Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İstiaze (1 Kullanıcı)

osmanyusuf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ara 2007
Mesajlar
387
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
İstiaze "sığınma ve yardım talebi" de*mektir. Kur'an'ın açık bir emridir. İki ayrı ayette gelir. İkisi de birbirine yakın zamanlarda inmiş olan Nahl ve Mü'minun surelerinde yer alır. Birincisinde doğrudan Kur'an okuyana bir emirdir: "Kur'an oku*yacağın zaman, aşağılanarak kovulmuş Şeytan'ın şerrinden Allah'a sığın!" (16:98) İkincisinde Kur'an okuyanla sınırlı olmak*sınız yine emir olarak gelir: "Ve de ki: Rabbim! Şeytanların fitleme ve dürtükle-melerinden Sana sığınırım!" (23:97).

Bu iki emir arasında birçok fark vardır. Bu farkları anlamak, Allah'a sığınma em*ri olan istiazeyi de anlamayı kolaylaştırır. Nahl suresinin 98. ayeti Kur'an okumaya niyetlenen kimseye emirdir. Ayette kara'e fiili kullanılmıştır, telâ fiili değil. Bu da "anlamak için okumaya" delalet eder. Bu, aktarmak ve saklayıp ezberlemek için okumaya delalet eden tela'dan farklıdır. Demek ki, ayetteki Şeytan'dan Allah'a sı*ğınma emrinin "anlamayla" doğrudan bir ilişkisi vardır. Şeytan'dan Allah'a sığınma emrinin amacı "Kur'an'ı doğru anla-mak"tır. Dahası Kur'an'ı yanlış anlamaya sebep olan her tür görünür görünmez saptırıcıdan uzak kalmaktır. Emrin ilk yarısı budur. İkinci yarısı ise Allah'a sı*ğınmaktır. Bu ikisi arasındaki irtibat keli-me-i tevhidin iki yarısı arasındaki irtibat gibidir. İstiğfar ve tevbe arasındaki irtibat gibidir. Her iki boyutuyla istiaze, Şey-tan'dan yüz çevirip Allah'a yüzünü dön*me işlemidir. Aynı zamanda Allah'ın an*lamın hem kaynağı hem de garantisi ol*duğunu ifade eder.

İkinci ayet şeytanların şerrinden mücer*ret olarak sığınmayı ifade eder. Bu şeytan*lara sadece görünmeyen cin şeytanları de*ğil; aynı zamanda görünen şeytanlar da dahildir. Mesela insan şeytanları (Bkz: 6:112). Zira insan şeytanları da insanın al*gılarını köreltebilir, idrakini rotasından saptırabilir, aklını çelebilir, bilincini du*mura uğratabilir ve hakikati bulanık gör*mesine sebep olabilir. Yine bu şeytanlara insa*nın öteki kişiliği haline gelen nefsi, bilinçaltı, güdüleri ve ayartıcı duyguları da dahildir (Krş: 43:36). Belki de cevhere yönelik sapma*dan Allah'a sığınmanın temel sebebi de budur.

İki ayet arasındaki bir diğer fark; Nahl 98'de Allah'a sığınılırken Mü'minun 97'de Rabbe sığınılmaktadır. Birinci*si Allah'ın zatına sığın*mayı, ikincisi sıfat ve fi*iline sığınmayı ifade eder. Şeytan'dan Al*lah'ın uluhiyetine sığınmak, aslında Şey-tan'ın insanın cevherine yönelik ayartma*larına taalluk eder. Allah'a sığınma bütün istiaze çeşitlerini kapsar. Yine Şeytan'ın hakikatin cevherine yönelik anlayışını saptırma teşebbüslerine taalluk eder. Rab-be sığınmak ise her tür şeytanın ve şeytan*sıların şerrinden Allah'ın fiillerine sığın*madır. İşte Hz. Peygamber'in şu istiazesi, iki ayeti de kapsayan muhteşem bir sığın*ma örneğidir:

"Allah'ım! Senin gazabından hoşnutlu*ğuna, cezandan bağışlayıcılığına, Senden

Sana sığınırım." (Müslim, Salât 222, vd.)

Hadisin son cümlesi olan "bike mink" ibaresi tam da Zattan Zata sığınmadır ki, sığınmanın en yücesini teşkil eder. Ondan önce Allah'ın fiillerine ve sıfatlarına sığı-nılmıştır. Çünkü gazabı, rızası ve cezası fi*illeri, bağışlayıcılığı ise sıfatıdır.

İki ayet arasındaki bir başka fark; birin*ci ayetin bizzat fiili bir emir olmasıdır. Bu bir "yap" emridir. Yapılması istenen iş "sı*ğınma" işidir. İstiaze cümlesini söylemek, bu emri tutmak için yeterli değildir. Yani e'ûzü billahi mine'ş-şeytani'r-racim demek dil ile istiazedir. Bu olsa olsa Mü'minun 97'nin bir gereğidir. Zi*ra orada "de ki" emriyle gelmiştir talimat. Fakat Nahl 98'de demek değil yapmak emredilmekte-dir. Bu da gösterir ki, is-tiaze halden kale, gö*nülden dile, bilinçten eyleme, içten dışa doğ*ru bütüncül bir sığın*mayı ifade eder. Bir in*san diliyle Allah'a sığı*nırken, haliyle Şeytan'a sığınabilir. Sözüyle Al*lah'a sığınırken özüyle sığınmanın gereğini ye*rine getirmeyebilir. Bu ise gerçek bir sığınış de*ğildir. Allah böylesi bir sığınmayı kabul etmeyecektir.

İstiaze'den sanki Şeytan'dan korkulu-yormuş gibi bir izlenim edinilebilir. Bu doğru değildir. Zira Şeytan'ın Allah'ın has kulları üzerinde hiçbir gücünün ve otori*tesinin olmadığını Kur'an'dan öğreniyo*ruz. Eğer Şeytan ve şeytansılar biri üzerin*de otorite kurmuşlarsa, bu Şeytan'ın gü*cüne değil, otorite kurdukları insanın Al*lah'ın verdiği iradeyi Şeytan'a transfer edip onu güçlendirdiğine delalet eder. Dünya*nın en büyük sinema arşivi Şeytan'a aittir. Eğer insan Şeytan sahnesinin sorgusuz su*alsiz seyircisi olmayı kabullenirse, seyret*tiği oyunların kendisini yönlendirme ve yöneltmesinin gerçek sebebi Şeytan değil kendisi olacaktır. Ve siz seyirci olursanız, Şeytan'ın oyunu bitmeyecektir.

İnsan başta olmak üzere, kötülük odağı olan görülen ve görülemeyen her türlü varlıkla birlikte, tüm olumsuz duygu ve düşünceleri temsil eden şeytan, insanın iç*güdü ve tutkularına esir olmasını ister. Çünkü ancak o zaman insana söz geçire*bilir. Bu sebeple de insanı diri bir bilince ve uyanık bir idrake sahip kılacak olan herhangi bir eylemin getireceği tüm olum*lu sonuçları sıfırlamak için çok çaba sarf eder. İnsanı diri bir bilince ve uyanık bir idrake sahip kılacak olan şeylerin başında bilgi, tefekkür, iman ve bunlarla bütünleş*miş eylem gelir. Kur'an ise bu dört unsu*ru da bünyesinde taşıyan bir kaynaktır. O halde, şeytanın Kur'an okumak isteyen kimseye musallat olmasından daha doğal bir şey olamaz. Şeytanın şerri, sadece Kur'an okuyanla sınırlı değildir. Onun, özünde iyilik barındıran her işi amacın*dan saptırmak isteyeceği Kur'an tarafın*dan vurgulanır. (7:200) "Şeytanın şerri" işte budur.

Peygamber'in istiazesinin amacının vahyin iniş üssü olan kalbini tahkim için olduğunu, bunun vahyin selameti açısın*dan ne derece önem arzettiğini şu ayetten anlayabiliriz:

"Senden önce hiçbir rasul ve nebi göndermedik ki, o birşey temenni ettiği zaman şeytan onun ümniyyesine bir şeyler atmasın. Fakat Allah şeytanın at*tıklarını nesheder, sonra kendi ayetleri*ni sağlamlaştırır." (22:52. Ayrıca 53-54. ayetlere bkz).

Özetle, akleden kalbi vahyin konuklu*ğuna hazırlamak anlamına gelen istiazenin aklı-kalbi her türlü modern hurafe tarafın*dan işgale uğramış modern insan için ne denli gerekli olduğu tartışılmaz bir ger*çektir. Kur'an'ın okunduğu halde ne dedi*ğinin anlaşılmayışının, ne dediği anlaşılsa bile ne demek istediğinin anlaşılmayışı-nın, Kur'an'ın sadece "okunulan" bir kitap değil, iman edilen İlâhi bir referans ve ya*şanılan bir hayat olamayışının ilk sebebi, belki de istiaze adı verilen bu ön hazırlığın gereği gibi yapılamamasıdır.

"İstiaze", "yardım almak için imdat dile*me, tehlikeden korunmak için sığınma" anlamına gelir. Bu anlamı göz önüne aldı*ğımızda "Euzu billahi mineşşeytaniracim" diyen, kalpler üzerinde yegane tasarruf sa*hibi olan Allah'tan yardım istemiş, duygu*sal ve düşünsel planda istiaze eylemini gerçekleştirmesi durumunda da, içgüdü*lerinin ayartıcı tahrikinden en emin sığı*nağa, yani Allah'a sığınmış olur (bkz.

7:200).

Bu ön hazırlık, Kur'an'da Hz. Peygam-ber'in özelliklerinden biri olarak geçen "ümmi" vasfını Kur'an okumaya başlayan insanın akleden kalbine kazandırma yo*lunda atılmış ciddi bir adım olacaktır. Ümmi, yani "anadan doğduğu gibi temiz ve bakir" bir kalp ve kafayla Kur'an'a yak*laşacak, iletişim araçlarının da katkısıyla modern kültürün her türlü duygusal ve düşünsel atıklarıyla manevi bir çevre fela*keti yaşayan kalbi temizleyip tahkim ede*cektir.

İkinci kuşaktan Ata, ayetin formunu delil göstererek namaz içinde ya da dışın*da her Kur'an okumaya başlarken istiaze-yi dînî bir zorunluluk olarak görmüştür (Râzî). İbn Sirin, ömürde bir defa istiazeyi farz görmüştür. Diğer müçtehitler farz saymamakla birlikte namaza ilk girişte söylenmesini "güzel" olarak nitelendirmiş*lerdir. Şafiî el-Ümm adlı eserinde İbn Ömer'in namazda istiazeyi içinden, Ebu Hüreyre'ninse dışından okuduğunu akta*rır. Ebu Hanife, Şâfiî ve daha başkalarına göre en geçerli metin "Euzubillahimineş-şeytanirracîm" formundaki metindir. Bazı alimler ise kimi rivayetlerde yer alan "Eu-zu billahi's-semi'i'l-alimi mine'ş-şeytani'r* racîm" ibaresini tercih ederken daha baş*kaları bu ibarenin dışında rivayet edilen daha farklı formları tercih ederler (İbn Ke*sir, Tefsir I, 14).

Bismillahirrahmanirrahim (Rahman, Rahim Allah adına) cümlesiyle ifade edi*len hakikate kısa adıyla besmele denir. Besmele, hem ilk vahyin bir sonucu, hem ilk emrin bir gereğidir. Zira Allah Rasu-lü'ne gelen ilk vahiy "Yaratan Rabbin adı*na oku!" emridir. Bu emir yine Kur'an'da Bismillahirrahmanir-rahim şeklinde formü*le edilmiştir. Efendi*miz Kur'an'daki emir*leri Müslüman hayatı*nın kodları olarak hem uygulamış, hem de müminlere uygula*malarını söylemiştir. Mesela Allahu ekber bunlardan biridir ve Müzzemmil suresin-deki "Ve Rabbini tek*bir et!" emrinin kod-lanmışıdır.

Besmele Müslüman hayatının bir numaralı kodudur. Kur'an'ı bir ülkeye benzetirsek besmele bu ülkenin vizesidir. Yok, Kur'an'ı eğer bir siteye benzetirsek, bes*mele bu muhteşem sitenin ana giriş kapı*sının anahtarıdır.

Hz. Peygamber "Besmelesiz yapılan iş*ler sonuçsuz kalmaya mahkumdur" buyu*rur. Nuh ve Süleyman Peygamber hakkın*da nakledilen ayetler de gösteriyor ki bes*mele, ilk insandan bu güne insanlığın de*ğişmez değerlerini savunan tüm İslam Peygamberlerinin sembolüdür. Hz. Pey*gamber de bu sembolü yüceltmiş, kendi*sine indirilen ilk ayet olan "Oku yaratan Rabbinin adıyla" (96:1) emrini yine Kur'an'da yer alan ilahi bir form olan "Bis-millahirrahmanirrahim"le yerine getirmiş*tir. Peygamber besmeleyi yalnızca Kur'an okumaya başlarken ya da sure girişlerinde değil, her bir işe başlarken okuyor ve mü*minlerine de bunu tavsiye ediyordu. Muh*temelen O bu anlayışını Nuh Peygamberin gemiyi yürütürken ve Süleyman Peygam-ber'in mektup yazarken besmeleyle başla*dığını ifade eden Kur'an'dan çıkarıyordu.

Kur'an ülkesinin muhteşem kapısı olan Fatiha'nın anahtarı olan besmelenin sembolize ettiği anlam aslında hayatın tümünü içine alan bir 'hayat felsefesi', mü*minin varlığa bakış açısının koordinatları*nı veren bir 'âlem gö-rüşü'dür. Buna göre, işine Allah'ın adını anarak başlayan biri*nin bu davranışı şu anlamlara gelir:

a) Hamd ve şükür:Yaptığı işi Allah saye-sinde yaptığını hatırla-mış, O'nun adını ana-rak ikram sahibine te-şekkür etmiştir. Eğerokunan Kur'an ise,onu okumaya besmeleyle başlamak,
Kur'an'ın kaynağını hatırlamak ve onu gönderene hamdetmek anlamına gelecek tir. "Eğer şükrederseniz, artırırım" (14:7)ayeti gereğince, besmele o nimetin bereke-tini celbedecektir. Bu nimet Kur'an gibimuhteşem bir nimetse, bunun artırılmasıoransal ve fiziksel değil manevi bir şekilde
olacaktır ki, bu da Kur'an'ın yüreğe, zih-ne, hayata daha fazla ışık saçması, dahafazla yerleşmesidir.

a) Bağlanma (ilsâk): Nasıl Kur'an'ın anahtarı besmele ise besmelenin anahtarı da başındaki "be" edatıdır. Besmele'nin ba*şındaki "be" edatı ilsâk içindir. İlsâk, iki şe*yi birbirine bağlamak, iki taraf arasında iliş*ki kurmak için köprü, geçit, bağlantı yap*

mak demektir. Peki, bu bağlantı neyi sem*bolize etmektedir? Bu bağlantı, İnsanın Al*lah'a olan bağını sembolize eder. Besmele ile insan içkini aşkına, dünyayı ahirete, be*deni rûha, ednâyı a'lâya, ûlâyı ukbâya, ge*çiciyi kalıcıya, eşyayı mukaddese bağlamış olur. Bu anlamda besmele insanın Rabbi ile iletişime geçmek için kullandığı Allah tara*fından verilmiş bir parola, bir şifredir. İn*san, maveraya bu şifre sayesinde ulaşır ve ötelere sesini bu sayede duyurur.

b) Allah'tan bağımsız bir alan fikrinin
reddi: Besmele çeken biri, Allah'ı işine ka-
rıştırmış, dahası işini Allahlı kılmıştır. Bu,
aynı zamanda Tevhid'in

ameli bir boyutudur. Hayatını besmeleli hale getiren biri, hayatına Allah'ı şahit tutmuş, özetle hayatı ibadete dönüştürmüş demektir. Çünkü, Allah'ın razı ol*mayacağı şeylere bes*mele çekilmez. Bu Al*lah'la istihza etmek an*lamını taşır. Şu halde, hayatı

besmeleli geçen biri, hayatını ibadete dönüştürmüş biridir.

c) Dua: Besmele, aynı zamanda Allah'a çıkar*tılmış bir davetiyedir. Bir işe başlarken besme*le çeken biri "Allah'ım, bu işi senin yardımın olmadan yapamam. Se*nin verdiğin imkan, güç ve kuvvet sayesinde bu işe başladığımı biliyorum, bu işten umdu*ğum amaca ulaşmak için de sana, yardımı*na ihtiyacım var" demiş sayılır. Besmele bu anlamıyla bir duadır.

d) Zikir: Zikrin en geniş anlamının "ge*riye dönük tefekkür", "unutulan gerçeği hatırlama" olduğu göz önünde tutulursa besmele, "unutmakla malul" olan insanın sahip olduğu tüm değerlerin kaynağını hatırlaması anlamına gelir. Zikrin amacı*nın "Allah ve ahlak bilinci"ni insanda yer*leştirmek olduğu hatırlandığında besme*lenin işlevi daha bir aydınlanmış olur.


(ALINTIDIR..)
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Konum
ankara
istiaze halden kale, gönülden dile, bilinçten eyleme, içten dışa doğru bütüncül bir sığınmayı ifade eder.

Allah razı olsun.
bu hayırlı paylaşım için.
selam ve dua ile...
 

Nevin_1982

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
5,000
Tepki puanı
8
Puanları
38
Yaş
41
Konum
sakarya
Dünyanın en büyük sinema arşivi Şeytan'a aittir. Eğer insan Şeytan sahnesinin sorgusuz sualsiz seyircisi olmayı kabullenirse, seyrettiği oyunların kendisini yönlendirme ve yöneltmesinin gerçek sebebi Şeytan değil kendisi olacaktır. Ve siz seyirci olursanız, Şeytan'ın oyunu bitmeyecektir.

Selamun aleykum kardeşim.Yazı muhteşem bilgiler barındırıyor içinde.İstiazeyi duymuştum ama bukadar detaylı ilk defa okudum.Allah razı ola sizden.Öğrenmemize vesile oldunuz.rabbimi her koşulda vesile kılmamamız ise ne kadar hazindir kendi adıma söylemem gerekirse dua ile kalınB)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt