Önümüzde sevinçle yaşayacağımız mübarek Ramazan Bayramı bizim en mutlu ve huzurlu günümüzdür. Sebebi ise malum... Bir ay boyunca kendi çapımızda orucumuzu tutmuş, teravihimizi kılmış, fitremizi, zekâtımızı vermiş, dini mükellefiyetlerimizi yerine getirmeye gayret etmişiz...
İşte bundan dolayı bayramın sevincini, neşesini olanca derinliğiyle yaşamak istiyoruz... Bununla beraber, "Orucunu tutmamış, teravihini kılmamış, zekâtlarını, fitrelerini vermemiş olanlar neyin bayramını yapacaklar, neyin sevincini duyacaklar?" diye bir sitemli soru da sormak istemiyoruz.
Elbette bizim sevindiğimiz bayramda onlar da sevinecek, mutlu olacaklar. Bu, onların da hakkıdır. Ancak ne de olsa gönüllerinde bir kırıklık, kalplerinde bir burukluk hissedecekler:
- Keşke biz de dini mükellefiyetlerimizi yerine getirseydik de, bayramda kalbimizde burukluk hissetmesek, gönlümüzde kırıklık yaşamasaydık.. diye pişmanlık duyacaklardır. Bunu duymamaları mümkün değildir.
İşte onların hissettikleri bu burukluk, kırıklık da gösterir ki; onlardan ümit kesilmez, sevgi sahasından dışarıya atılmaz. Çünkü Rabb'imiz, yanlışlarını savunmayıp pişmanlık duyanları affeder. Öyle ise bizler de Rabb'imizin affa layık gördüklerini sevgiye layık görür, muhabbetle kucaklamak isteriz bayramda... Hatta bu konuda bizler bir adım daha ileri atar, kendi nefsimizi suçlayarak deriz ki:
- Aslında kusur ve eksiklik önce onlarda değil bizlerde, İslâm'ı tam olarak yaşayıp da güzelliğini gösteremeyişimizde, dikkatlerini çekemeyişimizdedir. Şayet biz İslam'ı tam temsil edebilseydik, onlar böyle ilgisiz kalmayacak, bizde güzelliğini gördükleri İslâm'ı yaşama aşk ve arzusunu duyacaklardı. Bir İmam-ı Azam, bir Hasan-ı Basri temsilciliği bizde görünseydi durumları herhalde farklı olacaktı.
- İslâm'ı onlar nasıl mı temsil etmiş, ne türlü mü örnek olmuşlar?
Sadece iki misal arz edeyim; hep birlikte kucaklaşıp kaynaşmak istediğimiz şu mübarek bayram arifesinde... Hazreti İmam'ın, geceleri evinde içip de gürültü patırtı yaparak kendisini rahatsız eden bir komşusu vardı. Her gece naralar atan bu komşu, son birkaç gecedir gürültüyü keser, ses seda çıkarmaz. Bir sabah sorar:
- Bizim komşudan ses seda çıkmıyor, acaba neden? Derler ki:
- Hapse attılar. Kaç gündür hapishanede.
Hemen atına binen imam, Bağdat'ın dışındaki hapishaneye koşar:
- Bu sabah haberim oldu, der. Komşuluk hakkını vaktinde yerine getiremeyip geç kaldığım için özür dilerim!.. Bir ihtiyacın var mı?
Sabahlara kadar naralar atarak imamı rahatsız eden komşuda bir vicdan muhasebesi başlar. Başını önüne eğer, gözlerinden pırıl pırıl yaşlar akarken dudaklarından da şu cümleler dökülür.
- Asıl ben senden özür dilerim muhterem hocam; sen beni affet. Sabahlara kadar duvarın öte yanında seni rahatsız ediyordum da bir gün olsun ayıbımı yüzüme vurmuyor, bana hep sabrediyordun. Bundan sonra der, beni bir daha öyle görmeyecek, benzeri hataları tekrar ettiğime şahit olmayacaksın. Buradan çıkar çıkmaz sen mihrapta iken ben de arkandaki ilk safta olacağım.
Ve sarhoş komşu bundan sonra gerçekten de imamın arkasında ilk saftadır artık...
Bir de Hasan Basri Hazretleri'nden örnek sunalım. Hastalanınca bitişikteki Mecusî komşusu ziyaretine gelir. Bakar ki kendi tarafındaki duvardan sızan tuvalet suyu evin içinde koku meydana getirmekte, rahatsız etmektedir.
- Efendi hazretleri der, neden şikayetçi olmadınız, ikaz etseydiniz de bir çare bulsaydık? Cevap ibretli: - Sizi incitmekten endişe ettik de... Mecusi komşunun gönlünde sevgi ışıkları yanmaya başlar, "Ver de şu mübarek elini öpeyim efendi hazretleri" der. Bundan sonra beni Mecusîlerin ateşliğinde değil, Müslümanların namazgahında bulacaksın. Bu sabır ve anlayış ancak hak dine inanmışlarda olur, başka değil... İşte bu sorumluluk duygusu içinde bizler çevremize özendiren örnek veremediğimizden dolayı önce kendi nefsimizi suçluyor, ayırım yapmaksızın kucaklaşmak istiyoruz. Topyekun kucaklaşacağımız bayramlar dileğimizle...
AHMET ŞAHİN ZAMAN GAZATESİ 10 EKİM 2007
Biz müslümanlar gerçekten islamiyet anlayışını hayatımıza ne kadar uyguluyoruz ve insanların islamiyete bakış açısını ne kadar değiştirebiliyoruz??????
İşte bundan dolayı bayramın sevincini, neşesini olanca derinliğiyle yaşamak istiyoruz... Bununla beraber, "Orucunu tutmamış, teravihini kılmamış, zekâtlarını, fitrelerini vermemiş olanlar neyin bayramını yapacaklar, neyin sevincini duyacaklar?" diye bir sitemli soru da sormak istemiyoruz.
Elbette bizim sevindiğimiz bayramda onlar da sevinecek, mutlu olacaklar. Bu, onların da hakkıdır. Ancak ne de olsa gönüllerinde bir kırıklık, kalplerinde bir burukluk hissedecekler:
- Keşke biz de dini mükellefiyetlerimizi yerine getirseydik de, bayramda kalbimizde burukluk hissetmesek, gönlümüzde kırıklık yaşamasaydık.. diye pişmanlık duyacaklardır. Bunu duymamaları mümkün değildir.
İşte onların hissettikleri bu burukluk, kırıklık da gösterir ki; onlardan ümit kesilmez, sevgi sahasından dışarıya atılmaz. Çünkü Rabb'imiz, yanlışlarını savunmayıp pişmanlık duyanları affeder. Öyle ise bizler de Rabb'imizin affa layık gördüklerini sevgiye layık görür, muhabbetle kucaklamak isteriz bayramda... Hatta bu konuda bizler bir adım daha ileri atar, kendi nefsimizi suçlayarak deriz ki:
- Aslında kusur ve eksiklik önce onlarda değil bizlerde, İslâm'ı tam olarak yaşayıp da güzelliğini gösteremeyişimizde, dikkatlerini çekemeyişimizdedir. Şayet biz İslam'ı tam temsil edebilseydik, onlar böyle ilgisiz kalmayacak, bizde güzelliğini gördükleri İslâm'ı yaşama aşk ve arzusunu duyacaklardı. Bir İmam-ı Azam, bir Hasan-ı Basri temsilciliği bizde görünseydi durumları herhalde farklı olacaktı.
- İslâm'ı onlar nasıl mı temsil etmiş, ne türlü mü örnek olmuşlar?
Sadece iki misal arz edeyim; hep birlikte kucaklaşıp kaynaşmak istediğimiz şu mübarek bayram arifesinde... Hazreti İmam'ın, geceleri evinde içip de gürültü patırtı yaparak kendisini rahatsız eden bir komşusu vardı. Her gece naralar atan bu komşu, son birkaç gecedir gürültüyü keser, ses seda çıkarmaz. Bir sabah sorar:
- Bizim komşudan ses seda çıkmıyor, acaba neden? Derler ki:
- Hapse attılar. Kaç gündür hapishanede.
Hemen atına binen imam, Bağdat'ın dışındaki hapishaneye koşar:
- Bu sabah haberim oldu, der. Komşuluk hakkını vaktinde yerine getiremeyip geç kaldığım için özür dilerim!.. Bir ihtiyacın var mı?
Sabahlara kadar naralar atarak imamı rahatsız eden komşuda bir vicdan muhasebesi başlar. Başını önüne eğer, gözlerinden pırıl pırıl yaşlar akarken dudaklarından da şu cümleler dökülür.
- Asıl ben senden özür dilerim muhterem hocam; sen beni affet. Sabahlara kadar duvarın öte yanında seni rahatsız ediyordum da bir gün olsun ayıbımı yüzüme vurmuyor, bana hep sabrediyordun. Bundan sonra der, beni bir daha öyle görmeyecek, benzeri hataları tekrar ettiğime şahit olmayacaksın. Buradan çıkar çıkmaz sen mihrapta iken ben de arkandaki ilk safta olacağım.
Ve sarhoş komşu bundan sonra gerçekten de imamın arkasında ilk saftadır artık...
Bir de Hasan Basri Hazretleri'nden örnek sunalım. Hastalanınca bitişikteki Mecusî komşusu ziyaretine gelir. Bakar ki kendi tarafındaki duvardan sızan tuvalet suyu evin içinde koku meydana getirmekte, rahatsız etmektedir.
- Efendi hazretleri der, neden şikayetçi olmadınız, ikaz etseydiniz de bir çare bulsaydık? Cevap ibretli: - Sizi incitmekten endişe ettik de... Mecusi komşunun gönlünde sevgi ışıkları yanmaya başlar, "Ver de şu mübarek elini öpeyim efendi hazretleri" der. Bundan sonra beni Mecusîlerin ateşliğinde değil, Müslümanların namazgahında bulacaksın. Bu sabır ve anlayış ancak hak dine inanmışlarda olur, başka değil... İşte bu sorumluluk duygusu içinde bizler çevremize özendiren örnek veremediğimizden dolayı önce kendi nefsimizi suçluyor, ayırım yapmaksızın kucaklaşmak istiyoruz. Topyekun kucaklaşacağımız bayramlar dileğimizle...
AHMET ŞAHİN ZAMAN GAZATESİ 10 EKİM 2007
Biz müslümanlar gerçekten islamiyet anlayışını hayatımıza ne kadar uyguluyoruz ve insanların islamiyete bakış açısını ne kadar değiştirebiliyoruz??????