Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İzzeti, Zillete Tercih Edenler ( inşAllah okuyun ) (1 Kullanıcı)

volkaneren78

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Tem 2008
Mesajlar
19
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):

"Sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki kişi, acz ve fücûr arasında seçime zorlanacak. Kim bu zamana ulaşırsa aczi, fücûra tercih etsin!"(1)

Merhamet olunmuş ümmetine karşı çok tutkun, onlara pek düşkün, sıkıntıya uğramaları gücüne giden, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan(2) Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), aralarında yaşadığı müddetçe onları uyarmış, hidayetlerine vesile olmuş, en doğru yolu göstermiş, o yolda dosdoğru gitmelerini sağlamıştır... Kendisinin vefatından sonra, Ümmetinin karşılaşacağı olaylara karşı da kendilerini uyarıp nasıl davranmalarının gereğini de öğretmiştir...

Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.s.), kendisinden sonraki zamanlarda ümmetinin ferdleri, âciz bırakılmak ile fücûr işlemek arasında tercihe zorlanacaklardır. Böyle bir zorlanma karşısında aczi, fücûra tercih etsin emrini veriyor...

Mucize sahibi, son Nebî ve son Rasul Rasulullah Muhammed (s.a.s.), gaybı bilen Rabbi Allah Teâlâ tarafından kendisine bildirilen geleceğe dair haberi ümmetine iletiyor ve nasıl davranmalarının gereğine kendilerine haber veriyor... Rasulullah ( s.a.s.)'in geleceğe dair vermiş olduğu bu haber, gaybı bilen Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ'nın kendisine bildirdiği bir hakikattır... Çünkü Rasulullah (s.a.s.), hevâsından konuşmaz!..

Yegâne Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"O, herâdan (Kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.

O (söyledikleri) yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir."(3)

Muvahhidlerin ve Muttakîlerin imamı Rasulullah (s.a.s.), her hâlinde hak olanı, doğru olanı, hayırlı ve güzel olanı yapıyor, gösteriyor ve söylüyordu... O ( s.a.s.), her ne söylemiş ise, hak, doğru, hayırlı ve güzeldir...

Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor:

Ben, muhafaza etmek düşüncesiyle Rasulullah (s.a.s.)'den işittiklerimin hepsini yazıyordum. Kureyş (Kabilesinden bazı müslümanlar):

-Rasulullah (s.a.s.), öfkeli hâlinde de, sakin hâlinde de konuşan bir insan iken sen, O'ndan duyduğunu yazıyor musun? diyerek beni, bundan men'ettiler.

Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu, Rasulullah ( s.a.s.)'e anlattım.

(Rasulullah) parmağıyla ağzına işaret ederek:

"Sen, yaz! Varlığım elinde olan Allah'a yemin olsun ki bundan, haktan başkası çıkmaz!" buyurdu. (4)

Mücahidlerin imamı Rasulullah ( s.a.s.), hakdan başkasını konuşmaz!...

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

-Ya Rasulullah, işte sen, bizimle şakalaşıyorsun! dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

"Ben yalnız hakkı söylüyorum!" buyurdu.(5)

Hakdan başka bir şey söylemeyen ve dosdoğru olanı, emrolunduğu gibi dosdoğru buyuran Rasulullah (s.a.s.), "Vasat Ümmet" inin gelecek zamanlarda, otorite sahibi zalimler tarafından acz ve fücûr arasında seçilme zorlanacaklarını bildiği için:

"Kim bu zamana ulaşırsa aczi, fücûra tercih etsin!" buyuruyor.

Böyle buyuran önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'e itaat etmek, her muvahhid mü'minin imanî vazifesidir... Rasulullah (s.a.s.)'e itaat, Allah!a itaattir... O'na itaat, Allah Teâlâ'nın emridir...

"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasulüne itaat edin."(6)

"Kim Rasule itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur."(7)

"Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve Rasulüne isyan ederse, artık gerçekten O, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır."(8)

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), "yapın veya yapmayın" diye emir buyurduğu zaman, her mü'min müslümanın, "İşittik ve itaat ettik" demesi(9) ve itaat etmesi gerekir...

Rasulullah (s.a.s.), ancak itaat edilmek üzere söz söyler, emreder veya nehyeder... O'nun sözlerini, emir ve nehyini duyan her mü'min müslüman itaat etmekle mükelleftir...

Abdullah İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiş:

-Rasulullah'dan başka herkesin ilminden alınanı olur!... (10)

Vasat Ümmetin mutlak müctehid ulemâsından İmam Malik (rh.a.) ise, şöyle der:

-Rasulullah ( s.a.s.) müstesnâ, herkesin sözü kabul ve reddedilebilir!(11)

Rasulullah (s.a.s.)'in ilmi ve sözü, hiçbir şeyi terk edilmeden alınır ve itaat edilerek uygulanır!...

Kendisine itaat edilen ve sözleri işitildikten sonra tereddüdsüz kabul edilen Rasulullah ( s.a.s.), egemen güçler tarafından acz ve fücûr arasında tercihe zorlanan muvahhid mü'min müslüman kişinin, aczi, fücûra tercih etmesini emir buyurmaktadır!..

Âciz: Eli ermez, beceriksiz, kabiliyetsiz, zayıf, güçsüz demektir...(12) Âcizlik, güç sahibi olan egemen tarafından eli-kolu bağlı bırakılmak hâlidir...

Fücûr kelimesi, Seyyid Şerif Cürcânî (rh.a.) tarafından şu şekilde açıklanmaktadır:

"Nefis için hasıl olan bir durumdur ki, onunla şeriat ve mürüvvete aykırı bir takım işlere girişilir." (13)

"Fücûr" kelimesini açıklayan Rağıb el-Isfahânî ( rh.a.):

"Diyanet perdesinin yırtılmasıdır." Der.(14)

Tariflerden anlaşıldığı gibi fücûr, Âlemlerin Rabbi Allah tarafından tayin buyrulmuş olan haram sınırını aşmak, günah işlemek ve ahlâken bozulmak demektir... Fâcir, günahkâr, Allah Teâlâ'nın koymuş olduğu haram sınırları çiğneyen, haddini aşan, kulluk görevlerini gereği gibi yerine getirmediği gibi, Rabbi Allah'a karşı gelip isyan hâlinde olan bir durum sergilemektedir... Fısk ve Fücûr, böyle bir insanın en tabiî hâli hâline gelmiştir... Bu isyan hâline öyle bir kapılmış ki, tevbe edip günahlardan vazgeçmek hatırına gelmediği gibi, kendisine nasihat ederek tevbe etmesini tavsiyede bulunanlara karşı da sert tapkili olmaya kalkışır... Harama dalmayı, günah işlemeyi, haram sınırları aşmayı, bir çağdaşlık ve bir medenî olmak olarak değerlendirir...

İnsanoğlunun en büyük ve baş düşmanı şeytan da insanın bu günahkâr hâlini kendisine çok güzel olarak gösterir, isyanını kendince haklı hâle getirir... Hattâ zaman zaman işlenen bu günahlara, masum kılıflar giydirir, haklı sebebler ortaya kor ve işlenen günahların günah olmadığını, aksine zaruretten dolayı böyle davrandığını telkin edip söyletir... Yapılan bunca haksızlıkları ve zulümleri, haklı çıkarmak için naklî ve aklî deliller de gündeme getirerek savunmaya çalışır... Naklî delilleri çarpıtarak ve aklî delilleri sündürerek, yapılan zulmü haklı çıkarmaya gayret eder... Böylece fücûru, acze tercih etmek zorunda kaldığını haklı sebeblere bağlayarak kendisini temize çıkarıp haklı olduğunu ve herhangi bir hatâ işlemediğini, aksine böyle bir yolu tercih ederken niyetinin iyi olduğunu dolayısıyla böyle bir amelden sevab beklediğini ilân eder...

Hicrî onbeşinci asrın ilk yarısında egemen zalim tağutların işgali altındaki İslâm topraklarına ibret nazarıyla ve Allah'ın nûruyla bakan mü'minin firasetiyle (15) bakıldığında, karşımıza çıkan manzara çok korkunçtur... Bu korkunç manzaranın ortaya çıkışı, bir yanda egemen zalim tağutların zulmü, baskısı ve işkencesiyle gerçekleşirken, diğer yanda mensubu bulunduklarını iddia ettikleri yegân hayat nizamı İslâmı yanlış anlayıp yanlış yorumlayan müslüman olduklarını beyan eden kitlelerin tavırlarıyla da ortaya çıkmaktadır...

