Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İyiliği Emr Kötülükten sakındırmak.. (1 Kullanıcı)

Saban_Sahan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Eyl 2006
Mesajlar
30
Tepki puanı
0
Puanları
0
KENDİMİZİ TASHİH ETMEK / 9

İYİLİĞİ EMİR, KÖTÜLÜĞÜ MEN

İyilikleri emretmek, kötülüklerden men etmek, dinimizin müslümanlara hamlettiği çok mühim bir vazifedir.

Bu vazifenin ihmali asla caiz değildir. Çünkü bir toplumda emri bil maruf, nehyi anil münker yapılmazsa, kötüler ve kötülüklerin önü açılmış olur ki, bu durum bir toplum için felâket demektir.

Biz müslümanların hayırlı ümmet oluşu:

- Allah Teâlâ’ya iman etmemiz,

- İyilikleri emretmemiz,

- Kötülükleri nehyetmemiz sebebiyledir.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız.” (Ali imran, 110)

Her müslüman:

- Öncelikle kendi nefsine,

- Sonra aile efradına,

- Akrabalarına,

- Arkadaş çevresine,

- Komşularına,

- Ve ulaşabildiği her müslümana, bilhassa yöneticilere, emri bil maruf, nehyi anil münker yapmalıdır.

Elbette bu vazife kolay bir iş değildir. Pek çok zorlukları vardır. Ancak kesin olarak bilinmelidir ki müslüman, inancı uğrunda her türlü zorluğa, sıkıntıya katlanmak mecburiyetindedir. Hiç değilse içlerinden bu işi yapmaya ehil kişiler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmadan, engellere ve engellemelere aldırış etmeden bu zor vazifeyi ifa etmelidir.

Ancak bu çok mühim konuda kendimizi tashih etmemiz gerekmektedir. İnsanî ilişkilerimizi en iyi bir şekilde düzeltip, en iyi noktaya getirmek, iyilikleri emir, kötülükleri men vazifemizi de sağlıklı bir şekilde yapmaya yardımcı olacaktır.

Bu hizmeti yaparken şu hususlara dikkat etmemiz gerekmektedir:

1- Hiçbir zaman dinimizin esaslarından taviz vermeyeceğiz.

2- İnsanları İslam’dan soğutacak, kaba, haşin davranışlardan sakınacağız.

3- Nefsimizi karıştırmayacağız.

4- Kişilerin şahıslarını hedef almayacağız.

5- İfrat ve tefrite kaçmayacak, itidal üzere olacağız.

6- Bu vazifeyi ihlasla, yalnız Allah rızası için yapacağız.

7- Kendimizi, muhatabımızdan üstün görmeyeceğiz.

8- Emri bil maruf, nehyi anil münker yaptığımız konuyu çok iyi bileceğiz.

9- Mütevazi, merhametli olacağız.

10- Muhatabımızın o andaki psikolojik durumunun emri bil maruf, nehyi anil münker yapmaya müsait olup olmadığının farkında olacağız.

11- Her hangi bir konuda emri bil maruf, nehyi anil münker yapacağımız zaman, önce kendi nefsimize bakacağız; şayet bu konuda biz de emir bil maruf, nehyi anil münkere muhatap isek bu vazifeyi öncelikle kendi nefsimize yapacak, kendimizi ikaz edecek, kendi hatalarımızı düzeltecek ve sonra da diğerlerini ikaz edecek, uyandırmaya çalışacağız.

Ancak kendimizin güç yetiremediği bir kısım konular olabilir. Böyle bir durumda biz yapamıyoruz diye başkalarını uyarmaktan, emri bil maruf, nehyi anil münker yapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Belki de bizim başaramadıklarımızı başkaları başaracak ve hayırlı, salih bir kul olacaktır.

İslam dini, herkesi gücünün yettiğinden mes’ul tutmaktadır. Dolayısıyla her müslüman, emri bil maruf, nehyi anil münker hususunda da gücünün yettiğini yerine getirmekte mükelleftir.

Nitekim canımız efendimiz Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır.

“Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin (o kötülüğe buğzetsin). İmanın en zayıfı da budur.” (Müslim)

Başka bir rivayette de şöyle buyurmaktadır:

“Benden önce Allah’ın hiçbir ümmete gönderdiği bir peygamber yoktur ki, o peygamberin ümmetinden havarileri ve sünnetine tâbi olan, emrine uyan ashabı olmasın.

Kıssa şu ki, sonra onların ardından yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan bir takım kötü nesiller meydana çıkar.

İşte kim bunlara karşı eliyle mücadele ederse o mü’mindir.

Kim onlara karşı diliyle mücadele ederse o mü’mindir.

Kim onlara karşı kalbiyle mücadele ederse o da mü’mindir.

Ama bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi yoktur.” (Müslim)

Hadis-i şeriflerde verilen mesajlara dikkat edelim. Bu konuda elinden, dilinden hiçbir şey gelmeyen bir müslüman, en azından bütün kötülükleri, din dışı yaşayışları, ahlâksızlıkları, inkar, küfür ve nifakı kalben reddedecek, nefret edecek, bu kötülüklere asla meyletmeyecektir. Yapılan kötülükleri, din dışı yaşayışları, dine aykırı sözleri, çeşit çeşit tevillerle mazur göstermeye çalışmayacak, başkalarının dünyası için, ukbasını harap etmeyecektir.

Yukarıda da ifade edildiği gibi, ümmetin içinden bir kısım ehil kişiler emri bil maruf, nehyi anil münker vazifesini asla ihmal etmeden titizlikle yerine getirmelidir.

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 104)

Böyle bir topluluğun varlığı, damarlarda dolaşan kan gibidir. Topluma hayat verir, can verir.

Onun için İslam devlet nizamında, emniyet ve adâlet teşkilatları yanında Hisbe teşkilatları kurularak, muhtesipler vasıtasıyla bu hizmetler en iyi bir şekilde yürütülmüştür.

Ayrıca ilmiyle âmil alimler, ârifler, toplumda sözü dinlenen muteber kişiler, bu hizmetleri gönüllü olarak ifâ etmişler ve bu konuda destânî örnekler sergilemişlerdir.

Her türlü sıkıntıyı göze alarak nice zalimleri, nice zorba, idarecileri ikaz etmişler, onları Hakka, adalete dâvet etmişlerdir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin:

“Cihadın en üstünü, zâlim bir hükümdarın yanında Hak sözü söylemektir.” (Ebu Dâvud) mesajını en iyi şeklide algılamışlar, zulmün ve zalimlerin karşısında boyun eğmemişler, Hakk’ı söylemekten asla geri durmamışlardır.

Çünkü onlar, hesaplarını fanîlere, geçici, basit dünya çıkarlarına göre değil, Rab’lerine, ebedî âleme göre yapmışlar ve ona göre hareket etmişlerdir. Yapılan kötülüklere, isyan ve tuğyana bigâne kalan, aldırmayan toplumlar, felâketlerini kendi elleriyle hazırlamış, lânete muhatap olmuş toplumlardır.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İsrail oğullarından olup da küfredenlere, Davud’un da, Meryemoğlu İsa’nın da diliyle lânet olunmuştur. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve ifrata sapmaları idi. Onlar, işledikleri herhangi bir fenalıktan birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Hakikat, yapmakta devam ettikleri o hal ne kötü idi.” (Maide, 78-79)

Beşer olmamız hasebiyle zaman zaman yanlış yapabilir, günah irtikap edebiliriz. Nefsimiz, şeytan ve kötü çevre, bu yaptıklarımızı güzel ve doğru gösterebilir, aldanabiliriz. En zor şey, insanın kendi kendini eleştirmesi, kendi hatalarını görebilmesidir. O bakımdan bizim göremediklerimizi görebilenler, görüp ikaz etmeli, doğru zannetiğimiz yanlışlarımızı tashih etmelidirler.

Hata eden, günah irtikap eden de bu gibi uyarılara açık olmalı, yapılan ikazlara menfî bir tepki göstermek yerine, teşekkür edip kendini düzeltmek için çalışmalıdır.

Her zaman ve her devirde, kendini okuyan, kendini eleştiren ve kendini düzelten insanlar az olmuştur. Zamanımızda ise böyleleri azın azıdır.

Onun için çağımızda emri bil maruf, nehyi anil münker her zamankinden çok daha ehemmiyet arzetmektedir.

Toplumun değer ölçüleri değişmiştir. Hiçbir değeri olmayan ve hatta Allah indinde, İslam nazarında habîs, aşağının aşağısı olan pek çok şey bir değer olarak görülmekte, ölçü kabul edilmektedir.

Böyle durumlarda emri bil maruf, nehyi anil münker yapanların işi daha da zorlaşmaktadır.

Onun için bu kişilerin kendilerini ona göre hazırlamaları ve bu durumu göz önüne alarak çok iyi bir şekilde donanmaları gerekmektedir.

İyilikleri emir, kötülükleri nehiy hususunda önümüzde engeller vardır. Öncelikle bu engelleri aşmamız, bu konudaki yanlışlarımızı tashih etmemiz lazımdır. Aksi takdirde istenilen neticeyi elde etmemiz mümkün olmaz.

Bu engeller:

- Nefsimizden,

- Çevremizden,

- Düzenden kaynaklanabilir.

Zamanımızda bu engellerin hepsi de en etkin şekilde mevcuttur.

- Bir taraftan engellemeye çalışırlar,

- Bir taraftan tavizler koparmak için çaba sarfederler.

- Tuzak üzerine tuzaklar kurarlar.

- Zayıf taraflarımızı tesbit edip bizi oradan vurmaya çalışırlar.

- Çeşit çeşit vaatlerde bulunurlar, kararlılığımızı, azmimizi zayıflatmaya çalışırlar.

- Şayet iyiliği emir, kötülüğü men hizmeti organizeli bir şekilde, bir toplum tarafından yapılıyorsa, aralarına fitne sokmaya, birlikteliklerini bozmaya çalışırlar.

- Hülasa olarak bu hizmetin önüne geçmek için her çareye başvururlar.

- Şayet nefsimiz bir çok zaaflarla malûl olur, zorluklara katlanabilecek kıvamda bulunmaz, tezkiye edilmemiş, ham bir durumda olursa en basit engellere takılıp kalır ve bizzat kendisi bu yolda en büyük bir engel olur. Çevrenin ve düzenin oyunlarına yardımcı olur.

İyiliği emir, kötülüğü men gibi çok önemli bir vazifeyi ifa eden kişiler, bu görevlerini yalnız Allah rızası için yapmalı; ecrini, karşılığını yalnız Allah Teâlâ’dan beklemelidirler

Çünkü peygamberler, yapmış oldukları risalet vazifelerinin karşılığını hep Allah Teâlâ’dan istemişler, kullardan hiçbir şey beklememişlerdir. Onların kutlu izini takip eden kişiler de aynı şekilde hareket etmelidirler.

Bütün peygamberler kavimlerini şöyle uyarmışlardır:

“Bilin ki, ben size gönderilmiş emin bir elçiyim.

Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.

Benim ecrimi verecek, ancak âlemlerin Rabbidir.”

Bütün tebliğciler, dâvetçiler, emri bil maruf, nehyi anil münker yapanlar bu yolu takip etmelidirler.

Bu konuda tashih edilmesi gereken en mühim husus;

Hiçbir kimseden, hiçbir makamdan, yapılan dâvet ve emri bil maruf, nehyi anil münker karşılığında:

- Para pul beklentisinde bulunmamak,

- Makam mevki beklememek.

- Halk nazarında şöhret bulmak, itibar kazanmak arzusuna kapılmamak.

- Yaptığı hizmetlerin karşılığını, ecrini sâdece Allah’tan istemektir.

Herhangi bir davetçi, yaptığı hizmetlerin karşılığında fâni kullardan bir şeyler bekliyorsa, o kişinin sağlıklı bir şekilde dâvet etmesi, iyiliği emir, kötülükten men etmesi mümkün değildir. Çünkü İslâmî hizmetler için kullardan bir şey beklemek öldürücü bir zehirdir.

Bu gibi kişiler:

- Dâveti sulandırırlar,

- Beklentisi olan kişilere karşı istenilen şekilde iyiliği emir, kötülüğü men görevini yerine getiremezler.

- İslamî esasları tevil etmeye başlarlar.

- İslam’dan tavizler verirler.

- Kendi menfaatlerini İslamî tebliğin önüne çıkarırlar.

- Bu zayıf karakterleri sebebiyle insanlar nazarında, yöneticiler yanında, İslâmî meselelerin ciddiye alınmamasına sebep olurlar.

- Bütün bunlarla beraber kendi İslamî kimliklerini de zedelemiş, belki de tahrip etmiş olurlar.

Bu konuda tashih edilmesi gereken önemli diğer bir husus da:

Bu işe nefsin karıştırılmasıdır.

Maalesef bir kısım kişiler, iyiliği emir, kötülüğü men edeyim derken kendi nefislerini tatmin etmeye çalıyorlar. Bilhassa sevmedikleri kişilerin ne yapıp yapıp, bir hatasını bulup ondan intikam almak istercesine acımasız bir şekilde kaba ve kindar davranışlar sergiliyorlar.

Dâvete nefsimizi, nefsî arzularımızı karıştırırsak çok büyük bir cürüm işlemiş oluruz.

O bakımdan dâvetçiler, emri bil maruf, nehyi anil münker yapan kişiler, nefsi tezkiye, kalbi tasfiye yolunda en azından nefsi mutmaine derecesine ulaşmış olmalıdırlar.

Yoksa:

- Kaş yapayım derken göz çıkarırlar.

- İhya edeyim derken imha ederler.

- Düzelteyim derken, daha çok bozarlar.

- Yaklaştırayım derken, uzaklaştırırlar.

- Sevdireyim derken, nefret ettirirler.

Diğer taraftan dâvete ya da emri bil maruf, nehyi anil münkere muhatap olan kişilerin de kendilerini davete açık tutmaları gerekmektedir.

İnsanlar, tabiatları icabı zaman ve zemini müsait buldukları an hemen tepki gösterirler, savunmaya geçerler. Bu, insanların yaratılışında mevcut olan psikolojik bir durumdur.

Yanlışlarını hemen kabul edip, dâvetçiye teslim olan kişiler azın azıdır.

Çaresiz kalır ve hatasını kabul ederse, bu sefer de kendini başka türlü savunmaya kalkışır:

“Anladık, anladık, bir hata yaptık, ama insanın üzerine bu kadar da gelinmez ki!” diye tepki gösterir ve böyle yapmakla kendince:

- Kendisi biraz olsun rahatlamış,

- Muhatabını da daha fazla üstüne gelmekten caydırmış olacaktır.

Böyle bir anlayışın da süratle tashih edilmesi gerekir.

Burada karşımıza bir başka mesele daha çıkmaktadır ki, çok mühimdir:

Her hâvetçi, her eğitimci:

- Fert psikolojisini,

- Toplum psikolojisini çok iyi bilmelidir.

Bilmelidir ki, muhatabının psikolojik durumunu dikkate alarak dâvet etsin, emri bil maruf, neyi anil münker yapsın.

Dâvetçi bilmelidir ki, hidayet Allah’dandır. Kendisi sadece bir vasıtadır. Kendisine düşen davet, emri bil maruf, nehyi anil münker vazifesini usûlüne uygun bir şekilde yapmak, çaba göstermek ve dua etmektir. Netice istediği gibi tezahür etmese de asla ümidini kesmeden şevkle, aşkla vazifesine devam etmektir.

“(Rasûlüm) sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Lâkin Allah dilediğini hidayete erdirir. Hidayete erecek olanları en iyi bilen O’dur.” (Kasas, 56)

Bu husus da çok dikkat edilmesi gereken bir konudur. Bir çok dâvetçi, istediği neticeyi alamayınca kısa bir zamanda yorgun düşüyor, yıpranıyor, ümit kesiyor ve “Artık bu iş burada bitti!” deyip köşesine çekiliyor. Her davetçi bu konuda da kendini tashih etmeli, asla ümitsizliğe düşmemelidir.

Her olumsuz durumda, daha çok gayrete, şevke gelmeli, heyecanlanmalı, olumsuzlukları, olumlu hale getirmek için çaba göstermelidir.

Hiçbir olumlu neticeye varmasak bile hizmet heyecanımızdan, gayretimizden, sevdamızdan hiçbir şey kaybetmeden hizmete devam etmeliyiz.

“Gevşemeyin, mahzun olmayın, eğer gerçekten mü’min iseniz en üstün sizsiniz.” (Al-i İmran, 139)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt