HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
İslâm'ın Eksiksiz Olarak ve Bir Defada Uygulanması Farzdır,
İslâm Hükümlerinin Uygulanmasında Tedricilik Haramdır
Kur'an-ı Kerim, Rasulullah (s.a.v)'e vakıa ve olaylara uygun olarak parça parça nazil olmuştur. Her bir ayet nazil oldukça Peygamber hemen onu tebliğ ediyordu. Eğer gelen ayet bir emir ihtiva ediyor ise, hem Allah'ın Rasulü ve hem de Müslümanlar hemen o emri uygulamaya koyuluyordu. Şayet inen ayet bir yasağı ihtiva ediyorsa, Allah'ın Rasulü ve Müslümanlar da haramdan sakınıyor ve uzak duruyorlardı. Böylece en ufak bir erteleme söz konusu olmaksızın ayetin nazil olması ile hemen hükümlerin uygulanması gerçekleşiyordu. Artık nazil olan her hüküm, ne olursa olsun uygulanması ve yürürlüğe konulması vacip oluyordu. Yüce Allah bu dini tamamlayıncaya ve şu ayetini indirinceye kadar böylece devam etti: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim." [1]
Artık bu ayet-i kerimenin nazil oluşundan sonra Müslümanlardan İslâm’ın bütün hükümlerini eksiksiz olarak yürürlüğe koyup uygulamaları istenmiş oluyordu. İster akaid ile ister ibadetlerle, ahlakla, ister birbirleriyle veya kendilerini yöneten yöneticiyle aralarındaki muamelatı ilgilendiren konular olsun, ister kendileri ile diğer toplum ve devletler arasında olsun ayet iner inmez hemen ilgili konuya tatbik ediliyordu. Bu hükümler ister yönetimle, ekonomiyle, toplumla, barış ya da savaş halleriyle ile ilgili olsun fark etmezdi. Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Rasül size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasak ettiyse sakının. Allah’tan da korkun. Çünkü Allah, azabı çok şiddetli olandır." [2]
Yani Peygamber'in size verdiklerinin tümünü alın ve bunlar gereğince amel edin. Size yasakladığı her şeyden de uzak durun, onları yasak belleyin. Çünkü ayet-i kerimedeki (MA) edatı genellik ifade eden edatlardandır. Bu nedenle farziyet ifade eden her hükmün yapılmasını, yasak ifade eden her hüküm gereğince de haramdan uzak durmayı ifade etmektedir. Ayet-i kerimede varid olan "almak" ve "uzak durmak" isteği kesin bir istek olup, bu da vücub içindir. Bunun karinesi ise ayet-i kerimenin sonunda yer alan takvalı olmak "sakınmak" emri ile Peygamber’in getirdiklerini tümüyle almayıp onun bütün yasakladıklarından uzak durup sakınmayan kimselere yapılan çok şiddetli azap tehdidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Aralarında yalnız Allah'ın indirdikleriyle hükmet. Onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından saptırmasınlar diye onlardan sakın." [3]
İşte bu, Allah tarafından Peygamber’ine ve ondan sonra gelen Müslümanların yöneticilerine Allah'ın indirmiş olduğu bütün hükümler ile hükmetmenin -bu hüküm ister emir, ister yasak olsun- farz olduğunu gösteren kesin bir emirdir. Çünkü ayet-i kerimede yer alan (MA) edatı genellik ifade etmektedir. Bu da Allah tarafından indirilmiş bütün hükümleri kapsamına alır.
Allah, Peygamber’ini ve ondan sonra gelecek Müslümanların yöneticilerini insanların hevalarına tabi olmayı ve onların arzularına boyun eğmeyi şu ifadesiyle yasaklamaktadır: "Onların hevalarına uyma..." [4]
Yine yüce Allah, Peygamberini de ondan sonra gelecek Müslümanların yöneticilerini de insanların kendilerini fitneye düşürmelerinden ve Allah'ın indirmiş olduğu hükümlerin bir kısmını uygulamaktan alıkoymalarına karşı sakındırmıştır. Aksine Peygambere de ondan sonra gelecek Müslümanların yöneticilerine de düşen görev Allah'ın Rasulüne bildirmiş olduğu bütün hükümleri insanların isteklerinin neler olduğuna iltifat etmeksizin, emir ya da yasak olsun uygulaması icap etmektedir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni fitneye düşürmelerine karşı onlardan sakın." [5] "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir." [6] buyurduğu gibi ikinci bir ayet-i kerimede de: "... zalimlerin ta kendilerdir." [7] Üçüncü bir ayet-i kerimede ise; "... işte onlar fasıkların ta kendileridir." [8] diye buyurmaktadır.
Böylelikle yüce Allah bu üç ayet-i kerimede Allah'ın indirmiş olduğu bütün hükümler ile -ister emir olsun ister yasak olsun- hükmetmeyenleri kafir, zalim ve fasık olmakla nitelendirmektedir. Çünkü her üç ayet-i kerimede yer alan "indirdikleri" ifadesi genellik ifade etmekte, emir olsun ister yasak olsun Allah'ın indirmiş olduğu bütün şer'i hükümleri kapsamına almaktadır.
Bu açıklamaların tümü, en ufak bir karışıklık söz konusu olmaksızın kesin bir şekilde şunu ortaya koymaktadır: "Müslümanlar fert, cemaat ve devlet olarak herhangi bir erteleme, sonraya bırakma veya tedricilik söz konusu olmaksızın yüce Allah'ın istediği şekilde İslâm’ın bütün hükümlerini eksiksiz olarak uygulamakla yükümlüdürler. Uygulamamak hususunda hiçbir fert, cemaat veya devletin mazereti de olamaz.
Uygulamanın tedrici bir surette değil de bir defada kapsamlı ve eksiksiz olması icab eder. Tedrici uygulama İslâm hükümleri ile tam anlamı ile çatışmakta, çelişmektedir. Hükümlerin bir kısmını uygulayıp diğer bir bölümünü terk eden kimse Allah nezdinde günahkar sayılır. Bunu yapanın fert, toplum veya devlet olması arasında fark yoktur.
Vacip olan bir şey vaciptir ve vacip olarak kalmaya devam eder. Onun yerine getirilmesi de gerekir. Haram olan da haramdır, haram olarak kalmaya devam eder, ondan uzak durmak gerekir. Yüce Rasul, Sakif heyetinden kendisine gelip de, Lat adındaki putlarını üç yıl süreyle bırakmasını, kendilerini namazdan muaf tutmasını ve böylelikle İslâm’a girmeyi kabul edeceklerini söylediklerinde onların bu tekliflerini kabul etmemiş, kesinlikle red etmiş, en ufak bir erteleme söz konusu olmaksızın putun yıkılmasını ve herhangi bir geciktirme söz konusu olmaksızın namazın kılınmasını ısrarla istemiştir.
Yüce Allah, İslâm’ın bütün hükümlerini uygulamayan yahut onun bazı hükümlerini uygulayıp diğer bir takım hükümlerini terk eden yöneticilerin -eğer İslâm’ın uygunluğuna inanmıyor yahut da uygulamayı terkettiği hükümlerin bir bölümünün uygunluğuna inanmıyorsa- kâfir olduğunu ifade etmektedir. Şayet İslâm’ın uygulanmaya elverişli olduğuna inanmakla birlikte İslâm’ın bütün hükümlerini uygulamıyor yahut bir bölümünü uygulamaya koymuyorsa fasık ve zalim olarak nitelendirmektedir.
Rasulullah (s.a.v) de, apaçık küfür içerisinde olduğuna dair elimizde Allah'tan gelmiş bir delil bulunan yöneticiye karşı savaşmayı ve ona karşı kılıç çekmeyi farz kılmıştır. Yani uyguladığı hükümler ister az olsun ister çok olsun yönetici, küfür hükümleri olduğunda herhangi bir şüphe söz konusu olmayan hükümlerle hükmedecek olursa. Nitekim Ubade b. Es-Samit yoluyla gelen hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır: "...Ancak, yöneticinin açık küfür halinde olduğuna dair elimizde Allah'tan kesin bir delil bulunmadıkça yönetim sahibi kimseler ile yönetim hususunda çekişmeyeceğimize söz verdik.” [9]
Şeriat hükümlerinin uygulanmasında gevşek davranmak, basite almak ve İslâm hükümlerinin uygulanmasında tedricilik söz konusu değildir. Çünkü bir farz ile diğer bir farz, bir haram ile diğer bir haram arasında kesinlikle fark yoktur. Allah'ın bütün hükümleri birbirine eşittir. Herhangi bir erteleme, geciktirme veya tedricilik söz konusu olmaksızın hükümlerin uygulamaya konulmaları gereklidir. Aksi takdirde yüce Allah'ın şu buyruğu bizim hakkımızda söz konusu olur: "Sizler kitabın bir bölümüne iman eder, bir bölümünü inkar mı edersiniz? Sizden böyle yapanların cezası ancak dünya hayatında bir rezilliktir. Kıyamet gününde de onlar azabın en şiddetlisine döndürülürler." [10]
İşte bundan dolayı İslâm aleminde bulunan herhangi bir devletin İslâm’ı uygulamamak hususunda asla özrü yoktur. İslâm’ı uygulama gücünden yoksun olması, şartları İslâm’ın uygulanmasına elverişli olmaması veya dünya kamuoyunun İslâm’ın uygulanmasını kabul etmeyişi veya dünyadaki büyük devletlerin bize İslâm’ı uygulama alanı bırakmadıklarını öne sürmek veya bunun dışında hiçbir değer ifade etmeyen tutarsız ve gevşek bahaneler İslâm’ın uygulanmamasının gerekçesi olamaz. Her kim bunları delil diye ileri sürecek olursa kesinlikle Allah kıyamet gününde (bu günahlarının cezasında kurtulabilmek için) herhangi bir fidye veya her hangi bir kurtulmalık kabul etmeyecektir.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Maide: 3
--------------------------------------------------------------------------------
[2] Haşr: 7
--------------------------------------------------------------------------------
[3] Maide: 49
--------------------------------------------------------------------------------
[4] Maide: 49
--------------------------------------------------------------------------------
[5] Maide: 49
--------------------------------------------------------------------------------
[6] Maide: 44
--------------------------------------------------------------------------------
[7] Maide: 45
--------------------------------------------------------------------------------
[8] Maide: 46
--------------------------------------------------------------------------------
[9] Müslim
--------------------------------------------------------------------------------
[10] Bakara: 85
İslâm Hükümlerinin Uygulanmasında Tedricilik Haramdır
Kur'an-ı Kerim, Rasulullah (s.a.v)'e vakıa ve olaylara uygun olarak parça parça nazil olmuştur. Her bir ayet nazil oldukça Peygamber hemen onu tebliğ ediyordu. Eğer gelen ayet bir emir ihtiva ediyor ise, hem Allah'ın Rasulü ve hem de Müslümanlar hemen o emri uygulamaya koyuluyordu. Şayet inen ayet bir yasağı ihtiva ediyorsa, Allah'ın Rasulü ve Müslümanlar da haramdan sakınıyor ve uzak duruyorlardı. Böylece en ufak bir erteleme söz konusu olmaksızın ayetin nazil olması ile hemen hükümlerin uygulanması gerçekleşiyordu. Artık nazil olan her hüküm, ne olursa olsun uygulanması ve yürürlüğe konulması vacip oluyordu. Yüce Allah bu dini tamamlayıncaya ve şu ayetini indirinceye kadar böylece devam etti: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim." [1]
Artık bu ayet-i kerimenin nazil oluşundan sonra Müslümanlardan İslâm’ın bütün hükümlerini eksiksiz olarak yürürlüğe koyup uygulamaları istenmiş oluyordu. İster akaid ile ister ibadetlerle, ahlakla, ister birbirleriyle veya kendilerini yöneten yöneticiyle aralarındaki muamelatı ilgilendiren konular olsun, ister kendileri ile diğer toplum ve devletler arasında olsun ayet iner inmez hemen ilgili konuya tatbik ediliyordu. Bu hükümler ister yönetimle, ekonomiyle, toplumla, barış ya da savaş halleriyle ile ilgili olsun fark etmezdi. Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Rasül size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasak ettiyse sakının. Allah’tan da korkun. Çünkü Allah, azabı çok şiddetli olandır." [2]
Yani Peygamber'in size verdiklerinin tümünü alın ve bunlar gereğince amel edin. Size yasakladığı her şeyden de uzak durun, onları yasak belleyin. Çünkü ayet-i kerimedeki (MA) edatı genellik ifade eden edatlardandır. Bu nedenle farziyet ifade eden her hükmün yapılmasını, yasak ifade eden her hüküm gereğince de haramdan uzak durmayı ifade etmektedir. Ayet-i kerimede varid olan "almak" ve "uzak durmak" isteği kesin bir istek olup, bu da vücub içindir. Bunun karinesi ise ayet-i kerimenin sonunda yer alan takvalı olmak "sakınmak" emri ile Peygamber’in getirdiklerini tümüyle almayıp onun bütün yasakladıklarından uzak durup sakınmayan kimselere yapılan çok şiddetli azap tehdidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Aralarında yalnız Allah'ın indirdikleriyle hükmet. Onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından saptırmasınlar diye onlardan sakın." [3]
İşte bu, Allah tarafından Peygamber’ine ve ondan sonra gelen Müslümanların yöneticilerine Allah'ın indirmiş olduğu bütün hükümler ile hükmetmenin -bu hüküm ister emir, ister yasak olsun- farz olduğunu gösteren kesin bir emirdir. Çünkü ayet-i kerimede yer alan (MA) edatı genellik ifade etmektedir. Bu da Allah tarafından indirilmiş bütün hükümleri kapsamına alır.
Allah, Peygamber’ini ve ondan sonra gelecek Müslümanların yöneticilerini insanların hevalarına tabi olmayı ve onların arzularına boyun eğmeyi şu ifadesiyle yasaklamaktadır: "Onların hevalarına uyma..." [4]
Yine yüce Allah, Peygamberini de ondan sonra gelecek Müslümanların yöneticilerini de insanların kendilerini fitneye düşürmelerinden ve Allah'ın indirmiş olduğu hükümlerin bir kısmını uygulamaktan alıkoymalarına karşı sakındırmıştır. Aksine Peygambere de ondan sonra gelecek Müslümanların yöneticilerine de düşen görev Allah'ın Rasulüne bildirmiş olduğu bütün hükümleri insanların isteklerinin neler olduğuna iltifat etmeksizin, emir ya da yasak olsun uygulaması icap etmektedir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni fitneye düşürmelerine karşı onlardan sakın." [5] "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir." [6] buyurduğu gibi ikinci bir ayet-i kerimede de: "... zalimlerin ta kendilerdir." [7] Üçüncü bir ayet-i kerimede ise; "... işte onlar fasıkların ta kendileridir." [8] diye buyurmaktadır.
Böylelikle yüce Allah bu üç ayet-i kerimede Allah'ın indirmiş olduğu bütün hükümler ile -ister emir olsun ister yasak olsun- hükmetmeyenleri kafir, zalim ve fasık olmakla nitelendirmektedir. Çünkü her üç ayet-i kerimede yer alan "indirdikleri" ifadesi genellik ifade etmekte, emir olsun ister yasak olsun Allah'ın indirmiş olduğu bütün şer'i hükümleri kapsamına almaktadır.
Bu açıklamaların tümü, en ufak bir karışıklık söz konusu olmaksızın kesin bir şekilde şunu ortaya koymaktadır: "Müslümanlar fert, cemaat ve devlet olarak herhangi bir erteleme, sonraya bırakma veya tedricilik söz konusu olmaksızın yüce Allah'ın istediği şekilde İslâm’ın bütün hükümlerini eksiksiz olarak uygulamakla yükümlüdürler. Uygulamamak hususunda hiçbir fert, cemaat veya devletin mazereti de olamaz.
Uygulamanın tedrici bir surette değil de bir defada kapsamlı ve eksiksiz olması icab eder. Tedrici uygulama İslâm hükümleri ile tam anlamı ile çatışmakta, çelişmektedir. Hükümlerin bir kısmını uygulayıp diğer bir bölümünü terk eden kimse Allah nezdinde günahkar sayılır. Bunu yapanın fert, toplum veya devlet olması arasında fark yoktur.
Vacip olan bir şey vaciptir ve vacip olarak kalmaya devam eder. Onun yerine getirilmesi de gerekir. Haram olan da haramdır, haram olarak kalmaya devam eder, ondan uzak durmak gerekir. Yüce Rasul, Sakif heyetinden kendisine gelip de, Lat adındaki putlarını üç yıl süreyle bırakmasını, kendilerini namazdan muaf tutmasını ve böylelikle İslâm’a girmeyi kabul edeceklerini söylediklerinde onların bu tekliflerini kabul etmemiş, kesinlikle red etmiş, en ufak bir erteleme söz konusu olmaksızın putun yıkılmasını ve herhangi bir geciktirme söz konusu olmaksızın namazın kılınmasını ısrarla istemiştir.
Yüce Allah, İslâm’ın bütün hükümlerini uygulamayan yahut onun bazı hükümlerini uygulayıp diğer bir takım hükümlerini terk eden yöneticilerin -eğer İslâm’ın uygunluğuna inanmıyor yahut da uygulamayı terkettiği hükümlerin bir bölümünün uygunluğuna inanmıyorsa- kâfir olduğunu ifade etmektedir. Şayet İslâm’ın uygulanmaya elverişli olduğuna inanmakla birlikte İslâm’ın bütün hükümlerini uygulamıyor yahut bir bölümünü uygulamaya koymuyorsa fasık ve zalim olarak nitelendirmektedir.
Rasulullah (s.a.v) de, apaçık küfür içerisinde olduğuna dair elimizde Allah'tan gelmiş bir delil bulunan yöneticiye karşı savaşmayı ve ona karşı kılıç çekmeyi farz kılmıştır. Yani uyguladığı hükümler ister az olsun ister çok olsun yönetici, küfür hükümleri olduğunda herhangi bir şüphe söz konusu olmayan hükümlerle hükmedecek olursa. Nitekim Ubade b. Es-Samit yoluyla gelen hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır: "...Ancak, yöneticinin açık küfür halinde olduğuna dair elimizde Allah'tan kesin bir delil bulunmadıkça yönetim sahibi kimseler ile yönetim hususunda çekişmeyeceğimize söz verdik.” [9]
Şeriat hükümlerinin uygulanmasında gevşek davranmak, basite almak ve İslâm hükümlerinin uygulanmasında tedricilik söz konusu değildir. Çünkü bir farz ile diğer bir farz, bir haram ile diğer bir haram arasında kesinlikle fark yoktur. Allah'ın bütün hükümleri birbirine eşittir. Herhangi bir erteleme, geciktirme veya tedricilik söz konusu olmaksızın hükümlerin uygulamaya konulmaları gereklidir. Aksi takdirde yüce Allah'ın şu buyruğu bizim hakkımızda söz konusu olur: "Sizler kitabın bir bölümüne iman eder, bir bölümünü inkar mı edersiniz? Sizden böyle yapanların cezası ancak dünya hayatında bir rezilliktir. Kıyamet gününde de onlar azabın en şiddetlisine döndürülürler." [10]
İşte bundan dolayı İslâm aleminde bulunan herhangi bir devletin İslâm’ı uygulamamak hususunda asla özrü yoktur. İslâm’ı uygulama gücünden yoksun olması, şartları İslâm’ın uygulanmasına elverişli olmaması veya dünya kamuoyunun İslâm’ın uygulanmasını kabul etmeyişi veya dünyadaki büyük devletlerin bize İslâm’ı uygulama alanı bırakmadıklarını öne sürmek veya bunun dışında hiçbir değer ifade etmeyen tutarsız ve gevşek bahaneler İslâm’ın uygulanmamasının gerekçesi olamaz. Her kim bunları delil diye ileri sürecek olursa kesinlikle Allah kıyamet gününde (bu günahlarının cezasında kurtulabilmek için) herhangi bir fidye veya her hangi bir kurtulmalık kabul etmeyecektir.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Maide: 3
--------------------------------------------------------------------------------
[2] Haşr: 7
--------------------------------------------------------------------------------
[3] Maide: 49
--------------------------------------------------------------------------------
[4] Maide: 49
--------------------------------------------------------------------------------
[5] Maide: 49
--------------------------------------------------------------------------------
[6] Maide: 44
--------------------------------------------------------------------------------
[7] Maide: 45
--------------------------------------------------------------------------------
[8] Maide: 46
--------------------------------------------------------------------------------
[9] Müslim
--------------------------------------------------------------------------------
[10] Bakara: 85