Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İSRA ve Mİ'RAÇ Mucizesi... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
MEHMED TALU HOCA DİYOR Kİ:
İSRA OLAYINI İNKAR EDEN KAFİR OLUR
Mi'raç Gecesi, bütün İslâm âleminin mukaddes kabul edip ihya ettiği en mübarek gecelerden biridir. Hiç şüphe yok ki vakitler aslında birbirine eşittir. Bir vakit diğer bir vakitten kendiliğinden üstün olamaz. Öyleyse bir vaktin diğer vakitlerden daha şerefli ve faziletli olması mutlaka o vakitte meydana gelen bir yüce işten ve mübarek bir olaydan kaynaklanmaktadır. Mi'raç Gecesi'ni, bu derece yücelten husus: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin en büyük mucizelerinden biri olan İsra ve Mi'raç mucizesinin bu gecede gerçekleşmiş olmasıdır. İsra ve Mi'raç, insanlığın kurtuluşu için gönderilen Sevgili Peygamberimize, ALLAH Teâlâ'nın sonsuz kudretinin eserlerini temaşa etmesi için yaptırılan mukaddes ve manevi bir yolculuktur. Kelime anlamıyla "gece yolculuğu" manasına gelen İsra ve "yükselmek, yükseğe çıkmak, yükselmeyi sağlayan vasıta" anlamlarına gelen Miraç; alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimize, Mekke döneminde bir gece, Yüce Yaratan'ın sonsuz kudretinin eserlerini temaşa etmesi için önce Mescid–i Aksa'ya, oradan da semaya yaptırılan hikmet yüklü yolculuğu ifade eder.
Cenâb–ı Hakk'ın, Peygamberimizi gecenin çok az bir kısmında Mekke–i Mükerreme'deki Mescid–i Haram'dan alıp Kudüs–ü Şerif'teki Mescid–i Aksa'ya kadar götürmesine "İsra" denir ki:
"Kulu (Hz. Muhammed)i bir gece Mescid–i Haram'dan (alıp) Mescid–i Aksa'ya kadar götüren ALLAH her türlü noksanlıklardan münezzehtir. (O Mescid–i Aksa ki) biz O'nun etrafına (feyz) ve bereket verdik, etrafını mübarek kıldık. (Bu gece yolculuğunu) O'na (bizim kudret ve azametimize delâlet eden) ayetlerimizden (nice şaşkınlık verici şeylerden) bazısını gösterelim diye (yaptırdık.) Muhakkak ki O, (evet) sadece O, her şeyi hakkıyla işiten ve (her şeyi de) hakkıyla görücüdür."(1) ayet–i kerimesi, sahih hadis–i şerif ve icma–ı ümmet ile sabittir. Bu sebeple inkarı küfrü gerektirir, yani bunu inkâr eden kafir olur.


MEKKE'DEN KÜDÜS'E
Mescid–i Aksa'dan göklere, ondan sonra da Cenâb–ı Hakk'ın dilediği alay–ı illiyyine çıkartılmasına "Miraç" denir ki, o da ayet–i kerime, sahih–i hadis–i şerif ve icma–ı ümmet ile sabittir. Ancak Mi'racın tafsilatı meşhûr hadis–i şerif ile sabittir. Binaenaleyh Mi'racın aslını inkâr eden kâfir olur. Fakat tafsilatını inkâr eden bid'atçı olur. Yani şeriatın hükmüne muhalefet etmiş olur. İsra ve Mi'raç hadisesi, Peygamber uyanıkken şahsı (yani hem mübarek vücudu ve hem de ruhu) ile olmuştur. Rüyada veya sadece ruhu ile olmamıştır. Eğer böyle olsaydı, Mekke müşrikleri ve hatta imanı zayıf bir kısım Müslümanlar tarafından inkâr edilmezdi.(2)
İsra ve Mirac mu'cizesi, Peygamberimizin kendini en yalnız ve en üzgün hissettiği bir devrede olmuştur. O'nun üzüntüsü, ilahi yardımdan ümitsizliğinden değildi. O'nun üzüntüsü, amcası Ebu Talib'i, sevgili eşi ve en yakın destekçisi Hatice'yi kaybetmiş olmasındandı.
Bununla birlikte müşrikler tarafından Müslümanlara uygulanan baskı henüz kalkmamış, Müslümanların bir kısmı, müşriklerin zulümlerine dayanamayıp Peygamberimizin izni ile Habeşistan'a göç etmişler ve bunların hepsinden önemlisi, onbir yılı aşkın hak mücadelesine rağmen inananların sayısı istenilen dereceye ulaşamamış ve inanmayanlar çoğunluğu teşkil ediyordu.
Yatsı vaktinde bu olup bitenlerin muhasebesi içinde Harem–i Şerif'in duvarına yaslanmış bir vaziyette uykuya dalan Peygamberimizin gönlünü almak ve O'nu teselli etmek için Receb ayının 27. Gecesi'nde Yüce Allah, Cebrail'i gönderdi.
Enes b. Malik'den rivayete göre Peygamberimiz İsra ve Mir'aç olayını ashabına şöyle anlatmıştır:
"Ben Hatîm'de yatmış bulunduğum sırada, bana Cebrail geldi de; göğsümü uzunlamasına, şuradan şuraya kadar yardı ve kalbimi çıkardı. Sonra bana içi iman dolu altından bir tas getirildi. Kalbim yıkandı. Sonra içine iman, ilim–hikmet dolduruldu. Sonra eski haline iade olundu.(3)
Daha sonra bana katırdan küçük, merkebden büyük beyaz bir binit Burak getirildi. O, adımını, gözünün erişebildiği yerin en sonuna atardı.
Burak'a, Peygamberimiz'den önceki Peygamberler de binmişlerdi. Nitekim, İbrahim Aleyhiselam'da, ona binip önüne İsmail'i, terkisine de, Hacer'i bindirerek Mekke–i Mükerremeye'ye getirmişti. İbrahim Aleyhisselam, Beyt–i Haram'ı, ziyaret için onun üzerinde gelir, giderdi.
Burak'a, Burak ismi; ya rengi son derece parlak oluşundan, ya da hızlı gidişi şimşeği, andırışından dolayı verilmişti.
Peygamberimiz; Burak'a binmek üzere yaklaşınca, Burak, Peygamberimize karşı hırçınlaştı. Cebrail elini, onun yelesinin üzerine koyup:
–Ey Burak! Sen şu yaptığından utanmıyor musun? Sen Muhammed'e mi bunu yapıyorsun?! Ey Burak! Vallahi Allah Teâlâ'nın, Muhammed'den önceki kullarından Allah Teâlâ katında, bundan daha şerefli bir kimse senin üzerine binmemiştir! Sakin ol! deyince Burak utandı, ter döktü. Uysallaşıp sakinleşti. Peygamberimiz, onun üzerine bindi.
Peygamberimiz'in Mescid–i Aksa'ya yürütülmesi, oranın Allah Teâlâ'nın nişanelerinin zuhur ettiği bir yer, Mele–i âlâ sakinlerinin himmetlerinin taalluk ettiği, peygamberlerin bakışlarının odak noktası olduğu bir mekân olmasındandır. Bu haliyle orası melekut alemine açılan bir pencere mahiyetindedir.
Bir müddet gittikten sonra, Cebrail Aleyhisselam Peygamberimize:
–İn de namaz kıl! dedi.
Peygamberimiz, indi ve orada namaz kıldı.
Cebrail:
–Sen, nerede namaz kıldın biliyor musun? Sen Taybe'de namaz kıldın! Oraya da hicret edeceksin!" dedi. Sonra gittiler.
Cebrail Aleythisselam:
–İn de namaz kıl! dedi.
Peygamberimiz, inip orada namaz kıldı.
Cebrail:
–Sen nerede namaz kıldın biliyor musun? Burası Tûr–i Sina'dır. Yüce Allah, Musa Aleyhisselam ile orada konuşmuştu, dedi.
Nihayet Beytülmakdis'e ulaşıldı. Peygamberimiz orada, kendisinden önceki Peygamberlerin Burak'ı bağlaya geldikleri halkaya bağladı. Peygamberimiz; Beytülmakdis Mescid'ine girdi. İçlerinde İbrahim, Musa ve İsa Aleyhisselamların da bulunduğu bazı peygamberler, orada Peygamberimiz için toplanmış bulunuyorlardı. Cebrâil Peygamberimizi ileri sürdü, onlara imam oldu. Orada, iki rekat namaz kıldı, kıldırdı.
Peygamberimize iki kap getirildi ki, kabın birisinde şarap, diğerinde süt vardı.
–Bunlardan hangisini istersin al! denildi. Peygamberimiz onlara baktı. Şarabı bırakıp sütü seçti, aldı, içti.
Cebrail:
–Sen, fıtrat'ı seçtin! Fıtrat'a isabet ettin! Fıtrat'a, yöneltildin! Hamd olsun Allah'a ki, sütü tercih etmekle, sen de fıtrat'a yöneltildin, ümmetin de fıtrat'a yöneltildi. Şarap size haram kılındı, dedi.
Cebrâil; Peygamberimizi Beytülmakdis'deki Sahre'nin üzerine çıkardı.
Peygamberimiz bakınca orada; tabanı Sahre'de, tepesi semâda, Meleklerin inip çıktıkları, bakanların ondan daha güzel bir şeye bakmadıkları bir Mi'râc'ın kurulu olduğunu gördü. Şöyle buyurdular:
–Beytülmakdis'te olanlardan boşaldıktan sonra Mi'raç'a götürüldüm. Ben şimdiye kadar ondan daha güzel bir şey görmedim. O, öyle bir şeydir ki, ölünüz ölüm anında gözlerini ona diker. Adem oğullarının ruhları, göklere onun üzerinde çıkarılır. Gök kapılarından Hafaza Kapısı diye anılan kapıya kadar çıkardı.


