Kalbi birbirlerinde atmayanlar, zihinlerin güvenilmez ve gevşek zemininde fazla yol alamazlar. Kalplerinin frekanslarını çözemeyenler, zihinlerin şifre çözücülerinden medet ummasınlar. Dost kafa ve zihin ile kazanılmaz; dost, kalp ile kazanılır. Bir kalp kazanmak için ise aynı cinsten bir kıymetten başkası verilmez. Kalbin alışverişi kalple yapılır. Kalbini vermeyen başkasının kalbini alamaz.
Bir çoban sürüsünü otlatırken, bir kurt sürüden koyun kaptı. Çoban kurdun peşine düştü ve koyunu ondan kurtardı. Ancak kurt, çobana dönüp baktı ve şunu söyledi: “Bu koyunları benden başka çobanın olmadığı gün kim kurtaracak?” Orada bulunanlar “Olur mu öyle şey, hiç kurt konuşur mu?” diye itiraz edecek oldular. Peygamber Efendimiz bunun üzerine: “Ben, Ebubekir ve Ömer buna inanırız” dedi. Yine bir zaman adamın birisi ineğinin üzerine bindi. İnek adama dönüp: “Ben bunun için yaratılmadım, ben çift sürmek için yaratıldım” dedi. Orada bulunanlar “Olur mu öyle şey, hiç inek konuşur mu?” diye itiraz edecek oldular. Peygamber Efendimiz bunun üzerine: “Ben, Ebubekir ve Ömer buna inanırız” dedi. Halbuki iki olayda da Ebubekir ve Ömer orada değillerdi.
Buhari ve Müslim’de geçen bu hadis, herkesin kafa dengi aradığı ve fakat kafa karışıklığından fena halde muzdarip olduğu için bir türlü hakiki dostlar bulamadığı bir zamanın insanlarına ne anlatır? Ne anlatırsa anlatsın biz evvela böyle dostluklar dileyelim Rabbimizden. Rabbimiz bize böyle dostluklar kurmayı ve böyle gönlünden, kalbinden emin olduğumuz dostlar bulmayı nasip etsin. Ve yine Rabbimiz gıyabımızda inancımıza, gönlümüze ve kalbimize kefil dostlara bizi dost eylesin.
Kalbe ve gönle kefil dostlar bulmak ne büyük bahttır. Kalbin ve gönlün frekanslarının aynı merkezlerden alındığı ve aynı yerlere salındığı bir dostluk ikliminde yaşamak ne büyük devlettir. Herkes bu devlete erişemez. Bu devlet ancak böyle bir dostluk iklimini her şeyin ötesinde görenlere verilir. Bu ise önce niyet, sonra da o dostluğa liyakat gerektirir. Dost arayan dost olmayı bilmelidir. Dostluğun safasını sürenler, dostlarına cefa ile bâr değil vefa ile yâr olanlardır. O yüzden “ben, ben” diyen dost bulamaz, dost olamaz.
Dost, “sen, sen” diyeni arar. Ne “sen”, “ben”dir, ne de “ben” “sen”; dosttur, dostluktur aslolan. Dostluk, bir manadır ki kokusu da, neşvesi de cennettendir. Evet, hakiki dostluk bir cennet manasıdır ki onu bu denî dünyanın ne serveti, ne ömrü ne de vüsati kaldırabilir. Dostluk bir kalp kıvamıdır. O kıvama zihin de akıl da ermekten acizdir. Dolayısıyla dostlar öncelikle kafa dengi değil, kalp dengidirler. Kalbi birbirlerinde atmayanlar, zihinlerin güvenilmez ve gevşek zemininde fazla yol alamazlar. Kalplerinin frekanslarını çözemeyenler, zihinlerin şifre çözücülerinden medet ummasınlar. Dost kafa ve zihin ile kazanılmaz; dost, kalp ile kazanılır. Bir kalp kazanmak için ise aynı cinsten bir kıymetten başkası verilmez. Kalbin alışverişi kalple yapılır. Kalbini vermeyen başkasının kalbini alamaz.
Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Dostların yöneldiği yön dostlarının kalplerinden başka neresidir? Dostlar kalpleri ile birbirlerine yönelmiş olanlardır. Bu zamanla zihin birliğini de getirir, çünkü kalp merkezdir, esastır. Önce kalp inanır, önce kalp tereddüt eder. Kalp kumandandır; nereye yönelirse zihin askeri oraya üşüşür. Birbirlerine kalplerini açacak kadar birbirlerini sevenler, gün gelir zihinlerinin de aynı şekilde işlediğini, gözlerinin aynı yere bakıp ışıdığını görürler. Önce hayret, sonra hamd eder ve böylece daha dünyada iken sonsuz zevklerin iklimine girerler.
Kalbe ve gönle kefil dostlar, sadece beraberliklerinde değil, gıyaplarında da birbirleri ile yaşayanlardır. Onlar dostları ile yaşar, dostları ile susar ve dostları ile kanarlar. Dost der, dostla dost olur, dost içer, dost solurlar, çünkü onlar bilirler ki dostluğun yolu Hakiki Dost’a giden yolun bizatihi kendisidir.
Burada dost olamayan ya da bulamayan En Yüce Dost ile nasıl dost olur? Fanileri sevemeyen, Baki’ye nasıl yol bulur, meğerki yol Baki’den gele… Gerçek dostlar dostlarını yanlarındayken de özleyenlerdir.
“Sana senin yanında bile hasretim Efendim” ifadesi bunu anlatır. Onlar sadece hayatlarında değil, ölümlerinden sonra bile dostlarının hasreti ile yaşarlar. Mesela böyle bir dost ölür gider, vasiyeti açılır, çocukları “felanca dostlarım olmadan beni gömmeyin” diye bir yazı bulur. En yakınların dahi bilmediği, çünkü menfaatin karışmadığı, sadece Hakiki Dost’a dostluk icin dostluk yapmış, o yüzden de hiç ortalarda gözükmemiş o dostlar çıkar gelir, son vazifelerini yapar ve dostlarını defnederler. Dost, kabrinde huzuru dostlarının eli ile gömülmekte görendir. Yine böyle bir dost vefat eder mesela, defnedilir. İlk günler iyidir, herkes gelir, gider, ziyaretçisi eksik olmaz kabrin. Ya sonra? Herkes terk eder, ama dost terk etmez. Onun başka bir sezdiği vardır. Zaten öyle olduğu için, kimsenin sezemediğini sezdiği için de dosttur ya.
Evet, herkes çeker gider ama dost dostunu bırakmaz. Tam kırk gün aynı saatte dostunun kabrine ziyarete gider. Orada öyle sessizce oturur, ama gönülden kim bilir neler konuşur? Kırk gün sonra ziyaretten kalkarken döner ve şöyle der: “Dostum, işte kırk gün geçti. Ben duydum ki insan kırk günde her yere alışırmış. Sen de yerine alıştın herhalde. Artık bana müsaade eder misin? Yine gelirim, merak etme ama daha seyrek… Seni yeni yerinde rahat bırakmak gerek…” ‘Cenabı Hak bana cennet nasip ederse, girmeden önce kapıdan bir bakacağım. Felanca abim, filanca kardeşim ve dostlarım oradalar mı? Eğer oradalarsa gireceğim, yoklarsa ‘Ya Rab onlar neredelerse beni de oraya koy’ diye yalvaracağım.”
Dost, dostunun kabrindeki rahatını dert edinendir. Böyle dostlar gider de herkes onları öldü bilir, ama onlar bilinmedik bir zamanda, bilinmedik mekanlarda buluşmaya devam ederler.
Dünyada yaptıkları güzel dostlukların hatırına belki de, önden giden, sonradan geleni bilinmedik bir şekilde, bilinmedik bir yerde hoş amedi ile karşılar. Yeni gelenle hasret giderilir, terk edilen yerde kalanlar sorulur. Gelmeyene hayırlar dilenir, “o çoktan gelmiş olmalıydı” denilene ise ah vah çekilir. Dost ötede bile dostunu bırakmayandır.
Dost dediğin dostuna öyle düşkündür ki sınırları aşma pahasına mesela şöyle demekten kendini alamaz: ‘Cenabı Hak bana cennet nasip ederse, girmeden önce kapıdan bir bakacağım. Felanca abim, filanca kardeşim ve dostlarım oradalar mı? Eğer oradalarsa gireceğim, yoklarsa ‘Ya Rab onlar neredelerse beni de oraya koy’ diye yalvaracağım.” Dost budur işte, dostluk da dostu olmadan yaşayamamak, olamamak, olmamaktır.
Ve en muhteşem tablo: İkinin ikincisi, tutar elinden babasını getirir. “Ya Rasulallah Müslüman olacak babam” der. En Yüce Dost’tan başkasını dost edinmemiş o En Güzel İnsan’ın yüreği elvermez: “Neden buraya yordun ihtiyarı, biz gitseydik…” Kelime-i şahadet telkin edilir. O ara sevinçli ve vefalı oğul gözyaşı dökmeye başlar. Babası Müslüman olmuştur, acaba onun sevinç gözyaşları mıdır bu?
Sorulur: “Neden ağlıyorsun ey Ebubekir?” Cevap dostluğun boyutunu gösterecek cinsten muhteşem bir anıttır: “Şu an babamın yerinde senin amcanın olmasını ne kadar isterdim Ya Rasulallah…” Dost, kendi sevincini dostunun sevincine feda edebilendir.
Güzel kardeşim, hayatının baharında dostluğun kıymetini yeni idrak etmeye başladığın bir zamandasın. Dostlar bulacak, birilerine dost olacaksın. Senin dostluğun hakiki tadını tatmanı dilerim. Öyle dostlara ve dostluklara talip ol ki dostların sadece bu dünyada değil ötede ebedi kurtuluşun mekanında bile sensizliğe dayanamasınlar. Böyle dostluklara ancak alıp kalbini eline koyabileceğin kadar emin ve sadık insanlarla erebilirsin.
Ama dikkat et! Ortalık kalbini leş tüccarlarına pazarlamak için dolaşan sahte dostlarla kaynıyor. Dostun seni, gençliğin, tenin ve enerjin için değil, kalbin, muhabbetin ve derdin için sevsin. Dostluklarının ortak paydası senin gibi ya da herkes gibi fanilerin er geç bitecek muhabbetleri değil En Yüce Dost’a erişmek, O’nun dostluğu ile ferahlamak ve üzüntüden kurtulmak olsun. Bitmeyen, tükenmeyen ve eskimeyen dostlukların iksiri ancak O’na doğru uzanan yol arkadaşlıklarında saklıdır.
Unutma! Gerçek dostluk burada olmanın değil ötede, güzellik ve sonsuz mutlulukla beraber olmanın derdine düşenlerin yanındadır. Onları ara, bul; onlarla ol, onlara dost ol, onların dostu ol…
Mehmet Lütfi Arslan;Genç Dergisi
Bir çoban sürüsünü otlatırken, bir kurt sürüden koyun kaptı. Çoban kurdun peşine düştü ve koyunu ondan kurtardı. Ancak kurt, çobana dönüp baktı ve şunu söyledi: “Bu koyunları benden başka çobanın olmadığı gün kim kurtaracak?” Orada bulunanlar “Olur mu öyle şey, hiç kurt konuşur mu?” diye itiraz edecek oldular. Peygamber Efendimiz bunun üzerine: “Ben, Ebubekir ve Ömer buna inanırız” dedi. Yine bir zaman adamın birisi ineğinin üzerine bindi. İnek adama dönüp: “Ben bunun için yaratılmadım, ben çift sürmek için yaratıldım” dedi. Orada bulunanlar “Olur mu öyle şey, hiç inek konuşur mu?” diye itiraz edecek oldular. Peygamber Efendimiz bunun üzerine: “Ben, Ebubekir ve Ömer buna inanırız” dedi. Halbuki iki olayda da Ebubekir ve Ömer orada değillerdi.
Buhari ve Müslim’de geçen bu hadis, herkesin kafa dengi aradığı ve fakat kafa karışıklığından fena halde muzdarip olduğu için bir türlü hakiki dostlar bulamadığı bir zamanın insanlarına ne anlatır? Ne anlatırsa anlatsın biz evvela böyle dostluklar dileyelim Rabbimizden. Rabbimiz bize böyle dostluklar kurmayı ve böyle gönlünden, kalbinden emin olduğumuz dostlar bulmayı nasip etsin. Ve yine Rabbimiz gıyabımızda inancımıza, gönlümüze ve kalbimize kefil dostlara bizi dost eylesin.
Kalbe ve gönle kefil dostlar bulmak ne büyük bahttır. Kalbin ve gönlün frekanslarının aynı merkezlerden alındığı ve aynı yerlere salındığı bir dostluk ikliminde yaşamak ne büyük devlettir. Herkes bu devlete erişemez. Bu devlet ancak böyle bir dostluk iklimini her şeyin ötesinde görenlere verilir. Bu ise önce niyet, sonra da o dostluğa liyakat gerektirir. Dost arayan dost olmayı bilmelidir. Dostluğun safasını sürenler, dostlarına cefa ile bâr değil vefa ile yâr olanlardır. O yüzden “ben, ben” diyen dost bulamaz, dost olamaz.
Dost, “sen, sen” diyeni arar. Ne “sen”, “ben”dir, ne de “ben” “sen”; dosttur, dostluktur aslolan. Dostluk, bir manadır ki kokusu da, neşvesi de cennettendir. Evet, hakiki dostluk bir cennet manasıdır ki onu bu denî dünyanın ne serveti, ne ömrü ne de vüsati kaldırabilir. Dostluk bir kalp kıvamıdır. O kıvama zihin de akıl da ermekten acizdir. Dolayısıyla dostlar öncelikle kafa dengi değil, kalp dengidirler. Kalbi birbirlerinde atmayanlar, zihinlerin güvenilmez ve gevşek zemininde fazla yol alamazlar. Kalplerinin frekanslarını çözemeyenler, zihinlerin şifre çözücülerinden medet ummasınlar. Dost kafa ve zihin ile kazanılmaz; dost, kalp ile kazanılır. Bir kalp kazanmak için ise aynı cinsten bir kıymetten başkası verilmez. Kalbin alışverişi kalple yapılır. Kalbini vermeyen başkasının kalbini alamaz.
Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Dostların yöneldiği yön dostlarının kalplerinden başka neresidir? Dostlar kalpleri ile birbirlerine yönelmiş olanlardır. Bu zamanla zihin birliğini de getirir, çünkü kalp merkezdir, esastır. Önce kalp inanır, önce kalp tereddüt eder. Kalp kumandandır; nereye yönelirse zihin askeri oraya üşüşür. Birbirlerine kalplerini açacak kadar birbirlerini sevenler, gün gelir zihinlerinin de aynı şekilde işlediğini, gözlerinin aynı yere bakıp ışıdığını görürler. Önce hayret, sonra hamd eder ve böylece daha dünyada iken sonsuz zevklerin iklimine girerler.
Kalbe ve gönle kefil dostlar, sadece beraberliklerinde değil, gıyaplarında da birbirleri ile yaşayanlardır. Onlar dostları ile yaşar, dostları ile susar ve dostları ile kanarlar. Dost der, dostla dost olur, dost içer, dost solurlar, çünkü onlar bilirler ki dostluğun yolu Hakiki Dost’a giden yolun bizatihi kendisidir.
Burada dost olamayan ya da bulamayan En Yüce Dost ile nasıl dost olur? Fanileri sevemeyen, Baki’ye nasıl yol bulur, meğerki yol Baki’den gele… Gerçek dostlar dostlarını yanlarındayken de özleyenlerdir.
“Sana senin yanında bile hasretim Efendim” ifadesi bunu anlatır. Onlar sadece hayatlarında değil, ölümlerinden sonra bile dostlarının hasreti ile yaşarlar. Mesela böyle bir dost ölür gider, vasiyeti açılır, çocukları “felanca dostlarım olmadan beni gömmeyin” diye bir yazı bulur. En yakınların dahi bilmediği, çünkü menfaatin karışmadığı, sadece Hakiki Dost’a dostluk icin dostluk yapmış, o yüzden de hiç ortalarda gözükmemiş o dostlar çıkar gelir, son vazifelerini yapar ve dostlarını defnederler. Dost, kabrinde huzuru dostlarının eli ile gömülmekte görendir. Yine böyle bir dost vefat eder mesela, defnedilir. İlk günler iyidir, herkes gelir, gider, ziyaretçisi eksik olmaz kabrin. Ya sonra? Herkes terk eder, ama dost terk etmez. Onun başka bir sezdiği vardır. Zaten öyle olduğu için, kimsenin sezemediğini sezdiği için de dosttur ya.
Evet, herkes çeker gider ama dost dostunu bırakmaz. Tam kırk gün aynı saatte dostunun kabrine ziyarete gider. Orada öyle sessizce oturur, ama gönülden kim bilir neler konuşur? Kırk gün sonra ziyaretten kalkarken döner ve şöyle der: “Dostum, işte kırk gün geçti. Ben duydum ki insan kırk günde her yere alışırmış. Sen de yerine alıştın herhalde. Artık bana müsaade eder misin? Yine gelirim, merak etme ama daha seyrek… Seni yeni yerinde rahat bırakmak gerek…” ‘Cenabı Hak bana cennet nasip ederse, girmeden önce kapıdan bir bakacağım. Felanca abim, filanca kardeşim ve dostlarım oradalar mı? Eğer oradalarsa gireceğim, yoklarsa ‘Ya Rab onlar neredelerse beni de oraya koy’ diye yalvaracağım.”
Dost, dostunun kabrindeki rahatını dert edinendir. Böyle dostlar gider de herkes onları öldü bilir, ama onlar bilinmedik bir zamanda, bilinmedik mekanlarda buluşmaya devam ederler.
Dünyada yaptıkları güzel dostlukların hatırına belki de, önden giden, sonradan geleni bilinmedik bir şekilde, bilinmedik bir yerde hoş amedi ile karşılar. Yeni gelenle hasret giderilir, terk edilen yerde kalanlar sorulur. Gelmeyene hayırlar dilenir, “o çoktan gelmiş olmalıydı” denilene ise ah vah çekilir. Dost ötede bile dostunu bırakmayandır.
Dost dediğin dostuna öyle düşkündür ki sınırları aşma pahasına mesela şöyle demekten kendini alamaz: ‘Cenabı Hak bana cennet nasip ederse, girmeden önce kapıdan bir bakacağım. Felanca abim, filanca kardeşim ve dostlarım oradalar mı? Eğer oradalarsa gireceğim, yoklarsa ‘Ya Rab onlar neredelerse beni de oraya koy’ diye yalvaracağım.” Dost budur işte, dostluk da dostu olmadan yaşayamamak, olamamak, olmamaktır.
Ve en muhteşem tablo: İkinin ikincisi, tutar elinden babasını getirir. “Ya Rasulallah Müslüman olacak babam” der. En Yüce Dost’tan başkasını dost edinmemiş o En Güzel İnsan’ın yüreği elvermez: “Neden buraya yordun ihtiyarı, biz gitseydik…” Kelime-i şahadet telkin edilir. O ara sevinçli ve vefalı oğul gözyaşı dökmeye başlar. Babası Müslüman olmuştur, acaba onun sevinç gözyaşları mıdır bu?
Sorulur: “Neden ağlıyorsun ey Ebubekir?” Cevap dostluğun boyutunu gösterecek cinsten muhteşem bir anıttır: “Şu an babamın yerinde senin amcanın olmasını ne kadar isterdim Ya Rasulallah…” Dost, kendi sevincini dostunun sevincine feda edebilendir.
Güzel kardeşim, hayatının baharında dostluğun kıymetini yeni idrak etmeye başladığın bir zamandasın. Dostlar bulacak, birilerine dost olacaksın. Senin dostluğun hakiki tadını tatmanı dilerim. Öyle dostlara ve dostluklara talip ol ki dostların sadece bu dünyada değil ötede ebedi kurtuluşun mekanında bile sensizliğe dayanamasınlar. Böyle dostluklara ancak alıp kalbini eline koyabileceğin kadar emin ve sadık insanlarla erebilirsin.
Ama dikkat et! Ortalık kalbini leş tüccarlarına pazarlamak için dolaşan sahte dostlarla kaynıyor. Dostun seni, gençliğin, tenin ve enerjin için değil, kalbin, muhabbetin ve derdin için sevsin. Dostluklarının ortak paydası senin gibi ya da herkes gibi fanilerin er geç bitecek muhabbetleri değil En Yüce Dost’a erişmek, O’nun dostluğu ile ferahlamak ve üzüntüden kurtulmak olsun. Bitmeyen, tükenmeyen ve eskimeyen dostlukların iksiri ancak O’na doğru uzanan yol arkadaşlıklarında saklıdır.
Unutma! Gerçek dostluk burada olmanın değil ötede, güzellik ve sonsuz mutlulukla beraber olmanın derdine düşenlerin yanındadır. Onları ara, bul; onlarla ol, onlara dost ol, onların dostu ol…
Mehmet Lütfi Arslan;Genç Dergisi