Hadi git bana biraz İstanbul getir...
... ve paylaştır her bir semtini her bir güzele ...
Hadi git bana bir avuç İstanbul getir...
Fatih denince akla Fatih Sultan Mehmet gelsin... Sadece O'nun , sevgililer sevgilisinin iltifatlarına nail olabilmek için henüz on üç yaşında yastığına İstanbul'un haritasını çizen Sultan Fatih gelsin akla... Sonra Yavuz gelsin... Dünyalara meydan okuyan, kul gibi yaşayan ve bu dünyanın velvelesinden sıkılıp Mevla'ya kanat açan Sultan Selim gelsin akla...
Eyüp denince hemen o gelsin akla... Sevgilinin gül cemalini görmüş, gül hatırını almış, O'nu evinde misafiri yapmış, İstanbul için savaşmış biri çıksın ortaya... O gelsin aklımıza ve Rasulüllah'ın mihmandarı Eyüp Sultan gelsin meydana...
Üsküdar'dan yükselen ezan sesleri kaplasın sahili... Bir sevdalılar beldesi olarak Üsküdar gelsin akla ve onun bir zamanlar kadı Mahmut'u, sonra derviş Mahmut'u, daha sonra ise Üsküdar'ın bir tanesi olarak Aziz Mahmut Hüdayi gelsin aklımıza... Hani bir keresinde hocasının abdest suyunu göğsüne basarak aşkının ateşiyle ısıtmıştı ya suyu... İşte o su kadar sımsıcak Üsküdar bir başkadır gönüllerde...
Ah İstanbul ...
Hadi git bana kendini getir... Bana bir aşığın gözyaşlarıyla ıslanmış dudakları kadar temiz ve sıcak kendini getir... Bir dünya harikası Sultanahmet'inle , Mimar Sinan denince akla gelen onca tarihinle, türbelerinle, caddelerinle, sokaklarınla ve her şeyinle gülerek gel...
Ama Hayır !...
Böyle geleceksen hiç gelme... Kendine gel sonra gel...
İstanbul kendini anlat bana... Niçin mahzun gibisin? Neden eskiden olduğu gibi gülmüyorsun? Yakışmıyor sana gülmemek... Yakındığın şey nedir? Bu kadar elem ve kederin neden?
Söyle İstanbul...
Biliyorum insanların yüzünden...İnsanlar olarak kirlettik seni ve layık olamadık güzelliğine... Caddelerin şehvet kokuyorken , sokakların beton yığınları arasında kaybolmuşken, hepsi birer şaheser değerindeki camilerinde üç beş ihtiyar huzura dururken , sahibin Fatih'in türbesi yanında zamanın güyalıları ve hanımefendileri sarmaş dolaş iken **, kimileri ezan sesini duymamak için pencerelerini sıkı sıkı kapatırken, içinde pisliğin ve rezaletin en alası işlenirken gülemezsin elbette...
Fakat içindeki bir kaç iyinin hürmetine , sabah namazlarında ışıkları yanan bir avuç cennet sevdalısının hatırına ve sırf seni sevdiği için , İstanbul sırf senin için gecenin zifiri karanlığında semaya dönen kalplerin döktüğü gözyaşları için Sen Ağlama...
Onlar ağlar senin yerine... Biz ağlayalım ağlayamadığımıza...
Affet bizi İstanbul...
Biz seni çok seviyoruz...
Haydi gül
GÜL İSTANBUL...
Muhammed Acar