Bu kitleler, acz ile fücûr arasında şeçime zorlandıklarında, önderleri Rasulullah (s.a.s.)'in, "aczi, fücûra tercih edin!" emrinin aksine fücûru, acze tercih etmektedirler... Böyle bir tercih, içine düştükleri zilleti kat üste kat hâline getirmekte, zindan olan dünya hayatını zindan içinde zindana çevirmektedir... Bu kitleler, Allah ve Rasulü ( s.a.s.)'in kendilerine vermiş olduğu "birleşin, beraber olun, bir araya gelin, Tevhid üzere vahdet oluşturun, kardeşler olarak hep beraber Allah'ın ipine yani hayat kitabı Kur'ân-ı Kerim'e sımsıkı sarılan, Allah'ın kitabına sımsıkı sarıldığınız gibi, Rasulünün sünneti'ne de sımsıkı sarılın" gibi emirleri bir yana bırakmış, kendi menfaat ve maslahatlarına uygun davranışlarda bulunmaktadırlar... Esaret altında ve egemen tağutların baskıcı düzenlerinde zillet içinde yaşarken "nasıl rahat yaşarız" anlayışıyla hareket etmekte ve egemen düzene ayak uydurmaktadırlar...

Şirk ve küfür ile egemen olan tağutlar, egemenlikleri altında bulunan işgal ettikleri İslâm topraklarında şirki ve küfrü egemen etmiş, sosyal yapıyı şirk ve küfür üzere kurmuşlardır... Onların egemenliklerinde iki tip insan var: Vatandaş ve Müslüman!..

Vatandaş ve müslüman tipi, birbirinden tamamen ayrı tiplerdir...Bu iki tip insanın, ilâh ve rab anlayışları tabi kıldıkları kitab anlayışları, hayat düzeni olarak benimsedikleri düzen ve hayatlarında örnek edindikleri önder anlayışları tamamen farklıdır...

Tağutî düzenlerde vatandaş tipinin ilâh ve rabbi, parlamentodur... Vatandaşın hayatını düzenleyen, emr ve nehyeden, yasak ve serbest sınırlarını çizen, yani helâl ve haram hududlarını koyan parlamentosudur... Çünkü yasama hakkını parlamentoya vermişler ve parlamenterler, kendilerine yasama hakkını verenler adına bu yetkilerini kullanmaktadırlar... Ülke ve toplum üzerine egemen olan parlamento yetkilileri olan parlamenterler, egemenliğin kayıtsız-şartsız kendilerinin olduğu söylenen vatandaşlar adına yasa yapar ve yürütmeyi gerçekleştirirler...

İnsanlık tarihi boyunca şirk cephesinde yer alan insanların ilahlık ve rablık anlayışları, yasama hakkının kendilerine verildiği krallar, imparatorlar, melikler, sultanlar, Fir'avnlar, Nemrudlar, diktatörler ve parlamenterlere kayıtsız-şartsız itaat etmek olmuştur... Bir kralın, bir imparatorun, ya da bir diktatörün tek başına gerçekleştirdiği egemenlik hakkını, daha sonraları belli sayıda parlamenterler, yerine getirmiştir...

Vatandaşın hayat kitabı, parlamentonun tasdik edip düzenlediği temel yasa kitabıdır... Vatandaş, O kitabı, hayat kitabı olarak benimsemiş ve hayatını ona göre düzenlemeye çalışmıştır...

Vatandaşın hayat düzeni, mevcud Tağutî düzendir... Bu düzeni, bir din anlayışıyla benimsemiş, onun uğrunda canını ve malını ortaya koymuştur... Böyle bir anlayışı olduğu için, "Kafirun Sûresi"nde:

"Sizin dininiz size, benim dinim bana"(16) buyrulmuştur.

Ve vatandaşın hayat önderi, benimsemiş olduğu tağutî düzenin kurucusu olan kişi, yada kişilerdir...

İşgal edilen İslâm topraklarında egemen anlayış, vatandaşlık anlayışıdır!..

Tağutların zulmü altında esaret hayatını devam ettiren "Müslüman" tipine gelince:

Müslümanın ilâhı ve Rabbi, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ'dır... Hayat Kitabı, Kur'ân-ı Kerim, hayat nizamı, yani dini, İslâm ve hayat önderi, Rasulullah Muhammed ( s.a.s.)'dir...

Müslümanların cephesinde iki ana görüş gündeme gelmiştir... Görüşlerden biri, işgal edilmiş ve egemen zalim tağutlar tarafından yönetilen, şirkin hakim olduğu bir toplumda nasıl rahat yaşayabilirim görüşüdür... Mevcud egemen düzene karşı koyamayacaklarını, düzeni değiştirmeye güçlerinin yetmediğini gündeme getirmekte ve tağutî düzenin egemenliğinde rahat bir dünya hayatı yaşamanın yollarını araştırmaktadırlar... Bu anlayışta olanlar, akîdelerini, amellerini, ekonomik ve siyasî görüşlerini buna göre düzenlemekte, kendilerine rahatlık sağlayacak olanlarla beraber olmaktadırlar... Onlar bu tavırlarıyla, vatandaş tipine yaklaşmakta, zaman zaman örtüşüp aynîleşmektedirler...

Diğer bir görüş ise, işgalci zalim tağutî güçlere karşı İslâmî tavrını ortaya koyan, Tevhidi dünya görüşüne sahib ve "tağutî düzen bana aid değil, olamaz da... O hâlde ben, bu şirk düzenini nasıl değiştirebilirim" anlayışı ile hareket etmektedir...

"Sizin dininiz size, benim dinim bana" hakikatını net bir tavır ile gündeme getiren bu görüşün sahibleri olan muvahhid mü'min müslümanlar, Rabbleri Allah'ın:

"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri velîler edinmesinler."(17)

"Ey iman edenler, Yahudî ve hristiyanları velîler edinmeyin."(18) emirlerine tam teslimiyetle iman edip itaat eylemişlerdir...

"Artık kim tağutu inkâr (redd) ederek Allah'a inanırsa, O, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir."(19) ayet-i kerimenin emrettiğini yerine getirmiş ve tağuttan tamamen uzaklaşmışlardır...

Bu muvahhid mü'min müslümanlar, birbirlerinin kardeşi (20) ve velîsi olmuş,(21) egemen tağutî düzenden maddî ve manevî tüm ilişkilerini kesmişlerdir... Ve bu egemen tağutî düzenden kurtulmanın mücadelesini vermektedirler... İslâm düşmanlarıyla asla uyuşmamışlar... Ne yerli tağutlarla, ne de onların emir aldıkları tağutlar ile!..

Tevhid demiş, iman demiş, İslâm demiş, Kur'ân ve Sünnet demiş...Böyle inanmış, böyle amel etmeye gayret etmişlerdir!..

Egemen tağutlar tarafından işgal edilip şirk ve küfürle yönetilen İslâm topraklarında yaşayan bu insan tiplerini gündeme getirdik ki kişi, kendisini tanısın ve hangi safta bulunduğunun farkına varsın... Safların netleşmesi, Önderimiz Rasulullah ( s.a.s.)'in emrine itaat konusunu da netleştirecektir...

Acz ve fücûr arasında seçime zorlananlar, fücûru, acze tercih ederken, hangi anlayışın ve hangi cephenin insanıdır, net olarak anlaşılsın! Ve yine önderi Rasulullah ( s.a.s.)'in emrine itaat ederek, böyle bir seçime zorlananlar, aczi, fücûra tercih ederken, hangi anlayışın ve hangi cephenin insanıdır, net olarak anlaşılsın! Ve yine önderi Rasulullah (s.a.s.)'in emrine itaat ederek, böyle bir seçime zorlananlar, aczi, fücûra tercih ederken, hangi cephede yer aldıkları belli olsun...

Egemen tağutların yönetiminde, "ben Müslümanım" diyenlere, böyle bir düzende rahat yaşamak ve egemen tağutlara uzlaşmak şartı ile çeşitli imkânlar sunulmaktadır... Bu imkânlar ve yetkiler elde edildiği takdirde, hem kendisi, hem de yakınları rahat edecekler... Fakat bu imkân ve yetkileri elde edebilmek için, gerek akîdeden, gerekse amellerden taviz verilmelidir!...

Egemen tağutlar, insanları kendilerine benzetmeden, Allah'ın tayin ettiği haram sınırlarını çiğnemeden, akîdesine ve salih amellerine ters düşmeden hiç kimseye herhangi bir yetki vermemekte ve herhangi bir imkânı sunmamaktadır...

Rabbimiz Allah Teâlâ, şirk ve küfür cephesindeki tek millet olan küfür milletinin değişmez karakterini şöyle beyan buyurmaktadır:

"Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler. O zaman onlar da, sana yaranıp-uzlaşacaklardı."(22)

"Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman seni, dost edineceklerdi."(23)

"Sen, onların dinlerine uymadıkça, yahudî ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnud olmazlar."(24)
 

volkaneren78

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Tem 2008
Mesajlar
19
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Küfür ve şirk milletinin temsilcisi olan egemen tağutlar, "ben Müslümanım" diyenlerden istedikleri tavizi almadıkça ve arzu ettikleri seviyede olmadıkça, kesinlikle ne bir imkân, ne de bir yetki verirler... Ancak "ben Müslümanım" diyenleri, iki defa zillete düşürdükten ve anlara tamamen egemen olduktan sonra, kendi yasalarına itaatkâr bir tip hâline getirdikten sonra bir imkân ve bir yetki verirler... İşte böyle bir zilletten, tağutu kısmen veya tamamen, ya itikaden, ya da amelen kabul edip itaat edenler, fücûru, acze tercih edenlerdir... Dolayısıyla Rasulullah ( s.a.s.)'in emrini dinlememiş, zilleti, izzete tercih etmişlerdir... Çünkü egemen tağutlarla beraber olmak, onlarla uzlaşmak ve onların hükümlerine göre mesâî harcamak Allah'a isyan edip günah işlemekten başka bir şey değildir!..

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in emrine tan teslim olaqn muvahhid mü'minler, egemen tağutlar tarafından acz ve fücûr arasında tercihe zorlanacak olurlarsa, Rasulullah (s.a.s.)'in emrine itaat ederek, aczi, fücûra tercih ederler... Dünyevî imkân, makam, mevki, yetki ve rahatlık için fücûru tercih edip Allah'a isyan edenlerden olmamak için bütün gayretlerini gündeme getirir, var güçlerince çalışırlar...
[/COLOR]
 

volkaneren78

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Tem 2008
Mesajlar
19
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Âcizliği tercih etmek demek, egemen tağutlarının zulümlerine karşı eli-kolu bağlı durmak demek değildir... Fücûru tercih etmediğinden dolayı, bazı imkânlardan mahrum bırakıldıkları için, fücûru tercih edip o imkânlara kavuşanlara göre bir âcizlik hâli sergilenmektedir... Yoksa muvahhid mü'minler, İslâm toprakları işgal dilip, küfürün veşirkin egemen, İslâm'ın mahkum kılındığı, böylece tağutlar hakim, mü'min müslümanların mahkum edildiği bir durumda nasıl davranacaklarını biliyorlardır... Onların, İslâm'ın hükümleri gereği ve imkânları nisbetinde hareket etmeleri, kendilerini âcizlikten kurtarır, zilletten izzete yükseltir...

Allâme İbn Abidîn (rh.a.)'in:

"İnsanın mutmain olduğu, kabul edebileceği görüş de bu olsa gerekir. Bu görüş istikametinde amel edilmelidir!" dediği görüş ile amel edilip gereği yapılmalıdır...

Allâme İbn Abidîn ( rh.a.)'ın vurguladığı görüş şudur:

"O bölgelerde, gayr-ı Müslimler hakim olmuşlar, müslümanlar bir bakıma azınlıkta kalmışlar veya müslümanlar mahkum, gayr-ı Müslimler hakim durumdadır.

Bu durumda ne yapılmalıdır?

Gerekli olan, müslümanların kendi aralarında birine bu görevi vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vacibdir. Onu, kendilerine idareci olarak seçerler. O da, kadı tayin eder. Böylece kendi aralarında vuku bulan hadiselerin yargı organlarına aktarılması sağlanmış olur. Yine buralarda kendilerine Cuma namazı kıldıracak bir imam da nasbederler."(25)

Egemen tağutlara itaatı reddererek, aczi, fücûra tercih ettiği için, toplumsal bir çok imkânlardan mahrum bırakılan muvahhid mü'min müslümanlara, her türlü imkânı yaratan ve dilediğine veren Âlemlerin Rabbi Allah'dan müjde var!.. Bu müjde, aczi fücûra, izzeti zillete tercih edenleriçindir!..

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

"Kim Allah'dan korkup sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir.

Ve onu, hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır."(26)
 

volkaneren78

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Tem 2008
Mesajlar
19
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
1) Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, sh.278, 447

Beyhakî, Kitabü'z-Zühd, çev. Enbiya Yıldırım, İst.2000, sh.151, Hds. 476. sh.205, Hds. 715

Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, el-Fethu'r-Rabbânî Meâ Muhtasar Şerhihi Buluğu'l-Emânî, C.24, sh.16 Ebu Ya'lâ, Müsned, C.11, Hds. 6403

El-Hakim, el-Müstedrek, C.4, sh.438, Kitabu'l,Fiten ve'l,Melâhim, Hds. 8352

İmam Suyutî, Câmiu's-Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, Vdğ. İst. 1996, C.2, sh. 473, Hds. 2375(4736)

Ayrıca bkz. Münâvî, Feyzu'l-Kadir, C.4, sh. 117, Hds. 4736

Not: Heysemî, Mecmau'z- Zevâid, C.7, sh. 287'de bu hadisin tahkikatında şunları kaydeder:

"Bu hadisin bütün ricali sikadır. Hakim: "isnadı Sahih'dir" demiştir. İmam Zehebî desahinlemiştir."

2) Bkz. Tevbe, 9/128

3) Necm, 53/3-4

4) Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İlm, B.3, Hds. 3646

Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.43, Hds. 490

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C.1, sh. 309, Hds. 58/255

5) Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l Biri ve's-sılâ, B. 56, Hds. 2058

İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, çev. Dr. Bekir Karlığa- Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1986, C.13, sh. 7529. İmam Ahmed B. Hanbel, (Müsned, C.2, sh.340)'dan.

6)Nisa, 4/59

7)Nisa, 4/80

8)Ahzab, 33/36

9)Bkz. Nur, 24/51

10) İmam Gazâlî, İhya'u Ulûmi'd-Din, çev. Ahmed Serdaroğlu, İst. T.Y. C.1, sh. 199

11) İmam Malik, Muvatta, çev. Ahmet M. Büyükçınar, Vdğ. İst. 1994, C.1, sh.40

12) Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ank. 2002, sh.7

13) Seyyid Şerif Cürcânî, Arabça- Türkçe Terimler Sözlüğü- Kitabu't-Ta'rîfât, çev. Arif Erkan, İst. 1997 sh. 170

14)Rağıb el- Isfahânî, Müfredât, çev Doç. Dr. Abdulbaki Güneş- Dr. Mehmet Yolcu, İst. 2007, C.2, sh. 313

15) Ebu Said el- Hudrî (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.)şöyle buyurur:

"Mü'minin firasetinden sakınınız. Çünkü O, Allah'ın nûru ile görür."

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, B.16, Hds. 3332

Beyhakî, Kitabü'z-Zühd, sh. 231, Hds. 810

Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr Tercümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst. 1999, sh. 136, Hds. 430

16) Kâfirun, 109/6

17) Âl-i İmrân, 3/28

18) Mâide, 5/51

19) Bakara, 2/256

20) Bkz. Hucurat, 49/10

21) Bkz. Tevbe, 9/71. Mâide, 5/55

22) Kalem, 68/9

23) İsra, 17/73

24) Bakara, 2/120

25) İbn Abidîn, Reddü'l- Muhtar Ale'd-Dürri'l- Muhtar, çev. Mehmet Savaş, ist. 1985, C.12, sh. 145 "Fetih"den.

26)Talak, 65/2-3
Yazar: Abdullah DAİ
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
EsSelamü Aleyküm.
Çok değerli bir çalışmaydı, Rahman razı olsun.
İslam coğrafyasındaki hazin ahvali, acı bir tablo ile gözler önüne seren, realite dolu bir paylaşımdı.. Sadece toplumsal bazda değil, ferdi bazda da yaşanan zaafiyetlerin; zamanın süzgecinde nasıl da aleyhimize kördüğümlü zincirlere dönüştüğünü, ayetler ve hadisler eşliğinde de müşahade imkanı veren bir yazı.. İnsan, başlı başına fevkalade ve özel vasıflarla bezenmiş bir varlık.. Mü'min olması ise, onu daha da ''özel'' kılan bir vasıf, bir kimlik.. Bir hayat duruşudur, Mü'minlik.... Mü'mine asla yakışmayacak olan bu zillet tercihlerinden uzaklaşıp halis tevhidi, hayatımızın her sahasında benimsemek, tavizsizce bir duruş sergilemek duası ile..
Kaleminize sağlık, emeğinize bereket..
Dua ile.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt