Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kainatin Efendisi Hz.muhammed(s.a.v.) (1 Kullanıcı)

dereli_06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
25
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Onu Göremeden Geçen Her Gün çok Zor Ey Allah'im Onu öldükten Sonra Görmeyi Biz Müslümanlara Nasip Eyle InşAllah




Allah C.C. Buyuruyor ki:



“Peygambere Allah rahmet eder, melekler de duâ eder. Ey îman edenler, siz de ona teslimiyetle salât ve selâm getirin.” (Ahzab: 56)






Efendimize Tutunmak



M.Yaşar Kandemir



Rabbim gözünüze sağlık ve âfiyet ihsân eylesin. Bir dakika süreyle göremediğinizi ve kimsenin yardımı olmadan yürümeye çalıştığınızı farzediniz. İnsan nasıl da kendini boşlukta hissediyor, tutunacak bir kol arıyor, değil mi?

Esasen şu dünya, gerçekleri göremeyen gözler için bir tür zifirî karanlık...Ve bu karanlıkta yürüyenler, düşmemek için tutunacak bir kola muhtaç...Bizi yaratan ve belli bir süre için bu dünyaya gönderen Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekrem Efendimizin bizim rehberimiz olduğunu bildiriyor, onun koluna yapışmamızı, adımlarımızı onun adımlarına uydurmamızı ve ona kayıtsız şartsız itaat etmemizi emrediyor.

Biz de onun koluna var gücümüzle sarılıyor ve şöyle diyoruz:

Sensin tutunduğumuz dal,

Sensin kokladığımız gül,

Sensin güç aldığımız kol

Koluna kurban olduğum

Nerede Olursanız Olun

Rehberimiz Efendimiz, kendisiyle irtibatı koparmamak için bize şöyle buyuruyor:

Evlerinizi kabirlere, benim kabrimi de bayram yerine çevirmeyiniz.

Bana salâtü selâm getiriniz.

Zira nerede olursanız olun, sizin salâtü selâmınız bana ulaşır (Ebû Dâvûd, Menâsik 97; Elbânî, Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd, I, 571).

Resûl-i Ekrem Efendimiz Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz buyururken bize çok önemli bir şey söylüyor: Yaşadığınız mekânları ölülerin mekânı gibi Kuran sesinden, nâfile namaz neşesinden, zikir ve tesbihten mahrum etmeyiniz. Bana göndereceğiniz salâtü selâmlar ile evinize canlılık getiriniz. Bir de benim kabrimin yanında, sesinizi bana duyurmak çabasıyla gürültü etmeyiniz. Hayatımda huzuruma gelseydiniz nasıl davranacak idiyseniz, Mescid-i Nebevîye geldiğinizde de öyle bir edep içinde bana salâtü selâm getiriniz. Çünkü dünyanın neresinde olursanız olun, göndereceğiniz salâtü selâmlar bana ânında ulaşır.

Evet, Sevgili Efendimizin yukarıdaki hadîs-i şerifinden anlaşılan budur. Ümmetinden biri ona salâtü selâm gönderince, Cenâb-ı Hakkın kendisine can verdiğini ve gönderilen salâtü selâmı aldığını haber veriyor (Ebû Dâvûd, Menâsik 100; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 572).

Şimdilerde cep telefonu saltanatı var. Galiba benden başka herkes bu işin müptelâsı oldu. Birkaç dost bir araya geldiğinde ağız tadıyla sohbet edemiyor. Çünkü herkes ya sevdiğini arıyor veya sevdiği tarafından aranıyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selem de, Oturduğunuz mecliste hiç değilse bir defa da beni arayınız dercesine şöyle buyuruyor:

Bir cemaat oturduğu bir mecliste Allah'ı anmaz

ve peygamberlerine salâtü selâm getirmezlerse,

bu meclis onlar için bir pişmanlık sebebi olur.

Allah dilerse onlara azâb eder, dilerse mağfiret eder (Tirmizî, Daavât 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 484).

Büyüklerimiz konuşmaya besmele, hamdele ve salvele ile başlamak suretiyle bu hadîs-i şerife uygun hareket etme âdetini geliştirmişlerdir. Allah onlardan razı olsun.

Duaya Başlarken

Her şeyin bir usûlü var. Mektup yazmanın, telefon etmenin, telgraf çekmenin, elektronik posta göndermenin.. .Evet, her şeyin bir âdâbı var. Cenâb-ı Hakka niyazda bulunmanın da bir edebi vardır. Bu edebe uymadan yapılan dualar noksandır. Geliniz bu edebi Peygamber Efendimizden öğrenelim:

Asr-ı saâdette, Müslümanlardan biri namazını kılıp bitirdikten sonra ellerini kaldırıp Allahım bana şunu ver, bunu ver diye dua etmeye başladı. Bu durumu gören Peygamber Efendimiz Bu adam acele etti buyurdu. Sonra onu yanına çağırdı ve nasıl dua etmesi gerektiğini öğretti:

Önce Elhamdü lillâhi Rabbil âlemîn diye Allaha hamdetmesi,

ardından da Vessâlâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn gibi bir ifadeyle Allahın Elçisine salâtü selâm getirmesi gerektiğini tembih etti.

Ondan sonra da dilediği şekilde dua edebileceğini söyledi (Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, Daavât 65; Nesâî, Sehv 48). Demekki bir Müslüman duaya başlarken bile Sevgili Efendisine tutunmak, duasının kabul edilmesi için onun bereketini ummak durumundaır.

Câmiye Girerken,

Câmiden Çıkarken

Yüce Rabbimiz, şu dünya gurbetinde, Rehberimiz Efendimiz ile sıkı bir ilişki içinde olmamızı uygun görmüş; ona her fırsatta salâtü selâm göndermemizi emretmiş, Allah ve melekleri Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin" buyurmuştur (Ahzâb 33/56).

Peygamber Efendimiz de bu irtibatın Allahümme salli okuyarak sağlanacağını bildirmiş, bazen bu konuda daha geniş bilgi verdiği olmuştur. Bu bilgilerden biri şöyledir:

Biriniz câmiye girdiğinde Peygambere salâtü selâm getirsin, ardından da Allâhümmeftah lî ebvâbe rahmetik (Allahım! Bana rahmet kapılarını aç) desin.

Câmiden çıkınca yine Peygambere salâtü selâm getirsin, sonra da Allâhümmasımnî mineş şeytânirracîm (Allahım! Beni kovulmuş şeytanın şerrinden koru) desin (İbn Mâce, Mesâcid 13 [Elbânî, Sahîhu Süneni İbni Mâce, I, 129]; İbn Huzeyme (Azamî), es-Sahîh, I, 231; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), I, 395).

Peygamber Efendimiz Cuma gününün önemini belirttikten sonra bu mübarek günde kendisine diğer günlere nispeten daha çok salâtü selâm getirmemizi tavsiye etmiştir (Ebû Dâvûd, Salât 200, 201; İbn Mâce, İkamet 79).

Şu halde Cuma günlerini salavât-ı şerîfe günü haline getirmeli, her fırsatta onun aziz ruhuna salâtü selâmlarımızı sunmalıyız. Zaten Cuma günü bizim bayram günümüzdür. Bayram günlerimizi böylece en güzel şekilde değerlendirmeliyiz.

Devir Hesap Devri

Ticaret adamları her fırsatta hesap yaparlar. Kârlarını ikiye katlamanın yolunu ararlar. Bu hesap işi dünyada da var, âhirette de...Dünyada herkes her zaman hesabını tutturamıyor, ama âhiret endişesi taşıyanlar için hesabını tutturmak daha kolay. Çünkü âhiret için yapılan işlerin asgarî kârı bire on...Bire on sevap kazanma ölçüsü salâtü selâm için de geçerli... Resûl-i Ekrem Efendimiz:

Bana bir defa salâtü selâm getirene Allah Teâlâ on defa rahmet eder buyuruyor (Müslim, Salât 11; Ebû Dâvûd, Salât 36; Tirmizî, Menâkıb 1). Böyle bir sevap yumağı, böyle bir rahmet sağanağı nasıl kaçırılabilir? Öyleyse salavât yumağının ucundan tutmalı, çektikçe çekmeli...

Ne kadar çekmeli?

Bunu sahâbeden Übey ibni Kâb radıyallahu anh Efendimiz aleyhisselâma soruyor:

Sana çok salavât-i şerîfe getiriyorum. Bunu ne kadar yapmalıyım?

Efendimiz ona bir rakam vermiyor. Dilediğin kadar buyuruyor. Ama o bir rakam alabilmek için sormaya devam ediyor: Dualarımın dörtte birini salavât-i şerîfeye ayırsam uygun olur mu?

Nebiyy-i Muhterem Efendimiz yine aynı sözü söylüyor Dilediğin kadar. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için iyi olur.

Aynı soru ve aynı cevap birkaç kere daha tekrarlanıyor. Sonunda Übey ibni Kâb radıyallahu anh meselenin inceliğini kavrıyor ve Duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât-ı şerîfe getirsem nasıl olur? deyince Kâinâtın Efendisi şu cevabı veriyor:

O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar (Tirmizî, Kıyâmet 23; Elbânî, Sahîhut-Tergîb vet-terhîb, II, 294-295, nr.1670).

Gerçek hayat âhiret hayatıdır. Herkes hesabını ona göre yapmalıdır. Sıkıntıları gidermek ve günahları bağışlatmak için daha çok salavât-ı şerîfe getirmelidir.




GÜNÜN HADİSİ
Selman el-Farisi (r.a)'den, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Allah çok hayalı ve çok cömerttir.Kişi O'na ellerini kaldırdığı zaman,onları boş ve nasipsiz olarak çevirmekten haya eder.(Tirmizi,3789)

BAKIP SENİ GÖREN AŞIK
BAŞKA CEMALİ NEYLESİN
DOSTLUĞUNA EREN SADIK
BAŞKA VİSALİ NEYLESİN?

EY TOPRAK CANLI KİŞİ,MUHAMMED'LE AŞKA YOL
HAK'KA ULAŞMAK İÇİN BİLMİYORUM BAŞKA YOL
 

dereli_06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
25
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Levlâke hadisinin kaynağı üzerine



Süleyman Kösmene



Tekirdağ’dan İsmail Karaavcı: “Levlâke kudsî hadisinin kaynağı hakkında bilgi verir misiniz? Kimisi zayıf diyor, kimisi de bu kudsî hadise zayıf diyene akılsız diyor. Bunun ortası yok mudur? Kaynağını araştıran birisi neden akılsız olsun? Bir kudsî hadisin zayıf olma ihtimali nasıl olabilir?”



“Levlâke levlâke Lema halaktü’l-eflâk=Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben âlemi yaratmazdım” sözü İslâm ümmetinin âlimleri ekseriyetince kudsî hadis olarak biliniyor. Bu hadis-i kudsînin kaynakları vardır şüphesiz. Bu hadis-i kudsî, Suyutî’nin El-Leâli’l-Masnûa; Aliyyü’l-Kârî’nin El-Esrâru’l-Merfûa ve diğer bir eseri olan Şerhü’ş-Şifâ; Şevkânî’nin El-Fevâidü’l-Mecmûa; Hâfız Aclunî’nin Keşfü’l-Hafâ; Muhammed Said Zalûl’ün Tahkîk; İmam-ı Nevevî’nin El-Ezkâr adlı eserlerinde kayıtlıdır. Diğer yandan Mevlânâ Câmî, Ahmed-i Cezerî, Mevlânâ Hâlid, İmam-ı Rabbânî, Bedîüzzaman Said Nursî gibi nice İslâm âlimleri bu hadis-i kudsîyi eserlerine alıp tevhid inancına uygun izahlar getirmişlerdir.

Fakat bu hadis-i kudsî, kütüb-ü sitte içerisinde yer almıyor. Günümüzdeki hadis tenkitçileri için hadis diye bilinen bir sözün kütüb-ü sitte içinde yer almaması ise hadis için bir eksiklik teşkil ediyor.

Bu duyarlılığı kınamıyoruz. Kütüb-ü sitte gibi sıhhatinden ümmetçe şüphe edilmeyen ciltlerle hadis kitapları şüphesiz önemli, makbul ve sahih kaynaklardır. Hadis diye bilinen (bilhassa hadis-i kudsî olarak bilinen) bir sözün kütüb-ü sitte içinde yer alıp almadığı hususunda titizlik göstermeyi doğru algılayabiliyoruz. Bu konuda titizlik gösteren insanları akılsız olarak itham etmek şüphesiz doğru bir üslûp değildir. Buna katılamayız.

Fakat amelî hüküm ihtiva etmeyen, ümmeti yanlış amel etmeye yönlendirmeyen, tevhid ve iman esaslarına da aykırılık taşımayan bir hadîs için, kütüb-ü sitte içerisinde yer almıyor diye eleştiri dozunu şiddetlendirmeyi ve ortalığı tozu dumana katmayı da fazla abartılı buluyoruz.

O halde önce üslûbumuzu düzeltmemiz gerekiyor. Ne bu hadis-i kudsîye, kütüb-ü sitte içerisinde yer almıyor diye hücum edelim, ne de bu hadis-i kudsî için kaynak soruşturması yapanları akılsızlıkla itham edelim!

Bunun orta yolu vardır. Orta yolu şudur: Ümmet ilk asırlardan beri bu hadis-i kudsîye nasıl yaklaşmış? Ve ümmet bu yaklaşımıyla sapık yollara girmiş mi? Hadis-i kudsî diye bilinen bu söz, ümmetin istikametini bozmuş mu? Bunlara bakılmalıdır.

Ümmet bu hadis-i kudsîye nasıl bakmış ise, bizim de o pencereden bakmamızda hiçbir sakınca yoktur.

Bir defa şiddetli hadis tenkitçileri bin dört yüz yıldan beri hep var olagelmiştir. Bu tenkitçilerin çoğundan bu hadis senet itibariyle olmasa da, mânâ itibariyle geçer not almıştır. Yani bu hadîse mânâ olarak ilişen bir tenkitçi olmamıştır. Hadis tenkitçileri bu hadîsin kuvvetli bir senedi olmadığı konusunda birleşmişlerse de, bu hadîsi mânâ olarak doğrulayan ve senedi de kuvvetli olan başka hadisler ve hatta âyetlerin de bulunması bu hadîsi temize çıkarmaya yetmiştir.

Meselâ, Kur’ân, Hazret-i Muhammed (asm) için, “Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn”1 buyuruyor. Şimdi düşünelim: “Âlemîn” ne demektir? Kâinât demek değil midir? Eflâk demek değil midir? “Âlemîn” sözcüğü yerine “kâinât”ı koyduğumuzda bu âyetin mânâsı: “Biz seni kâinâta rahmet olmasaydın göndermezdik!” olmaz mı? Bu âyet ile, “Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben âlemi yaratmazdım” sözü arasında mânâca neredeyse örtüşme yok mudur?

Peki mânâsı bu denli kuvvetli bir hadis-i kudsî, kütüb-ü sitte içinde kaydedilmemiş olabilir mi? Olabilir. Görüldüğü gibi olmuştur! Kim bilir, ilk dönemlerde, çok yaygın olarak bilinen bir hadis-i kudsî olduğu için rivayet zinciri önemsenerek kaydedilmemiş; bu yüzden de, sonradan şiddetli usûller ortaya koyan kütüb-i sitte imamları tarafından ayıklanmış olabilir. Ne var ki, hiçbir kütüb-ü sitte imamı, sahih hadislerin sadece kendi kitaplarında yer alan hadislerden ibaret olduğu iddiasında bulunmamıştır!

Bu hadis-i kudsînin, tevhid inancı çerçevesinde hiç kimsenin reddedemeyeceği izahlarını ise Risâle-i Nur’un değişik risâlelerinde bulmak mümkündür. O halde bu hadis-i kudsîyi; kütüb-ü sittede kayıtlı olup olmadığına bakmaksızın, Risâle-i Nur’un izahları çerçevesinde anlamanın imanımıza tahkik kazandıran önemli bir boyuta sahip olduğu unutulmamalı; şekil üzerinde durmayıp, mânâ ile kifayet edilmelidir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt