Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İstiğfar ve Dua (1 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
"(Ey Rasûlüm!) De ki: Sizin duâ ve niyâzlarınız olmadıktan sonra, Rabbim size ne diye değer versin?" (el-Furkân, 77) Başta Peygamberler olmak üzere bütün velîler, sâlihler ve sâdıklar, darlıkta ve bollukta, kederde ve sevinçte dâimâ Cenâb-ı Hakk'a ilticâ etmişler ve O'na niyâz hâlinde bulunmuşlardır. Çünkü Peygamberlerde de "zelle"1 bulunması sebebiyle, duâ ve istiğfârdan müstağnî kalabilecek hiçbir kul tasavvur olunamaz. Duâ ve istiğfâr, gerçek mâhiyetiyle derûnî bir nedâmet ve ilticâ mânâsını ihtivâ ettiğinden, Allâh'a kurbiyyetin en müessir vâsıtasıdır. Arapça'da namazın, duâ mânâsına gelen "salât" kelimesi ile ifâde edilmesinin bir hikmeti de, onun en şümûllü bir duâ ve niyâz mâhiyetinde olmasıdır.

Diğer taraftan, duanın evveli istiğfârdır. Allâh Teâlâ'dan af dilemektir. Bu, gerekli vasıfta ise, yâni affı istenen günâhın bir daha yapılmaması husûsundaki katî bir azim ve nedâmet ihtivâ ediyorsa, kalbin hassâsiyetini körelten kir ve pası silip, onu hakîkat karşısında âdetâ mücellâ (parlayan) bir ayna hâline getirir. Kalp, ancak bu suretle, füyûzâta (feyizlere, nûrânî tecellîlere) müsait bir duruma gelir.

İşlenen günahlar neticesinde kararan kalplerin istiğfarla aydınlanacağını beyan sadedinde Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in şu hadis-i şerifi kalp tasfiyesi bakımından ne kadar irşad ve ikaz edicidir: "Kul bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şâyet o günahı terk edip istiğfâra sarılarak tövbeye yönelirse kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar hatâlara dönerse, siyah noktalar artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar.

İşte Hak Teâlâ Hazretleri'nin: "Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) şeyler sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur." (el-Mutaffifîn, 14) diye zikrettiği durum budur." (Tirmizi, Tefsir, 83) Cihanı gönül gözüyle temaşa ettiğimizde görürüz ki bütün mahlûkât, ilâhî nîmetlere şükürden önce acziyetlerini îtirâf mevkiinde bulunmaktadır. İrâde sâhibi olan ve bu irâdeyi kullanmakta hatâdan mutlak bir sûrette sâlim bulunması mümkün olmayan Âdemoğlu için istiğfâr, Allâh'a takarrub (yakınlaşma) yolunda atılacak ilk adımdır.


Dua, merhamet-i ilâhiyyeyi davete medâr olmak vasfıyla, mukadder iptilâlardan kurtulabilmeyi sağlamak gibi büyük bir tesir gücüne sahiptir. Bundan dolayıdır ki, yukarıda başka bir vesîleyle ifâde etmiş olduğumuz gibi, bütün tarîkatlerde mânevî derse istiğfâr ile başlanır.

Duanın ehemmiyetiyle ilgili olarak âyet-i kerîmelerde şöyle buyurulur: "(Ey Rasûlüm!) De ki: Sizin duâ ve niyâzlarınız olmadıktan sonra, Rabbim size ne diye değer versin?" (el-Furkan, 77)

"(Ey Rasûlüm!) Kullarım sana beni sorduğunda onlara de ki: Muhakkak ki ben onlara çok yakınım. Bana duâ ettikleri zaman onların duâlarına icâbet ederim. Öyleyse (kullarım da) benim dâvetime icâbet edip bana inansınlar. Bu sâyede onlar, umulur ki rüşte (doğru yola) erişmiş olurlar." (el-Bakara, 186)


"Rabbinize tazarru ve niyaz ile gizlice duâ edin. Zîrâ O, haddi aşanları sevmez." (el-A'râf, 55)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

"Allah katında O'na dua etmekten daha kıymetli bir şey olamaz. Duâ, ibâdetin (kulluğun) özüdür." (Tirmizî, Deavât, 1)

"Sıkıntı ve darlık zamanında duâsının kabul olmasını isteyen kimse, bolluk ve rahat zamânında da duâyı bol yapsın." (Tirmizî, Deavât, 9)

"Kime ki duâ kapıları açılmıştır, ona rahmet kapıları açılmış demektir." (Tirmizî, Deavât, 101)

"Kabul edileceğine inanarak Allâh Teâlâ'ya duâ ediniz. Şunu bilin ki Cenâb-ı Hak, gâfil bir kalple yapılan duâyı kabul etmez." (Tirmizî, Deavât, 65)

Hadis-i şerif muktezasınca gafil bir kalple ve lâubâlî bir üslûpla yapılan duâların Allâh indinde kabûl edileceğini zannetmek, şeytanın aldatmasından başka bir şey değildir.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sirruh-: "Bir savaş iki ordunun ittifâkıyla kazanılır. Biri leşker-i gazâ (serhat ordusu), diğeriyse leşker-i duâ (duâ ordusu)dur." der.

--------------------------------------
1 . Zelle: Gayr-ı irâdî hatâ.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Nitekim ashâb-ı kiram hazarâtı da, cihâda giderlerken kendi duâlarına ilâveten zaferleri için ayrıca Ashâb-ı Suffa'dan da duâ talebinde bulunurlardı. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: "Bir müminin bir mümine gıyâbında duâsından daha çabuk kabul edilen hiçbir duâ yoktur." (Tirmizî, Birr, 50) buyurmuştur.

İnsanlar, duasının kabul edileceğini ümit ettikleri kimselerden duâ talebinde bulunurlar. Hâlbuki duânın kabulünü temin eden asıl sâik, bunu yapanın ind-i ilâhîdeki makbûliyyetinden ziyâde, talepteki ihlâs ve samîmiyetidir. Bu demektir ki, bir günahkârın mümin kardeşine ihlâsla yapacağı yürekten duâ, Allâh katındaki mevkî itibâriyle ondan fersah fersah ilerde bulunan bir başkasının gönülsüz duâsından daha hayırlıdır. Kul günahkâr olmakla, Cenâb-ı Hak -hâşâ- onu terk etmiş demek değildir. Böyle olsaydı günahkârın kusurlarını söylemek "gıybet" nâmıyla büyük günahlardan biri addedilmiş olmazdı. İşte burada kim olursa olsun, Allâh'ın kullarından birinin gönlünü yapmanın ve onun samîmî duâlarını almanın değerini idrâk etmek gerekir.

Ashâb-ı kirâm, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e sordular: "- En makbûl duâ hangisidir?" Buyurdular ki: "- Gecenin son kısmında ve her farz namazın ardında yapılan duâdır." (Tirmizî, Deavât, 78)

Duanın kabulü için talebin sırf lâfzen ifâde edilmesi kâfî değildir. Kalp, seçilen kelimelerin yüklendiği mânâya âit arzularla titremeli ve duâ bir günâhın af edilmesi istikâmetinde ise onun bir daha işlenmemesi husûsunda katî bir azîm ve kararla birlikte talep edilmelidir.


Diğer taraftan duaların Hak katına yükselebilmesini temin etmesi bakımından istikâmet ve amel-i sâlihin ehemmiyeti pek büyüktür. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyurulur: "Ona (Yüce Allâh'a) tertemiz kelimeler (samimî duâ ve niyazlar) yükselir. Bu yükselişi de sâlih amel gerçekleştirir." (Fâtır, 10)

Duaları, "havf ve recâ", yâni korku ve ümit arasında yapmaya gayret etmek icap eder. Duâ ve istiğfâr, ferd ve milletleri selâmete götürür, gelecek musîbetleri izâle eder. Kalbî hastalıklardan kurtulabilme ve duânın kabûlü sadedinde Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- şöyle buyurur: "- Nedamet ateşiyle dolu bir gönülle, nemli gözlerle duâ ve tövbe et! Zîrâ çiçekler, güneşli ve ıslak yerlerde açar!"

İlk tövbe, ilk peygamber Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-'la başlamıştır. O tövbesinde: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, mutlaka ziyân edenlerden oluruz." (el-A'râf, 23) diye niyâzda bulunmuştur. Bu duâ, kendilerinden sonra kıyâmete kadar gelecek evlatlarına bir istiğfâr nümûnesi olmuştur.

Cenâb-ı Hak, kalplerin gafletten uyanması ve mânevî hastalıklardan şifâ bulması için kullarını tövbeye davet ederek şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Samîmî bir tövbe ile Allâh'a dönün! (Ancak böyle yaptığınız takdîrde) umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter!" (et-Tahrim, 8)
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Allah’a yöneliş ve kalbin yüce bir seviye kazanmasında, duâ ve istiğfâr son derece önemlidir. Muhtelif tesirler sebebiyle her an değişip Hak'tan sapması muhtemel olan kalbin hidâyetten ayrılmaması için, insanın duâya sarılmaktan başka çâresi yoktur. Bu hususta yüce Rabbimiz kullarına şöyle duâ etmelerini tâlim etmektedir: "Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalbimizi bâtıla kaydırma ve katından bize rahmet bağışla. Muhakkak lutfu en bol olan sensin." (Âl-i İmrân, 8)

Bu ilâhî talimi, hayatının virdi hâline getiren Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, sık sık: "Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl." (Tirmizî, Kader, 7) şeklinde duâ ederlerdi.

Dua, kalplerin temizlenmesinin en mühim vasıtalarından biridir. Şu âyet-i kerîme kalbin mânevî kirlerden arınmasında duânın ehemmiyetine ne güzel işaret eder: "(Muhâcir ve ensardan) sonra gelenler (Rablerine) şöyle dua edip yalvarırlar: "Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce îmân etmiş kardeşlerimizi bağışla! Îmân edenlere karşı kalplerimizde hiçbir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Sen sonsuz şefkat ve merhamet sahibisin." (el-Haşr, 15)

Çünkü önce hedefe varmaya mânî olan menfîliği izâle etmek ve bu suretle kalp zeminini asıl gayeye müsait hâle getirmek gerekir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kalbin duyarsızlığından ve onda bulunan menfî duygu ve düşüncelerden arınmak için, Allâh'a ilticâ ve niyâz hâlinde bulunmak gerektiğini kendi şahsında şöyle misâllendirir: "Allâhım! Fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayacak duâdan sana sığınırım." (Müslim, Zikr, 73) "Allâhım! Beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi, kalbimi de günahlardan temizleyip arı duru eyle." (Buhârî, Deavât, 39)


Kalb-i selîme vasıl olabilmek, ancak yüce Rabbimizin lutfuyla gerçekleşir. Nitekim Rabbine selim bir kalp takdim etmeye muvaffak olan Hazret-i İbrâhim -aleyhisselam- gizliliklerin ortaya serileceği mahşer gününde mahcup olmamak için Rabbinden şu niyazda bulunur: "(Rabbim!) Malın ve evlâdın fayda vermediği, yalnız Allâh'a kalb-i selîm getirenlerin fayda göreceği o diriliş gününde, beni mahcup etme!" (eş-Şuarâ, 87-89)

Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de cedd-i mükerremleri İbrâhim -aleyhisselâm- gibi, Rabbine aynı şekilde iltica ve niyazda bulunmuştur: "Allah’ım! Sen'den doğru söyleyen bir dil ve selîm bir kalp isterim." (Tirmizî, Deavât, 23)

Diğer taraftan duada tekrar ve sebat da ehemmiyetlidir. Sebat için duâ metninin en az üç kere tekrarlanması nebevî bir usûldür. Duâ, samîmi olduğu takdîrde aslâ ve kat'â reddedilmez. Lâkin bâzı talepler, samîmî olmasına rağmen, bâzen "kader-i mutlak"a muvâfık düşmez. Bundan dolayı duâ eden, fütûr (bezginlik) göstermemeli ve duâya devâm etmelidir. Zîrâ dünyada icâbet edilmeyen duâların karşılığı âhiret âleminde görülecektir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt