dileksenturk
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 16 Haz 2008
- Mesajlar
- 26
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 38
İSLAMDA İLK ŞEHİDLER
Selamunaleyküm...
Müşrikler akla gelen ve gelmeyecek her yolla insanlığın rehberini, kâinatın efendisini yıldırmak istiyorlar. Saadet ocağının kapısındaki kanlı izler, bunun son işareti.
Kureyşli dinsizler bir kaba doldurdukları kana ellerini batırıyor ve kanlı pençelerini o kapıya vuruyorlar. Sabah olduğunda Râsuller önderinin kapısında pençe pençe kan izleri görülüyor. Aslında kendi ruhlarının fotoğraflarını çıkarıyorlar. Yoksa böyle gariplikler yapmakla ne elde edilebilir ki, bir şey elde edemiyorlar da. Bu sebeple işkence çeşidini değiştiriyorlar. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
'in yakasından düşerek ashâb-ı güzinden zayıf, arkası olmayanlara tasalluta başlıyorlar. Küfür; azınlık durumunda olan hak yolun yolcuları üzerine çok fena çullanmış ve dehşetli bir terör estirmeye başlamıştı. Bu şiddetli baskı; yanardağ lavları gibi coşkun imana sahip ilk müslümanları İSLAMiyet ’ten alamamışsa da, başka bir çok insanın müslümanlığını geciktirmiş ve hak dini tercih etme cesaretlerini kırmıştır.
Ağır ve geçmek bilmeyen günler. Ne uzun çileler... ALLAH
'ım ne büyük imtihanlar !... Kıpkırmızı bir gonca gül tomurcuğu, çıplak kayayı zorlayıp çatlatarak yol bulmaya çalışıyor. İlk Mü’minler de cansız kayadan daha sert putperest bir kavmi zorlayarak ebedi saadetin fenerini yakmaya uzanıyor...
Karanlık bir mağaradan farksız Arabistan; sadece arabistan değil, bütün yer yüzü ışıl ışıl İSLAM
‘a çevrilecek. O bir avuç Peygamber bağlısı; fısıltılarla konuşarak, gizlice buluşarak gözden saklı köşelerde bunun imkanını araştırıyorlar. Bir yıldız kümeciği, ayın nurunu kapayan kalın bulut tabakasını delmeye çalışıyor...
Bu Müslüman öncülerin bayraklaşan hayatları; dünya durdukça söylenecek bir emsalsiz destan, işte ashab işte ilk İSLAM Şehidleri:
Sonsuz Peygamber Dostluğunu kazanan Ammar ‘ın babası Hz.Yasir (r.a.) ve annesi Hz.Sümeyye (r.anha) …
Yasir, kimsesiz ve yoksul bir ademoğlu. Bir iş bulmak ümidi ile yollara düşerek memleketi Yemen 'e elveda ediyor ve günler sonra vardığı Mekke 'de Ebu Huzeyfe bin Mugire 'yi buluyor; hizmetkar olarak yanında çalışmaya başlıyor. Efendisi, Yasir 'den ziyadesiyle memnun. Bu sebeple cariyesi Sümeyye ile onu evlendiriyor... Bunların Ammar ve Abdullah isminde iki erkek evlatları dünyaya geliyor. İki nur topu, büyüyüp yetişiyorlar. Ebu Huzeyfe ve kabilesi Mahzumoğulları, Yasir'leri hep seviyorlar. Ama; bu temelsiz ve çürük bir sevgi. Hangi maksatla olursa olsun nefretle yer değiştirebilen sevgiye sevgi denemez!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
tevhidin ihtişamlı sancağını yükseltince Yasir, zevcesi Sümeyye ve oğulları Ammar ve Abdullah bir ağızdan "La ilahe illALLAH Muhammedün Râsulullah"
diyorlar.
Bu hem tasdik ve kabul ve hem de bir şeref sözüdür. Bu söz, ciğerleri dolduran nefes ve kalbten yükselen aşkla haykırıldıktan sonra yeni bir dünyanın kapısı açılmış ve insanın varolma sebebi gayesini bulmuş demektir. Bundan dolayı buyur denilen bu saray kapısından giren hiç kimseyi hiç bir sebep tekrar geri döndüremez...
Mahzumoğulları, daha nice şirk ehli ile birlikte bu hakikatten habersizdir. Onlar, kibirlerinin öngördüğü gurur ve nefislerinin gafletinden felaketlerine sebep olacak işlerin peşindeler. Ramda adlı kayalık bir gölge. Güneşin en yakıcı olduğu saatler. Isı belki yetmiş-seksen derece belki de daha fazla…
Mahzumoğulları, dört kişiyi kıskıvrak bağlamış, kızgın sacdan farksız bu taşlarda türlü işkencelerle eziyet ederek İSLAMiyet ’ten vazgeçirmeye çalışıyor...
Bunlar Yasir, hanımı Sümeyye ve oğulları Ammar ile Abdullah. Dilleri damaklarına yapışıyor, yedikleri kırbaç izlerinden dökülen kan, ayaklarına doğru yol arıyor, beyinleri sıcaktan fokur fokur kaynıyor, taşlar ayaklarını pul pul yakıyor ama imandan küfre dönme tekliflerini onlar yine de:
- Derimizi yüzseniz, hatta etimizi dilim dilim kesseniz biz yine İSLAM dininden dönmeyiz !... diyerek nefretle reddediyorlar.
Bir direniş ki, tarihin ender vak'alarından... O gün işkenceler dayanılmaz bir halde vücutları bitkin hale gelen Yasir ailesi bırakılıyor. Fakat sair günler Lat ve Uzza ’ya taptırmak için yapılan işkenceler gaddarca sürüp gidiyor...
Bu dört sahabeyi şimdi de Batha denilen yere götürmüşler, orada işkence yapıyorlar. Birden Râsulullah (s.a.v.)
görünüyor. Ashabına yapılanlardan fevkalade müteessir olarak üç kere aynı şeyi buyuruyorlar:
- Sabredin Ey Yasir ailesi, sabredin ve sevinin ki, mükafatınız cennet olacaktır !!!
O (s.a.v)
'nu görmüş olmak; sesini duymak, zulüm altındaki bu dört sahabeyi biraz ferahlandırıyor. Yasir, merakla soruyor:
- Ya RâsulALLAH ! Günler hep böyle mi geçecek ?
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
suali bir dua ile cevaplandırıyorlar:
- ALLAHım ! Yasir ailesine rahmet ve mağfiretini ihsan eyle...
Hazret-i Râsul (s.a.v.)
'ün oradan ayrılmasından bir süre sonra Yasir (r.a.) insanın tahammül kudretini aşan, işkencelere dayanamayarak ruhunu "Rahmet ve Mağfiret" sahibine teslim ediyor...
İlk şehid !... İSLAM, ilk şehidini verdi... Ebedi hakikat yoluna can feda edildi. Akın akın gelecek şehidler ordusunun ilk neferi şehadet şerbeti içti. O şanlı şehide bin selam olsun!
Hz.Yasir (r.a.), hanımı ve oğulları önünde işkence göre göre can verdi. Ama zulüm durmadı. Kafirlerin gözleri kan çanağı. Terden sırılsıklam olmuşlar, takatleri kesilmiş; fakat doymaz zalim hınçları ile diğer üç Mü’mini dövmeye devam ediyorlar. İşte atılan bir okla Abdullah (r.a.) da cennete kanat açıyor.
Baş kafir Ebu Cehil; Sümeyye (r.anha) 'ya hem vuruyor; hem lisanla hakaret ediyor. Sümeyye Annemiz, bu çirkin hareketlerden birine cevap verince hayasızca saldıran Ebu Cehil kelbi mübarek kadının ayaklarına ip taktırarak beklemekte olan iki deveye bağlatıyor ve hayvanlar, sür'atle zıt istikametlere sürülüyor.
...ve dehşetli an ! Tüyler diken diken havada. Sümeyye Hatun parçalanırken çığlık çığlığa söylediği Kelime-i Tevhid, çelik bir kırbaç gibi Ebu Cehil'in yüzünde şaklıyor.
Bu da ilk kadın şehid ? Ve başka bir rivayete göre Yasir ‘den önce şehid ediliyor. Bu alçak muameleye; bu fütursuz kahpeliğe maruz kalan imanımızı borçlu olduğumuz o çilekeş büyük insanlar için sicim gibi gözyaşı dökülse yeridir...
Şehadet mertebesini yaratana şükürler olsun. Ölüm acısını duymayan, sorgu sual görmeyenlere rahmet; cesedi çürümeyen, bilmediğimiz bir hayatla diri olanlara da selam olsun…
Onlar ki şehid'dir. Babası, kardeşi ve annesi gözleri önünde öldürülen Ammar'ı hayatta tutan tek kuvvet imanı. Yoksa annesinin o feci ölüm şekline yürek mi dayanır ? kendisine yapılan eziyetlerse işkence ismindeki vahşetin tam ifadesi. Bir zırh giydirilerek dehşetli güneşin altında tutuluyor. Sıcaktan kor ateşteki demir gibi yanan zırh, Hz.Ammar (r.a.) 'ı kavurdukça kavuruyor ve kemiklerinin içindeki iliği bile eritiyor... "Öldü!" diyerek çekip gidiyorlar. Bu büyük İSLAM kahramanı saatler sonra kendine geldiğinde bütün kuvvetini toplayarak bin bir zorlukla Râsulullah (s.a.)
'ın huzuruna çıkıyor. O dağ gibi babayiğit insan çökmüş bir halde...
- Ya RâsulALLAH ! Azabın her çeşidini tattık... diyor ve ağlamaya başlıyor...
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
sabrın zirvesindeki bu çileli insanın mübarek gözyaşlarını mübarek elleri ile silerek gönlünü aldıktan sonra DUA buyuruyor:
- ALLAHım ! Ammar sülalesinden hiç kimseye cehennem azabını tattırma...
Mü'minler, her an tehlikede. Müşriklerin ne zaman, hangi köşebaşında saldıracakları meçhul. Öyle bir-iki eziyet yapıp bırakmak da yok. Ellerine geçirdikleri yerde ısrar ve tehditlerle önce "dininden dön! Muhammed’e uyma!" diyerek kendi dinlerine geçmelerini istiyorlar. İstekleri reddolununca da gelsin alçakça işkenceler. Bunlar, sadece kafir olsa neyse; aynı zamanda kör vicdanlı birer zalimler topluluğu...
İşte yine Ammar (r.a.) yakalamışlar. Mübarek sahabe ateşle dağlanıyor.
- Lat ve Uzza’ya inan! Muhammed'in ALLAH'ını inkar et !!! Haydi söyle ! İnkar ettiğini; desene !!! Yoksa ölümlerden ölüm beğen Yemen dilencisi !!!
Bu mümkün mü ? O (s.a.v.)
'na arkadaş O (s.a.v.)
'na sahabe olma derecesine kavuşan biri bundan döner mi ?
- "Hayır !!! Putperestliğe asla dönmeyeceğim ! Ben artık hak yoldayım. “La ilahe illALLAH Muhammedün Râsulüllah
!”
Ucu kızarmış demir, vücuduna değdikçe "cazz" diye bir ses; yanık bir et kokusu ve dişlerini birbirini öğütürcesine sıkıp yüzünü buruşturan Ammar'ın "ALLAH!!!" diye yükselen feryadı. Bu feryat münkirlere verilen en büyük cevap ! Bir protesto; muazzam bir reddiye. Efendimiz, zulmün tam üzerine geldiler. Her şeyi çok büyük bir ızdırapla görüyorlar. Kadife gibi yumuşak elleri ile büyük mazlumun başını okşadıktan sonra ateşe:
-“Ey ateş ! İbrahim’i yakmadığın gibi Ammar'ı da yakma ! O'na da serin ve selamet ol.” buyurdular…
Dua anında kabul edilmiş; işkence demiri buz gibi olmuştu. Müşrikler hayrette; lakin gözleri ile gördükleri mucizeye rağmen imana uzaklar. Bazen de bu yüksek sahabeyi boğulsun diye derin kuyulara atıyor veya güneşin altına yatırarak koca kayaları göğsüne koyuyorlar. Niçin ? Müslüman diye; kendileri gibi inanmıyor diye ? Bu hangi seviyedir ! Bu nasıl insanlıktır ? Katmerli cahillik işte bu olsa gerek !...
Bu sıkıntılar içinde dahi sabahlara kadar namaz kılıyor ve ibadet ediyor. Namazın en zor hatta imkansız şartlarda bile terkedilemeyeceğine canlı, çarpıcı ve ibretli misal. Rahat yataklardan çıkıp namaza kavuşmayanlar, hangi müdafaanın çürük gerekçesine sığınabilir acaba ?
İşkencelerden kalan yara izleri, ömrünün sonuna kadar vücudundan silinmedi... İşte övünç kaynağı, işte gerçek şeref madalyası…
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
'e, gelip içeri girmek için müsaade istediğinde Hz.Ammar (r.a.) ne hoş iltifatlara kavuşurdu:
- “Hoş geldin, bütün kötülüklerden arınan, iyiliklerle bezenen ve beğenilen insan !...”
Selam ve Dualarımla,
Selamunaleyküm...
Müşrikler akla gelen ve gelmeyecek her yolla insanlığın rehberini, kâinatın efendisini yıldırmak istiyorlar. Saadet ocağının kapısındaki kanlı izler, bunun son işareti.
Kureyşli dinsizler bir kaba doldurdukları kana ellerini batırıyor ve kanlı pençelerini o kapıya vuruyorlar. Sabah olduğunda Râsuller önderinin kapısında pençe pençe kan izleri görülüyor. Aslında kendi ruhlarının fotoğraflarını çıkarıyorlar. Yoksa böyle gariplikler yapmakla ne elde edilebilir ki, bir şey elde edemiyorlar da. Bu sebeple işkence çeşidini değiştiriyorlar. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
'in yakasından düşerek ashâb-ı güzinden zayıf, arkası olmayanlara tasalluta başlıyorlar. Küfür; azınlık durumunda olan hak yolun yolcuları üzerine çok fena çullanmış ve dehşetli bir terör estirmeye başlamıştı. Bu şiddetli baskı; yanardağ lavları gibi coşkun imana sahip ilk müslümanları İSLAMiyet ’ten alamamışsa da, başka bir çok insanın müslümanlığını geciktirmiş ve hak dini tercih etme cesaretlerini kırmıştır.
Ağır ve geçmek bilmeyen günler. Ne uzun çileler... ALLAH
'ım ne büyük imtihanlar !... Kıpkırmızı bir gonca gül tomurcuğu, çıplak kayayı zorlayıp çatlatarak yol bulmaya çalışıyor. İlk Mü’minler de cansız kayadan daha sert putperest bir kavmi zorlayarak ebedi saadetin fenerini yakmaya uzanıyor...
Karanlık bir mağaradan farksız Arabistan; sadece arabistan değil, bütün yer yüzü ışıl ışıl İSLAM
‘a çevrilecek. O bir avuç Peygamber bağlısı; fısıltılarla konuşarak, gizlice buluşarak gözden saklı köşelerde bunun imkanını araştırıyorlar. Bir yıldız kümeciği, ayın nurunu kapayan kalın bulut tabakasını delmeye çalışıyor...
Bu Müslüman öncülerin bayraklaşan hayatları; dünya durdukça söylenecek bir emsalsiz destan, işte ashab işte ilk İSLAM Şehidleri:
Sonsuz Peygamber Dostluğunu kazanan Ammar ‘ın babası Hz.Yasir (r.a.) ve annesi Hz.Sümeyye (r.anha) …
Yasir, kimsesiz ve yoksul bir ademoğlu. Bir iş bulmak ümidi ile yollara düşerek memleketi Yemen 'e elveda ediyor ve günler sonra vardığı Mekke 'de Ebu Huzeyfe bin Mugire 'yi buluyor; hizmetkar olarak yanında çalışmaya başlıyor. Efendisi, Yasir 'den ziyadesiyle memnun. Bu sebeple cariyesi Sümeyye ile onu evlendiriyor... Bunların Ammar ve Abdullah isminde iki erkek evlatları dünyaya geliyor. İki nur topu, büyüyüp yetişiyorlar. Ebu Huzeyfe ve kabilesi Mahzumoğulları, Yasir'leri hep seviyorlar. Ama; bu temelsiz ve çürük bir sevgi. Hangi maksatla olursa olsun nefretle yer değiştirebilen sevgiye sevgi denemez!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
tevhidin ihtişamlı sancağını yükseltince Yasir, zevcesi Sümeyye ve oğulları Ammar ve Abdullah bir ağızdan "La ilahe illALLAH Muhammedün Râsulullah"
diyorlar.
Bu hem tasdik ve kabul ve hem de bir şeref sözüdür. Bu söz, ciğerleri dolduran nefes ve kalbten yükselen aşkla haykırıldıktan sonra yeni bir dünyanın kapısı açılmış ve insanın varolma sebebi gayesini bulmuş demektir. Bundan dolayı buyur denilen bu saray kapısından giren hiç kimseyi hiç bir sebep tekrar geri döndüremez...
Mahzumoğulları, daha nice şirk ehli ile birlikte bu hakikatten habersizdir. Onlar, kibirlerinin öngördüğü gurur ve nefislerinin gafletinden felaketlerine sebep olacak işlerin peşindeler. Ramda adlı kayalık bir gölge. Güneşin en yakıcı olduğu saatler. Isı belki yetmiş-seksen derece belki de daha fazla…
Mahzumoğulları, dört kişiyi kıskıvrak bağlamış, kızgın sacdan farksız bu taşlarda türlü işkencelerle eziyet ederek İSLAMiyet ’ten vazgeçirmeye çalışıyor...
Bunlar Yasir, hanımı Sümeyye ve oğulları Ammar ile Abdullah. Dilleri damaklarına yapışıyor, yedikleri kırbaç izlerinden dökülen kan, ayaklarına doğru yol arıyor, beyinleri sıcaktan fokur fokur kaynıyor, taşlar ayaklarını pul pul yakıyor ama imandan küfre dönme tekliflerini onlar yine de:
- Derimizi yüzseniz, hatta etimizi dilim dilim kesseniz biz yine İSLAM dininden dönmeyiz !... diyerek nefretle reddediyorlar.
Bir direniş ki, tarihin ender vak'alarından... O gün işkenceler dayanılmaz bir halde vücutları bitkin hale gelen Yasir ailesi bırakılıyor. Fakat sair günler Lat ve Uzza ’ya taptırmak için yapılan işkenceler gaddarca sürüp gidiyor...
Bu dört sahabeyi şimdi de Batha denilen yere götürmüşler, orada işkence yapıyorlar. Birden Râsulullah (s.a.v.)
görünüyor. Ashabına yapılanlardan fevkalade müteessir olarak üç kere aynı şeyi buyuruyorlar:
- Sabredin Ey Yasir ailesi, sabredin ve sevinin ki, mükafatınız cennet olacaktır !!!
O (s.a.v)
'nu görmüş olmak; sesini duymak, zulüm altındaki bu dört sahabeyi biraz ferahlandırıyor. Yasir, merakla soruyor:
- Ya RâsulALLAH ! Günler hep böyle mi geçecek ?
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
suali bir dua ile cevaplandırıyorlar:
- ALLAHım ! Yasir ailesine rahmet ve mağfiretini ihsan eyle...
Hazret-i Râsul (s.a.v.)
'ün oradan ayrılmasından bir süre sonra Yasir (r.a.) insanın tahammül kudretini aşan, işkencelere dayanamayarak ruhunu "Rahmet ve Mağfiret" sahibine teslim ediyor...
İlk şehid !... İSLAM, ilk şehidini verdi... Ebedi hakikat yoluna can feda edildi. Akın akın gelecek şehidler ordusunun ilk neferi şehadet şerbeti içti. O şanlı şehide bin selam olsun!
Hz.Yasir (r.a.), hanımı ve oğulları önünde işkence göre göre can verdi. Ama zulüm durmadı. Kafirlerin gözleri kan çanağı. Terden sırılsıklam olmuşlar, takatleri kesilmiş; fakat doymaz zalim hınçları ile diğer üç Mü’mini dövmeye devam ediyorlar. İşte atılan bir okla Abdullah (r.a.) da cennete kanat açıyor.
Baş kafir Ebu Cehil; Sümeyye (r.anha) 'ya hem vuruyor; hem lisanla hakaret ediyor. Sümeyye Annemiz, bu çirkin hareketlerden birine cevap verince hayasızca saldıran Ebu Cehil kelbi mübarek kadının ayaklarına ip taktırarak beklemekte olan iki deveye bağlatıyor ve hayvanlar, sür'atle zıt istikametlere sürülüyor.
...ve dehşetli an ! Tüyler diken diken havada. Sümeyye Hatun parçalanırken çığlık çığlığa söylediği Kelime-i Tevhid, çelik bir kırbaç gibi Ebu Cehil'in yüzünde şaklıyor.
Bu da ilk kadın şehid ? Ve başka bir rivayete göre Yasir ‘den önce şehid ediliyor. Bu alçak muameleye; bu fütursuz kahpeliğe maruz kalan imanımızı borçlu olduğumuz o çilekeş büyük insanlar için sicim gibi gözyaşı dökülse yeridir...
Şehadet mertebesini yaratana şükürler olsun. Ölüm acısını duymayan, sorgu sual görmeyenlere rahmet; cesedi çürümeyen, bilmediğimiz bir hayatla diri olanlara da selam olsun…
Onlar ki şehid'dir. Babası, kardeşi ve annesi gözleri önünde öldürülen Ammar'ı hayatta tutan tek kuvvet imanı. Yoksa annesinin o feci ölüm şekline yürek mi dayanır ? kendisine yapılan eziyetlerse işkence ismindeki vahşetin tam ifadesi. Bir zırh giydirilerek dehşetli güneşin altında tutuluyor. Sıcaktan kor ateşteki demir gibi yanan zırh, Hz.Ammar (r.a.) 'ı kavurdukça kavuruyor ve kemiklerinin içindeki iliği bile eritiyor... "Öldü!" diyerek çekip gidiyorlar. Bu büyük İSLAM kahramanı saatler sonra kendine geldiğinde bütün kuvvetini toplayarak bin bir zorlukla Râsulullah (s.a.)
'ın huzuruna çıkıyor. O dağ gibi babayiğit insan çökmüş bir halde...
- Ya RâsulALLAH ! Azabın her çeşidini tattık... diyor ve ağlamaya başlıyor...
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
sabrın zirvesindeki bu çileli insanın mübarek gözyaşlarını mübarek elleri ile silerek gönlünü aldıktan sonra DUA buyuruyor:
- ALLAHım ! Ammar sülalesinden hiç kimseye cehennem azabını tattırma...
Mü'minler, her an tehlikede. Müşriklerin ne zaman, hangi köşebaşında saldıracakları meçhul. Öyle bir-iki eziyet yapıp bırakmak da yok. Ellerine geçirdikleri yerde ısrar ve tehditlerle önce "dininden dön! Muhammed’e uyma!" diyerek kendi dinlerine geçmelerini istiyorlar. İstekleri reddolununca da gelsin alçakça işkenceler. Bunlar, sadece kafir olsa neyse; aynı zamanda kör vicdanlı birer zalimler topluluğu...
İşte yine Ammar (r.a.) yakalamışlar. Mübarek sahabe ateşle dağlanıyor.
- Lat ve Uzza’ya inan! Muhammed'in ALLAH'ını inkar et !!! Haydi söyle ! İnkar ettiğini; desene !!! Yoksa ölümlerden ölüm beğen Yemen dilencisi !!!
Bu mümkün mü ? O (s.a.v.)
'na arkadaş O (s.a.v.)
'na sahabe olma derecesine kavuşan biri bundan döner mi ?
- "Hayır !!! Putperestliğe asla dönmeyeceğim ! Ben artık hak yoldayım. “La ilahe illALLAH Muhammedün Râsulüllah
!”
Ucu kızarmış demir, vücuduna değdikçe "cazz" diye bir ses; yanık bir et kokusu ve dişlerini birbirini öğütürcesine sıkıp yüzünü buruşturan Ammar'ın "ALLAH!!!" diye yükselen feryadı. Bu feryat münkirlere verilen en büyük cevap ! Bir protesto; muazzam bir reddiye. Efendimiz, zulmün tam üzerine geldiler. Her şeyi çok büyük bir ızdırapla görüyorlar. Kadife gibi yumuşak elleri ile büyük mazlumun başını okşadıktan sonra ateşe:
-“Ey ateş ! İbrahim’i yakmadığın gibi Ammar'ı da yakma ! O'na da serin ve selamet ol.” buyurdular…
Dua anında kabul edilmiş; işkence demiri buz gibi olmuştu. Müşrikler hayrette; lakin gözleri ile gördükleri mucizeye rağmen imana uzaklar. Bazen de bu yüksek sahabeyi boğulsun diye derin kuyulara atıyor veya güneşin altına yatırarak koca kayaları göğsüne koyuyorlar. Niçin ? Müslüman diye; kendileri gibi inanmıyor diye ? Bu hangi seviyedir ! Bu nasıl insanlıktır ? Katmerli cahillik işte bu olsa gerek !...
Bu sıkıntılar içinde dahi sabahlara kadar namaz kılıyor ve ibadet ediyor. Namazın en zor hatta imkansız şartlarda bile terkedilemeyeceğine canlı, çarpıcı ve ibretli misal. Rahat yataklardan çıkıp namaza kavuşmayanlar, hangi müdafaanın çürük gerekçesine sığınabilir acaba ?
İşkencelerden kalan yara izleri, ömrünün sonuna kadar vücudundan silinmedi... İşte övünç kaynağı, işte gerçek şeref madalyası…
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
'e, gelip içeri girmek için müsaade istediğinde Hz.Ammar (r.a.) ne hoş iltifatlara kavuşurdu:
- “Hoş geldin, bütün kötülüklerden arınan, iyiliklerle bezenen ve beğenilen insan !...”
Selam ve Dualarımla,