bulenttttttt
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Nis 2007
- Mesajlar
- 6
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Bu mesele neden önemli? Çünkü insanlara davranışlarımız, kendimizi sorgulamamız vs. hepsi bunun içine dahildir.
Genel kabul görmüş açıklamaları sıralayalım ve neyi tercih edeceğinizi siz seçin.
Ehli Sünnet’in iki itikat mezhebinden biri olan Eşarilik, esasen Allah’ın kulları zorlayıcı olduğunu, fakat eylemlerin kula izafe edilmesi gerektiğini söyler.
Örnek: Bir padişah, bir şahsın öldürülmesini emretti ve cellatta bu emri yerine getirip, şahsı öldürdü. Hal böyle iken, bu şahsı, padişahın öldürdüğü söylenebilir mi? Evet, söylenebilir, çünkü emri o verdi. Peki, bu şahsı, cellatın öldürdüğü söylenebilir mi? Evet, söylenebilir, çünkü zaten o öldürdü.
Şöyle de açıklanabilir:
-Güneş doğduğunda ne diyoruz?
-Güneş doğdu.
-Güneşin hareketini yaratan kim?
-Allah.
-Biz, burada hareketi güneşe isnat ediyoruz. Yoksa, güneşin hareketini yaratanın Allah olduğunu bilmekteyiz.
Diğer itikati mezhep ise Matüridiliktir. Onlar, itikatlarını bize şu misal ile anlatırlar:
İmam-ı a'zam hazretleri, imam-ı Cafer-i Sadık hazretlerine sordu:
- Allah, insanların istekli işlerini, onların arzusuna bırakmış mıdır?
- Hayır, rübubiyetini, [yaratmak ve her istediğini yapmak büyüklüğünü] aciz kullarına bırakmaz.
- O zaman kullarına, işleri zorla mı yaptırıyor?
- O âdildir. Kuluna zorla günah işletip, sonra da Cehenneme sokmaz.
- O halde, insanların, istekli hareketini kim yapıyor?
- İşleri ne insanların arzusuna bırakmış, ne de kimseyi, o işleri yapmaya mecbur bırakmıştır. İkisi arası olagelmektedir. Yaratmayı kullarına bırakmadığı gibi, zorla da yaptırmaz. (Mektubat-ı Rabbani)
Peki, bu itikadi mezheplerin karşısında yer alan, dört rakip görüş neyi savunur?
Önceliği, Kaderiyye mezhebinin açıklamasına verelim.
Bunlar, insanın irade, ihtiyar ve kudret sahibi, yükümlülüğü olan bir yaratık olduğu, Allah'ın bir müdahili olmaksızın fiillerini bizzat kendi gücüyle meydana getirdiği inancına sahiptirler. Ama bu görüşleri ile, her şeyi Allah yaratır akidesini zedelemişlerdir.
Bunlara karşılık Cehmiyye mezhebi ise, insanın yaptığı işlerde bir ihtiyarının olmadığını, yaptığı işleri zorunlu olarak yapageldiğini ileri sürer. Fakat bu yorumdan hareketle, Allah’ın imtihandan bahsettiği ayetleri anlamak ve açıklamak imkansızlaşır.
Bir diğer itikadi mezhep ise, Muteziledir.
Kaderiyye mezhebi ile bazı noktalarda ayrılmakla birlikte, pek çok hususta ittifak içinde olan bu itikadi mezhep, insanın fiillerinde tamamen hür olduğuna inanır. Mutezile inancındaki adalet esasına göre kişi kendi fillerini kendisi yaratır. Bunu da Allah'ın kişiye bahşettiği bir yaratma kudretiyle gerçekleştirir. Fiilerin yaratılmasında Allah'ın bir müdahalesi olmadığına inanırlar. Bu görüş adalet esasından şu şekilde temel alır: kişilerin hür olmaması ve yaptıkları her fiilin yaratıcı ve yaptırıcısının Allah olması durumunda kişinin hür olarak yapmadığı hareketlerden ötürü cezalandırılması zulüm yani adaletsizliktir. İslam inancına göre ise Allah'ın adaletsiz davranması mümkün değildir. Bu nedenle kişi fiilerinin tek yaratıcı ve yaptırıcısı olmalı, fiileri konusunda tamamen hür olmalıdır.
Son olarak Selefiliğe değinelim.
Eş'arilik ve Matüridilik kurulana kadar, Sünni Müslümanlar itikadi yönden Selefiyye'ye bağlı sayılırdı. Muhaddislerin (hadis alimi) temsil ettiği bir ekol olması, katı nakilci tavrı, aklı öncelemekten kaçınması, kıyas ve rey gibi metodlara itibar etmemesi ile meşhurdur. Bunlar, Eşarilerin tevil metoduna karşı olup, Maturidilerin de akılcı çıkarımlarını yok sayarlar.
Çözüm Önerisi:
Her şeyi Allah yaratıyorsa, hayrı yarattığı gibi şerri de O yaratmıştır diyemeyiz. Şerri, hayrın yokluğu olarak anlamalıyız. Bu bağlamda, karanlık da, varlığı olan bir şey değildir. O, ışığın yokluğu halidir.
Böylece, klasikleşmiş Amentü’yü (iman esasları), tekrar gözden geçirip, fazlalığı atıyoruz.
Klasik Amentü şöyledir:
Ben, Allah-u Teâlâ'ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; (hayır ve şerrin Allah-u Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna) inandım.
Görüldüğü üzere, kader maddesinin sonradan eklenmiş bir fazlalık olduğunu söylediğimiz an, ortada hiçbir sorun kalmıyor. Zaten Kur’an’da, hayrın Allah’tan olduğu, ama şerrin kuldan olduğu söylenir. Kader, yalnızca Kur’an’da geçen bir kelimedir ve ölçü manasına gelir; hepsi bu.
Artık Maturidilerin vermiş olduğu örneği daha iyi anlıyoruz. Lakin sıkıntı şurada. Maturidi olduğunu söyleyen Diyanet, kadere iman bahsini inkar etmez. Halkı hem kadere iman ettirir, hem de özgür iradeyi savunur.
Bunun nedeni, Maturidi kelamcısı Nefesi’nin akaidini, Eşari olan Taftazani’nin şerhinden okumalarıdır. Çünkü Osmanlı, 16. yüzyılın sonundan yıkılışına kadar Eşari idi. Diyanet, gelenekle olan bu bağlantıyı koparmamak ve halkın tepkisini çekmemek için, insanları bir çıkmazın içine sokmaktadır. Halbuki Osmanlı Devleti, Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaşamış olan şeyhülislam Ebu Suud Efendi’nin Eşariliği seçmesine kadarki süreçte, Maturidi itikatına sahipti.
İmam Maturidi’nin söylemlerini sistemleştiren Nefesi, amentüyü şu şekilde belirlemiştir: "İman esaslarına gelince bunlar, 5 tanedir: 1. Allah'a, 2. Meleklere, 3. Kitaplara, 4. Peygamberlere, 5. Âhirete iman (Nesefî'nin Tabsıra'sından naklen Atay; Kur'an'da İman Esasları, 146)
Sonuç:
Maturidilik dışındaki tüm görüşler, tarihin o döneminde yaşanmış olan bazı siyasi çalkantılar neticesinde, etki-tepki olarak doğmuştur ve esasta hiçbir hakikati bünyelerinde barındırmamaktadırlar.
Günümüz alimlerinin yaptığı tespit şu yöndedir:
Dört Halife’nin öldürülmesinden sonra, iktidarı ele alıp yönetimi saltanata çeviren Emeviler, halka zulmetmeye başladılar. Bu zulüm esnasında, yaşanılanların zorunlu bir kader olduğunu iddia eden Cehmiyye grubu doğdu. Sonrasında bunlara karşılık, Emevî zulmünün bir kader olmadığını söyleyen ama biraz aşırı kaçarak, insanın eylemlerini Allah yaratmaz diyen Kaderiye, Mutezile gibi ekoller oluştu. Fakat bu esnada, 40 yaşına kadar Mutezile mezhebine mensup olan Eşari, istikamet değiştirip, Cehmiyye ile Mutezile’nin arasında bir yol tutturma kararı aldı ve görüşlerini halka yaydı. Kader mevzusunu, tüm bu karmaşaların arasından sıyrılarak, hakkını verecek şekilde tek yorumlayan kişi ise, çağdaşları İmam Maturidi olmuştur.
Bu itikadı savunan günümüz alimleri ise şunlardır: Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Hüseyin Atay…
Bu isimler arasından, konumuz üzerindeki en yetkin kişi ise, Hüseyin Atay’dır. O, tarihte bir ilk olarak, Nesefî'nin el yazması halinde duran eseri "Tabsıratü'l- Edille"nin 18 yazma nüshasını karşılaştırmış ve kendi doktora tezine konu yapmıştır.
Genel kabul görmüş açıklamaları sıralayalım ve neyi tercih edeceğinizi siz seçin.
Ehli Sünnet’in iki itikat mezhebinden biri olan Eşarilik, esasen Allah’ın kulları zorlayıcı olduğunu, fakat eylemlerin kula izafe edilmesi gerektiğini söyler.
Örnek: Bir padişah, bir şahsın öldürülmesini emretti ve cellatta bu emri yerine getirip, şahsı öldürdü. Hal böyle iken, bu şahsı, padişahın öldürdüğü söylenebilir mi? Evet, söylenebilir, çünkü emri o verdi. Peki, bu şahsı, cellatın öldürdüğü söylenebilir mi? Evet, söylenebilir, çünkü zaten o öldürdü.
Şöyle de açıklanabilir:
-Güneş doğduğunda ne diyoruz?
-Güneş doğdu.
-Güneşin hareketini yaratan kim?
-Allah.
-Biz, burada hareketi güneşe isnat ediyoruz. Yoksa, güneşin hareketini yaratanın Allah olduğunu bilmekteyiz.
Diğer itikati mezhep ise Matüridiliktir. Onlar, itikatlarını bize şu misal ile anlatırlar:
İmam-ı a'zam hazretleri, imam-ı Cafer-i Sadık hazretlerine sordu:
- Allah, insanların istekli işlerini, onların arzusuna bırakmış mıdır?
- Hayır, rübubiyetini, [yaratmak ve her istediğini yapmak büyüklüğünü] aciz kullarına bırakmaz.
- O zaman kullarına, işleri zorla mı yaptırıyor?
- O âdildir. Kuluna zorla günah işletip, sonra da Cehenneme sokmaz.
- O halde, insanların, istekli hareketini kim yapıyor?
- İşleri ne insanların arzusuna bırakmış, ne de kimseyi, o işleri yapmaya mecbur bırakmıştır. İkisi arası olagelmektedir. Yaratmayı kullarına bırakmadığı gibi, zorla da yaptırmaz. (Mektubat-ı Rabbani)
Peki, bu itikadi mezheplerin karşısında yer alan, dört rakip görüş neyi savunur?
Önceliği, Kaderiyye mezhebinin açıklamasına verelim.
Bunlar, insanın irade, ihtiyar ve kudret sahibi, yükümlülüğü olan bir yaratık olduğu, Allah'ın bir müdahili olmaksızın fiillerini bizzat kendi gücüyle meydana getirdiği inancına sahiptirler. Ama bu görüşleri ile, her şeyi Allah yaratır akidesini zedelemişlerdir.
Bunlara karşılık Cehmiyye mezhebi ise, insanın yaptığı işlerde bir ihtiyarının olmadığını, yaptığı işleri zorunlu olarak yapageldiğini ileri sürer. Fakat bu yorumdan hareketle, Allah’ın imtihandan bahsettiği ayetleri anlamak ve açıklamak imkansızlaşır.
Bir diğer itikadi mezhep ise, Muteziledir.
Kaderiyye mezhebi ile bazı noktalarda ayrılmakla birlikte, pek çok hususta ittifak içinde olan bu itikadi mezhep, insanın fiillerinde tamamen hür olduğuna inanır. Mutezile inancındaki adalet esasına göre kişi kendi fillerini kendisi yaratır. Bunu da Allah'ın kişiye bahşettiği bir yaratma kudretiyle gerçekleştirir. Fiilerin yaratılmasında Allah'ın bir müdahalesi olmadığına inanırlar. Bu görüş adalet esasından şu şekilde temel alır: kişilerin hür olmaması ve yaptıkları her fiilin yaratıcı ve yaptırıcısının Allah olması durumunda kişinin hür olarak yapmadığı hareketlerden ötürü cezalandırılması zulüm yani adaletsizliktir. İslam inancına göre ise Allah'ın adaletsiz davranması mümkün değildir. Bu nedenle kişi fiilerinin tek yaratıcı ve yaptırıcısı olmalı, fiileri konusunda tamamen hür olmalıdır.
Son olarak Selefiliğe değinelim.
Eş'arilik ve Matüridilik kurulana kadar, Sünni Müslümanlar itikadi yönden Selefiyye'ye bağlı sayılırdı. Muhaddislerin (hadis alimi) temsil ettiği bir ekol olması, katı nakilci tavrı, aklı öncelemekten kaçınması, kıyas ve rey gibi metodlara itibar etmemesi ile meşhurdur. Bunlar, Eşarilerin tevil metoduna karşı olup, Maturidilerin de akılcı çıkarımlarını yok sayarlar.
Çözüm Önerisi:
Her şeyi Allah yaratıyorsa, hayrı yarattığı gibi şerri de O yaratmıştır diyemeyiz. Şerri, hayrın yokluğu olarak anlamalıyız. Bu bağlamda, karanlık da, varlığı olan bir şey değildir. O, ışığın yokluğu halidir.
Böylece, klasikleşmiş Amentü’yü (iman esasları), tekrar gözden geçirip, fazlalığı atıyoruz.
Klasik Amentü şöyledir:
Ben, Allah-u Teâlâ'ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; (hayır ve şerrin Allah-u Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna) inandım.
Görüldüğü üzere, kader maddesinin sonradan eklenmiş bir fazlalık olduğunu söylediğimiz an, ortada hiçbir sorun kalmıyor. Zaten Kur’an’da, hayrın Allah’tan olduğu, ama şerrin kuldan olduğu söylenir. Kader, yalnızca Kur’an’da geçen bir kelimedir ve ölçü manasına gelir; hepsi bu.
Artık Maturidilerin vermiş olduğu örneği daha iyi anlıyoruz. Lakin sıkıntı şurada. Maturidi olduğunu söyleyen Diyanet, kadere iman bahsini inkar etmez. Halkı hem kadere iman ettirir, hem de özgür iradeyi savunur.
Bunun nedeni, Maturidi kelamcısı Nefesi’nin akaidini, Eşari olan Taftazani’nin şerhinden okumalarıdır. Çünkü Osmanlı, 16. yüzyılın sonundan yıkılışına kadar Eşari idi. Diyanet, gelenekle olan bu bağlantıyı koparmamak ve halkın tepkisini çekmemek için, insanları bir çıkmazın içine sokmaktadır. Halbuki Osmanlı Devleti, Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaşamış olan şeyhülislam Ebu Suud Efendi’nin Eşariliği seçmesine kadarki süreçte, Maturidi itikatına sahipti.
İmam Maturidi’nin söylemlerini sistemleştiren Nefesi, amentüyü şu şekilde belirlemiştir: "İman esaslarına gelince bunlar, 5 tanedir: 1. Allah'a, 2. Meleklere, 3. Kitaplara, 4. Peygamberlere, 5. Âhirete iman (Nesefî'nin Tabsıra'sından naklen Atay; Kur'an'da İman Esasları, 146)
Sonuç:
Maturidilik dışındaki tüm görüşler, tarihin o döneminde yaşanmış olan bazı siyasi çalkantılar neticesinde, etki-tepki olarak doğmuştur ve esasta hiçbir hakikati bünyelerinde barındırmamaktadırlar.
Günümüz alimlerinin yaptığı tespit şu yöndedir:
Dört Halife’nin öldürülmesinden sonra, iktidarı ele alıp yönetimi saltanata çeviren Emeviler, halka zulmetmeye başladılar. Bu zulüm esnasında, yaşanılanların zorunlu bir kader olduğunu iddia eden Cehmiyye grubu doğdu. Sonrasında bunlara karşılık, Emevî zulmünün bir kader olmadığını söyleyen ama biraz aşırı kaçarak, insanın eylemlerini Allah yaratmaz diyen Kaderiye, Mutezile gibi ekoller oluştu. Fakat bu esnada, 40 yaşına kadar Mutezile mezhebine mensup olan Eşari, istikamet değiştirip, Cehmiyye ile Mutezile’nin arasında bir yol tutturma kararı aldı ve görüşlerini halka yaydı. Kader mevzusunu, tüm bu karmaşaların arasından sıyrılarak, hakkını verecek şekilde tek yorumlayan kişi ise, çağdaşları İmam Maturidi olmuştur.
Bu itikadı savunan günümüz alimleri ise şunlardır: Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Hüseyin Atay…
Bu isimler arasından, konumuz üzerindeki en yetkin kişi ise, Hüseyin Atay’dır. O, tarihte bir ilk olarak, Nesefî'nin el yazması halinde duran eseri "Tabsıratü'l- Edille"nin 18 yazma nüshasını karşılaştırmış ve kendi doktora tezine konu yapmıştır.