SİDRETÜL–MÜNTEHA
Cebrail, Peygamberimizi yedinci kat göğün üzerinde bulunan ve Allah Teâlâ'dan başkasınca bilinmeyen makamlara yükseltti. Sidretül–münteha'ya kadar, götürdü yükseltti.
–Bu, Sidretül–münteha'dır! dedi.
Ben burada dört nehirle karşılaştım. İki nehir batın iki nehir de zahir.
Ben:
–Ya Cebrail, bunlar nedir? dedim.
Cebrail:
–Batıni olan iki nehre gelince bunlar cennette iki nehirdir. Zahiri olan nehirler ise Nil ve Fırat nehirleridir, dedi.
Sidretül–müntehâ; kökü altıncı kat gökte, gövdesi ve dalları yedinci kat göğün üzerinde, gölgesi ile bütün gökleri ve Cennet'i gölgeleyen yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar bir ağaçtı ki, onu yüce Allâh'ın Celâl ve Azamet Nûr'unun tecellîsi kapladıkça kaplamış, öyle renklere bürümüş, yâkut veya zümrüt veya benzeri cevherlere çevirmiş, o kadar güzelleştirmişti ki, Allâh Teâlâ'nın yarattıklarından hiçbiri onun güzelliğini tavsif edemezdi. Bütün Peygamberlerin ve Meleklerin işleri ona varır, dayanır. Yaratıkların ilmi onda nihâyet bulur. Onun yukarısında olanlar hakkında hiçbir bilgileri bulunmaz. Yeryüzünden semâya çıkan, onda nihâyet bulur. Alınacağı zaman da ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de onda nihâyet bulur. Alınacağı zaman da ondan alınır.
Cebrâil, Peygamberimizi yukarı götüre götüre, nihâyet kazâ ve kader'i yazan kalemlerin cızırtılarını işitecek kadar yüksek bir yere çıkardı.

ZAMANIN, MEKANIN VE MADDENİN SONU
Peygamberimiz, cennetten yemyeşil bir Refref (ipek döşek, sergi)nin birden ufku kapladığını gördü.
Cebrail:
–Bizim her birimizin belirli bir makâmı var. Benim de son durağım burasıdır, buradan ileri geçsem yanarım, fakat sana gelince, sen Allâh Teâlâ'nın dâvetlisisin. Sen gidersin, dedi. Rasûl–i Ekrem hicapları aştı ve Allâh Teâlâ'nın dilediği yakınlığa yükseldi. Şüphesiz bu yakınlık; mesafe, mekân ve cihet yakınlığı değildir. Zirâ Allâh Teâlâ mekân, mesafe ve cihetten münezzehtir.
Cenâb–ı Allah'ın:
–Yaklaş! Ey Muhammed! hitabını duydu. Sonra da Cenâb–ı Hak'la görüşüp konuşmak gibi kadri yüce bir nimet ve şerefin sahibi oldu.
Artık Huzur'a kabul edilmiş, zaman, mekân kaydı silinmiş, bütün esrar perdesi kalkmış, olmuş ve olacak olan her şey O'nun gözü önüne serilmiş, Muhammed'in ruhu bütün varlığı kaplamıştı. Kendileri bunu şöyle dile getiriyordu: "Arşı görünce onu her şeyden büyük buldum. Yüce Allah beni Arş mesnedine yaklaştırdı. Arşın bu parçasına oturdum, lisânıma bir hal geldi ki hiç kimse ondan daha güzel bir lezzet duymamıştı. Cenâb–ı Hakk bana öncekilerin ve sonrakilerin haberini bildirdi. Allâh Teâlâ'ın heybetinden tutulmuş olan dilim açıldı da Rabbü'l Alemin'e:
–"Ettehiyyatü lillâhi ve's–salâvatü ve't–tayyibatü" diye selâm verdim.
Cenâb–ı Hakk da:
–"Esselâmü aleyke eyyühe'n–nebiyyü ve rahmetu'llahi ve berekâtüh" diye selâmımı aldı. Ben de tekrar:
–"Esselâmü aleyna ve âlâ ibadi'llâhi's–salihin" dedim. Yüce Allâh, Mi'râç gecesinde, Peygamberimize, Vahy etmek istediğini, istediği şekilde vahy etti. Miracın sırlar dolu bölümü hakkında Kur'an–ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Onu müthiş kuvvetlere malik olan öğretti. (Ki O,) akıl ve re'yinde kâmil bir (melek)'tir. Hemen (kendi suretine girip) doğruldu. O en yüksek ufukta idi. Sonra (Cebrâil O'na) yaklaştı. Derken sarktı. (Bu suretle O, Peygamber'e) iki yay kadar yahud daha yakın oldu da (Allah'ın) kuluna vahyettiği neyse onu vahy etti. Onun gördüğünü kalb(i) yalana çıkarmadı. Şimdi siz onun bu görüşüne karşı da kendisiyle mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki, onu diğer bir defa da Sidretu'l–Münteha'nın yanında gördü O ki Cennetu'l–Me'va onun yanındadır. O (gördüğü) zaman Sidre'yi bürüyordu, onu bürümekte olan. (Peygamber'in) göz(ü gördüğünden) ağmadı, (sağa–sola meyletmedi) (onu) aşmadı da. And olsun ki O, Rabb'inin en büyük ayetlerinden bir kısmını görmüştür."(4)
Ayet–i kerimede belirtildiği gibi, Cebrail (A.S.) yaratılmış olduğu aslı hey'et ve sûret üzere, altı yüz kanadını açmış bir halde Sidretülmüntehâ'da, kendisini Peygamberimize gösterdi.
Bu seyahatte Kainatın efendisine bir çok ayetler, haller ve haberler gösterildi. Bu haberlerin tafsilatlı uzun olduğundan, onlara gelecek sayılarda değineceğiz. Mı'rac de Efendimizi verilen en önemli hediye Namaz, cennet ve cehennemin ahvali. Günahkarları, münafıkları, kafirlerin durumları ve uğradıkları muameleler. Bu haberler gelecek sayımızda olacak inşallah...
Seyahatin sonunda Resûlullah büyük melek Cebrail'ın dahi ulaşmaya mezun olmadığı bir yakınlığa, ilahi kurbiyete ermiş, Allah Teâlâ'nın cemalini görmüş, her çeşit vâsıtadan, aracıdan mücerred olarak doğrudan ilahî kelâma mazhar olmuştur. Böyle bir yücelik, O'ndan başka hiçbir mahluka nasîb olmamıştır ve olmayacaktır da. Biz böyle bir peygambere ümmet olmakla iftihar ediyor, bizi de Fahr–i Kâinata ümmet olma şerefine erdirdiği için Rabbimize şükranlarımızı, hamdlerimizi arz ediyoruz ve diyoruz ki:
"Biz Müslümanlar, Peygamber Efendimize bahsedilmiş olan ilâhi mesajları doğru algılayıp, hayatımıza düstur edinirsek kemâle, olgunluğa, ruhî yükselişe, manevî miraca biz de ulaşabiliriz. Yeter ki: Allah'a kul, habibine ümmet olalım."


İSRA VE Mİ'RAC GECESİ BİNİTLERİ
Resûlullah'in İsrâ gecesi beş biniti vardı.
Birincisi; Mecsid–i Haram'dan Beyt–i Makdis'e kadarlık mesafede 'Burak'.
İkincisi: Beyt–i Makdis'ten dünya semasına kadar 'Mirac.'
Üçüncüsü; Birinci kat semadan, yedinci semaya kadar 'meleklerin kanatları.'
Dördüncüsü; yedinci kat semadan, Sidre–i Münteha'ya kadar 'Cebrail Aleyhisselam.'
Beşincisi; Sidre–i Münteha'dan Kabe Kavseyn'e kadar 'Refref.'
Gerçi ilâhi kudrete nazaran bu vasıtalara lüzum yoktur. Allah Teâlâ, istediğini bir anda dilediği bir yere ulaştırmaya kadirdir. Fakat bütün bunlardan maksat Resûlullah'a yapılan ikramı, âyetler göstererek açıklamaktır. Çünkü:
"O'na (Muhammed'e) âyetlerimizden (nice şaşkınlık verici şeylerden) bazısını gösterelim diye (yaptırdık)" âyet–i kerimesi(5) gereğince, İsrâ'nın hikmeti: Allah Teâlâ'nın:
"Kudret ve azametine delalet eden âyetlerini, delillerini göstermesidir."

KABE'DE SİNEVİZYON KURULUYOR
Müşriklerden o beldeleri gezmiş ve Beytülmakdis Mescidini görmüş olanlar, Peygamberimize:
–Sen Beytü’l–Makdis Mescidini bize târif ve tavsif edebilir misin? diye sordular. Peygamberimiz:
–Gittim! buyurdu ve târif etmeye başladı. Bazı noktalarda, tereddüde düşünce, Beytü’l–Makdis Mescid'i, Peygamberimizin gözünün önüne getirildi ve ona bakarak, müşriklerin sorularını cevaplandırdı.
Müşrikler:
–Vallâhi! Târif ve tavsif de isâbet etti! dediler.
Peygamberimiz, bu hususu şöyle anlatır:
–Kureyşliler; gezdiğim yerler, husûsile Beytü’l–Makdis hakkında bana, bir çok sorular sormaya başladılar ki, ben İsrâ gecesi, onları zihnimde iyice tesbit etmiş değildim. Bunun için, o kadar sıkıntıya düştüm ki, böyle bir duruma hiç düşmemiştim. Derken, yüce Allâh benimle Beytülmakdis arasındaki uzaklığı kaldırdı da, ne sordularsa, ona bakarak sorularını birer birer cevaplandırdım. Bana:
–Beytü’l–Makdis'in kaç kapısı var? diye sordular. Beytü’l–Makdis Mescid'i gözümün önüne dikilince, ona bakıp kapılarını birer birer sayarak onlara bildirdim. Evet, sordukları bütün bu soruların cevapları doğru çıkmış olmasına rağmen, bir çoğu Peygamberi yalanlamaktan geri kalmamış, yine eski halleri gibi alay etmişler, sihir demişlerdir. Bu arada imanları zayıf bazı insanlar da dinen dönmüştür.
Kureyş müşrikleri:
–Ey Muhammed! Sen, bize kervanımızdan haber ver! O, bizim için Beytü’l–Makdis'den daha önemlidir. Sen, onlardan bir şeye rastladın mı? dediler.
İçlerinden birisi de:
–Yâ Muhammed! Sen, şu şu yerdeki develerimize rastladın mı? diye sordu. Peygamberimiz:
–Evet, vallâhi! Filan oğullarına rastladım. Onlar, bir deve kaybetmişler ve onu aramaya gitmişlerdi. Konak yerlerinde de, onlardan hiç kimse yoktu. Susamıştım. Onların içinde su bulunan bir kabları vardı ki, onun üzerine bir şey örtmüşlerdi. Örtüsünü açtım ve içindeki suyu içtim. Sonra, üzerini yine eskisi gibi kapadım. Onların kafilesi, şimdi Beyza'dan Ten'im yokuşundan iniyordur. Kafilenin önünde boz, siyah renkli erkek bir deve, devenin üzerinde de birisi siyah, birisi alaca iki çuval vardır! Buyurunca, Velîd b.Mugîre:
–Sihirbaz! dedi. Peygamberimiz, sözlerine devamla:
–Geldikleri zaman, onlara, sorunuz! Kablarındaki suyu bulmuşlar mı? buyurdu. Müşrikler:
–Lât ve Uzzâ'ya and olsun ki, bu, bir delildir! dediler.
Peygamberimiz:
–Ben; şu şu vâdide filan oğullarının kafilesine de rastladım. Onları, bir hayvanın gizli sesi ürkütmüş, bir develeri kaçmış. Ben, kaçan develerinin yerini onlara gösterdim, buyurdu. Kureyş müşrikleri, Ten'im yokuşuna doğru hızla gittiler. Peygamberimizin verdiği haberleri yalana çıkarmak umuduyla kervanı gözlemeye başladılar. Kervan görününce:
–Vallahi! İşte kervan geliyor! Boz deveyi de en öne düşürmüşler! dediler. İlk karşılaştıkları deve, kendilerine târif edildiği gibi idi. Kafileye, su kabından sordular. Onlar da, onu su dolu olarak bıraktıklarını, üzerini örttüklerini, fakat sonradan örtüsünü açtıkları zaman, içinde su bulamadıklarını haber verdiler. Kureyş müşrikleri, diğer kafilelere de soracaklarını sordular.
–Doğrudur! Vallâhi! Kendisinin, anmış olduğu vâdide ürkütüldük ve bir devemiz de kaçtı. Bir Adam'ın sesini işittik ki, O, bizi devemize çağırıyordu. Deveyi, onun çağırdığı yerde bulduk ve tuttuk! dediler.
Kureyş müşriklerinin; kervanlarındaki develerinin ve hattâ çobanlarının sayısına varıncaya kadar, sormadıkları ve Peygamberimizden doğru cevaplarını almadıkları bir şey kalmadı. Kureyş müşrikleri; kendilerine verilen bütün haberlerin doğru çıktığını gördükleri halde imân etmediler.
–Bu, açık bir Sihirdir! Velîd b. Mugıre'nin dediği doğru imiş! dediler.
Bütün bu izahatlardan anlaşılmış oldu ki: Peygamberimizin "Semaya uruc'tan önce Beytu'l–Makdis'e götürülmesindeki hikmet: "Hakk'ı gizlemeye çalışanlara karşı onu izhar etme gayesini güder." Zira, Mi'rac'a Mekke–i Mükerreme'den gitmiş olsaydı, hakkı inkâr eden düşmanlara beyan ve izah fırsatı olmayacaktı. Nitekim Peygamber Efendimiz, Beytu'l Makdis'e geceleyin götürüldüğünü söyleyince, Beytu'l–Makdis'le ilgili bazı bölümleri tarif etmesini istediler. Onlar gördükleri için bunları biliyorlardı ve yine biliyorlardı ki, Muhammed O'nu daha önce görmemişti, bilemezdi. Soruları üzerine, açıklayıp haber verince, Resûlullah'in bir gecede Beytü'l–Makdis'e yaptığını söylediği diğer hususlardaki doğruluğu tahkik edilmiş oldu. Bu husustaki haberi sahih olunca, diğer söylediklerinde de sadık olduğunu tasdik etmek gerekir. Bu durum mü'minlerin imanını artırdığı gibi, inkâr edenlerin de zararını artırır.



GÖKLERDE SEYAHAT

Peygamberimizin Sidretül–münteha'ya kadar göklere yükselişi hep bu Mi'raç ile olmuştur. Dünya semasına varılınca, Cebrail göğün kapısını çaldı:
–Aç! dedi.
Melek:
–Sen, kimsin? dedi.
–Cebrail'im dedi.
–Yanında kim var? diye soruldu.
Cebrail:
–Yanımda Muhammed var! dedi.
–O'na Mi'raç için davet gönderildi mi? diye soruldu. Cebrail:
–Evet! Gönderildi! dedi.
Kapı açılıp dünya semasının üstüne çıktıkları zaman, orada oturan, sağında ve solunda bir takım karaltılar bulunan, sağına baktıkça gülen, soluna baktıkça da ağlayan bir zat ile karşılaştılar.
Cebrail:
–Selâm ver O'na! dedi. Peygamberimiz selâm verdi. O da, selamına mukabele etti ve:
–Hoş geldin safa geldin Salih Peygamber! Salih oğlum! dedi.
Peygamberimiz:
–Kim bu?" diye sordu.
Cebrail:
–Bu, atan Adem'dir! Sağında ve solunda olan şu karaltılar da, onun soyundan gelen çocuklarının ruhlarıdır. Onlardan sağında olanlar cennetlik, solunda olan karaltılar da cehennemliktir! Sağına bakınca, güler; soluna bakınca da, ağlar!" dedi.



İKİNCİ KAT GÖKTE YAŞANANLAR
Sonra ikinci kat göğe yükseldiler.
Cebrail göğün kapısını çaldı:
–Aç! dedi.
–Sen, kimsin? denildi.
Cebrail:
–Cebrail'im! dedi.
–Yanında kimse var mı? diye soruldu.
Cebrail:
–Muhammed var! dedi.
–O, Mi'raç için gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
–Evet! deyince, göğün kapısı açıldı.
İkinci semada, teyze oğulları olan İsa b. Meryem ve Yahya b. Zekeriyya Aleyhimesselam'larla karşılaştılar.
Cebrail Aleyhisselam:
–Bunlar, Yahya ile İsa'dır. Selam ver Onlara! dedi. Peygamberimiz, selam verdi. Onlar da, Peygamberimiz'in selamına karşılık verdiler. Peygamberimize:
–Hoş geldin, safa geldin Salih Kardeş! Salih Peygamber! dediler ve hayır dua ettiler.
İsa orta boylu, hamamdan çıkmış gibi kırmızıya çalar beyaz benizli, düz saçlı ve yüzü, çok benli idi.

ÜÇÜNCÜ KAT GÖKTE YAŞANANLAR
Sonra, üçüncü kat göğe yükseldiler. Cebrail, göğün kapısını çaldı. Göğün Bekçisine:
–Aç! dedi.
–Sen, kimsin? denildi.
Cebrail:
–Cebrail'im! dedi.
–Yanında kimse var mı? diye soruldu.
Cebrail:
–Muhammed var! dedi.
–O, Mi'raç için gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
–Gönderildi! dedi. Kapı açılınca, kendisine, güzelliğin yarısı verilmiş olan Yusufla karşılaştılar.
Peygamberimiz:
–Ey Cebrail! Kim bu? diye sordu.
Cebrail:
–Bu, senin kardeşin Yusuf b.Yakub'dur. Selam ver Ona! dedi. Peygamberimiz, selam verdi. O da selamını aldıktan sonra:
–Hoş geldin! Safa geldin! Salih Kardeş! Salih Peygamber! dedi.

DÖRDÜNCÜ KAT GÖKTE YAŞANANLAR
Sonra, dördüncü kat göğe yükseldiler. Cebrail göğün kapısını çaldı.
–Sen, kimsin?
–Cebrail'im! dedi.
–Yanında kimse var mı? diye soruldu.
Cebrail:
–Muhammed var! dedi.
–O Mi'râç için gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
–Gönderildi! dedi.
Gök kapısı açılınca, orada İdris'le karşılaştılar. Peygamberimiz:
–Kim bu! diye sordu.
Cebrail:
–Bu, İdris'dir. Selam ver Ona! dedi. Peygamberimiz selam verdi. O da selâmına karşılık verdikten sonra:
–Hoş geldin! Safa geldin! Salih Kardeş! Salih Peygamber! dedi ve hayır dua etti.

BEŞİNCİ KAT GÖKTE YAŞANANLAR
Sonra beşinci kat göğe yükseldiler. Cebrail, göğün kapısını çaldı.
–Sen kimsin? denildi.
Cebrail:
–Cebrail'im! dedi.
–Yanında kimse var mı? diye soruldu.
Cebrail:
–Muhammed var! dedi.
–O miraç için gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
–Gönderildi! dedi.
Gök kapışı açılınca, orada Harun'la karşılaştılar. Kendisi genç olduğu halde, ak saçlı, gür ve ak sakallı idi. Son derece de güzel yüzlü idi.
Peygamberimiz:
–Ey Cebrâil Kim bu? diye sordu.
Cebrail:
–Bu, kavmi içinde sevdirilmiş Harun b. İmran'dır. Selam ver Ona, dedi. Peygâmberimiz selam verdi, selâmını aldıktan sonra:
–Hoş geldin! Safa geldin! Salih Kardeş! Salih Peygamber! dedi. Hayır dua etti.

ALTINCI KAT GÖKTE YAŞANANLAR
Sonra, altıncı kat göğe yükseldiler. Cebrail, göğün kapısını çaldı.
–Sen kimsin? denildi.
Cebrail:
–Cebrail'im! dedi.
–Yanında kimse var mı? diye soruldu. ,
Cebrail:
–Muhammed var! dedi.
–O, Mi'raç için gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
–Gönderildi! dedi. Göğün kapısı açılınca orada Hz. Musa ile karşılaştılar. Musa uzun boylu, esmer tenli, yüksek burunlu, kulaklarına kadar uzanan düz saçlı, hafif etli idi. Sanki Şenue kabilesi erkeklerinden birisi!
Peygamberimiz:
–Ey Cebrail! Kim bu? diye sordu.
Cebrail:
–Bu Kardeşin Musa b. İmran'-dır! Selam ver Ona! dedi. Peygamberimiz selam verdi. O da, selamına mukabele ettikten sonra:
–Hoş geldin! Safa geldin! Salih Kardeş! Salih Peygamber! Ümmi Peygamber! dedi ve hayır dua etti.
Efendimiz anlatmaya devam ediyor: Ben Musa'yı bırakıp geçince, Musa ağlamaya başladı. Ona:
–Seni ağlatan nedir? denildi.
O da:
–Çünkü benden sonra bir genç peygambere bey'at olundu. O'nun ümmetinden cennete girecek olanlar; benim ümmetimden cennete gireceklerden daha çoktur beni ağlatan budur, dedi.

YEDİNCİ KAT GÖKTE YAŞANANLAR
Sonra yedinci kat göğe yükseldiler. Cebrail, göğün kapısını çaldı
–Sen kimsin? denildi.
Cebrail:
–Cebrail'im! dedi.
–Yanında kimse var mı? diye soruldu.
Cebrail:
–Muhammed var!" dedi.
–O, Mi'rac için gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
–Gönderildi! dedi. Göğün kapısı açılınca, orada İbrahim ile karşılaştılar ki, kendisi, sırtını Beyt–i Ma'mur'a dayamış, Beyt–i Ma'mur'un kapısının önündeki bir Kürsü üzerinde oturuyordu. Beyt–i Ma'mur'a hergün yetmişbin Melek girer, girenler de bir daha geri dönmezdi! Peygamberimiz, Cebrail'e bunun ne olduğunu sordu.
Cebrail:
–Bu, Beyt–i Ma'mur'dur! dedi.
Beytu'l–Ma'mur bir hadis–i şerifte şöyle açıklanır:
"Semada bir mesciddir, Ka'be'-nin tam hizasındadır. Öyle ki, şayet düşecek olsa Ka'be'nin üstüne düşerdi. Ona her gün yetmiş bin melek girer. Ondan bir çıktı mı bir daha dönmez." Bir başka rivayette, "O'nun semadaki hürmeti, Ka'-be'nin arzdaki hürmeti gibidir" denir.
Cebrail, İbrahim Aleyhisselam için de:
–Selam ver Ona! dedi. Peygamberimiz, selam verdi. O da, Peygamberimizin selamını aldıktan sonra:
–Hoş geldin! Safa geldin! Salih Oğlum! Salih Peygamber! dedi Kendisi çok yaşlı, ulu ve heybetli bir Zat idi. O'na soyundan gelen çocuklarından, simaca, en çok benzeyeni de Peygamberimizdi.
Peygamberimiz:
–Ey Cebrail! Kim bu, diye sordu.
Cebrail da:
–Bu, Atan İbrahim'dır! dedi.
İbrahim:
–Ümmetine benden selam söyle! Onlara emret! Haber ver de, Cennet'e fidan dikmeyi çoğaltsınlar! Çünkü, Cennet'in toprağı güzel, suyu tatlı, arzı da geniş ve düzlüktür, dedi.
Peygamberimiz:
–Cennet'e dikilecek fidan nedir? diye sordu.
İbrahim:
–Cennet'e dikilecek fidan: "Sübhanellahi velhamdulillahi vela ilahe illallahu vellahu ekber La havle vela kuvvete illa billah"dır" dedi.



TASDİK EDENLER VEZİR İNKARCILAR DA REZİL OLDU

Peygamber efendimiz; Mekke–i Mükerreme'ye dönmek üzere, Beytülmakdis Mescidinin kapısına bağlamış olduğu Burak'a binip Mekke–i Mükerreme'ye döndü.
Ebû Talib'in kızı Ümmühânî hatunun bildirdiğine göre: Peygamberimiz; onların evinde, fecirden biraz öncesine kadar uyuyup ev halkını uyandırdı. Sabah Namazını kıldı. Ev halkı da kendisiyle birlikte kıldılar.
Peygamberimiz:
–Ey Ümmühânî! Senin de gördüğün gibi, şu vadi'de sizinle birlikte yatsı vakti sıraları Beytülmakdis'e gittim ve onun içinde namaz kıldım. Sonra da şimdi gördüğün gibi sabah namazını da sizinle kıldım!" buyurdu. Gitmek için ayağa kalktı. Ümmühânî hatun Peygamberimizin Ridasının ucundan tuttu:
–Ey Amcamın Oğlu! Ey Allâh'ın Peygamberi! Sana and veriyorum. Bunu halka söyleme! Onlar seni yalanlarlar ve üzerler! dedi.
Peygamberimiz:
–Vallâhi! Ben bunu onlara söyleyeceğim! buyurdu.
Ümmühânî hatun, Habeşli câriyesine:
–Yazık sana! Resûlullâh'in arkasından git de, O, halka ne söylüyor; halk O'na, ne söylüyor? Göz kulak ol! dedi. Peygamberimiz; İsrâ ve Mirâc'ını, Kureyş müşriklerine gidip haber vereceği zaman:
–Ey Cebrâil! Kavmim beni tasdik etmezler!? buyurdu.
Cebrail:
–Ebû Bekr, seni, tasdik eder. O, sıddîk'dır! dedi. Peygamberimiz; Kâbe'nin Hıcr, Hatim diye anılan mahalline gidip ayakta durdu. Kureyş müşriklerine, İsrâ hâdisesini, haber verince, onlar şaştılar.
–Doğrusu! Biz, şimdiye kadar bunun gibisini hiç işitmedik! Bu, şaşılacak, inanılmayacak şey! Vallâhi! Deve Mekke'den Şam'a gidişte bir ayda, dönüşte de bir ayda sürülüp götürülür. Muhammed, bir tek gecenin içinde oraya gider de, Mekke'ye dönebilir mi?! Biz, Beytülmakdis'e devemizin ciğerlerine, böğürlerine vura vura bir ayda varırız. O, oraya bir gecenin içinde gitmiş ha!?
"Ey Muhammed! Buna, delil'in nedir?" dediler ve yalanladılar.
Kureyş müşrikleri, İsra ve Mirac haberine hem hayret etti, hem de sevindi. Sevindi, çünkü, Muhammed'in yalancılığı konusunda açık bir delil bulduğunu zannettiler. Onlara göre bu hadise, Muhammed'e inananları çözecek, O'nun etrafından ayrılmalarına sebep olacaktı. Ayrıca İslâm'a girip girmemekte tereddüt edenler de bu hadise yüzünden müslüman olmaktan vazgeçeceklerdi.
Çok geçmeden Kureyş'in boş hayallere kapıldığı anlaşıldı. Bazıları koşarak Ebu Bekir'e gidip:
–Ey Ebû Bekir! Muhammed'in söylediklerini tasdik edecek misin? O, Beyt–i Makdis'e götürüldüğünü, oradan da göğe yükseltildiğini, sonra aynı gece içerisinde geri döndüğünü söylüyor, dediler.
Ebû Bekir, hiç tereddüt etmeden:
–Şayet Muhammed bunu söylemişse, O mutlaka doğrudur, dedi.
Kureyş:
–Ey Ebû Bekir! Bu konuda da O'nu tasdik edecek misin? diye üsteleyince Ebû Bekir:
–Ben bundan daha ötesini tasdik etmişim. O'na gökten vahiy geldiğine inanıyorum, diyerek tartışmayı noktaladı.
Böylece Kureyş'in, Ebû Bekir ve diğer müslümanlarla ilgili emelleri yıkıldı. Bununla beraber, Kureyş, İsrâ ve Mirac hadisesini, İslâm davetini engellemek için istismar etmeye devam etti. Fakat onların bu tavrı aksi tesir gösterdi. Onlar İslâm'a saldırdıkça, insanlar Muhammed'i daha çok merak edip O'nunla tanışmak istiyorlardı.



DİPNOT:
1- İsra sûresi: 1
2- Taftazani, Şerh–i Akaid: 174, Aliyyü'l–Kâri, Şerhü'l–Emali: 20, Sırrı Giridi Nakdü'l–Kelâm fi Akaidi'l–İslâm, 306–310.
3- Bu ameliye, meleki nurların galebesi, tabiat ateşinin söndürülmesi, vücudunun zat–ı âlâ'dan üzerine inecek olan feyizleri kabüle hazır hale getirilmesi için yapılmıştır.
4- Necm sûresi: 5–18
5- İsra suresi: 1
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt