Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kadının görevleri (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
KADININ GÖREVLERİ





İslâmi teşrii, tabiatı gereği herhangi bir ayırıma gitmeden, insan vasfını taşıması nedeniyle hem erkeğin hem de kadının birtakım işleri yapmalarını mübah kılmıştır. Yine herhangi bir şekilde cins ayırımına gitmeden bu işlerden bir kısmını farz, bir kısmını haram, bir kısmını mekruh, bir kısmını da mendup kılmıştır. Bazı işler vardır ki insani vasıf taşımakla beraber bunları sadece erkekler yapabilir. Yine bazı işler de vardır ki insani vasıfta olmalarına rağmen onları ancak kadınlar yapabilir. Şeriat, bu işlerin özelliklerini göz önünde bulundurarak bunlarda bir ayırıma gitmiş; farziyet, haramlık, mekruhluk, mendubluk veya mübahlık açısından erkek ve kadını farklılaştırmıştır. İşte bu çerçevede şeriat; yönetme ve otorite görevini yalnızca erkeklere verirken, -erkek olsun kız olsun- çocukların terbiye ve bakım görevini kadınlara vermiştir. Bunun için kadınlık vasfını taşımalarından dolayı kadınları ilgilendiren bazı işlerin kadınlara, erkek olma vasfına sahip olmalarından dolayı da bazı işlerin erkeklere verilmesi gerekmektedir. Erkek ve dişiyi yaratırken, erkeğin ve kadının durumunu en iyi bilen Allah (c.c.)'dır. Yalnızca erkeğe veya kadına veyahutta erkek-kadın ayırımı gözetilmeksizin insan olmaları nedeniyle insanlara ait hükümlerin sınırlarını vâzederken, onların bu teklifleri taşıyıp taşıyamayacaklarını en iyi bilen de şüphesiz ki Allah (c.c.)'dır. Zira insana neyin faydalı olduğunu en iyi bilen O'dur. İnsan aklının, kadının şanından değildir diyerek kadını birtakım işlerden mahrum etmesi veya erkeklere ait birtakım işleri ona yüklemeğe çalışarak böylece kadına ait hakkın korunduğunu kabul etme çabalarının tümü, şeriata karşı çıkmak demektir. Böylesi bir davranış kesin bir hata ve fesadın sebebidir.

Şeriat; kadını bir ana ve evin eğitimcisi olarak takdim etmiş; hamilelik, doğum, süt emzirme, çocuğun bakımı, terbiyesi ve iddetle ilgili olarak birtakım hükümler getirmiştir. Bunların hiçbirini erkeğe teklif etmemiştir. Çünkü bunlar, kadınlık vasfı taşıması dolayısıyla kadını ilgilendiren hükümlerdir. Gebelikten başlayarak, çocuğun doğumu, süt verilmesi, beslenip bakılma sorumluluğu kadına yüklenmiştir. Bu, kadının en önemli görevi ve en büyük sorumluluğudur. Diyebiliriz ki, kadının en önemli ve asli işi; annelik ve evinin eğiticiliğidir. Çünkü bu iş; insan türünün devam etmesini sağlayan önemli bir husustur. Bu görev erkeklere değil yalnızca kadınlara verilmiştir. Bu nedenle kadına ne tür görevler verilirse verilsin, ne kadar sorumluluk yüklenirse yüklensin, kadının asli görevinin "annelik" ve "evinin terbiyecisi" olduğu açıkça bilinmelidir. Bu nedenledir ki şeriat kadına; hamile iken veya süt emziriyorken Ramazanda orucunu bozma ruhsatını vermiştir. Hayız ve nifas halinde iken namazdan sorumlu tutmamıştır. Memede olduğu süre içerisinde erkeğe, annesinin yanından çocuğunu alıp götürmesini yasaklamıştır. Bunların tümünü kadının asli görevi olan "annelik" ve "evinin terbiyecisi" görevleri gibi en yüce görevini tamamlayabilmesi için kadına hak olarak tanımıştır.

Ancak tüm bu anlatılanlardan; kadının asli görevinin annelik ve evinin terbiyecisi olduğu, başka işleri yapmasının mümkün olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Bu ifadenin anlamı şudur: Allah (c.c.) kendisiyle sükun ve rahat bulunsun, ondan nesil ve zürriyet elde edilsin diye kadını yaratmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah nefislerinizden sizin için eşler yaratıp, yine sizin zevcelerinizden çocuklar ve torunlar yarattı."

"Kendileriyle sükun ve rahat bulmanız için, eşleri, nefislerinizden yaratmış olması, O'nun ayetlerindendir." Aynı zamanda kadını, özel hayatta çalıştığı gibi genel hayatta da çalışması için yaratmıştır. Daveti taşıma görevini ve hayattaki işlerinde kandisine lazım olanı yapması için gerekli olan ilmi öğrenmesini de farz kılmıştır. Alış-veriş, icare ve vekalet gibi işleri yapmayı caiz kılmıştır. Yalanı, hileyi ve hiyaneti haram kılmıştır. Aynı şeyleri erkeğe de caiz ve haram kılmıştır. Ticaret yapabileceği gibi, ziraat ve sanayi alanında da çalışabileceğini, akidlere ve anlaşmalara girebileceğini, istediği kadar mal üretebileceğini mübah kılmıştır. Hayatta işini, bizzat kendisi yapabileceği gibi bir ortak veya bir işçi vasıtasıyla da görebilir. İnsanları, gelir getiren kaynakları ve birtakım eşyayı kiralayabileceği gibi, bundan başka daha birçok muamelelerle de iştigal edebilir. Bu, Şari'in umumi olan hitabından ve kadına ait herhangi bir yasağın olmayışından anlaşılmaktadır. Ancak kadın, hükmetme görevini üstlenemez. Mesela kadın, devlet reisi, onun muavini, vali, amil ve hükmetme görevinden sayılan herhangi bir işi yüklenemez. Ebu Bekir'den rivayet edildiğine göre: Fars halkının devlet başkanlığına Kisra’nın (Kraliçe) kızını melike olarak seçtikleri haberi Rasulullah (s.a.v.)'a ulaştığı zaman Allah'ın Rasulü şöyle buyurmuştur:

"Bir kadını kendi işlerine emir tayin eden hiçbir millet felah bulamaz." Bu hadis, kadını yönetici yapanların kınanmalarından dolayı kadının yönetici olmasının yasaklandığının açık ve net bir ifadesidir. Emir sahibi olmak, yönetici olmak anlamına gelmektedir: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Allah'a, Rasul'e ve sizden olan emir sahibine itaat ediniz." Bu nedenle kadınların yönetici olmaları caiz değildir. Fakat kadınların hükmetme dışındaki görevleri yüklenmeleri caizdir. Buna göre kadın, devlet memurluklarına tayin edilebilir. Çünkü memurluk, hükmetme kapsamına girmez, icare konusuna girer. Memur, devlet kurumlarından birinde çalışan özel ücretlidir. Bu yönüyle memur, herhangi bir şahsın yanında veya şirkette çalışan ücretli kimse gibidir. Kadın, yargı organlarından herhangi birinde hâkim olarak görev yapabilir. Zira hakimlik yöneticilik kapsamına girmemektedir. Çünkü hakimlik, insanlar arasındaki anlaşmazlığı gidermektir; anlaşmazlığa düşen iki tarafa ilzam edici bir şekilde şer'î hükmü haber vermektir. Çünkü yargı; "ilzam edici bir şekilde hükmü haber vermektir" diye tarif edilir. Kâdı, yönetici olmayıp başka ücretliler gibi devletin yanında çalışan bir görevlidir. Ömer (r.a.)’in, kendi kavminden Şifa isminde bir kadını, Çarşı Pazar “Kâdı”sı yani, çarşılardaki tüm aykırı davranışları karara bağlayan "Hisbe Kâdısı" olarak tayin ettiği rivayet edilmiştir. Ancak hadisin nassına bağlı olarak kadının Kâdı olmasının ve hadisin kâdılık olgusuna uygulanmasının caiz olması meselesine gelince: Eğer yasaklama hadisi kadının, yargı üzerinde emirlik görevine getirilmesi gibi bir duruma uygunluk arzederse, kadının böyle bir göreve getirilmesi caiz değildir. Eğer hadis, böyle bir hususa şamil değilse kadının yargıç olmasını engellemeye delil sayılmaz. Hadise baktığımız zaman, İranlıların kendilerini idare etmek üzere başlarına kraliçe olarak bir kadını tayin ettikleri haberi Allah'ın Rasulüne ulaşınca, buna cevap olarak böyle bir durumu zemmetmiştir. Bu hadis verilen bir habere aittir ve sorulan bir sorunun cevabıdır. Haberin konusu ise; kraliçelik yani "devlet başkanlığı"dır. Dolayısıyla cevap yalnızca devlet başkanlığı ile ilgilidir. Devlet başkanlığı ise "yönetim"le ilgili bir husustur. Bir başka açıdan meseleye baktığımız zaman yasaklamanın umumi olan velayete ait olduğu görülür. Bu da; emirlik velayetidir. İşte hadisin manası ve işaret ettiği husus da budur.

Yargının konusu ise vali ve halifenin yaptığı işten farklıdır. Halife ve valinin görevi; ister doğrudan kendisine bir mesele gelsin veya kadı tarafından gönderilen bir problem olsun veya kendisine hiçbir kimse herhangi bir mesele getirmemiş olsun, şeriat'a aykırı gördüğü hususta direkt olarak şer'i hükmü infaz etmektir. Halife, bir dava karşısında herhangi bir davacı olmadan hükmü icra eder. Fakat kâdı, ancak biri kendisine bir dava getirdikten sonra o dava hakkında hüküm verebilir. Kâdı'nın bakacağı davada muhakkak iki taraf mevcuttur. Ortada bir iddia olduğu zaman ancak hükmedebilir. Bir iddia sahibi olmadıkça kâdı'nın hükmetme selahiyeti yoktur. Gelen davaya bakması da, mesele hakkında bağlayıcı bir şekilde Allah'ın hükmünü haber vermekten ibarettir. Hem infaz edici hem de kâdılık görevini birlikte yürütmekle yetkili kılınması dışında kâdının mutlak olarak tenfiz yetkisi yoktur. Her iki yetkiye da sahip olduğu zaman; kâdı olarak hükmeder ardından da infaz yetkisine sahip birisi olarak verdiği hüküm gereğince hükmü infaz eder. Yargı olayı ile hüküm verme olayları ayrı ayrı şeylerdir. Bundan dolayı, kadınların yönetici olmalarını yasaklayan hadis "kâdı"ya uygulanamaz. Üstelik yargı; hiçbir zaman herhangi bir şeyde velayet anlamına gelmez. Kâdı'nın tayin edildiği belde halkından hiçbiri üzerinde herhangi bir velayeti yoktur. Hatta karşısına gelen iki davacının üzerinde bile herhangi bir velayeti yoktur. Ona itaat da vacib değildir. Ancak, gelen dava üzerinde hüküm verdiği zaman hükmü yerine getirmek vacib olur. Çünkü onun verdiği hüküm Allah (c.c.)'ın verdiği hükümdür. Kâdı'nın kendisine ait bir hüküm ve emir değildir. Onun verdiği hükme, sadece bir kâdı'nın hükmü nazarıyla bakılmamalıdır. Diğer taraftan kâdı'nın verdiği hüküm ancak, mahkemede hükmettiği zaman geçerlidir. Bundan dolayı yargı meclisinin dışında kâdı'nın bir olayı görmesi, gördüğüne ve işittiğine hükmetme yetkisini vermez. Gördükleri ve işittikleri şeyler kâza meclisinde olduğu zaman verdiği hüküm geçerlilik kazanır. Fakat "yöneticinin" durumu böyle değildir. Yönetme mevkiinde bulunan yöneticiye, her halde itaat vacibtir. Hükmetmek için yöneticinin yönetim merkezinde yani dairesinde bulunması şart değildir. Evde, yolda, devlet merkezinde ve her nerede bulunursa bulunsun "yöneticiye" itaat farzdır. Zira Allah'ın Rasulü şöyle buyurmaktadır:

"Emire itaat eden bana itaat etmiş olur."

Bu nedenle kadının "yönetici" olmasını yasaklayan hadis, kesinlikle mahkeme hakimliği görevine uygulanamaz. Bu hadis ile kadının yargı görevinde bulunması yasaklanamaz. Kâdı; "yöneticinin" yanında, muayyen bir işi yapmak üzere muayyen bir ücretle çalışan "ücretli" kimsedir. "Ücretli" kelimesi, hangi görevde bulunursa bulunsun ücretle çalışan herkesi kapsamına alır. Hatta Rasul (s.a.v.), Kur'an öğreten kimseyi dahi "ücretli" saymış ve şöyle demiştir:

"Karşılığında ücret aldığınız şeylerin en hayırlısı Allah'ın Kitabıdır." Kâdı da Kur'an öğreten kimse gibi ücretli bir kimsedir. Beytülmaldan aldığı şey ise ücretidir.

"Kâdı, yöneticinin yardımcısıdır. Bundan dolayı, hükmetmede ona tabidir" denemez. Çünkü kâdı; yöneticinin yanında çalışan bir ücretlidir, onun yardımcısı değildir. Kâdı'nın görevi iki tarafın anlaşmazlıklarını anlayıp şer'i hükümlerin hangi maddesine göre mahkeme olacaklarını, durumlarının intibak ettiği şer'i hükmü onlara bildirmektir. Netice olarak kâdı, muayyen bir işe tahsis edilmiş, muayyen bir ücretle çalıştırılan bir ücretlidir.

Kâdı ve muhtesib'in durumu budur. Fakat mezalim mahkemelerine bakan kâdı'nın durumu değişiktir. Kadının, mezalim hâkimi olması ve bu göreve getirilmesi caiz değildir. Çünkü mezalim hâkimliği yöneticilik kapsamına giren görevlerdendir. Dolayısıyla hadisin manası, bu mahkemelere bakan hâkimi kapsamına alır. Çünkü burada görevli olan hâkimin görevi; şikayet olsa da olmasa da "yöneticiden" kaynaklanan herhangi bir zulmü insanlardan kaldırmaktır. Mezalim hâkimi, yönetici tarafından haksızlığa uğradığını iddia eden bir kişinin yönetici aleyhine dava açmasına gerek görmeden de davaya bakabilir. Böylesi bir durumda mezalim hâkiminin davalıyı mahkemeye çağırması da çağırmaması da caizdir. Çünkü konu, problem hakkındaki bir hükmü haber vermek olmayıp, yeneticiden kaynaklanan haksızlığın insanlardan giderilmesidir. Bundan dolayı, mezalim mahkemelerine bakmak hükmetmektir. Bunun için kadının, böyle bir mahkemede hâkim olması caiz değildir.

Ictimai Nizam
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt