılar. Ebû Talib de ölüm döşeğinde. Ebû Talib ölmeden bu işe bir çözüm bulmalıyız, yoksa öldükten sonra Muhammed'e yapacağımız her iş için bizi ayıplarlar. Ebû Talib sağken bir şey yapamadılar, o öldü, yeğenine şunları şunları yaptılar, demesinler."
Bu düşüncelerinden dolayı müşriklerin ileri gelenleri toplanarak Ebû Talib'i ziyarete gittiler. Sağlık temennilerinden sonra Ebû Talib'e dediler ki:
"Ey Ebû Talib! Sen bizim reisimiz, büyüğümüzsün. Şunu görüyoruz ki, sana ölüm yaklaşmıştır. Biz senin ölümünden korkuyoruz, sen sağken şu meseleyi halledemedik, öldükten sonra hiç halledemeyiz. Sen şimdi sağken onu çağır, ondan sağlam bir söz al, biz de bir söz verelim. Bundan sonra ne o bizimle uğraşsın, ne de biz onunla." Ebû Talib, Kureyş heyetini dinledikten sonra yeğenine haber salarak, yanına gelmesini istedi. Amcasının davet haberini alan Kâinatın Efendisi, hemen ölüm döşeğindeki Ebû Talib'in yanına vardı. Bir anda kalabalık bir Kureyş topluluğu ile karşılaşan Efendimiz, bu davetin altında bir şeylerin yattığını anlamakta gecikmedi. Ebû Talib, Kureyş heyetinin isteklerini yeğenine anlattı.
"Ey kardeşimin oğlu! Kavminden ne istiyorsun?" dedi. Kâinatın Efendisi
"Kendilerinden bir kelime istiyorum. Eğer söylerlerse, bütün Araplar o kelime sayesinde kendilerine uyacak, bütün acem o kelime sayesinde onlara cizye ödeyecek." dedi. Ebû Talib atılarak:
"Yani tek bir kelime mi?" diye sordu. Efendimiz:
"Evet, amcacığım tek bir kelime. "Lâ ilâhe illallah" diyecekler."
"Tek Allah mı? Biz son dinde bunu işitmedik, bu bir uydurmadır!" dediler. Bunun üzerine şu âyetler indi:
"Sâd. Öğüt veren Kur'an'a yemin ederim ki, küfredenler, (iddia ettiklerinin) aksine bir gurur ve tefrika içindedirler. Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman feryat ettiler. Halbuki artık kurtulma zamanı değildi. Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve kâfirler: "Bu pek yalancı bir sihirbazdır! Tanrıları tek tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir!" dediler. Onlardan ileri gelenler: "Yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur. Son dinde de bunu işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır. Kur'an aramızdan Muhammed'e mi indirildi?" diyerek kalkıp yürüdüler. Belki bunlar Kur'an'ın hakkında şüphe içine düştüler. Hayır! Azabımı henüz tatmadılar."(4)
Müşrikler bu sözü duyunca, her biri çarpılmışa döndü. Hep birlikte ayağa kalktılar ve şöyle dediler:
"Sen bu hâl üzere olduğun müddetçe sana da, senin ilâhına da sövmekten geri durmayacağız. Sen bunca ilâhımızı bir tek ilâh yapmak istiyorsun. Senin işin şaşılacak şeydir!" diyerek Ebû Talib'in evinden hışımla çıktılar. Bu hâdise karşısında Allah Celle Celâluhu, Efendimize şu âyetler ile destek veriyordu:
"Sana emrolunanı açıkça şöyle ve ortak koşanlardan yüz çevir. Seninle alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Onlar Allah ile beraber başka bir tanrı edinenlerdir. (Kimin doğru olduğunu) yakında görecekler. Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını andolsun biliyoruz. Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol."(5)
Allah Celle Celâluhu'nun kurduğu düzende küfrün mantığı hiçbir zaman değişmemiştir. O gün Kureyş kâfirlerinin takındıkları tavrı, 21. yüzyılın müşrikleri de takınmaktadır.
Kureyş ileri gelenleri ayrılıp da amca yeğen baş başa kalınca Ebû Talib şöyle dedi:
"Ey kardeşimin oğlu! Vallahi senin onlara teklif ettiğin şey hiç de haktan ayrı bir şey değildir." Ebû Talib'in bu sözü Efendimizi ümitlendirdi. Acaba son anlarında olan amcası iman edecek miydi?
"Ey amcam! Bari sen şu sözü söyle de, kıyamet günü sana şefaat edeyim, ebedî kurtuluşa erenlerden ol."
"Ey kardeşimin oğlu! Benden sonra sana, ev halkına, amcalarının oğullarına kötü davranılacağı ve Kureyş'in benim ölümden korkarak bunu söylediğimi sanmaları olmasaydı, senin mutlu etmek için söylerdim." Ebû Talib'in bu sözü Efendimizi çok üzmüştü. Ne yaptıysa amcasına kabul ettiremedi.(6)

BEN İŞİTMEDİM
Zaman geçiyor, Ebû Talib kaçınılmaz sona biraz daha yaklaşıyordu. O gün artık son nefeslerini vermek üzere idi. Aile efradı yanına toplanmış, ölümünü bekliyordu. O sırada Ebû Cehil ile Abdullah bin Ebû Ümeyye de çıkageldi. Ebû Talip son anlarını yaşıyor, Efendimiz de başucunda kıvranıyor, iman etmeden ölmesi onu perişan ediyordu. Efendimiz:
"Ey amcam! Şu beşer içinde üzerimde hakkı en fazla olan sensin, bana en çok yardım eden, kol kanat geren sensin. Şüphesiz üzerime babamdan daha çok hakkı olan da sensin. Sen şimdi şu kelimeyi söyle ki, yarın Allah'ın huzurunda sana şefaat edebileyim. Lâ ilâhe illallah…"
Dikkatle Kâinatın Efendisi'ni gözleyen Ebû Cehil hemen müdahale etti:
"Ey Ebû Talib! Sen, Abdülmuttalib'in dininden dönecek misin?" Bir yanda Ebû Cehil ve Abdullah bin Ebû Ümeyye, diğer tarafta Kâinatın Efendisi, ölüm döşeğindeki Ebû Talib'e telkinde bulunuyorlardı. Ebû Talib son sözlerini söylüyordu:
"Ben Abdulmuttalib'in dini üzerindeyim."
Kâinatın Efendisi çok daralmış, bu ana kadar hiç kimsenin iman etmesini bu kadar çok istememişti. Son telkini de yaptıktan sonra ümitsiz bir vaziyette olduğu yere oturdu. Ebû Talib de son nefesini vermek üzere idi. Bütün aile, Ebû Talib'in başucunda bulunuyordu. Kardeşi Abbas, abisinin bir şey söylemek istediğini anladı, kulağını yüzüne yaklaştırdı. Sonra doğruldu ve Efendimize dönerek dedi ki:
"Ey kardeşimin oğlu! Vallahi kardeşim, senin söylemesini istediğin kelimeleri söyledi." Efendimiz ağlıyordu:
"Ben işitmedim."(7)
Ebû Talib ömür defterini bitirdi. Artık Ebû Talib yoktur. Efendimiz oturduğu yerden ayağa kalkarak yatağında cansız yatan Ebû Talib'e seslendi:
"İyi bil, vallahi, yasaklanmadığım müddetçe senin kurtuluşun için istiğfardan geri kalmayacağım!"
Bu sırada şu âyet–i kerime nazil oldu.
"(Resûlüm) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir."(8) Bu âyet Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'ın, amcası Ebu Talib'in İslâm'a girmesini ısrarla istemesi üzerine nazil oldu."(9)

ALLAH'A VE RESÛL'ÜNE
İMAN ETMEYENE
KURTULUŞ YOK
Ebû Talib'in ölümü çok tartışılan bir konudur. İman edip etmediği, yeğenine beslediği sevgi, muhabbet, onu her ne pahasına olursa olsun koruması, İslâm tarihinde çok tartışıldı. Bu tartışmalardan çıkan sonuç, Ebû Talib'in imansız olarak öldüğü yönündedir. İttifaka yakın denilmiştir ki; ne yaparsan yap, nasıl yaşarsan yaşa, eğer iman etmediysen yapacak bir şey yoktur. Allah, Peygamberini evinin içine gönderdi. Bu peygamber senin yeğenin, canın pahasına onu kolluyor ve ona her türlü yardımı yapıyorsun; ama iman etmeye sıra geldi mi, onu yapmıyorsun. Bu şu sıralar çokça gündeme gelen, Hıristiyanların ve Yahudilerin iyileri cennete gidecek mi? Meselesine açıklık getiriyor. Ebû Talib buna çok açık bir örnektir. Hiçbir Hıristiyan ve Yahudi, Ebû Talib kadar iyi olamaz, hiçbir Hıristiyan ve Yahudi Ebû Talib kadar Efendimize yakın olamaz. Allah'a ve Resûl'ü Muhammed'e iman etmeyene kurtuluş yoktur!



köşe

mevlânâ celaleddini rûmî

ŞEYTAN MI TEHLİKELİ,
İNSAN ŞEYTANI MI?
Tâbiînin büyüklerinden meşhur Şa'bî ye sormuşlar:
"İblis'in karısının adı ne idi?" O da cevap vermiş:
"Nikâhlarında bulunmadığım için haberim yok." Şeytanın zürriyetlerind en her biri, insanlardan birine musallat olmuştur. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz sormuşlar:
"Ya Resûlullah! Senin de şeytanın var mı?"
"Benim şeytanım huzurumda Müslüman olmuştur."
"Ya Rabbi! Erkek ve dişi şeytanlardan sana sığınırım" Hadis–i şerifi de bu hususa işaret etmektedir. Bir de insanlardan şeytanlar vardır. Âdem Aleyhisselâm'ın evlâtlarından asıl şeytana tâbi olanlar vardır. Bu insan şeytanları, şeytanlıkta, kötülükte her nevi melânette gerçek şeytanlardan çok daha ileridir, mü'minler için çok daha tehlikelidir. Bazen şeytanın yapamadığı işler olur, şeytan yapamadığı işleri, insan yardımcılarına yani insan şeytanlarına yaptırır.
Milletin ahlâk seviyesinin yerlere sürünmesinin sebebi, bu insan şeytanlarıdır. Denilmiştir ki:
"Hem azgın olan, hem de başkalarını azdıran mahlûka şeytan denilir."
Şeytan ve etrafındaki yardımcılarını küçük görüp hafife almaya gelmez, onlara karşı daima tedbirli olunmalıdır. Şeytan ve şeytanların şerrinden yüce Allah'a sığınmalıdır. Şeytanların şerrinden Allah'a sığınıldığında, şeytanlar defolup giderler. Fakat insan şeytanları Eûzü çekmekle defolup gitmezler. "Gülistan"ın sahibi Şeyh Sa'dî'ye biri sormuş:
"Şeytan mı pis, alçak ve kötüdür yoksa insan şeytanı mı?" Sa'dî şöyle cevap vermiş:
"Ey bana insan şeytanının mı, yoksa gerçek şeytanın mı daha kötü olduğunu soran, sana öyle bir cevap vereceğim ki, kalbinde bununla ilgili hiçbir şüphe ve tereddüt kalmayacak. Şeytan Kur'an okuyanlardan kaçar. Fakat insan şeytanı Mushaf'ı çalar götürür."



Dipnot:
1–"Siret–i İbn Hişam", terc. Hasan Ege, Kahraman Yayınları,
İstanbul 1985, c.2, s.22
2– Siret–i İbn Hişam", a.g.e., c.2, s.23
3– Mustafa Asım Köksal, "İslâm Tarihi",Şamil Yayınevi, c.5, s.50
4– Sad, 38/1–8. Tirmizî, Tefsir, Sa'd (3230)
5– Hicr,15/94–98
6– Mustafa Asım Köksal, a.g.e, c.5, s.54
7– Siret–i İbn Hişam", a.g.e., c.2, s.74
8– Kasas, 28/ 56
9– Müslim, İman 41–42 (25); Tirmizî, Tefsir, Kasas (3187)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt