“Ey resulüm eğer tebliğ görevini yapmazsan, peygamberlik görevini yapmamış olursun” ayetini ölçü alarak biz tebliğ vazifemizi her ortamda yapmalıyız. Ama bir kişi de “küfrünü” bir meziyet olarak sunuyor ve İslam’ın nurunu söndürmek gayreti içindeyse ona kafir demek bir ilahî emri yerine getirmektir, dolayısıyla da ibadettir...
Diyalog ve diyaloğun altyapı çalışmaları bütün hızıyla devam ediyor.
Böyle olunca da, diyaloğun önündeki en ciddi engel olan “sağlam iman” hedef tahtasına konmuş vaziyette.
Diyaloğun planlanan zamanda hedeflenen noktaya varabilmesi için, önündeki engellerin bir bir temizlenmesi lazım.
Bunun için de ilk iş, Müslümanların imanı hassasiyetini laçkalaştırmak, “ateşe düşmek” ya da “gökten düşüp paramparça olmaya denk” kabul edilen imandan sonra küfre düşmenin, öyle korkulacak bir şey olmadığına Müslümanları inandırmak için her yol deneniyor.
Bugün yapılan budur.
“Köre kör demek nasıl eziyet edici bir söz ise, kafire kafir demek de bu ölçüde eziyet verici sözdür.”
Bu çok özel fikrin sahibi Said–i Nursî/Nurköylü Said’dir.
Böylesi sakat bir mantık kuramını aklının ucundan hiç kimse geçirmemiştir sanırım.
Körlük bir hastalık.
Körlük bir nakısa, noksanlık değildir.
Allah bir insanı kör olarak da ana rahminden dünyaya gönderebilir, daha sonra da kör olabilir kişi.
Bu hal mahşerde kişinin ya günahlarına kefarettir, ya da sevabının ziyadesine vesiledir.
Hz. Peygambere (as) ait olan şu söz çok anlamlıdır; “Bir organ bedenden bir sebebe binaen ayrılırsa, o organ direk cennete gider. Cennete giden o organ vücudun diğer kısmını da Cenab–ı Hakk’tan ister.”
Yani, ameliyatla, bir hastalık sonucu vücudumuzdan kopan göz dünyada bizi kör yapsa da öte alemde Allah’ı görmemize sebeptir.
Böylesi körlük bir nakısa değil, bir şereftir.
Bir Allah dostunun; “eğer bu gözler öte alemde Allah’ı görmeyecekse, bu dünyayı da varsın görmesin. Ama eğer öte alemde Allah’ı görecekse, bu dünyanın yalan süslerine bakıp da niye yıpransın” sözünü de kaydedelim.
Küfür aslında en büyük körlüktür.
Hakkı–hakikati görmemekten daha büyük bir körlük olur mu?
Bizden istenen de bu körlüğü ifade etmemek midir yoksa?
Allah Kur’an–ı Kerim’inde, yaklaşık 350 ayette “küfür” kelimesini değişik kalıplarda kullanıyor; (kefer–kafirun–kafirûne–yekfurûne...gibi).
Buna karşılık küfrün zıddı olan “iman” kelimesi de aynı şekilde, değişik kalıplarda yaklaşık 550 ayette geçmektedir (âmen–âminû–âminûn–yu’minûn...gibi).
Peki Allah’ın Kur’an’da 350 yerde kullandığı “küfür” kelimesini bir Müslüman’ın kullanmasında niye sakınca olsun ki?
Yarattığı varlık olan insanın, onurunun incineceğini hiç mi düşünmedi Cenab–ı Hak?
Bunun yanında, diyalogcuların can simidi gibi önce tahrif edip sonra da sarıldıkları Kâfirûn Sûresi bir emir cümlesiyle başlıyor.
“KUL!”
Manası?
Söyle!
Kim emrediyor?
Allah!
Kime emrediyor?
Peygamber’e!
Neyi emrediyor?
“(Ey Resulüm!) De ki!: ‘Ey kafirler!’...”
Ve sure iman ile küfrün arasını tarihin hiçbir döneminde değişmeyecek kesin ölçülerle ayırıyor.
1, 2. (Resûlüm!) De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam.
3. Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz.
4. Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim.
5. Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz.
6. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.
Çarpıtılan 6. ayeti daha önce açıklamıştım ama yine de yazayım.
Ayette geçen “sizin dininiz size benim dinim bana” kısmına İslam alimleri tarafından verilen manalardan birkaçı:
a– “İstediğiniz gibi ibadet edin” anlamında bir tehdittir.
b– Ben sizi hak olan dine davet ediyorum. Madem kabul etmiyorsunuz, beni rahat bırakın da şirke davet etmeyin.
c– Dininiz sizin olsun. Eğer helak olmakta bir hayır umuyorsanız ona sarılın. Ben dinimi bırakmam.
d– Buradaki “din” kelimesi karşılık/ceza manasınadır. Yani sizin cezanız size, benim mükafatım/cezam da bana. Önceki dört ayeti, hatta beş ayeti de diyebiliriz, göz önüne aldığımızda, son ayetin “sizin dininiz de hak, benim dinim de” gibi bir manaya gelemeyeceğini mümin olan çok kolay anlar.
Peki Kur’an’da 350 ayette “kafir” kelimesini kullanan ve peygamberi Hz. Muhammed’e (as) kafirlere “De ki ey kafirler!” diye hitap et emreden Allah değil mi?
Abdestin farziyeti bir ayetle sabittir.
“Ey iman edenler, (abdestsiz iken) namaz kılmaya kalkışırsanız...”
Başka bir ayete gerek olmadan biz abdestin farz olduğuna iman ederiz.
Bu da onun gibidir.
Yani “Ey resulüm de ki!; Ey kafirler!..” bu da mutlak emirdir ve kafire kafir demek Allah’ın emridir.
Peki biz bugün çıkıp böyle bir şey mi yapacağız?
Hayır!
Biz küfrün batağına saplanmış insana hakkı ve hakikati anlatıp, onu o bataktan kurtarmakla görevliyiz.
“Ey resulüm eğer tebliğ görevini yapmazsan, peygamberlik görevini yapmamış olursun” ayetini ölçü alarak biz tebliğ vazifemizi her ortamda yapmalıyız. Ama bir kişi de “küfrünü” bir meziyet olarak sunuyor ve İslam’ın nurunu söndürmek gayreti içindeyse ona kafir demek bir ilahî emri yerine getirmektir, dolayısıyla da ibadettir.
Diyalog ve diyaloğun altyapı çalışmaları bütün hızıyla devam ediyor.
Böyle olunca da, diyaloğun önündeki en ciddi engel olan “sağlam iman” hedef tahtasına konmuş vaziyette.
Diyaloğun planlanan zamanda hedeflenen noktaya varabilmesi için, önündeki engellerin bir bir temizlenmesi lazım.
Bunun için de ilk iş, Müslümanların imanı hassasiyetini laçkalaştırmak, “ateşe düşmek” ya da “gökten düşüp paramparça olmaya denk” kabul edilen imandan sonra küfre düşmenin, öyle korkulacak bir şey olmadığına Müslümanları inandırmak için her yol deneniyor.
Bugün yapılan budur.
“Köre kör demek nasıl eziyet edici bir söz ise, kafire kafir demek de bu ölçüde eziyet verici sözdür.”
Bu çok özel fikrin sahibi Said–i Nursî/Nurköylü Said’dir.
Böylesi sakat bir mantık kuramını aklının ucundan hiç kimse geçirmemiştir sanırım.
Körlük bir hastalık.
Körlük bir nakısa, noksanlık değildir.
Allah bir insanı kör olarak da ana rahminden dünyaya gönderebilir, daha sonra da kör olabilir kişi.
Bu hal mahşerde kişinin ya günahlarına kefarettir, ya da sevabının ziyadesine vesiledir.
Hz. Peygambere (as) ait olan şu söz çok anlamlıdır; “Bir organ bedenden bir sebebe binaen ayrılırsa, o organ direk cennete gider. Cennete giden o organ vücudun diğer kısmını da Cenab–ı Hakk’tan ister.”
Yani, ameliyatla, bir hastalık sonucu vücudumuzdan kopan göz dünyada bizi kör yapsa da öte alemde Allah’ı görmemize sebeptir.
Böylesi körlük bir nakısa değil, bir şereftir.
Bir Allah dostunun; “eğer bu gözler öte alemde Allah’ı görmeyecekse, bu dünyayı da varsın görmesin. Ama eğer öte alemde Allah’ı görecekse, bu dünyanın yalan süslerine bakıp da niye yıpransın” sözünü de kaydedelim.
Küfür aslında en büyük körlüktür.
Hakkı–hakikati görmemekten daha büyük bir körlük olur mu?
Bizden istenen de bu körlüğü ifade etmemek midir yoksa?
Allah Kur’an–ı Kerim’inde, yaklaşık 350 ayette “küfür” kelimesini değişik kalıplarda kullanıyor; (kefer–kafirun–kafirûne–yekfurûne...gibi).
Buna karşılık küfrün zıddı olan “iman” kelimesi de aynı şekilde, değişik kalıplarda yaklaşık 550 ayette geçmektedir (âmen–âminû–âminûn–yu’minûn...gibi).
Peki Allah’ın Kur’an’da 350 yerde kullandığı “küfür” kelimesini bir Müslüman’ın kullanmasında niye sakınca olsun ki?
Yarattığı varlık olan insanın, onurunun incineceğini hiç mi düşünmedi Cenab–ı Hak?
Bunun yanında, diyalogcuların can simidi gibi önce tahrif edip sonra da sarıldıkları Kâfirûn Sûresi bir emir cümlesiyle başlıyor.
“KUL!”
Manası?
Söyle!
Kim emrediyor?
Allah!
Kime emrediyor?
Peygamber’e!
Neyi emrediyor?
“(Ey Resulüm!) De ki!: ‘Ey kafirler!’...”
Ve sure iman ile küfrün arasını tarihin hiçbir döneminde değişmeyecek kesin ölçülerle ayırıyor.
1, 2. (Resûlüm!) De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam.
3. Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz.
4. Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim.
5. Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz.
6. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.
Çarpıtılan 6. ayeti daha önce açıklamıştım ama yine de yazayım.
Ayette geçen “sizin dininiz size benim dinim bana” kısmına İslam alimleri tarafından verilen manalardan birkaçı:
a– “İstediğiniz gibi ibadet edin” anlamında bir tehdittir.
b– Ben sizi hak olan dine davet ediyorum. Madem kabul etmiyorsunuz, beni rahat bırakın da şirke davet etmeyin.
c– Dininiz sizin olsun. Eğer helak olmakta bir hayır umuyorsanız ona sarılın. Ben dinimi bırakmam.
d– Buradaki “din” kelimesi karşılık/ceza manasınadır. Yani sizin cezanız size, benim mükafatım/cezam da bana. Önceki dört ayeti, hatta beş ayeti de diyebiliriz, göz önüne aldığımızda, son ayetin “sizin dininiz de hak, benim dinim de” gibi bir manaya gelemeyeceğini mümin olan çok kolay anlar.
Peki Kur’an’da 350 ayette “kafir” kelimesini kullanan ve peygamberi Hz. Muhammed’e (as) kafirlere “De ki ey kafirler!” diye hitap et emreden Allah değil mi?
Abdestin farziyeti bir ayetle sabittir.
“Ey iman edenler, (abdestsiz iken) namaz kılmaya kalkışırsanız...”
Başka bir ayete gerek olmadan biz abdestin farz olduğuna iman ederiz.
Bu da onun gibidir.
Yani “Ey resulüm de ki!; Ey kafirler!..” bu da mutlak emirdir ve kafire kafir demek Allah’ın emridir.
Peki biz bugün çıkıp böyle bir şey mi yapacağız?
Hayır!
Biz küfrün batağına saplanmış insana hakkı ve hakikati anlatıp, onu o bataktan kurtarmakla görevliyiz.
“Ey resulüm eğer tebliğ görevini yapmazsan, peygamberlik görevini yapmamış olursun” ayetini ölçü alarak biz tebliğ vazifemizi her ortamda yapmalıyız. Ama bir kişi de “küfrünü” bir meziyet olarak sunuyor ve İslam’ın nurunu söndürmek gayreti içindeyse ona kafir demek bir ilahî emri yerine getirmektir, dolayısıyla da ibadettir.