devamı..
Mali Hâkimiyet
Daha önce tartışıldığı üzere, sermaye birikiminin kesin köklü küresel gereklilikleri var. İlk olarak burada ana hatlarıyla belirtilmesi gereken dünya finans sistemidir.
Hiçbir konu Dünya Mali Sistemi kadar az anlaşılmamaktadır. İlk olarak pound sterlin ve şimdi ABD doları egemen yönetimin hem sembolü hem de gerçekliği olan dünya ticaret sistemini egemenliği altına aldı. Bu karışık bir sistem olmayıp, bu kısa yazıyı okuyanların hepsi tarafından açıkça anlaşılmalıdır.
1844 yılında, İngilizler ilk Dünya merkez bankasını ve dünyanın ilk uluslararası döviz sistemini kurdu. Özünde, bir pound bir altın değerindeydi. Önemli olan İngiltere Bankasının sterlin ile ticaret yapan herkese teminat vermesiydi.
Bu İngiltere Merkez Bankası’nın yeterli altın rezervlerini bulundurmak zorunda olması, böylece bir kriz sırasında sterline güvenin muhafaza edilmesi için her zaman yeterli rezervlere sahip olması demekti. Fakat bu her şeyin üzerinde Britanya’nın ticaretini kesin olarak dengelenmek zorunda olduğu anlamına geliyordu. Merkez bankasına sürekli bir altın akışı olabilmesi için ithal ettiğinden fazlasını ihraç etmesi gerekiyordu.
Britanya için sonuç yüzyıllarca yıl dünya ticaretinin tam merkez noktası ve Londra iktidar sınıflarının büyük mali kazançlar getiren dünya para pazarlarının merkezi olmasıydı.
Bu büyük yapı 1914–1918 savaşı boyunca yıkılmaya başladı. Savaş uzun süre ve herkesin tahmin ettiğinden çok daha yoğun biçimde devam etti ve Britanya savaşının ihtiyaçları Amerikalılar tarafından karşılandı. Ve İngiliz Hazine Dairesi 1920’lerdeki altın standardına dönmek için çok uğraşmasına rağmen, Britanya hâkim pozisyonundan düştü. Savaş bundan sonra Britanya’yı Emperyal hırs anlamında zayıflattı. Askeri alandaki aşırılık bir zamanlar yenilemez durumdakileri çok kısa zamanda yıktı.
ABD ve Dünya Doları
1944’teki Bretton Woods anlaşmasında ABD açıkça dünya finansörü olarak ön plana çıktı. Çok basitçe, ABD Doları belirli miktardaki altına eşitlenmişti. Bu sistem mali kontrol sistemi olarak dünyadaki tüm ülkelerde uygulanmıştı.
Sonra, 1971’de ABD tek taraflı olarak altın standardını bırakıp dolar ve diğer tüm ülkelerin dövizlerinin dünya para piyasalarına akmasına izin verme kararı aldı. Akmak basitçe bir dövizin diğeri üzerindeki değerine karar veren talep ve arz anlamına gelmekteydi. ABD doları beklendik bir şekilde zirvede kaldı.
Fakat bundan sonra ABD’nin New York’taki merkez bankasında altına ihtiyacı kalmadı ve bu da dünya meselelerinde ilk kez paranın giriş ve çıkışını destekleme zorunluluğu olmadığı anlamına geliyordu. 1971’den itibaren bir ülke çok fazla ABD doları kazandığında, ABD Hazinesi açıkça ABD Hazine Bonosu teklif etti ve böylece fazla dolarlar bono ile değiştirilecekti. Diğer ülkelerin çoğu, şüphesiz, ihracat ve ithalat arasındaki ödemelerini dengelemeliydi ve eğer bunu yapmazlarsa borç almaya zorlanıyorlardı.
ABD bundan sonra yurtdışına ihraç ettiklerinden kazandığının çok daha fazlasını harcayabilirdi. Aslında, bu ve diğer ülkelerin ithal ürünlerin ödemelerinde kullandığı doların sayesinde ABD herhangi bir ülke ile savaşa gidebilecek durumdaydı. Hepimiz Amerika’nın yurtdışı aşırı harcamalarını karşılıyoruz.
Daha basit anlatmak gerekirse, daha çok 100.000 dolar kazanıp, 150.000 dolarını harcamışım sonra bono ile ilave 50.000 dolar almışım ve tekrar harcamışım gibi. Oldukça sıra dışı bir sistem ve bu şu anki ABD İmparatorluğunun zayıf noktası olabilir.
Küresel ölçekte finans sistemi beklendik bir şekilde günümüzün büyük gücünün menfaatleri doğrultusunda düzenlenmiştir. Yirmi birinci yüzyılın başında derin bir istikrarsız durum içerisindeyiz ki bununla ABD tek başına ihraç ettiğinden çok daha fazlasını ithal edebilir ve böylece ürettiğinden çok daha fazlasını tüketebilir. Bazı yüzeysel gözlemciler daha zayıf ekonomileri ABD ekonomisine ithal etmesine izin verdiği için bunu büyük bir kazanç olarak savunuyorlar. Bu tartışmalar dünya finans siteminin ilelebet şimdiki gibi olacağını varsayıyor. Fakat daha önce gördüğümüz gibi her zaman böyle olmayacak.
Çin ya da bir grup ülkeler kendi para birimlerinde ticaret yapmaya karar verirlerse, ABD Hazine Bonolarını satarak ABD ekonomisinde ani bir kaos yaratırlar ve böylece büyük yapının tümünü devirirler. Ben yazarken aynı zamanda bu gibi fikirler mülahaza ediliyor.
Emperyalizm ve Serbest Ticaret
Ticaret ve denizaşırı yatırım Emperyal panteonunun anahtar prensipleri ve dünya ölçeğindeki Kapitalist birikiminin temel taşlarıdır. Egemen Emperyal ülkeler her zaman serbest ticaretin herkesin yararına olduğunu savundular ve güçleri ile bu fikirleri daha zayıf ekonomilere empose ettiler.
Bu yazının okurları bahsi geçen iddiaların yanlış olduğu yönündeki fikirlerimi duyduklarında şaşırmayacaklardır. Bu iddialar yanlış olarak bilinmektedir. Öte taraftan en güçlü kuruluşlar bile bugün bu iddiaları öne sürmektedir.
Tüm büyük güçler bugün istisna olmaksızın endüstriyel güç üslerini gümrük duvarları arkasında geliştirdiler. Japonlar 1860’larda 40 yılllığına kendilerini dünya ticaretinden ve Emerperyal güçlerden kestiler, Atlantik boyunca ulaşım masraflarından dolayı Amerikalılar kendi sanayilerini kendi ülkelerinde geliştirme avantajına sahip oldular ve 1945’lere kadar serbest ticaret için sınırlarını açmadılar. Almanlar ise 1870’teki birleşmeden sonra kendilerini bilinçli olarak korudu vs... Almanların ve Amerikalıların zamanında koruyucu engelleri savunan kendi kuramcıları vardı, Frederick List ve Daniel Raymond.
Bu gerçekten oldukça basit: büyük ülkeler kendi sanayilerini en son teknolojiyi kullanarak geliştirdikleri zaman ve daha zayıf olan ülkelerin sanayileri onlarla yarışamayacak durumdayken serbest ticareti savunmaya başladı.
İddialar açık bir şekilde iki taraflı. Birçok zayıf ekonomi bu yola zorlanırken hem AB hem de ABD çiftlik ürünlerinde serbest ticarete geçmekte başarısız oldu.
Bugün en güçlü uluslararası kuruluşların, Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü, hepsi serbest ticaret yönündeki tezlerini arz etmektedir. Bu kuruluşların arkasında destek var. Bir kez bir ülke ödemeler dengesinde güçlüğe düşürse, ödünç verme politikaları zayıf ülkelerin serbest ticarete açılmasına bağlıdır.
Kanıtlar dikkat çekici. İddia şu şekildedir: eğer ekonomini serbest ticarete açarsan ekonomin büyüyecek. 1960larda ve 1970lerde birçok ülke korumacılığın birçok formuna sahipken, dünya ekonomisi yüzde üç büyüdü ve dünyadaki tüm bölgeler yüzde ikilere üçlere yükseldi.
1980lerde ve 1990larda serbest ticaret politikaları tutmaya başladığında, dünya büyümesi yüzde iki düştü ve dünyanın güçsüz bölgeleri daha da geriledi. Latin Amerika yüzde 0,6, Afrika kıtası yüzde 0,7, Orta Doğu yüzde 0,2 büyüdü. Birçok zayıf ülke ve dünyanın zayıf bölgeleri için serbest ticaret bir felaketti.
Serbest ticaret argümanı uzun yıllar daha bizimle birlikte olacak. Bu argümanlar dünya çapında önemlidir. Beklenildiği gibi, son yirmi beş yıldır düzenli yıllık büyüme açısından en başarılı ülke Çin oldu. Yine aynı şekilde bizi şaşırtmayan Çin’in ödemelerdeki olumlu dengesi oldu ve böylece sınırlarını açmak için baskı yapılamadı ve zamanın büyük Emperyal güçlerinin kurallarını takip etmedi.
Son olarak TRIPS’i tanıtmama izin verin. TRIPS tam anlamıyla mülkiyetin yeni bir formudur ve açılımı Trade Related Intellectual Property’dir (Ticaret Bağlantılı Fikri Mülkiyet). Yazılarda telif hakkı uyarılarını farkedersiniz. Yazarlar uzun zamandan beri dünya çapında patent yasalarında tanınmışlardır.
Patent yasaları geniş bir şekilde dijital dünyayı kapsamışlardır ve dijital endüstriyi korumaktadır. Satın aldığınız bir yazılımı ödünç veremez ya da birine veremezsiniz. Kesinlikle satamazsınız da. Şüphesiz TRIPS birçok insanının yasadışı hareket etmesine yol açtı ve dijital dünyanın üretimini tekelleştirmek için tasarlandı. Tıp dünyasının ve ilaçların tekeli hemen arkasından geliyor. Bunlar çoğunlukla Amerikan endüstrisi.
Serbest ticaret yoksullar için; çok açık bir şekilde TRIPS örneğinde olduğu gibi zenginler kendi menfaatlerine olduğunu fark ettiğinde tekelleştiriyorlar.