odtulu.seyma
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 13 Tem 2008
- Mesajlar
- 686
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 30
Sarmıştır her bir yanını manasızlığın buhranı
Sicim sicim inen her damla buhranın burhanı
Dile gelsin dili, lal olmaktan sıyrılsın artık mazi
Son Peygamber’in müjdesiydin, uyansın artık ati
Sefil olmuş bir ömür, kaderinde bir seni bulur mahi
Bilmezlerdi ki o sensin, dilinde şükrü olana en sadık ahi.
Mürekkep olsa ummanlar, mümkün bulmazdı nihanının şerhi
En şahını söylesek sözlerin, manan bulunmazdı Peygamber şehri.
Ruhlara maiyetsin, hüküm vermekte vicdandan mahir,
Gariptir ki hüküm giymelerde itham edilirsin evvel ve ahir.
Hengâmelerle yanıp yanıp, seyranını edip sönsek didarınla
Açıversek gözlerimizi bir sabah, ruhumuza ram olan dilaranla.
Yıllardır aşka susamış bir bedeviyim, havzına muhtaç veba-i cüzzam
Dudaklarımda çöl kuruluğu, aşkına giriftar tenin nağmelerinde hüzzam.
Bir ben bilirim demem seni, seni seven bir ben değilim; zinhar
Okkamda mürekkep, kâğıdımda satırım yetmez anlatsam izhar izhar.
Suyunda yeşili giydiren, göğünde maviyi sevdiren aşk buluşur fecirde
Akşamı inerken sokaklara, sönüverir fenerleri bir bir, gönüller bin ecirde.
Tacı ve tahtı çoktan yer ile bir, taçlandırmasın saçlarını asuman,
Boynu çoktan büküldü efkârınla, yönünü sılaya döndü ezayı uman.
İndir gözlerindeki perdeyi İstanbul, bak nasıl kaynıyor asır
Verilmemiş miydi müjdesi baki huzurun, evvel on dört asır
Kırbacını yedikçe Fatih’in, şaha kalkar atları istiklale,
Sur içinde bir tarih yazılır, çağlar açılarak eteklerinden istikbale,
Hayret edilmemeliydi ki bu fethe, bahtın erecekti elbet ikbale.
Dalgalanır Ayasofya’nın kubbesinde Muhammedi sancak,
Eğilecek olsaydı başlar, bir Hakk’ın huzurunda eğilirdi ancak.
Hakk’ın emrinde, İsrafil’in nefesinde cem; üflenince sur,
Mahşeri bir cengin izlerini taşır hala üzerinde Bizans’a ait sur.
Yavuz’un hükmü adil miydi ki evladını yollarken darağacında,
Bahçıvanbaşı sen miydin şehzadeye kıyamayıp, kollayan çınar altında.
Yüreğinde yirmi ikisinde yitirdiği evladının hasretiyle Sultan Süleyman Han,
Sinan eliyle dokunmuş Şehzadebaşı, yâd olsun diye Şehzade Mehmet Han.
Her biri bir başka rakımdan bakar sana, toprağından yükselir Yeditepe,
Nefsin nefesinde bir hüzün, hüznün dili neyin yedi hecesinin yedisinde.
Gül Nebi’ye, lale Allah’a açılır da güneşte senin teninden firkat,
Kaderine mahzar olurken vuslat, bir beşer etmez mi sana şevkat.
Sözün bir, özün pir tutulsaydı benliğin olmazdı zelil
Felah olsun için, bağrında yatan nurlar müminlikte celil
Sinende açan güle hasret bülbül, kubbelerini bilir mihver
Kubben altında yaşamıştır nice evliyalar sultanlar, mihver
Biri geceye biri gündüze hasret, ulaşamaz emeline Mihrimah
Üsküdar’a kondurmuş sevdasını Sinan, adını koymuş Mihrimah.
Süleymaniye Kürsüsü’nden anlatır tarihini bir hatip,
Gubari hattına İstanbul, nakşeder serzenişini kâtip.
Yönünü bulsa, esse İstanbul’un zırhına bad-ı hazan,
Kalplerde hep aynı ritim; tanımlanır İstanbul, olur zan.
Uyku ile uyanıklık arası sürülmüş fani gözlere sır,
Ne Ferhat’a, ne de Şirin’de; mahiyetinde gizli asıl sır.
Yarı baygın bakar gözler ve etmez bülbüle güle bir seda,
Üsküdar da dile gelir tarih, Eminönü tarihi bir yarımada.
Dalgalı bir deniz kokusu ve Ayasofya eder ruhu efsun,
Saki olur beşere Eyüp, kalpler Hakk’ın aşkı ile meftun.
Sükût eder her şey, düşler büyür, büyüdükçe gelir şafak,
İlk görev eda edilirken, Yeni Cami’den görülür afak.
Fatih’ten yükselir, seyreder İstanbul’u Beyazıt Yangın Kulesi,
İsyana akar tüm kelamlar, kalpler hüzün dolu yangın silsilesi.
Usulca yanaşır kıyıya ve demir atar Beşiktaş’a bir vapur
Kalabalıklar içerisinde yalnız insanlar, kimi çılgın kimi vakur
Yakamozlar yanar, akrep ile yelkovan arasında yoğrulur mukadderat
Yosun bağlar kayalar, Moda sahilinde memnu bir aşktan olunur berat.
Yaşanılan her güzel şey, Hakk’ın sunduğu bir andaç,
İstanbul’da insan; basireti bağlanmış, şaşkın bir sarkaç.
--- ŞEYMA İZMİR---
Sicim sicim inen her damla buhranın burhanı
Dile gelsin dili, lal olmaktan sıyrılsın artık mazi
Son Peygamber’in müjdesiydin, uyansın artık ati
Sefil olmuş bir ömür, kaderinde bir seni bulur mahi
Bilmezlerdi ki o sensin, dilinde şükrü olana en sadık ahi.
Mürekkep olsa ummanlar, mümkün bulmazdı nihanının şerhi
En şahını söylesek sözlerin, manan bulunmazdı Peygamber şehri.
Ruhlara maiyetsin, hüküm vermekte vicdandan mahir,
Gariptir ki hüküm giymelerde itham edilirsin evvel ve ahir.
Hengâmelerle yanıp yanıp, seyranını edip sönsek didarınla
Açıversek gözlerimizi bir sabah, ruhumuza ram olan dilaranla.
Yıllardır aşka susamış bir bedeviyim, havzına muhtaç veba-i cüzzam
Dudaklarımda çöl kuruluğu, aşkına giriftar tenin nağmelerinde hüzzam.
Bir ben bilirim demem seni, seni seven bir ben değilim; zinhar
Okkamda mürekkep, kâğıdımda satırım yetmez anlatsam izhar izhar.
Suyunda yeşili giydiren, göğünde maviyi sevdiren aşk buluşur fecirde
Akşamı inerken sokaklara, sönüverir fenerleri bir bir, gönüller bin ecirde.
Tacı ve tahtı çoktan yer ile bir, taçlandırmasın saçlarını asuman,
Boynu çoktan büküldü efkârınla, yönünü sılaya döndü ezayı uman.
İndir gözlerindeki perdeyi İstanbul, bak nasıl kaynıyor asır
Verilmemiş miydi müjdesi baki huzurun, evvel on dört asır
Kırbacını yedikçe Fatih’in, şaha kalkar atları istiklale,
Sur içinde bir tarih yazılır, çağlar açılarak eteklerinden istikbale,
Hayret edilmemeliydi ki bu fethe, bahtın erecekti elbet ikbale.
Dalgalanır Ayasofya’nın kubbesinde Muhammedi sancak,
Eğilecek olsaydı başlar, bir Hakk’ın huzurunda eğilirdi ancak.
Hakk’ın emrinde, İsrafil’in nefesinde cem; üflenince sur,
Mahşeri bir cengin izlerini taşır hala üzerinde Bizans’a ait sur.
Yavuz’un hükmü adil miydi ki evladını yollarken darağacında,
Bahçıvanbaşı sen miydin şehzadeye kıyamayıp, kollayan çınar altında.
Yüreğinde yirmi ikisinde yitirdiği evladının hasretiyle Sultan Süleyman Han,
Sinan eliyle dokunmuş Şehzadebaşı, yâd olsun diye Şehzade Mehmet Han.
Her biri bir başka rakımdan bakar sana, toprağından yükselir Yeditepe,
Nefsin nefesinde bir hüzün, hüznün dili neyin yedi hecesinin yedisinde.
Gül Nebi’ye, lale Allah’a açılır da güneşte senin teninden firkat,
Kaderine mahzar olurken vuslat, bir beşer etmez mi sana şevkat.
Sözün bir, özün pir tutulsaydı benliğin olmazdı zelil
Felah olsun için, bağrında yatan nurlar müminlikte celil
Sinende açan güle hasret bülbül, kubbelerini bilir mihver
Kubben altında yaşamıştır nice evliyalar sultanlar, mihver
Biri geceye biri gündüze hasret, ulaşamaz emeline Mihrimah
Üsküdar’a kondurmuş sevdasını Sinan, adını koymuş Mihrimah.
Süleymaniye Kürsüsü’nden anlatır tarihini bir hatip,
Gubari hattına İstanbul, nakşeder serzenişini kâtip.
Yönünü bulsa, esse İstanbul’un zırhına bad-ı hazan,
Kalplerde hep aynı ritim; tanımlanır İstanbul, olur zan.
Uyku ile uyanıklık arası sürülmüş fani gözlere sır,
Ne Ferhat’a, ne de Şirin’de; mahiyetinde gizli asıl sır.
Yarı baygın bakar gözler ve etmez bülbüle güle bir seda,
Üsküdar da dile gelir tarih, Eminönü tarihi bir yarımada.
Dalgalı bir deniz kokusu ve Ayasofya eder ruhu efsun,
Saki olur beşere Eyüp, kalpler Hakk’ın aşkı ile meftun.
Sükût eder her şey, düşler büyür, büyüdükçe gelir şafak,
İlk görev eda edilirken, Yeni Cami’den görülür afak.
Fatih’ten yükselir, seyreder İstanbul’u Beyazıt Yangın Kulesi,
İsyana akar tüm kelamlar, kalpler hüzün dolu yangın silsilesi.
Usulca yanaşır kıyıya ve demir atar Beşiktaş’a bir vapur
Kalabalıklar içerisinde yalnız insanlar, kimi çılgın kimi vakur
Yakamozlar yanar, akrep ile yelkovan arasında yoğrulur mukadderat
Yosun bağlar kayalar, Moda sahilinde memnu bir aşktan olunur berat.
Yaşanılan her güzel şey, Hakk’ın sunduğu bir andaç,
İstanbul’da insan; basireti bağlanmış, şaşkın bir sarkaç.
--- ŞEYMA İZMİR---